Ana Sayfa > Köşe Yazıları > Enteelijansiiya/Portreler: Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof. Mehmet Öz, Prof. Sami Selçuk, Prof. Ahmet Mete Işıkara, Prof. Yekta Saraç

Enteelijansiiya/Portreler: Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof. Mehmet Öz, Prof. Sami Selçuk, Prof. Ahmet Mete Işıkara, Prof. Yekta Saraç

entelijansiya5

PROF. EKMELEDDİN İHSANOĞLU

Profesör Ekmeleddin İhsanoğlu’nu 1983-4 yıllarında Türkiye Gazetesi sponsorluğunda İstanbul’a davet edilen Nobel Fizik Ödüllü Pakistanlı Profesör Abdüsselam ile birlikte tanıdım. Taksim AKM’deki bu konferansın organizatörü Dr.Ekmeleddin İhsanoğlu’ydu. Sonra İRCİCA Direktörü olarak Yıldız Sarayı’nda çalıştı. İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği görevini başarıyla icra etti.

Profesör Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı hayli tartışıldı. Henüz adaylıkla ilgili hiçbr gündem sözkonusu değilken aylar öncesi ben Bulut Bilişim’den bir tweet aldım, bunun üzerine Profesör Mustafa Erdoğan Sürat ile telefonda konuşurken ideal Cumhurbaşkanı adayımın Profesör Ekmeleddin İhsanoğlu olabileceğini söyledim. Profesör Mustafa Erdoğan Sürat NATO Entelijansiyası’ndan uluslararası bir şahsiyet, telefon görüşmeleri muhtelif servisler tarafından dinlenir. O günlerde Profesör Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da İRCİCA faksına selam mesajıyla Kendisini Cumhurbaşkanı adayı olarak görmek isteğimi dile getirdim. Ve aylar sonra adaylığı gündeme geldi, hepsi bu:)

 

 PROF. MEHMET ÖZ 

Dr. Mehmet Öz ile aynı fakülteden mezunuz. 1983-4 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Temel Bilimler Girişi önündeyken aldığım bir tweet mesajıyla tanıdım Dr. Mehmet Öz’ü, yakınımda dikiliyordu. Amerika’dan gelmişti. Mesajın içeriği Kalp-Damar Cerrahi Profesörü olacağı ve şöhreti hakkındaydı. ‘Siz misiniz Kalp-Damar Cerrahi Profesörü Mehmet Öz?!’ diye sordum. Şaşkınlık içinde diğer bayan öğrencilere; ‘Bence kesinlikle Melekler söyledi!!!’ dedi. Hoş biriydi, buruk türkçesiyle:)

1987-8 yıllarında da Kalp Damar Cerrahı Profesör Michael De Bakey ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kütüphane önünde tanışmıştık, sonrasında mektuplaştık. Prof.Dr. De Bakey Turgut Özal’ın yanısıra İran Şahı Rıza Pehlevi, SSCB Lideri Brejnev, İngiltere Kralı Edward ile Komedyen Jerry Lewis’i de ameliyat etmiş. Suudi Kralı Faysal ile Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın Aile Doktoru Fransız Genel Cerrah Profesör Marice Bucaille ile de Kuran hakkındaki eseri vesilesiyle mektuplaşmıştık.

 

PROFESÖR SAMİ SELÇUK

Yıl 1971-2 Çanakkale’nin Yenice İlçesi; çocukluk yıllarım. İlçe Savcısı Sami Selçuk, Eşi ise Avukat. Eşinin avukatlık bürosu Mehmet Yenice’nin tüpçü dükkanından sonra, Foto Mehmet’e komşu. Anacadde üzerinde, yeşil-mavi boyalı pervazlardaki camlar açık ve perdeler havalanırken ferah bir ortam ve gölgelik bir büro, düzayak. Sami Selçuk genellikle tüpçü Mehmet Yenice ile sohbet etmeyi seviyor, açık havada, kaldırım üstünde, iskemlerde çay içiyorlar. Bense gah yan taraftaki boş arsadan kızılcık topluyorum, gah Camlı Kahve’ye gidiyorum; namaz vakti gelip ezan okununca da hemen karşıki Cami’ye koşturuyorum. Sami Abi ve Eşi de beni tanıyorlar. Ezan okunduğunda ben Camiye gidecekkekn Sami Abi; ‘Benim için de dua et!’ dedi. ‘Ne istiyorsun?’ diye sordum. ‘O bilir!!!’ dedi; ama ben bilmiyorum, yine de ‘olur, tamam, ederim!’ dedim. Camide namazı kıldıktan sonra Sami Abi için de dua ettim. Sonra Bulut Bilişim’den bi twitter bana ‘Sami Selçuk için duanı Allah cc kabul etti!!!’ diye tweetledi. Ben de ‘ne istiyor O!?’ diye re-tweet ettim. ‘İleride hem profesör olacak, hem de Yargıtay Onursal Başkanı!’ dedi. ‘Peki, Şeriatçı mı?!’ diye sordum; ‘Hayır, Şeriatçı değil ama Müslümanlara karşı hoşgörülü!’ diye yanıtladı. Ben de Sami Selçuk’a tweet mesajlarını eksiksiz aktardım. Sami Selçuk da bana ‘Yargıtay, Onursal Başkan, Profesör?!’ gibi kavramların anlamlarını açımladı; Şeriatçı olduğumdan ileride Hukuk tahsili yapmamı önerdi. Ertesi gün Eşi’ne ‘Sami Abi nerde?!’ diye sordum; ‘Sami Abin şokta!!!’ diye cevapladı:)

Profesör Sami Selçuk’a ‘Alfa ve Omega’ isimli kitabımı göndermiştim; ‘Bilge Dede’, Özgürlük Serüveni’ ile ‘Şehadet’ adlı kitaplarımı da görmesini salık veriyorum, zira metafiziğe ilgi duyduğunu biliyorum:)

Aslında Haşim Kılıç da 1980 öncesi yıllarda Eskişehir’den Balıkesir Paşa Camii ile Zağnos Paşa’yı ziyarete geldiğinde sabah namazı sonrası tanışmıştık; Sayıştay’da görev yaptığını söyledikten sonra ayaküstü sohbet etmiş ‘Ankara’daki en yüksek mahkemeye Başkan olmasını’ niyaz etmiştim. 1990 sonrasında da Kendisini arayıp telefonda ‘Başkan’ olacağını hatırlatmıştım.

Profesör Metin Feyzioğlu’na da hem Profesör hem de Türkiye Barolar Birliği Başkanı olacağını 1989 yılında birlikte kaldığımız İstanbul Koca Mustafa Paşa’daki Antalya Öğrenci Yurdu’nda vicahen söylemiştim. Antalya Yurdun’nda birlikte kaldığımız diğer arkadaşlar arasında Veli Ağbaba (CHP Genel Başkan Yardımcısı), Şenol Gürşan (AKP Kırklareli Milletvekili), Şamil Tayyar (AKP Gaziantep Milletvekili), Sinan Oğan (MHP Iğdır Milletvekili), Profesör Oral Erdoğan,  Yiğit Bulut, Serdar Akinan gibi pekçok arkadaşlar da kalmaktaydılar.

