Ana Sayfa > Gündem > Felsefesiz İslami İlimler Ne İşe Yarar?

Felsefesiz İslami İlimler Ne İşe Yarar?

felsefesiz

Bugün ülkemizin kritik bir eşikten geçtiğine; yükseliş ve ilerleme borazanlarının yarattığı panayır havası ve gürültüsünün içerisinde fark edilmeden, sinsice toplumsal/siyasal bedene sirayet eden çöküş ve hastalığın izlerine şahit olmaktayız. Bu hastalığın adı dinden nemalanan, sinsi despotik parti demokrasiciliğidir. Neden sinsidir? Çünkü modern ve demokratik diye tabir edilen ilke ve değerlerle büyük ölçüde kökten uyuşmazlık içerisindedir – iktidarını ve rant alanını korumak için öyle olmak zorundadır – ve bu yüzden modernliğin hakim olduğu bir düzende ya riyakar ya da sinsi olmak zorundadır. Neden despotiktir? Çünkü hakikatin çoğulluğuna ve farklılığa inanmaz. Hakikatin en iyi temsilinin kendi elinde olduğuna kanidir. Dolayısıyla kendisinin hakikatinden farklı olanlara karşı zoraki hoşgörülüdür ancak uygun zaman ve şartları yarattığı her seferinde hakikatini dayatmaya, yani istibdada yatkındır. Parti demokrasisini ise, Hayek’in Kölelik Yolu adlı eserindeki sözlerine atıfla tanımlamak istiyorum: “Planlaştırılmış bir cemiyette, herkes diğerlerinden daha iyi veya daha fena bir kadere sahip olmasının, kontrol edilemeyen ve önceden sarih surette görülmeyen hallerin neticesi değil, bir otoritenin arzusunun eseri olduğunu bilecektir. Ve vaziyetini iyileştirmek isteyen kimse, hadiseleri kabil olduğu nispette önceden keşfedip ona göre hazırlanmaya çalışacak yerde, bütün gayretini, iktidarı elinde tutan makama tesir ederek onu kendi lehine çevirmek hususuna teksif edecektir. Bu suretle, XIX. Asrın siyasi mütefekkirlerini korkutan kabul: ‘Zenginliğe ve şerefe giden bütün caddelerin hükümetten geçtiği’ devlet sistemi, o mütefekkirlerin düşünebildiklerinden çok daha aşırı bir şekilde gerçekleşmiş olacaktır. . . Şu veya bu şahsa ne bahşedileceğini sadece devlet kuvvet ve iktidarı tayin edeceğine göre, herkes var gayretiyle bu idareci kuvvete iştirak etmeye çalışmakta fayda görecektir.”

Peki bu tehlikeyi dile getirmemin sebebi ne? Sebep, doğası gereği sinsi despotik parti demokrasisinden başkasına tahammülü olmayan ve böyle bir demokrasi modelinin güçlendirilmesi için faaliyet gösteren cemaat ve ilahiyat mollalarının (Buradaki ifadeden kasıt belli bir cemaat ve tüm ilahiyatçılar değildir. Farklı  dini grup ve yapılar içerisindeki geniş ufuklu hoşgörülü ve entelektüel yüzleri bu nitelememin dışında tutuyorum)  saman altından yürüttükleri icraatlardır. Bu icraatların en vahim olanıysa, cemaat ve ilahiyat mollalarının sinsi felsefe düşmanlığı ve bunun bir uzantısı olarak ilahiyatların felsefesizleştirilmeye çalışılmasıdır. Hepimizin malumudur ki felsefe düşmanlığı, kökleri çok eskilere giden, bu toprakların sürekli kanayan yarası bir meseledir. Meşhur İslam alimi ve filozofu Kindi’nin ulemaya karşı sarf ettiği sözleri bugünü anlatmıyor mu?: “Bunların hayvani nefslerinde yer eden haset kiri ve düşünce ufuklarını kapayan karanlık, gerçeğin nurunu görmelerini engellemiştir. Saldırgan ve zalim düşman durumunda olan bunlar, haksız yere işgal ettikleri kürsüleri korumak için, elde edemedikleri ve çok uzağında bulundukları insani faziletlere sahip olanları aşağılarlar. Amaçları riyaset ve din tacirliğidir. Oysa kendileri dinden yoksundur. Çünkü bir şeyin ticaretini yapan onu satar, sattığı ise artık kendisinin değildir. Kim din tacirliği yaparsa onun dini yoktur. Gerçekte varlığın hakikatinin bilgisini (felsefe) edinenlere karşı çıkan ve onu küfür sayanın dinle bir ilişkisinin kalmaması gerekir.”

