Ana Sayfa > Köşe Yazıları > Entelijansiya/Portreler: Muzaffer Ozak, Emin Acar, Prof. Hüsrev-Hüseyin Hatemi, Prof. Emin Işık, Prof. Ayhan Songar

Entelijansiya/Portreler: Muzaffer Ozak, Emin Acar, Prof. Hüsrev-Hüseyin Hatemi, Prof. Emin Işık, Prof. Ayhan Songar

entelijansiya10

MUZAFFER  OZAK

 1983-4 yılıydı, Bulut Bilişim’den twitter Sahaflar Çarşısı’nda Hacı Muzaffer Ozak’tan bahsetti bana; vefat etmeden ziyaret edip tanışmam öğütlendi. Sahaflar Çarşısına Çınaraltı’ndan girince soldaki koridorun sağında bir sahaf dükkanı var; Bursa’nın Mustafa Kemal Paşa İlçesi’nden bir beyefendi hizmet ediyordu. Hacı Muzaffer Ozak orta boylu, tombul, pembe-kırmızı yanaklı, tertemiz bir Zat; elini öptüm, tanıştık. Karagümrük Cerrahi Tekkesi Şeyhi olduğunu biliyorum, sordum; ‘Sizin müridleriniz başörtüsü kullanmazmış, oysa Şeyh Mahmud Efendi’nin İsmailağa Cemaati çarşaftan başka tesettür tanımıyor; bu fark niyedir?!’ dedim. Çok hoş bir cevap verdi merhum; ‘Ben ilkokul öğretmeniyim, bizim müridler de ilkokul öğrencileri; orası Üniversite, bense sadece ilkokul öğrencilerinin eğitimiyle iştigal ediyorum:)’ dedi. Çok ama çok sevdim bu yaklaşımını:) Dualarını isteyip müsaade aldım. Allah cc rahmet eyleye…

 

 EMİN ACAR

Dr. Emin Acar ismini Balıkesir’de medfun Hasan Baba verdi bana; Hacı Bayram-ı Veli Hz’nin postnişini olan bu psikiyatri uzmanı doktoru Ankara Hacı Bayram Camii’nde bulacağımı söyleyip Selamlarını iletti. 1984 yılında Dr.Emin Acar’ın Hacı Bayram’daki muayenehanesini buldum. Muayenehanesi bir tekkeydi adeta; misafirlerine komünyon misali ekmek ile kuşburnu ikram eder, fakir ve meczupları tedavi eder, sohbet için gelen emekli bürokratlarla da dolar boşalırdı mekanı. Dr.Emin Acar Devlet Planlama Teşkilatı’ndan Turgut Özal’ın arkadaşıydı; Faruk Sükan, Profesör Ayhan Songar, Ömer Faruk Ergin de yakın dostlarıydı. Dr. Emin Acar’a Afgan Cihadı’na katılmak üzere yola çıkacağımı söylediğimde şiddetle itiraz etti; ileride çok büyük fitnelere ve cinayetlere gebe olacağından bahsederek beni menetti. Hasan Baba’yla sohbetimizde ‘Ayetullah Humeyni’nin İran İslam Devrimi’ni bütün Evliyaullah hepimiz destekledik!’ demişti ama Afganistan hakkında bana bir şey dememişti. Fakat beni gönderdiği Dr. Emin Acar da Hacı Bayram-ı Veli Hz’nin Karesi postnişini Hasan Baba gibi Ankara’da yaşayan bugünkü postnişindi; üstelik Dr. Emin Acar Bayramiye, Melamiye, Bektaşilik, Nakşibendilik ve Rufailik tarikatlarından da postnişindi.

Ben bu tavsiyeye uydum ve Üsame Bin Ladin 1989 yılında Medine-i Münevvere’de beni Afganistan’a davet ettiğinde icabet etmeyişim de bu nedenledir.

 

PROFESÖR HÜSREV-HÜSEYİN HATEMİ

Profesör Hüsrev Hatemi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dahiliye Hocamızdı, Profesör Hüseyin Hatemi ile de tanışığız. Her ikisi tek yumurta ikizidirler. Birgün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kütüphanesi altında bulunan Şah Sultan Mescidi avlusunda bir kabir gösterdim Hatemi Kardeşler’e; ‘kim yatıyor şu isimsiz kabirde?!’ dedim. Az önce şadırvanda sobet ettiğim Malatya’lı esmer orta boylu bir Veli medfun orada. Hatemi Kardeşler kabir taşına yaklaşıp okudular; ‘Hüseyin Lamekanî’. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşamış bir şair, fakat kabri bilinmiyormuş, böylece ortaya çıkmış oldu.