 

PROFESÖR AHMET METE IŞIKARA

1980-90 arası yıllar, İstanbul’da Kandilli semtinde yokuş bir evde ikamet eden merhum Dostum Tarihçi Mustafa Müftüoğlu’nu ziyarete gitmiştik. Mustafa Müftüoğlu’nun asıl soyismi Tatlısu’dur, ‘Esmaül-Hüsna’ şarihi merhum Müftü Ali Osman Tatlısu’nun oğludur. Ziyaret dönüşü yaya yürüken Anadolu Hisarı – Üsküdar hattının deniz tarafında bir remi konak gördük, zile bastık, bir müddet sonra kapı açıldı; iki büklüm kısa boylu bir adam cam gibi parlayan gözleriyle ama insani bir sevecenlikle ‘Hoşgeldiniz!’ dedi. Ayaküstü tanıştık, sohbet ettik. Arapça bilen bir deprembilimci, Boğaziçi Üniversitesi’ne bağlı Kandilli Deprem Araştırma Merkezi’nde çalışıyormuş. Sırtındaki skolyoz (kamburluk) da arazi çalışmaları sebebiyle soğuk çalışma koşullarından kaynaklanmış; içim acıdı! O günlerde Milli Gazete’de ‘Bal Doktor’ başlıklı bir köşe yazıyordum; köşemde kıdemli doçent olan bu fedakar bilim insanını yazdım. Merhum Turgut Özal bana hayatı boyunca vefa göstermiş biriydi, konudan haberdar olunca girişimlerde bulunmuş ve Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Deprem Araştırma Merkezi’ne Enstitü statüsü kazandırıp Doçent olan Ahmet Mete Işıkara’ya da müktesep hakkı olan Profesörlük ünvanı böylece verilmiş oldu. Profesör Ahmet Mete Işıkara da vefalı biriydi. Profesör Aykut Barka’yı da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Fizik Tedavi polikliniğinde tanımıştım. Doçent Doktor Oğuz Gündoğdu ise 1983 yılından Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyoistatistik hocamızdı, solcu olduğundan akademik hayatta dışlanmış hissediyordu Kendisini, çok dürüst bir kişilik.  Profesör Şener Üşümezsoy’a da değinmeden olmaz; 1980-90 arası yıllarda İstanbul Fındıkzade yakınlarındaki bir spor salonunda tanıdım Kendisini, ‘vücut geliştirme’ çalışıyordu, Ahmet Enünlü gibi bir body. Şener Üşümezsoy ayna karşısındaydı, o esnada Bulut Bilişim’den bir tweet mesajı aldım; Şener Üşümezsoy hakkında her tür mahrem bilgiyi içermekteydi, benim re-tweet reaksiyonlarımdan Şener Üşümezsoy beni teyid etti. Yıllar sonra ben 28 Şubat rejimini protesto edip memuriyeti reddederek istifa ettiğimde Profesör Şener Üşümezsoy da medyada cesurca beni destekledi, ne kadar farklı istikametlerde olduğumuz halde.

 

 PROF. YEKTA  SARAÇ

1983-4 yılı, İlim Yayma Yurdu’ndayım. Emin Saraç Hoca derslere gelip gidiyor. İstanbul Müftüsü Dr. Abdülaziz Bayındır da ders müdavimlerindnen. Bense kantinde Emin Saraç Hoca’nın Edebiyat Fakültesi öğrencisi Yekta Saraç ile çay içip oturuyoruz, tercihimiz böyle:) Yekta Saraç’ın adı dedesi Yekta Efendi’den geliyor, ecdadı ise Muhammed Emin Tokadi Hazretlerine dayanır. Yekta sakin mizaçlı, olgun ve güleryüzlüdür. Orhan Pamuk ile de bir arkadaşlıkları olduğunu hatırlıyorum. Kantinde oturuken Bulut Bilişim’den bir tweet mesajı aldım Yekta Saraç’ın istikbaldeki konum ve görevine ilişkin, paylaştım. Sonraki günlerde Muhammed Emin Tokadi Hz’nin de bir mesajı oldu; Emin Saraç için, tebliğ ettim. Fatih Aksarıklı sokaktaki evlerinde ağırlandım, adeta bir düğün ziyafetiydi; yemeden kalkıp lokantaya gittim. Fatih Saraç ile Emin Saraç Hoca’nın kulakları çınlasın!!!

Dr. Ömer Nasuhi Bildik

22 Mart 2015

– Haber Lotus –

HLotus

29 thoughts on “Enteelijansiiya/Portreler: Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof. Mehmet Öz, Prof. Sami Selçuk, Prof. Ahmet Mete Işıkara, Prof. Yekta Saraç

  1. 1984 yılıydı, EMİR SULTAN Hz. Bursa’dan davet etmiş; ben de İstanbul’dan Bursa’ya yolculuk etmiştim. Yanımda ODTÜ’den Yrd.Doç.Dr. Yusuf Ziya ÖZCAN vardı; YÖK Başkanı olmasına orada duacı olundu. Otogarda Ruahni olarak şeyh Ahmed YASİN karşıladı; önce 1.Murad HÜDAVENDİGAR’ın beni beklediğini belirtip davet iletti. Hüdavendigar Murad Ağabey’den Amir Sultan ve Eşi Ablamız Fatma Hundi Sultan ve oradaki Diri Zevat ile görüşüp tanıştık.

  2. Sadece Prof.Dr.Sami SELÇUK, Haşim KILIÇ, Prof.Dr.Metin FEYZİOĞLU değil YSK Başkanı Sadi GÜVEN ile Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü CİRİT de bugün gelecekleri makamları benden en az çeyrek yüzyıl öncesinden öğrenmişlerdi.

  3. Deprem bilimadamlarımızdan Profesör Ahmet ERCAN’ı 17 Ağustos 1999 depreminden önceki günlerde İTÜ’den telefonlar arayıp Kocaeli Konferansı ile Depremi haber önceden haber veren sadece kendisi olduğu için tebrik etmiştim. Çünkü ben de Sapanca’daki özel tıp merkezindeki işimden bir hafta önce deprem olacağını bu yüzden istifa etmek zorunda kaldığımı ifade etmiştim. Karamürsel’li Hemşire Hanım da bana tabi olup ayrılmıştı, İnşaAllah Karamürsel’de depremi atlatabilmiştir. O günlerde Sapanca’da Sadettin TANTAN’a sordum; yaptırmış oldukları Cami depreme dayanıklı mıdır? diye. Sağlam, teminatı vermişti.

  4. Kamoyu anlamasa da artık sezinliyor; Evet, Profesör Ekmeleddin İHSANOĞLU’nu Cumhurbaşkanı Adayı olarak naspederek gerekli teknolojik vasıtalarla öneren bu fakirdi. Üst Akıl diyorlar; derim ki Rene Guenon’un ‘Maddi İktidar, Ruhani Otorite’ kitabını okuyunuz!!!

  5. PROF.DR.OKTAY SİNANOĞLU ile 1970 sonrası yıllardan tanışığım; Balıkesir’de asteğmendi. Melek tanıttı, tanışmamı salık verdi, henüz çocuktum, eski Balıkesir Belediyesi ile Kocasaat ön tarafındaki meydanda yanına giderek tanıştım. En genç profesöröüşsünüz, tanışmaya geldim; deyince gözleri daha bir parladı, atıştırdığı çerezlerden bana da ikram etti; gönül gözümün açık oolduğunu söyledi. Bense ona Şeriatçı olup olmadığını sordukça Bilimadamıyım cevabını verdi:)

  6. 20.YY’da bir vesileyle kart, tebrik yahut bir mektup ile selamlaştığımız tevazuu ile dikkatimi çeken saygıdeğer bulduğum bazı isimleri de buraya not ederek yadetmek isterim. Hukukçu Yekta Güngör ÖZDEN, Prof.Dr.Orhan ALDIKAÇTI, İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL, Prof.Dr.Hurşit GÜNEŞ, Ertuğrul KÜRKÇÜ, Prof.Dr.Mim Kemal ÖKE, Prof.Dr.Tayyar ALTIKULAÇ yanısıra vicahen Prof.Dr.Mehmet HATİPOĞLU, Prof.Dr.Hayri KIRBAŞOĞLU, Prof.Dr.M.Sait YAZICIOĞLU, Prof.Dr.Süleyman ATEŞ, Prof.Dr.Ali ÖZEK, Hukukçu Sabih KANADOĞLU, Prof.Dr.Selçuk ÖZDEMİR, Prof.Dr.Osman Nuri ÇATAKLI ilh…

  7. Prof.ÜMİT ÖZDAĞ 1983 yılından arkadaşım, Boğaziçi Üniversitesi öğrencisiydi, İlim Yayma yurdumuza gelir kantininde çay içerdik. O Kürtler hakkında gözlem ve analiz yapardı. Yıllardır görüşmemiş olsak da arkadaşlık sırlarımızı korur vefalı dostlarız. SİNAN OĞAN da 1989 yılı Antalya öğrenci yurdundan arkadaşımdır; sağlam karakterli güvenilir bir dosttur. Antalya yurdundan Doç.Dr.BARIŞ DOSTER’i de zikretmeden geçemem; ondaki bilgi kitap ve bilim aşkına ceketimi ilikler şapka çıkarırım, cebindeki yemek parasını kitaba veren bir insandı. Arkadaşı GÜRKAN HACIR’ı ise daha ziyade bir kitap çaşıtlayıcı tecessüs olarak hatırlıyorum!!!