Yukarıda ‘icraatların en vahimi’ diye nitelemede bulunmamın sebebi, söz konusu icraatın belki de en hassas alanda, yani eğitim alanında gerçekleştiriliyor oluşudur. Siz eğer bir çocuğun daha kökten, henüz eğilmemişken daha fazla felsefesiz dinsel eğitim ve propagandayla beynini ve bilincini şekillendirir ve empoze edilen dil ve düşünce kalıplarıyla nasıl göreceğini, nasıl düşüneceğini, nasıl davranacağını belirlerseniz iktidarınız sağlam ve daimi olur. Çünkü bu yolla yarattığınız, otoriteye sorgusuz teslim olan ve gönüllü köleliğe mahkum edilen, kendilik kaygısından uzak kolay yönetilebilir ve istismar edilebilir sürüler olacaktır. Bu da her zaman siyasilerin işine gelen bir durumdur. Çünkü halkı tek tek, birey birey ikna etmenize ve yönetmenize  gerek yoktur. Tek yapmanız gereken mollalarla, şeyhlerle, hoca efendilerle pazarlığınızı etmeniz ve karşılıklı alışverişte bulunmanızdır. Gerisini onlar halledecektir ne de olsa. Kitleler bu şekilde uyutuldukları, uyuşturuldukları ve köleleştirildikleri sürece onlardan en iyi şekilde istifade edilecek ve sürüden hasıl olan ürün mollalar, şeyhler, cemaat ve siyasi parti liderleri arasında hiyerarşik liyakate göre pay edilecektir. Bu bir zulüm düzenidir. Felsefe, devletin ideolojik aygıtları kanalıyla (cemaatler ve resmi dini kurumlar da dahil) halkı uyuşturan, onlara köleliği sevdiren her türlü zulüm düzenine karşı hakikat ve – kişisel sorumluluk anlamında – özgürlük adına bir başkaldırıdır. İşte sevilmeyişimizin gerçek nedeni budur! Bizler halkı bir tutmak, uyuşturmak ve onlara köleliği sevdirmek adına yaratılan hurafelerle, yalanlarla, batıl inançlarla harmanlanmış neredeyse çok boyutlu hayat tecrübemizin her anına ve mekanına sirayet eden ve her şeye dair bir talebi, bir buyruğu olan dinsel öğreti külliyatını/resmi dinsel paradigmayı elekten geçirerek saflaştırma ve dinde hakikati sorgulayarak ve araştırarak bulma derdindeyiz. Çünkü tek kaygımız, halkı bir ve itaatkar tutmak değil, hakikat ve özgürlüktür. Bir ilke olarak kabul ediyoruz ki, eleştirinin ve rasyonelliğin hor görüldüğü, aklın açıkça kirliliği ilan edilerek otoriteye teslimiyetin kurtuluşun tek çaresi olduğunun dikte edildiği, çoğulculuğun ve farklılığın samimice benimsenmediği bir yerde her zaman istismar, istibdat ve köleleştirme vardır.

Dünya ve hayata dair köklü talepleri ve iddiaları olan bir dinin sosyal bilimlere ve felsefeye düşman mollaları ve uleması – kendi ceplerini doldururken – inananlara duygusal tatmin sağlamanın ve onları risk ve tehlike arz etmeyen bir birlik halinde tutmanın dışında ne verebilir bizlere? Verdikleri ortada! Oldukça ibtidai şartlarda tezahür eden İslam dini ancak kendisini besleyen iki önemli kaynakla, yani felsefe/bilim ve tasavvuf kaynağıyla kısa zamanda büyük bir medeniyet haline gelebilmiştir. İslam’ın büyük bir medeniyet olmasının gerisinde Yunan, Hint, İran ve diğer büyük medeniyetlerden aldıklarını geliştirebilmiş ve kendi öğretisiyle sentezleyebilmiş olması gerçeği vardır. Ortaçağ, bugün bile icatlarıyla, eserleriyle, çeşitli alanlardaki mümtaz çalışmalarıyla insanlığa hizmetini sürdüren büyük Müslüman bilim adamları, felsefeciler ve sufilere ev sahipliği yapmış  İslam’ın aydınlık yüzüdür. Ne gariptir ki molla ve ulema taifesi felsefeyi de tasavvufu da sevmez. Çünkü her ikisi de düşünce, yorum ve yaşam farklılığına izin verir ve her ikisi de ulema dinini bu yüzden köklü eleştiriye tabi tutar. Ve soruyorum; felsefe ve bilime düşman molla ve ulemanın egemenliğini ilan ettiği ve rahatça cirit oynattığı 13., 14. Yüzyıllardan bu yana İslam en büyük çöküşe ve ihanete tanıklık etmemiş midir? Bu çöküş ve ihanetin mahiyetini ve derecesini anlamak için felsefe, bilim ve tasavvufa müracaat ederek ve bunları İslam ile mezcederek yeniden İslam’ı diriltmeye çalışan Muhammed İkbal’in eserlerine göz atmanız yeterli.

