Ana Sayfa > Felsefe > Bir Zihniyet Problemi Olarak “Felsefesiz İlahiyat”

Bir Zihniyet Problemi Olarak “Felsefesiz İlahiyat”

filahiyat

Ağustos ve Eylül 2013 tarihleri Türkiye Yüksek Eğitim ve Öğretim Tarihi açısından çok boyutlu incelemeyi hak edecek bir sürece işaret etmesi açısından önemlidir.  Bu  süreci farklı açılardan incelemeyi hedefleyen bir dergi ve yönetiminin talebi üzerine tarafımdan kaleme alınan yazının giriş kısımını takdim edeyim.

Durum Tespiti 12 Eylül 1980 fiili askeri darbe, 28 Şubat 1997 post modern darbe süreçlerinde sürekli olarak İlahiyat fakültelerine yönelik operasyonlar yapılmasını yaşamıştık; ama muhafazakâr ve demokrat bir yönetim olarak nitelendirilen AKP hükümeti döneminde ilahiyat fakülteleri programlarında felsefe ve gurubu derslerine yönelik bir operasyon yapılması çok ilginç bir girişim oldu. Yönetimi ele geçiren ve güce sahip olduğunu sanan herkes bir şekilde ilahiyat fakülteleri müfredatı ile oynamayı hak olarak görmeye başladı. Önceki süreçlerden 1980 ihtilalinden sonra kız öğrenciler için kontenjan sınırlaması ve başörtüsü yasağı getirilmişti. Yüksek İslam Enstitüleri, (şimdi yapılmak istenen İslami ilimler projesi ile benzerliği ayrıca araştırılmalı) ilahiyat fakültelerine çevrilmişti. 28 Şubat süreci yargılanıyor ve nasıl toplumsal mühendislikler yapıldığı ve ilahiyat fakültelerinin kontenjan ve müfredatları ile sürekli oynandığı da hala akıllarda. 28 Şubat süreci tahribatı önemli oranda giderildi ve ilahiyat fakülteleri kadro ve öğrenci kontenjanı açısından önemli gelişmeler yaşadı, müfredatındaki aksaklıkları kısmen giderildi.

2013 yazında güya 28 Şubat tahribatını gidermek için yapıldığı iddia edilen ama tersten de olsa bir toplumsal mühendislik projesi ile daha karşılaştı İlahiyat fakülteleri. Felsefe tarihi ve İslam Ahlak Felsefesi derslerinin alenen kaldırıldığı, felsefe grubu derslerinin ve dahi İslam Tarihi derslerinin budandığı, Arapça, Kur’an ders saatlerinin artırıldığı ve Temel İslam Bilimleri merkezli bir müfredat, oy çokluğu ile YÖK kurulundan çıkartıldı. Bunun akademik ve etik temellerinin olmayışının yanı sıra kanun ve yönetmeliklere de aykırı olarak çıkarıldığını söyleyen akademisyenler ve bu eleştirilere destek veren basın yayım kuruluşları temsilcilerinin sivil tepkileri karşısında bu hatadan (şimdilik) dönüldü.

  1. 1.  Soru(n)

Bir şekilde güç elde eden ya da güce yakın olduğunu düşünen kendi “iyi tasavvuru çerçevesinde düzenlemeler/tanzimat yapmaya çalışıyor. Bunu her ihtilal dönemi yaşadık, ama niye bu son dönemde yaşanıyor, anlamakta zorlandık. Aynı YÖK, niçin bir hukuk veya siyasal bilgiler fakültesinin müfredatına doğrudan müdahale yapmayı aklından bile geçirmiyor? Çünkü yapılan zaten yasal değil, büyük tepki alacaklarını biliyorlar, ama bazı güç odakları ilahiyat fakültesi olunca, “arka bahçe” olarak mı görülüyor da “istediğimizi yaparız”  tavrına giriyor, sorusu zihinleri meşgul etmeye başladı.

Peş peşe açılan, kontenjanları sürekli artırılan ve yeterli elemanı olmayan ilahiyat fakültelerindeki eğitim ve öğretimdeki eksiklikler, yanlışlıkları, kırılmalar artmıştır. İlitam ile yaygınlaşan eğitim aksaklıklarına bu sefer fazla öğrenci, ikinci öğretim ilave edilmiş, öğretim üyeleri sadece derse giren elemanlara dönüşmüştür. İstihdam sorunları, toplumun farklı birimlerinde İlahiyat fakültesi mezununa duyulan ihtiyaçlar, bunların yetiştirilmesine dair yaşanan kırılmalar, felsefe ve grubu derslerini budayarak, temel İslami disiplinlerin derslerini çoğaltılarak mı yapılacaktır?  Sorunların mahiyeti, nitelik ve niceliği arasındaki farkı gözden kaçıran bir zihniyet, niceliksel olarak birini azaltır, diğeri çoğaltırsam, çözümü bulurum diye düşünmüş olsa gerek. Kaldı ki, bu süreçte, 28 Şubat süreci ile öğretmenlik yapma hakları elinden alınan bunun için yeni bir okuma sürecine tabii tutulan ve bu anlamda bir tıp fakültesi mezunu gibi uzun eğitim gören ilahiyat mezunlarının durumunu gündeme getiren de olmadı.