  8. YAHYA EFENDİ ile EMİR SULTAN Hazretleri görünüm olarak birbiriyle benzeşirler. HACI BAYRAM-I VELİ ile BARBAROS HAYREDDİN PAŞA’nın birbirine benzedikleri gibi. YAHYA EFENDİ ra çok nazik bir Dostumdur; oradaki Kabristan’da o kadar çok Diri Evliyaullah var ki ben YAHYA EFENDİ Dostumu bir Şeyh olarak “Evliya Fabrikası gibidir:)” diye tesmiye ederim. İşte o dergahı yapan MİMAR ACEM ALİ Ağabey’dir; Ermeni aslen, mühtedi mümin ve Veli bir Zat. Normal boylu, minyon tipli ve dili pelteksidir; “desinatör” olarak kendini tanıttığında ‘s’ harfini pelteksi telaffuz ettiğinden aklında kalır:) diye de espri yapmıştı:) ACEM ALİ Ağabey Çapa Melekhatun’da medfun. Osmanlı edeb ve nezaketinde biridir. “MİMAR SİNAN’ı ben yetiştirdim” demişti. ACEM ALİ Ağabey YAHYA EFENDİ Hz. ile benim meşrebimin çom benzeştiğinden bahsetmişti; “HANİF MÜSLÜMANIM ELHAMDÜLİLLAH; İMANDA ATAM İBRAHİM HALİLULLAH’TIR!!!” 28 Şubat dönemini protesto ederek memuriyetten istifa ettiğimde YAHYA EFENDİ ra yollara düşüp benim için iş buluvermişti TOPRAK İLAÇ uhdesinde. Sorumlu iki bayandan yardımcı pozisyonda olan da VELİ bir Hanımdı, ortak tanıdığımız Dr.Elif TOPCAN’dan bahsetmiştik. Neticede amiri beni yetersiz bulmuş, işe almamıştı; ertesi hafta Halis TOPRAK deprem yaşadı ve Toprak İlaç da kapanmıştı sanırım. Her neyse, biz konumuza dönelim. Üç Mimar Dostumdan bir diğeri MİMAR SİNAN ile devam edelim. MİMARBAŞI beni davet ettiğinde yıl 1983 idi; uzun boylu, şalvarlı, uzunca siyah sakallı, zayıf, ciddi, vakur biri. O da beni Diri Evliyaullah’tan MİHRİMAH SULTAN ile tanışmaya yönlendirmişti. Mimar Sinan’ın Edirne’deki heykeli ile benzerliği dikkat çekici gerçekten. MİCHALENGELO’nun Musa Heykeli de HZ.MUSA as ile benzeşiyor, gerçek. Yine Dostum MAKEDONYALI BÜYÜK İSKENDER’in büstünü ikisi bir arada yüzyüze kıyaslama imkanı bulmuştum; şaşırtıcı benzerlik üzerine İSKENDER “heykeltraş bana bakarak yaptı bu büstü!!!” demişti. MİMAR SİNAN’a Ermeni olup olmadığını sordum; “TÜRKMEN” olduğunu söyledi. Süleymaniye Camii’nin akustiğinin sebebini sordum; kubbeye 128 boş testi küpü yerleştirdiklerini söyledi. Kabir türbesini beğenmediğimi, sağ taraftaki mezarlıkta açık alanda Gök Kubbe altında kar yağmur altında yatmak daha güzel değil mi?! dedim; onayladı, daha güzel!!! dedi. Üçüncü Mimar Dostum ise SEDFKAR MİMAR MEHME AĞA; Sultanahmet Camii’nin Mimarı, MİMAR SİNAN’ın talebesi, zayıf uzunca dervişmeşrep biridir. Diri Evliyaullah’tan, Malta’da medfun, şimdilerde Laz hırsının kurbanı, Trabzon tereyağı satılıyor tepesinde!!! Sultan 1.Ahmed ziyaretime geldiğinde de yakındım; şu Lazların ihtirasını ancak Cehennem paklar!!! dedim. Kim Laz, kim Mohdi, kim Yahudi; o da belli değil ya!!!…

  9. Prof.Dr.İHSAN KARAMAN henüz Çapa Tıp Fakültesi’nde staj görmekteydi ki Melekut bahsetti, ben de Ruh emriyle Çapa Tıp Fakültesi Acil’e giderek kendisini ısrarla çağırdım; sanıyorum bir operasyona mola vermek zorunda kaldı. İlk kez karşılaşıp tanıştığımız bu meslektaşıma dedim ki; “İstikbalde/gelecekte Üroloji profesörü olacaksınız ve YERYÜZÜ DOKTORLARI’nı kuracaksınız!!!”.Şaşkınlık,bozulma,reorganizasyon türü karmaşık bir haleti ruhiye içinde tepki verdi!!! Medeniyet işte böyle kurulur; Hazreti İbrahim as tek başına bir Ümmet idi!!!… İnanıyorsanız en üstün Sizsiniz!!! Ruh ve Melekut’un inşa etmediği bir medeniyet yıkılıp yokolmaya mahkumdur. Ruhani olmayan din, islamcılık, fıkıh, dava, ahlak materyalizmdir. Sizler bu fakiri görmezsiniz, inkar edersiniz ama Allah cc ve Melekleri Şahid olarak yeter!!!…

  10. Bazı portreler vardır ki yitik değerlerdir; oysa aynı çağda ve ortak mekanlarda yaşadığımız halde Gülhane parkındaki bir ceviz ağacı gibi kimse farkında değildir. (Şair Nazım Hikmet RAN) Oysa kimi tuz bulamaz ekmek için aşına, öldürürler adamı açlıktan; sonra bir türbe dikerler başına!!! (Filozof Rıza TEVFİK)
    Fakat öyle bazıları da vardır ki çaplı kimseler olduklarından talihsizlikleri nedeniyle islamcı denilen sahtekarların içine hasbelkader düşmüş olduklarından onlar pisliğe bulaşmayıp kendilerini arı tutabildikleri için şükrettiklerinden kabiliyetleri yadsınır, masonik nisyana mahkum edilirler. Oysa ki üstün zekaları sebebiyle ya sistem kurucudurlar, ya da atalete mahkumiyetleri sebebiyle depressif, şizoid ve non-produktif olurlar; yanlızlık kaderleri olup sinirli, huysuz ve sosyopat algısına maruz kalırlar.
    PROF.DR.EDİP YÜKSEL, DR.TURAN ÇÖMEZ, D.MEHMET DOĞAN, PROF.DR.HİKMET AKGÜL, PROF.DR.MUSTAFA ERDOĞAN SÜRAT, (BİLGE DEDE) İSMAİL ÇAKIRHAN böylesi örneklerdir.
    PROF.DR.EDİP YÜKSEL’e göre bu fakir de “Salih Peygamberin Devesi” olurlar:) USA-Arizona Tucson çölünde bir bedevi gibi homeless olarak yaşamak zorunda kalışımın anısıdır!!!…