Sosyal bilimlerden bihaber ve felsefeye düşman bir ilahiyat veya cemaat mollası dünya ve ülke sorunlarına, toplum, birey, siyaset, ekonomi, tarih, kültür vs. meselelerine dair indirgemeci, dışlayıcı, dayatıcı, parçalayıcı, katı ve demode bir bakış ve görüş sergilerken ve hatta daha da kötüsü bu sorunların mahiyetine dair en ufak bir bilgisi ve araştırma kaygısı bile – mesela bir marksizmi veya liberalizmi sahih kaynaklarına inerek ve bu kaynaklardan beslenerek tanıma kaygısı bile – yokken nasıl olur da insanlar her konuda bu zevata danışma ve onların onayını alma zorunluluğunu hissederler? Nedir bu zorunluluğu yaratan? Şeksiz şüphesiz inanılan Allah adına ya da Kuran adına konuşmaları ve bunların en yetkin temsilcileri olmaları mı? Kurtuluşun tek ve en eksiksiz anahtarını taşıyor olmaları mı? Bu bir şarlatanlıktır, bir riyadır, kuzu kılığına bürünerek kurtluğunu gizlemektir, insanların gelecek ve kurtuluş kaygısından beslenerek ve insanların duygularını istismar ederek saygısızca, samimiyetsizce ve bolca nemalanmak, saygı ve itibar görmeye çalışmaktır.

Kendi hakikatinin, bilgisinin ve yaşam biçiminin mutlaklığına ve en doğrusu olduğuna inanan dogmatik bir mollanın kendi hakikatinden olmayanlara karşı söyleyecek bir sözü yoktur: bencil ve dayatmacıdır. En doğrusuna sahip olduğu için başkalarını samimice dinleme, onlara haklılık payı verme ve onların görüşlerine ihtiyaç duyma nezaketine sahip değildir: hoşgörüsüzdür, kibirlidir ve hakikati elde ettiğine, kendi kurtuluşunu sağlayıp da başkalarına kurtuluş yolunu gösterebileceğine inanacak kadar küstahtır, alçakgönüllülükten uzaktır. Bilgisizliğini samimice itiraf eden ve bilgiye ulaşabilmek için başka akıllara, başka bakış açılarına ihtiyaç duyan, eleştirerek, eleştirilerek ve tartışarak hakikate ulaşmaya çalışan Sokrates’iyle felsefe, söz konusu zevatın mizacına, tabiatına tümden aykırıdır.  En azından gerçek bir hoşgörü ve karşılıklı anlama için; çoğulcu, özgürlükçü bir demokrasi için felsefe elzemdir. Ve devlet, farklı dünya görüşlerine sahip bireylerin hak ve özgürlüklerini teminat altına almalı, bireylerin istikbal ve güvenliğini cemaatlerin, insanların duygularını istismar ederek ve onları doğru yolda olduklarına inandırarak kanlarını emen şarlatanların ve parti demokrasisi yandaşlarının ellerine teslim etmemelidir. Çünkü bireyin erdemi ve özgürlüğü ancak bireye, Hayek’in Kölelik Yolu adlı eserindeki ifadesiyle, “uğruna kişisel arzularından vazgeçebilmeyi göz alabileceği doğrunun ne olduğunu şahsen değerlendirme fırsatı verildiğinde” tartışılabilir. Aksi, ahlaksızlığa ve köleliğe davetiye çıkarmaktır.

Görünen o ki, ilahiyattan yetişen felsefecilerin hali içler acısı: Pozitivistlerce takiyyeci, felsefeyi ve bilimi dine alet eden şarlatanlar olarak niteleniyoruz; mollalar tarafından da zındık olarak. Kime yaranacağımızı şaşırdık. Aslında birilerine yaranma derdimiz de yok. İşin tuhaf tarafı da burası işte! Kaygımız hakikat ve özgürlüktür, kısacası kendi varoluşumuzdur, başka bir şey değil.

 

Abdüllatif TÜZER

 Eylül 2013, Sivas 

– Haber Lotus –

HLotus

3 thoughts on “Felsefesiz İslami İlimler Ne İşe Yarar?

  1. Özgürlük yerine güce hizmet eden, hiyerarşik sosyal düzen oluşturan hele de bunu yapmak için din bilincini büken bir yer istemiyorum. Buna inanan bir düşün adamı okuduğum için mutluyum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.