  1. 2. Çelişki:

2.1. Her iki ihtilalle de hesaplaşan bir yönetim olarak ortaya çıkan, Avrupa

Birliği projesine önem veren, özgürlükçü bir yeni anayasa yazımını başlatan ve en önemlisi de Müslüman dünyada tek sosyal demokrat laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin muhafazakâr demokrat hükümeti “ döneminde bu niteliklerin kazanımlarını bilen bir yönetim zamanında bu uygulama nasıl olabilir?

2.2. Birkaç YÖK üyesinin planladığı ve tepeden inme bir şekilde dekanları

toplayarak kabul ettirilmeye çalışılan ve buna dair bir kararı, müfredatın ilgili fakülte kurulu ve Üniversite senatosunca yapılmasını öngören YÖK kanunu ve yönetmeliğine aykırı olarak oy çokluğu ile çıkartılması ve kendi iyi/doğru tasavvurunun totaliter bir üslupla uygulanmaya çalışılması nasıl bir zihniyeti temsil etmektedir?

2.3. Ayrıca burada yaşanan durum, “ilahiyatçılardan felsefeci olmaz, onlar

dogmatik zihniyete sahiptir, felsefe ise eleştirel ve sorgulamak ve sorgulayıcı bir zihne sahip olmak demektir” diyen zihniyet ile paralele düşmektedir. Gerekli bir öteki sağlayarak, paradoksal gibi gözükse de tersten bu bakış açısına hizmet etmektedir.

2.4. En önemlisi de, bu dönemde “Felsefe bölümleri ilahiyatlaşıyor”

söylemini dile getirerek mevcut siyasal iktidara çok sert eleştiriler ortaya koyanlar karşısında ironik bir durum ortaya çıkıyor. Felsefe bölümlerine ilahiyat mezunu ve buralardan doktora yapanların istihdamını felsefi düşünce için en büyük tehlike gören zihniyete de yeni müfredat dayatması yapanlar paradoksal bir şekilde hizmet etmiş oluyorlar.

  1. 3. Zihniyet Sorunu

Gösterilen tepkiler karşısında karar şimdilik geri çekildi. Yukarıda

“şimdilik” ibaresi koymamızın nedeni de, bunun bir zihniyet sorunu olduğu ve gösterilen tepkileri hala anlayamadıklarını düşündüğümüzdendir, yoksa kendilerinin haklılığından/doğruluğundan şüphe duyduklarını kanaatinde değilim. Çünkü kararın geri çekilmesinden sonra yapılan konuşmalar, yayınlanan videolar ve seviyesi oldukça düşük tartışmalara baktığımızda ortaya çıkan zihniyet sorununu gözlemlemek mümkündür.

3.1. Bunun ülke dışına yönelik boyutu şudur: Eğer felsefesiz ilahiyat projesi

uygulanmış olsaydı, Türkiye, Osmanlı döneminin tanzimat, ıslahat süreciyle elde ettiği birikimi, Daru’l-funun geleneğiyle beslediği İlahiyat eğitimini, felsefe, sosyoloji, psikoloji disiplinleriyle beslediği ve bölge ülkelerine örnek olan modelini kaybedecekti.

Böylece tekrar medrese zihniyetine, yani bunun Arap ülkelerindeki uygulandığı şekil üzere “Külliyetu’ş-Şeria” adı altında, herkes kendi siyasal yapısına meşruiyet sağlayan birimlere dönülecekti! Nitekim bütün Müslüman ülkelerde hep aynı Kur’an ve Sünnet temel ilkeler olarak kabul ediliyor, ama Tahran, Kahire, Riyad, Amman, Kabil, İslamabad da birbirinden tamamen farklı okumalar yapılıyor ve mezunlar yetiştiriliyor. Buralardan yetişenler belki Arapçayı daha iyi biliyorlar, çoğunun ana dili zaten, ama uygulamaların son tahlilde İslam’ın barışçı yüzüne mi, yoksa mevcut totaliter yapılara ya da “İslamfobia” ya mı hizmet ettiğine dikkat etmek gerekiyor.