  11. ERCÜMENT ÖZKAN ciddi bir müslümandı, toplumcu bir Kuran-ı Kerim düşünürüydü. İktibas Dergisi öncü bir dergiydi. Fakat Hz. Mevlana Celaleddin RUMİ hakkında iftira niteliğindeki Hz. Şems-i TEBRİZİ ile dostluğu hakkında hadbilmez ifadeleri sebebiyle 1992 yılında Mekke-i Mükerreme’de Dostum Hz. Mevlana’nın bizarı bizzat Kendisi tarafından bana iletilmiştir; benim müberra olduğum Kendisince de malumdur!!!… Prof.Dr.Yaşar Nuri ÖZTÜRK de Ercüment ÖZKAN gibi ciddi bir Kuran-ı Kerim düşünürü olduğu halde İmam-ı GAZALİ için yanlış ve haddi aşan ifadeler sarfetmiştir… Türkiye’deki bazı Melami müşrikler de bir put adam adına Bediüzzaman Said-i NURSİ Hz. için benzeri düşmanca ifadeleri serdetmekten çekinmezler… Keza Albay Hüseyin Hilmi IŞIK da Necip Fazıl KISAKÜREK’in Nebi Aziz PAVLUS ra ve MEVDUDİ ra hakkındaki densiz ifadelerini daha da ileri götürüp Şehidler Prof.Dr.Seyyid KUTUB ra ve Hasan EL-BENNA ra için de sarfederler… Necip Fazıl KISAKÜREK’in izcileri oldukları bilinen Hüseyin ÜZMEZ ile Kemal KELLECİ, Prof.Dr. Mustafa Erdoğan SÜRAT gibi simalar da kamunun malumlarıdırlar. Bilge Dede İsmail ÇAKIRHAN Hoca da birgün haddini aşıp Hz. Meryem as Anamız için İblis ağzıyla konuşunca lanetime uğramış ve gırtlak kanseriyle salyalı ölüm öncesi hayatını günahının bir cezası diye itiraf etmiştir ki Allah cc taksiratını afv ve mağfiret eylesin!!!…

  12. “Gündemimizde tek bir konu var; ALLAH cc.!!!”
    “Allah’ı cc neden zikrederiz?!” diye bir kitap okumuştum; yazarını da tanıdım, ABDULLAH ARIK. Bana ilginç gelen başka kitaplar da belleğimde hep mahfuzdur; “Cenupda Türkmen Oymakları”, “İfadelerin Gramatik Ayırımı”, “Amerika’da Zenci Tiyatrosu” gibi. “Filozofların Özellikleri” yazarı Prof.Dr.Nihat KEKLİK yahut Arkadaşım Prof.Dr.Kürşad TÜRKDOĞAN’ın babası Prof.Dr.Orhan TÜRKDOĞAN’ın kaleminden “Japon Eğitim Sistemi” gibi unutamadıklarım var. İsmet ÖZEL’in bazı sözleri de mıh gibi aklımdan çıkmaz; “Eğitim sistemimizin nasıl sorusunun cevabını aramaya koşullu olduğu, çünkü nasıl sorusunun statükoyu beslediğini; oysa ki aslolanın niçin sorusu olması gerektiği, eğitimin bu radikal soru üzerine temellenmesi gerektiği!!!” hakkındaki sözleri gibi. Girizgahtaki ifadeyi DPT Uzmanı Arkadaşım Sezai UĞURLU’dan işitmiştim; “Öpünce Güvercin Oluyor Sabahlar” şiir kitabı da Onun ” Üvercinika”sı…
    Birbiriyle ilintisiz, malumatfüruş, dikişsiz; yani şizoid gelebilir; Sheakespeare’in ” Kelimeler, Kelimeler, Kelimeler…” dediği türden… Şair Lale MÜLDÜR ile çok gülmüştük Metis yayınevinde; yayıncı bayana editör olarak ulaşmış bir kitap hakkında sözetmişti “bişeyler anlatmaya çalıştığı muhakkak?!…”
    Eğitim benim ihtisas alanım değil; çok okumuş biri de değilim ama bugüne kadar çok kimseden çok şey işittim!!! Anladığım odur ki; usul esasa mukaddemdir. Nasıldan önce niçin sorusu ehem ve müreccahtır. Usul babındandır ki neyi nerede arayacağını bilmek anahtardır!!! Dünya’da anaokulu çocuklarına soruldu ki vücudunuzda üçüncü bir göz olsaydı nerde olsun isterdiniz?! Kimi alnı ortasında, kimi kafsının gerisinde, kimi kolye gibi göğsünde diye cevaplamış bu arada pipisinin gözü olsun diyen yok ama Amerikalı miniklerden elinin işaret parmağı ucunda olsun, mouse gibi kullanayım!!! diyen anlamlı bir yoğunluk olmuş…
    Yukarıdaki mezkur Profesörlerin seleflerinden liselerin son sınıfındaki bakalorya imtihanlarını çokça işittim. Halefleri de Üniversite giriş sınavlarında Genel Yetenek imtihanından geçerlerdi. Yani sistematik kavrayış ölçümü. Merhum Bilge Dede bir eğitimciydi; bir eserde sistematik arardı, sistem yoksa “miktir et!!!” derdi. Tıp Fakültesi’nde Hocalarımız Fizyoloji ile Patoloji’nin ayrı okutulsa da bu bilgileri meczeden Fizyopatoloji dersinin kaldırılmasını hep eleştirirlerdi!!! Hocalarım deve dişi gibi kimselerdi; Prof.Dr.Meliha TERZİOĞLU benim Hocam olduğu gibi Hocam Prof.Dr.Ayhan SONGAR da Hocası Meliha Hanım’ın ellerinden öpmüştü!!! Anatomi Hocamız Prof.Dr.Orhan KURAN meşhur babalardandı; iki Anatomi kitabı yazmıştı. Topoğrafik Anatomi ve Sistematik Anatomi. Yani önce tasnif, keşif, genel bakışı ihtiva eden bir TOPOĞRAFYA; aynen eski Kütüphanelerin kataloglarında olduğu gibi!!! Sonrasında tafsilatın anlatıldığı yani detay bilgilerin anlatıldığı SİSTEMATİK gelirdi. Bitti mi, hayır; ATLAS lazım. Anatomi Atlası gibi; Hitler’in Yahudiler üzerindeki disseksiyon görüntülerinin yer aldığı kuşe kağıda basılmış bir Sobotta Anatomi Atlası örneğinde olduğu gibi. Tamam mı peki; hayır, DEMONSTRASYON da şart yani elzem. Anatomi Disseksiyon Salonlarında formolün burun direklerimizi kıran kokusu içinde bikin uğruna Haç’a gerilmiş kimsesiz akıl hastalarının Kadavraları üzerinde pratik yapılırdı.
    İşte bu örneklemde olduğu üzere ben her eğitim kurumunun giriş yılında bu minval üzere kroki/navigasyon dersinin verilmesi gerektiğine; ayrıca her ders için de aynı yöntemin izlenmesi gerektiğine inanıyorum.
    Ben 1976-7 yılında Balıkesir İmam Hatip Ortaokulu arapça dersime başladığımda kendime bir pen-friend bulmuş yazışıyordum; İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden şimdiki Tasavvuf Öğretim Üyesi Profesör Doktor YAKUP ÇİÇEK, Yozgat’lı… Yunanistan Gümülcine’li Mehmed Efendi Ahmed Mehmed tavassut etmişti. Aziz PETRUS (Safa/Kifas/Mustafa) as ile birebir benzeşen Gümülcine’li BEKİR BEKİR’e de Selam olsun… Mehmed Efendi Yusuf Ziya CÖMERT, Lutfullah GÖKTAŞ gibi kimsekere de Ağabeylik etmiştir. Mehmed Efendi bize tavsiye ederdi; Sahaflar Çarşısını, Beyazsaray Kitabevlerini dolaşın; kitap almasanız da kitapların gündemini takip edin, tercüme eserlere göz atın, kaynak kitapları tanıyın ve kitap dostlarıyla dostluklar kurun!!!… (Efharisto para poli, Ego ime poli sega po:)

  13. Eğitim konusındaki görüşlerimi not etmeye devam edeceğim. Dogmatik eğitim de gördüm, bilim de tahsil ettim; kıyas imkanına sahibim. Sonuç konusundaki kanaatlerimi paylaşmadan önce “Bilginin edinilmesinde yani öğrenmede alternatifin” önemine vurgu yapmak isterim. Bilgi nöronların myelin kılıfı ile sinapsların sayısınca edinilme kapasitesince belirlenir. Dolayısıyla nörofizyolojik açıdan 25 yaşına kadar gelişim devam eder, yaşlandıkça alternatif sinapslar yerine fasilasyon dediğimiz alışkanlıklar öğrenimde tayin edici hale gelir. Öğrenme bireysel bir edimken eğitim toplumsal bir eylemdir. Tecrübelerim bana ihsas ediyor ki en iyi yöntem Amish yaşam tarzı olup çocukların beynini putlarla iğfal ettirip beyinlerinin ırzına geçilmesine engel olmak evladır!!! Ancak çağdaş hayatın akış pratiği ilkel komünal bir toplum olmadığından sosyal ve toplumcu çözümler gerektirir. Anatomi disseksiyon salonlarımızda asılı levhada latince şu ibare yer alır Galinos döneminden miras; “Primum non nocere!” (Önce en az zarar!!!). O halde eğitimde de ideale yakın çağdaş model “Köy Enstitüleri” dir. Din Enstitüsü, Tarım Enstitüsü, Müzik Enstitüsü, Bilim Enstitüsü, Sağlık Enstitüsü, Ekonomi Enstitüsü, Makina Enstitüsü, Elektrik Enstitüsü, Elektronik ve Bilgisayar Enstitüsü ilh… hepsi temel Köy Enstitüsü eğitiminin bir sonraki ihtisas birimleri olan orta öğretim kurumlarına evrilmelidir ilh… Ayrıca Bülent ECEVİT’in ideallerini ihtiva eden Kooperatifçilik, Köy-Kent, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler ile imalat sanayii ilh… ve daha ileri pratik sonuçlardır.

  14. CİNSEL EĞİTİM. Bilge Dede herşey cinsellik ve dinsellikten ibarettir; belki dinselliğin de temeli cinsellik!!! derdi.
    Şair İsmet ÖZEL’in bir dizesinde geçer; “Köylüleri niçin öldürmeliyiz!?” ifadesi. Balıkesir’in Ovacık köyünde bilinmeyen bir entellektüel rençber yaşar; “komunist Kefalettin!!!” münzevi, emekçi ve düşünür. “Köylüyü bilir misin?!” deyip anlatmıştı misafirliğimde, hayli aydınlanmıştım. Bilge Dede de “kadını bilir misiniz?!” “insanı tanır mısınız?!” “kendinizi ne kadar tanıyorsunuz?!” gibi koan nitelikli sorular sormuştur bana. Kem, küm, kıl, tüy… verdiğim cevaplara dudak büker; ” tüm bunlar hoş ve boş!!!” PKK’lı bir terörist bana “Kırmançe bili misin sen!!?” dedi; “bilmem!” diye cevapladım. ” Ee Zazaca bili misin sen!?” dedi; “bilmem!” dedim. O halde ” Dersimce bilisin he kurban?!” sorusuna ” Dersimce de bilmem!” dedim. “Kırmançe bilmisin, Zazaca bilmisin, Dersimce de bilmisin; ne poh bilisin sen!!! Hee kurban anladım; Sen Kıro’nun travestisisen Sen Türksen loo!!!” Hasılı cascavlakız her konuda vesselam… Tıbbiye mezunu bir doktor olduğumuz halde “Cinsel Eğitim” dersi görmüş değiliz. Dr.Haydar DİREKSİYON’un yazdığı gazete tiraj rekoru kırıyor daima! Çünkü Nokta Dergisi’nin kapak yaptığı “EŞO GELİN” köylünün cinsel eğitimdeki ilk mektebi olduğu halde metroseksüelin cinsel üniversitesi de Dr.Haydar DİREKSİYON’un gazetedeki köşe yazıları oluyor haliyle. Köylü sadece cinsel eğitimini tabiattan almıyor; aynı zamanda bir tilki, bir çakal, bir sırtlan, bir yılan, bir deve, bir sığır, bir kurt da ona eğitmenlik ediyor.
    Cinsellik Şeytan öğretimine terkedilip üstü örtülemeyecek kadar önemli!!! Toplumun sağlıklı bir cinsel eğitim için önce hekimlerin Tıbbiye’de bu dersi almaları gerekir; sonra pedagojik formasyona dahil edilmesi gerekir. Cinsellik bilimdir.
    Ben bu bağlamda bir koan ortaya atmak isterim; “Sizce hayvan tecavüzleri Ademoğlu’nun cinsel tercihi olabilir mi?! yoksa Pitekantropus Erektus neslinin bilinçaltı dışavurumu mudur?! Charles DARWİN bir yahudi olabilir mi; bu mümkün mü?!”

  15. ARGO Eğitimi. Balıkesir’de Sabah Gazetesi temsilcisi bir arkadaşım vardı; Macit ERMİŞ. Yıllar önce çocuğu ilkokula gitmeden onu argo eğitimi ile donatmış; çocuk arkadaşlarının içinde komplekse girmesin! deyu… Vicdaniye mahallemizden Taner APTİOĞLU nam bir arkadaşımın da erkek çocuğunun anaokulu veya ilkokul öğretmeni olan bayan şikayet için babasını çağırdığında; “Beyefendi, çocuğunuz sürekli kızların eteklerini kaldırıyor!!!” deyince Taner “tıpkı babası!!!” diye cevaplamış:) Merhum Bilge Dede argonun da Pir’iydi!!! Üstelik felsefeyle meczetmiş bir Üstad; hem de spontane!!! Birgün Egzistansiyalizm, Jean Paul SARTRE ve angoise üzerine sohbet ederken Bilge Dede deyiverdi; “Hepinizin kendisine sorması gereken tek bir soru var, o soru da; ne anamın amı vardı da ben bu Dünyaya geldim?! sorusudur!!!” Varoluşçuluğu böylesi maktaından sehli mümteni ile ifade edebilecek kaç filozof çıkabilir!!!…
    Hangi Osmanlıca Kamus’da okumuştum, benim de beyin amcıklamış olmalı ki hatırlayamadım; “İnşaAllah” kelimesinin karşısındaki açıklamasında “Cevab-ı red!!!” yazıyordu; lol:) yaaa!!!! Bilge Dede Balıkesir Sındırgı’lıydı, ŞAİR EŞREF’in memkeketi olan Gelenbe’yle komşular. Hani şu meşhur; istemem Fatiha, tek çalmasınlar mezar taşımı!!! anlamındaki hicviyenin Şairi!!! KAYGUSUZ ABDAL’ın da bu minvalde deyişleri var; “Arslan görirem, horhmirem! Kurt görirem, horhmirem! Dev görirem, Ejderha görirem; horhmirem!!! Müslüman görirem, horhirem!!!”…
    Argo eğitiminin lüzumuna inananlardanım, zira “galat-ı meşhur, lisan-ı fasih’ten evladır!!”. Hıynühacette “manasız sualin, lüzumsuz cevabını ilzam etmez”!!!… Bilge Dede böylesi durumlarda çenesini yormaz; ya “miktir et!!!” derdi, yahut da “bütün bunlar hoş ve boş!!!” derdi. Argo zihin açıcıdır!!!…