Bir yıl Ürdün, 4 ay Yemen de kalmış, akademik çalışmalar yapmış ve diğer Arap ülkeleri ile İran’ı görmüş; iki yıl Kırgızistan’da eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunmuş bir akademisyen olarak ilahiyata dair disiplinleri beşeri/manevi disiplinlerle harmanlayarak okuyan ve bu anlamda İslam dünyasında örnek ve tek model de çözülmüş olacaktı! Bu ülke dışına ait bireysel tespitlerim, bir de “zihniyet problemi” nin içeriye yönelik boyutu vardır:

3.2. Dindar/ Din(i)dar Nesil Mi?

Yaşanan sorunların pedagojik, sosyolojik, boyutları araştırılmadan, dünyada yaşanan siyasi, dini ve ekonomik sorunları mukayeseli olarak incelemeden Arapça ve Kur’an derslerini arttırarak, tefsir, hadis, fıkıh derslerini kronolojik/ahbari olarak daha fazla okutmakla mı ilahiyat fakültelerinin verimliliği artırılacaktır? Eğer İlahiyat fakültelerine alınan asistanlar önce Arap ülkelerine gönderilerek orada master ve doktora yapılırsa sorunu çözeceğini sananlar, tam tersine farklı bir ortamın (patrimonyal/ebevi nizam) kültürünü buraya taşımaya çalışıyorlar ki, bu neo selefi zihniyeti güçlendirmekten başka bir şeye yaramaz. Bunun farkına varılması ise güçlü bir tarih felsefesi okumayı gerektirir.

İşte bu nedenle bu yaşanan süreç, aynı zamanda bir zihniyet durumuna işaret etmektedir. İçlerinde yaşadığı çelişkiyi “Dindar nesil” iddiasında bulunan bir yönetimin zamanında Felsefe Tarihi dersinin yanı sıra İslam Ahlak Felsefesi dersini kaldırmak istemekle gösterdiler. Bu süreçte hızlarını alamayıp, İslam Tarihi dersini budamış,  Türk Din Musikisi dersini Sanat Tarihi içinde verilmesini talep edilmiş,  Türk İslam Edebiyatı dersi hal edilmeye çalışılmıştır. İslamiyet’in ilk dönemlerinde siyasi ve fikri farklılaşmaları, kurulan fırka/hizb/partileri, bunların günümüze yansımalarını (Türkiye açısından Alevilik-sünnilik sorunu) ayrıntılı olarak inceleyen Mezhepler Tarihi Anabilim Dalı’nın Anabilim dalı olmaktan çıkarıp, salt teorik müzakereler olarak görülmesine yol açacak bir şekilde Kelam disiplininin altına yerleştirmek ne demektir?

3.3. Aslında felsefe tarihini kaldıralım derken, Hz. Âdem’den itibaren başlayan ilahi bilgilenmeleri sadece son pratiğe indirgemeleri, içlem ve kaplam ilişkisini dışlayacağını idrak edemediler. Son tahlilde aslında ilk insandan itibaren dünyada refah ve ahirette felahı sağlayacak ilkelerin bütününü günümüze kadar taşıyan fikirlerin hepsinin mukayeseli analizini gerektirdiğinin bile farkında varamadılar. Bunun için güçlü bir mantık bilgisi ve felsefe tarihi/hikmet/düşünce tarihi bilgisi gerekiyor diyelim,  ama nebi ve/ya resullerin getirdiği ilahi bilgileri, bunların hayata uygulanması sırasında yaşanan kırılmaları bilmeden nasıl bir din eğitimi verilebilir ki, sorusu da akıllarına gelmedi galiba! Böylece farkında olmadan muhalifi/düşmanı oldukları sekülarizmin/dünyevileşmenin tuzağına düştüler.

3.4. Ayrıca yazılı ve görsel basında “Felsefesiz İlahiyat” müzakerelerine hiç katılmayıp, sonucu bekleyen ve ondan sonra “bilge bir hakem” konumunda fikirler serdedenlerde vardı. Bunların sanki önerdikleri hususlara müzakerelerde hiç değinilmemiş gibi “bilgiç” tutumları da ilginçti! Yaşanan bu sorunların geçirdiğimiz tarihsel süreçler, laiklik uygulamaları, mevcut toplumsal farklılaşmalar ve hizmet alan birimlerin farklılıkları, bunlara yönelik hizmet verecek ilahiyat mezunlarının neliği üzerine hiçbir şey söylenmemiş, barika-i hakikat müsademe-i efkârdan çıkacağını gösteren çalıştaylarla sorunların masaya yatırılması gerektiği hiç vurgulanmamış gibi, keramet-i kendinden menkul tavırları da ayrıca incelenmesi gereken hususlardandır. Velhasıl bu süreç, din öğretimi ve/ya eğitimi açısından oldukça ilginç bir bilgilenmeye yol açtı.