  16. DİYALEKTİK Eğitimi şart. Esasa müteallik bir usul problematiğidir Diyalektik. İman Küfür muvazeneleri de Metafizik Diyalektik. Diyalektik bir tabiat kanunudur yani Şeriat. İmdi anlatacağım örneği kulağı olan işitsin. Cumhuriyet Gazetesi’nin köşe yazarı Mustafa EKMEKÇİ yoğunlukla ya Köy Enstitülerini yazar, ya da Domuz meselesini. Malum Domuz eti yemek haram ya EKMEKÇİ diyalektik zıddını savunurdu. Bir panelde İsmet ÖZEL’e soruldu bu konudaki yorumu; “Rabbim bana akide şekerini haram kılsa onu da yemem!!!” cevabını verdi!!!… Bilge Dede’yle sohbetimizde ben de bu konuyu sorduğumda; “Domuz eti çok yağlı olduğu için iyen kişilerin fizyonomilerini çirkinleştiriyor!!!” demişti. Ankara Hacı Bayram’da birgün Psikiyatr Doktor Emin ACAR ile sohbet ederken benimle ABD’li Bilimadamları’nın kriminoloji alanındaki bir araştırma sonucunu paylaştı; bu araştırmaya göre Meksikalıların Kuzeylilerden daha çok cinayet işlemelerinin sebebi beyin nörokimyasını etkileyen çok mısır tüketmeleri olduğu tesbit edilmiş. Bugün Türkiye gündeminde pancar şekeri yerine mısır şurubu kullanımı, fizyonominin bozulması yani obezite ve artan cinayet oranları var. Ne diyor İsmet ÖZEL; “Rabbim bana akide şekerini haram kılsa onu da yemem!!!”. Kim ilerici, kim gerici; kim Şair, kim barsak gurultusu; kararı siz verin!!!…

  17. EĞİTİM ARAÇLARI konusuna da değinmek isterim. Merhum Bilge Dede çevresini haleleyen şakirtlerinin ilgi alanları muvacehesinde yeni çıkan kitapları verir, bi daha ki sohbette kitabı özetleyerek anlatmalarını isterdi. Böylelikle her sohbette katılımcı sayısı kadar yeni kitap etüd edilmiş olurdu; örneğin haftada on yeni kitap öğrenilir, sorular sorulur, tartışılır ve özümsenmiş olurdu.
    Refah Partisi’ni kurduğumuz günlerde Balıkesir Kamçıllı köyünde uygulanan bir eğitim aracı olan Audio-Visual yöntemi İstanbul’da Arkadaşım-Ağabeyim Recep Tayyip ERDOĞAN’a önermiştim; RP ev sohbetlerinde WHS kasetleri meşhur olmuştu.
    Tıbbiye’de Hocalarım anlatmıştı; Anatomi sınavlarına hazırlanan bir tıp öğrencisi parayı verip Karaköy Zürefa sokaktaki Genelev’de bir einde Sobotta Anatomi Atlası, mum ışığı altında gözündeki optiklerle ders çalışırmış…
    Kuran-ı Kerim Meali yazarı Hayri YILDIZLI Balıkesir’deki evime ilk geldiğinde dağ gibi kitaplarımı görünce “Bu Ehramlar insanı delirtmez mi?!!!” diye şaşkınlığını dile getirmiş; “Elhamdulillah, bize Kuran-ı Kerim yetiyor!!!” demişti.
    Gerçekten de sadeleşebilmek kütüphaneler devirmekten daha zordur!!!…
    Televizyon, İnternet, Akıllı Telefonlar gibi çağdaş iletişim araçları artık en etkili eğitim araçları. Kütüphaneler küfleniyor. Danimarka Kopenhagen’daki Merkez Kütüphane artık okur araştırmacı ve ziyaretçilerine onlarla canlı sohbet eden kılavuz bilgi kaynağı insan istihdam ederek hizmet veriyor. Sohbet yöntemi geleneksel sufi eğitimin temeli; “Ashab-ı Suffe”!!! İlginçtir ki Ashab-ı Suffe’nin ön tarafı da Başöğretmenimiz Rasülullah sav’in Kabri. İslam şehirlerinde de hep merkezi Cami, Medrese ile Kabristan yer alır; “ölüm en güzel vaiz” olarak daima hayatın içinde ve merkezinde yer alır…
    USA-Chicago’da karşılaştığım bir Amish Aile’nin fotoğraflarını çekmek için izin istediğimde bana verdikleri cevap; “Biz resime inanmayız”!!! olmuştu.
    İmam Hatip eğitimi sadece dindar ve kindar bir nesil yetiştirebilir; hırsıyla, öfkesiyle cin şeytanlar… Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!!!…

  18. Prof.Dr.Asaf Savaş AKAT. Balıkesir’den İstanbul Beyazıt Sahaflar’a kitap aramak için gelmiştim; yıl 1991 sonrasıydı… Prof.Dr.Nilüfer GÖLE 1983 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Temel Bilimler Büyük Anfi’de dersimize geldiğinden aşinayım; Çınaraltı Çay Bahçesi’nde bir masada simit ve çay önlerinde, yanında Prof.Dr.İdris KÜÇÜKÖMER’in arkadaşlarından Asaf Savaş AKAT var, beraberler. Misafirleri olmak istedim, simit paylaşıp çay ikram ettiler. Cem BOYNER’in liderliğindeki Yeni Demokrasi Hareketi’nden bahsetti Asaf Hoca, Balıkesir’de konferansa gelecekler; Prof.Dr.Mehmet ALTAN’a benim selamımı söyle! dedi. Cem BOYNER’in Balıkesir konferanslarındaki bir ifadesi talihsizlikti; “YDH iktidar olmazsa RP iktidar olur, TSK da Darbe yapar!!!” beyanı. Nitekim kehanet değilse de öngörüsü doğru çıktı ve 28 Şubat yaşandı. Ben Balıkesir Gönen Devlet Hastanesi Acil Hekimliği yani memuriyet görevimden bir basın açıklamasıyla istifa ettim, biretsel protesto eylemimdi ve üç yıl işsiz kaldım. İşsizliğimin tanıkları arasında SSK Genel Müdürü Kemal KILIÇDAROĞLU, BBC Muhabiri Hüsnü MAHALLİ ile halen Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olarak görev yapan Turkish Daily News sahibi İlnur ÇEVİK de vardır, bilirler. Ve iş başvurusu için yeniden İstanbul yollarına düştüm, sabahın erken saatlerinde Ergun-Necdet-Metin KÜLÜNK Kardeşlerin Mecidiyeköy İnanç Gümrük bürosu yakınlarındaki Esentepe mevkiindeki Bilgi Üniversitesi’ne geldim. Rektör Profesör Asaf Savaş AKAT’ın istifa edip yerine Profesör İlter TURAN’ın atandığını orada öğrendim. Profesör Mahir KAYNAK yoktu ama kızı Profesör Deniz Ülke ARIBOĞAN, Profesör Uğur ALACAKAPTAN ve Siyaset Asistanı Ahmet Kasım HAN ile ayaküstü de olsa karşılaşıp tanıştık. Arkadaşım Profesör Nabi AVCI’ya Deniz Ülke ARIBOĞAN vasıtasıyla selam bırakabildim, görüşemedik. Neticede Bilgi Üniversitesi için konferanslar organize ederek aydınlanmaya hizmet talebim reddedildi; referans olarak Recep Tayyip ERDOĞAN adını vermiştim ki 28 Şubat döneminde daha iyi bir isim can sağlığı Bilgi Üniversitesi için prolapsus suretli bir Bey başvurumdan haberli olduğundan kaşlarını kaldırıp açık olan kapısını gösterdi bakışlarıyla!!!… Kuyruğuma bakarak it gibi geri döndürülmüş oldum!!! Vizyon budur işte!!!…

  19. BİLİMSEL ESER için en önemli kriter nedir? derseniz; sahifenin en alt çizgisinden sonra yazılan nümerik atıflar ile eserin son bölümünün ayrıldığı “Bibliyografya/Kaynakça” diye adlandırılan yararlanılan eserlerin sıralanıp detaylı atıfların nümerik olarak tasnif edildiği bölümdür. Bunlar yoksa malesef hiçbir eser “bilimsel eser” olarak kabul edilmez ve nitelenemez. Bunun esbab-ı mucizesi hem bilimde tarihi devamlılık, hem ihtisasa saygı hem de kanıt ve temellendirmedir. Örnek vereyim; Mustafa MÜFTÜOĞLU’nun asıl soyadı TATLISU olup Eskişehir ve Beyoğlu Müftisi Ali Osman TATLISU’nun oğludur. “YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN” adlı ciltlerce eseri yanısıra başkaca kaleme aldığı “Kızıl Sultan mı; Ulu Hakan mı? 2. Abdülhamit Han” gibi eserleri de vardır. “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” Kaynakça ihtiva etmediğinden bilimsel eser değil adeta tarihi hikayeler kitabı muamelesi görmüş, ben de bu eleştirileri Kandilli’deki tepe evinde kendisine aktarmıştım. Bunun üzerine “Sultan 2. Abdülhamit” hakkındaki kitabına böyle bir Kaynakça koymuştu. Mustafa MÜFTÜOĞLU’nun savunmasındaki gerekçeler şöyleydi; “Benim bütün hayatım Kütüphanelerde, Belediye arşivlerinde fare gibi elyazması, eski eser okumakla geçti. Kitaplarımı okuyanlar bilir; her sahifede bilginin atıf kaynağı kitap adı ve Kütüphane olarak yer alır; lutfedip Kaynakça çalarak tarih kitabı yazıp pazarlamak yerine teşrif edip ilgili kitapları bahsedilen Kütüphane’lerde bulsunlar ve onlar kitaplarına Kaynakça yazsınlar. Veya Senin gibi beni ziyaret ederek istedikleri bölümün kanıtını sorsunlar; elimdeki belgeleri de önlerine koyup açayım! Ben bu eserler uğruna bir servet harvadım, ömrümü heba ettim; hapsedildim, taharri memurlarınca takibata maruz kaldım; hatta Bediüzzaman Saidi Nursi ile Necip Fazıl Kısakürek ile mahkemelerde yargılandım. Varsın benim kitaplarımı bilimsel eser saymasınlar; altın yere düşmekle sakıt olmaz kadru kıymetinden!!!” diye cevaplamıştı.
    Not olarak ifade edeyim ki; ” Hatırat” türü eserler objektif değil subjektif olduklarından, yanlışlanabilir kanıtlanabilir olmadıklarından asla bilimsel eser statüsünde yer almazlar… Dolayısıyla “Hatırat” kitaplarına yapılan atıflar da ciddiye alınmazlar; ancak araştırmacıları konular hakkında yoğunlaşmaya sevkederler.
    Kutsal Kaynaklar konusunda “Hadis Külliyatı” bilimsel eser normlarına uygunluk açısından Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, İbni Mace, Ebu Davut vakanüvisler tarafından derlenen “Hatırat” nevindendirler. Kuran-ı Kerim o yüzden bu Kitap “lehvel-hadis” (hadis eğlencesi) değildir, bu Kitap’ta “rayb” (şüphe) yoktur!!! diye buyurur. Kutsal Kitaplar “Bilimsel eser değildir; Canon’dur!!!”.

  20. 7-8 Hasan PAŞA torunu Çetin ALTAN TC Ankara bürokrasisi ile Türkiye genelini iki kategoride değerlenirirdi; “Hazine’den geçinmeliler ve Meslek sahipleri” diye. Hazine’den maaş alanları meslek sahibi olarak görmez “asalak/kene/parazit” olarak görürdü. Nitekim zaman bize şunu bize kanıtlamıştır ki okuduğumuz sınıf arkadaşlarımızın en çalışkanları dolayısıyla bizler hayatta “Tutunamayanlar” olarak “entellektüel hastalığına” yakalanmış cüzzamlılar olarak “sakıncalı/sürgün/toplama kampı” muamelesine maruz kalmışız. Fakat sınıflarımızın en haylaz öğrencileri, kopyacılar, en arka sırada oturanlar, dersi asıp futbol oynayanlar, devamsızlar, disiplin cezası alanlar, tembel olup derslere çalışmayanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin en başarılı işadamları, siyasetçiler ve zengin ve nüfuzlu şahıslar olarak “Seçkinler” sınıfını teşkil etmişlerdir. Şahsen ben evli olup da çocuk sahibi olsam hiçbirini okutmak istemem; çünkü hayatın diyalektiği ve kısa yoldan başarı TC Milli Eğitim müfredatıyla tezat teşkil ediyor. Anadolu köylerinde bir deyiş vardı kitap okuyan çocuklara söylerdi yaşlılar nasihat için; “çok kitap okuma, gominist olursun bak! sona dimadi dimen!!!” Bu ikazda akıbetin “Sabahattin Ali” gibi olur!!! kırmızı alarmı vardı tahtında müstetir!!! Nitekim, öyle de olurdu zaten…

  21. Aydın Üniversitesi’nde Ekonomi Politik Hocası
    Dr.Ramazan KURT ile Antalya Öğrenci Yurdu’nda beraberliğimiz oldu 1989 yılıydı sanırım. Çevremdeki Arkadaşlara şöyle bir sorum oldu; “Klasik yöntemler dışında Kıble’yi nasıl bulurdunuz!?”. Ramazan KURT beni yürekten irkilten bir cevap verdi; “Şehidlerin Kanı Ay Yıldızlı Türk Bayrağına bakarım!!!” dedi.

  22. Sayın Profesör SAMİ SELÇUK, Profesör SELÇUK ÖZÇELİK, Profesör YAŞAR NURİ ÖZTÜRK, Sayın Yekta Güngör ÖZDEN ve Haşim KILIÇ, YSK Bşk. Sayın Sadi GÜVEN, Yargıtay Bşk. Sayın İsmail CİRİT, Ombudsman Nihat ÖMEROĞLU gibi muhtelif hukukçularla dostane ilişkilerim oldu; herbirinin hakkımda kanaatleri vardır. Fakat Yekta Bey ile Profesör Selçuk Özçelik hariç hepsi İlahi bir keramete mazhar hatırayla yadedebilirler ki onlar hatırlamasa bile ben bu hatıraları saygı ile yadederim. Oysa bu Yargı beni “Usulsüz gizli bilgi sızdırmaktan 15 ay hükmün açıklanmasını geri bırakarak mahkum etmişti!!!”. Konu neydi peki; “Davalı olduğum provakatör sahte hastalar hakkında gidip bir Eczane’den ilaç kullanım bilgisini talep ettim ve ilgili kişilerin bu belgelerini Yargıya kanıt olarak dilekçeyle sundum!!!” Hüküm bunun üzerine kuruldu, üstelik devlet memuru olmam da ilaveten ceza artırımı için eklendi!!! Ben hiçbir itirazda bulunmadım, gereken hertür cezayı da tazmin zorunda kaldım. Fakat beddua ettim!!! Bugün o yargıçlar ve savcıların hepsi mesleklerinden atıldı; suçları “Bylock kullanmak, Ankesörlü arama vs””. Hatıralarıma şeeh düşmek gereği duydum. “İlahi Adalet” konusunda ders olması dileğim…

  23. Bilgisayar teknolojisinin türkçeleştirilmesi ile 1983 yılında tanıştım. Konunun kompetanı olan arkadaşla İlim Yayma Yurdu kantininde karşılaşmıştık. Benim 12 Eylül 1980 sonrası İslami tebliğlerimde sıkça kullandığım bazı sözler vardı. Örneğin, “ne var, ne yok!” diyene; “Allah cc var, şeriki yok!” diye karşılı verirdim. Dünta hayatını tasvir için de sıkça “sanal dünya” tabirini kullanırdım; “kavanoz götlü Dünya, pıtraklı memleket!” lafı yerine. İşte bu kompetan “internet” için bu türkçe karşılığı yazmak istediğini söyleyerek iznimi istedi; “tabi ki!” dedim. Ve yine o günlerde henüz keşfedilmemiş olan bir sözcüğü ilk kez Melekut’tan işittim; “bluetooth” kavramını, nitekim bir bilgisayar ilgilisine de ileride keşfedilecek bu kavramı söyledim.
    1995 yılı sonlarında ise “Wikipedia” türkçe edisyon kurulu kurucu üyeliği teklifi aldım; ilgi alanlarım daha başka olduğundan teşekkür ettim.