  1. 4. Siyasi Boyut:

Kararın geri çekilmesi “dindar nesil” ve muhafazakâr demokrasi söyleminde bulunan Hükümet açısından bu oldukça önemliydi.  “Pozitif laiklik” anlayışı ile son on yılda gerek Arap Dünyası ve Afganistan Pakistan Hattı; gerekse İç Asya’daki Türk devletlerinin Halkı Müslüman ama devlet laik, muhafazakâr ve dini ve milli değerlerine hürmetli bir yönetici kesimine sahip Türkiye’den beklenen umutlar kararmak üzereydi. Arap Baharı adı altında enerji üretim merkezlerinden önemli bir yere sahip olan Arap dünyasını yeniden dizayn süreci ile başlayan Suriye olayları ile iyice kırılmaya uğrayan Modern Demokratik Laik Bir Devlet imajının yıpranması bu müfredat olayı uygulansaydı artacaktı.  Zira bu bölgeler enerji üretim ve arzının olduğu yerler olup sürekli bir istikrarsızlık hali yaşamaktadır. Bu durum, radikalizm, fundemantalizm adı altında Neo-selefi/vahhabi, Hizbu’t-Tahrir, Cemaat-i Tebliğ gibi İslam’ın barışçı ve esenliğini taşıdığını iddia eden ama birbirleriyle çatışan gruplarca temin edilmektedir. Bir de bunların alt yapı sağladığı silahlı örgütlenmeler var ki, bunların neler olduğu ve İslam dünyasında neler yaptığı malumunuz. Kısacası medeniyetler arası savaş tezine karşı, medeniyetler arası diyalog söyleminde bulunan ve islamfobia ile mücadele eden hükümet, eğer bu karar geçseydi,  diğer Arap ülkelerindeki eğitim biçimine dönüşen bir İslami ilimler söylemi ile karşılaşacaktı.

Özellikle 15/06/2013 tarihinde Bişkek’te sunduğum ve gerek Asya’daki kardeş ve akraba topluluklar için gerekse Arap dünyası ile Afganistan-Pakistan hattındaki Müslüman halklar için nitelikli bir model olan Türkiye’deki İlahiyat fakültelerinin işlevini anlatan bildiriden sonra ülkeme dönünce, yaşadığım kırılma tam bir şok yarattı. Çünkü örnek olabileceğini söylediğim model, İslam Ahlak Felsefesi ve Felsefe Tarihi derslerinin kaldırılması, diğer felsefe grubu derslerinin ise budanarak; adı geçen yerlerdeki eğitim sistemlerine benzetilmek istenmekteydi. Bu haksız, yönerge ve yönetmeliklere aykırı, akademik ve etik değerlerden uzak tutuma karşı tepkiler hemen geldi ve ülke çapında yaygınlaştı, bunun üzere karar geri çekildi.

 

6. Yöntem

Felsefeciler, burhan yöntemi gereği Hakikat’e dair kim ne getirirse getirsin ona şükran duyarlar, ama bu getirilenin aynen kabulünü gerektirmez, eleştirel ve rasyonel bir şekilde inceler, kabul eder ya da reddeder veya yeniden bir yorum üretir, varlık bilgi ve değer üzerine tutarlı bir sistem oluşturmaya çalışır. Bu açıdan felsefe, ilahiyat disiplinlerine dair insanlığın düşünsel birikimini incelemek için yöntem olarak da görülebilir. Tikel de, tümel/evrensel/külli hakikatlerin oluşmasına ve temel sorulara verilen cevapları analiz etmesine yarayan bir yöntem arayışıdır felsefe. Diyalektik ya da cedeli yöntemi benimseyenler ise, kendi hakikatlerinden ve iyi tasavvurlarından o kadar emindirler ki, herkesi buna göre şekillendirmek istemektedirler. Oysa araştırmalarda yöntem son derece önemlidir, nerede hangisini kullanılacağı bilinmezse yanlışlıklara yol açar.  Bazıları analoji, bazıları ikna, bazıları rivayeti, bazıları deneyi, kimisi de ispat yöntemini kullanır. Biz ise, Kindi’nin dediği gibi, araştırılan konuya göre yöntem seçeriz.

Sonuç:

Felsefi disiplinlerin bireysel, toplumsal unsurları inceleyip, kişinin kendini tanıma süreci ile Rabbini de tanıyacağını, kendisiyle barışık bir nesil yetiştirmeye katkı sağlayacağını vurgulamak gerekir. Felsefi disiplinlerden soyutlanan bir ilahiyat eğitimin neo-selefi bir söyleme dönüşeceğini, bunun da mevcut Arap ülkelerindeki eğitim ve öğretimden farksız olacaktır.  Üstelik bunu yapmaya çalışanların skolastik/dini eğitimin felsefi disiplinleri bilmeden yapılamayacağına dair tarihsel bilgilenmelerden bi haber olduğunu görmek, zihniyet problematiğinin boyutunu göstermektedir.

Prof. Dr. Mevlüt Uyanık

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.