  24. Profesör Doktor Emin ÇARIKÇI çocokluğumda alışveriş yaptığım Balıkesir Bağlar sokağı Mescid yanındaki küçük Bakkal dükkanını işleterek çocuğunu okutan bir Baba’nın oğlu; iktisatçı.
    Guvernör Durmuş YILMAZ da Ankara’daki dost çevremizden eski Merkez Başkanı Uşak’lı bir Anadolu insanı.
    Profesör Doktor Beşir HAMİTOĞULLARI da aynı hamurdan Siirt’li bir iktisatçı.
    Bugün siyaset dışında kalanın nisyana mahkum edildiği en büyük israf dönemini yaşıyoruz!!!

  25. Hukuk literatürünün tıp literaründen Adli Tıp bağlamında içselleştirmeye çalıştığı fransızca bir kavram vardır; “DE JA VU”. Hukukçular bu kavramı işittiklerinde tıpçılara danışırlar, künhünü kavrayabilmek açısından. Duruşmalarda avukatlar bu kavramı ileri sürerler; yargıçların gözbağını çözmek, yanılsamaya dikkat çekmek, illüzyonu göstermek, sihiri bozmak, yargıyı lehlerine etkilemek için bir mızraktır bu kavram! Fransızcadan literal anlamı yani kelime tercümesi yapılsa da ıstılahi anlamı kolayından ele vermez kendini, insan usunda bir türlü mücessem hale getirilemez, elle tutulup gözle görülemez! Pskiyatri biliminden medet umulur, somutlaştırabilmek için, örnek vaka arzu edilir. Ben de bu kavramı anlaşılır kılmak için bu denemeyi kaleme alma ihtiyacı hissettim; Hukuk literatüründe bu dibacem yer alsın diye. “DE JA VU” çölde serab görmektir, zannel-yakin’dir!!! Pskiyatride tedavi sonrası hastanın kendinin “darı” olmadığına ikna edildikten sonra peki tavuk buna nasıl ikna olacak!? diye sormasıdır. Bu yüzden Yargı “De Ja Vu” olgularını aydınlatabilmek için bilirkişi müessesesine müracaat eder. Adnan OKTAR davasının 1985 yıllarındaki Adli Tıp Müşahede Kurul Toplantıları çok hararetli tartışmalara neden olmuştu. Prof. Dr. Ayhan SONGAR örnek vakanın zımnen Mehdilik paranoyasına musab olduğunu iddia ederken TCK 147 kapsamında Akıl Hastanesi yolunu gösterirken Dr. Kriton DİNÇMEN vakanın paranoyak değill “tutkulu bir idealist” olarak TCK 146 ile Cezaevi istikametine vurgu yapıyordu. Sonuç Prof. Dr. Ayhan SONGAR’ın görüşü doğrultusunda tecelli ederek sanık vaka Cezaevi’nden Akıl Hastanesi’ne sevkedilmişti. “DE JA VU” Hukuk açısından “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan!?” dilemması gibi sofistike bir yılan düğümlenmesi haline gelerek kangren bir problemin öznesi haline gelebilir. Bugünkü siyaset düzeni de aynen böylesi bir “De Ja Vu” yaşadığının yıllar sonra ayırdına varabilir.

  26. Fox Tv’de “Yemek Yarışma Programı” izliyorum; gelinler
    yarışıyor, kayınvalideleri puanlıyor. Gözlediklerim bana
    Kuran-ı Kerim’in adalet konusundaki “Adil bir erkek şahit
    bulunmadığında yerine iki kadının şahitlik etmesi!” ilkesini
    yeniden düşündürdü! Şeytanın neferleri olarak Allah’a cc
    olan düşmanlıklarını münafık bir yansıtma psikolojisiyle
    Şeriatı ile Müminlere buğzedip ağızlarından dışkılayanları
    biliriz. “Bir erkek yerine iki kadının şahitliği” eleştirileri de
    dillerine pelesenktir. Yalan mı? Hayır, bilakis çok doğru!
    İsmet ÖZEL aynı çevrelerin “Domuz eti niçin haram?”
    tepkilerine; “Rabbim, akide şekerini haram kılsaydı onu da
    yemezdim!” cevabını vermişti. Bu cevap Bilge Dede’nin
    “fizyonomiyi bozduğu için!” cevabından daha şairane ve
    daha bilgeceydi doğrusu! Ayet-i Kerime’nin mevzuu, siyak ve
    sibakı, konteksi açık okunabilir! Eğer Müslümanlar mecut
    Laik düzende Şeriat’ın bu disiplininden mahrum bırakılmak
    isteniyorlarsa dileyen kimseler “kadın savcı, kadın yargıç, kadın şahit ve kadın avukat” tercih edip reddetme
    özgürlüğüne dini bir hak olarak sahip olabilmelidirler; doktor
    seçebilme özgürlüğü gibi!

  27. Sol kadınları sosyal olaylarda birer molotof kokteyli ve gaz bombası olarak kullanır. Kadınları histerik ve kendiliğinden harlayıp alev alabilen soygaz özelliklerinden yararlanarak toplumsal eylemlerde ideolojik basınçla patlattıkları maliyeti bedava ve infilak gücü tesirli birer silah olarak ileri sürerler. Sol kapsüllü kadınlar da ötürüklü koyun gibi tüm sürüyü belerler; kadın polisle karşı konulup bertaraf edilmedikçe de yangın yayılır.

  28. Stem Cell denilen kök hücreler pluripotent (çoğul dönüşebilir) nitelikte olduklarından sperm hariç tüm tüm hücrelere kendiliğinden dönüşebilme kabiliyetindedirler. İşte bu kök hücreler en konsantre şekilde kemik iliğinde ve bilhassa da kaburga kemik iliklerinde vücut bulurlar. Örneğin, ben bir eril olarak en uygun şekilde kaburga kemik iliğimdeki kök hücreler çoğaltılıp bir taşıyıcı rahimde kendi dişimi kopyalatabilirim. Hatta bugün kemik iliği kök hücrelerine dahi gerek kalmaksızın herhangi bir somatik (beden) hücrem aynı laboratuar yöntemiyle çoğaltılıp kiralık bir rahime ekilerek sadece dişil bir eşimi vücuda getirmek mümkündür. Yani Hz. Havva’nın as Hz. Adem’in as kaburga kemiğinden yaratıldığı gerçeğinden daha ileri bir bilimsel haber daha ne olsun ki! Kafirler müminlerin kıçının fosforuyla aydınlanmaya muhtaçlar!…

  29. AKP İkitidar pratiği de gösteriyor ki; “Ehli Kitap müslümanların siyasi bir rotası olmadığı gibi pusulaları da bozuk!” “Varacağı limanı bilmeyen kaptana hiçbir rüzgar fayda vermez!” derdi Bilge Dede. “Halk kendini düzeltecek zorba arar; hah işte bu bizi iyi düzeltir!” derdi Demokrasi rejimlerinin bir zaafıdır bu durum. Demokratik Sezar’lar üretiyor; Adolf Hitler gibi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılına bakın; halk sefil, aç ve perişan! Padişah Efendiler saray üstüne saray, köşk üstüne köşk yapma yarışındalar; zinhar itibardan tasarruf olmaz!!! Isparta Otogarı içinde bir Simitçi var, Ekselans Ahmet Bey, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Almanya Heidelberg Dışilişkiler master eğitimli bir Ateşe. İngilizce, Almanca, İtalyanca, İbranca biliyor Türkçe yanısıra. Diyor ki; “Sosyoloji bilmeyen toplum yönetemez!”. Aklıma “Arı sokar, Kraliçe Arı’yı tanımazsanız; kovanı kaybedersiniz!” diye ekledim. Dünya Çin yönetimine yöneliyor. Zira Çin sürekli eğitiyor toplumunu. Çin “Bilgi Toplumu” olma hedefine emin adımlarla yürüyor! Türkiye ise ne bilgiye, ne bilene, ne eğitime ne de emeğe saygı duymuyor; onları cezalandırıyor, suçlu haline getirip kodese yollamanın yasalarını icad ediyor, bilgiden korkuyor, bileni tehlikeli sayıyor ve bilgi en büyük düşman!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.