 

  PROF. EMİN  IŞIK

1983 yılında İstanbul’a geldiğimde bir idealim vardı; tüm İlim Adamlarını ziyaret ile tanışmak. Bir sabah Fatih Camii’nde sabah namazını kılıp Saraçhane’ye doğru inerken arkamdan yürümekte olanla tanışma hissi uyandı içimde; Marmara İlahiyat Fakültesi’nde Öğretim Üyesi olan Yrd.Doç.Dr. Emin Işık imiş bu Zat. Balıkesir’den İsmail Çakırhan Hoca’yı sordu, hakkında ‘Bilge Dede’ kitabını yazdığım büyük mütefekkir. Arkadaşlıkları merhum Nureddin Topçu’nun sohbet meclisine dayanmaktaymış. Emin Işık İstanbul’da benim ilk tanıştığım İlim Adamı oldu, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezuniyet diplomamı alarak Berlin’e giderken son görüştüğüm İlim Adamı da O oldu; Beyazsaray’da karşılaştık ve Hocam Profesör Ayhan Songar’a Selamlarımı iletmesini rica etmiştim. Burada ilk kez açıklamış olayım; merhum Nureddin Topçu’yla da tanıştık, İskenderpaşa Camii avlusunda, tabi Topçu Diri Evliyaullah’tan olduğu için bu mümkün olabildi. İsmail Çakırhan Hoca merhum Nureddin Topçu’nun karabüyü yöntemiyle ‘Şehid’ edildiğini söylemişti bana. Nureddin Topçu’nun sohbet halkasının müdavimleri arasında İsmail Çakırhan dışında, İsmail Dayı, Emin Işık, Hüseyin hatemi, Yaşar Nuri Öztürk, Mehmet Doğan, Mustafa Kutlu, Ahmet Tabakoğlu, Fatih Gökdağ gibi daha pekçok entelektüel yer almış. Nureddin Topçu ‘Ahlak ve Hareket Ekolü’ teorisyeni ve pratisyenidir.

 

PROFESÖR AYHAN  SONGAR

Profesör Ayhan Songar Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kürsü Başkanı olup hem Hocam, hem hemşehrim, hem de muhabbet ettiğimiz bir Dost idi. 1983 yılında tanıdım Hoca’yı, tahsil hayatım boyunca da daima görüştük. ‘Ben Gönen’de doğdum!!!’diye tanıtırdı kitaplarında Kendisi’ni. Ömer Seyfettin de öyle takdim eder Kendisini; ‘Ben Gönen’liyim!!!’. Gönen TKP Liderlerinden Hüseyin Cahit Yalçın ile de bilinir. Ama asıl şöhreti benim için Dostum Gönenli Mehmed Efendi’yledir. Gönenli Hoca’nın hatırası sebebiyle Gönen’e hizmet için Gönen Devlet Hastanesi’ne tayin alıp bir yıl Balıkesir’deki evimden gidip geldim Acil nöbetlerime. Ve 28 Şubat rejimini protesto ederek memuriyetten istifa ettiğimde de Gönen’de görevliydim.

Profesör Ayhan Songar Başvekil Turgut Özal ile aramızda mabeynciydi; Selamımı götürür, Başvekilin de Selamını getirirdi bana. Profesör Ayhan Songar benim için her zaman referans olmuştur; Fransa’da Psikiyatri ihtisası için Profesör Pişo’ya fransızca bir mektup yazmıştı benim için. Adli Tıp Müşahedahane Kurulu Başkanı’ydı; Adli Tıp Genel Kurul’unda Profesör Ayhan Songar’ı izlemeye giderdim.

Profesör Ayhan Songar’ın muayenehanesi bir başka arkadaşımız olan Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’nın Laleli’deki muayenehanesinin üst tarafındaydı; Laleli Camii karşısı.

Profesör Ayhan Songar Necip Fazıl Kısakürek’in de bir dava arkadaşıydı. Dr.Emin Acar, Dr.Kriton Dinçmen gibi yakın arkadaşları hep Ayhan diye bahsederlerdi Hoca’dan.

Profesör Ayhan Songar’ın musikişinaslığı da vardı; ud çalardı. Haseki Hastanesi Başhekimi Dr. Alaaddin Yavaşça’yla Profesör Ayhan Songar’ın Selamı vesilesiyle tanışmıştım.

Dr. Emin Işık ile de yakın Dost olduklarını biliyorum.

Ulvi Alacakaptan’dan işittiğim bir söz vardı; ‘Sol 1950’lere kadar kitap seviyesindeydi, 1950-60 arasında dergi boyutunda, 1960-70 arasında broşür, 1980’lere doğru gelindiğindeyse slogan düzeyine inmişti!!!’ derdi. Profesör Ayhan Songar kitap seviyesinde bir müdrike sahibiydi, fikirlerini kitap yazarak dile getiren biriyidi. Cemil Meriç’in sağ kitap okumuyor, şeklindeki doğru teşhisinin bir istisnasıydı Profesör Ayhan Songar.

Profesör Ayhan Songar’ın hipnotize edici bir ses tonu vardı, babacan ve ikna edici.

Cuma günleri kışta kıyamette siyah pelerinlerini giyen tüm Psikiyatri Kliniği Öğretim Üyeleri Profesör Ayhan Songar ile birlikte adeta bir mitinge ilerler gibi Cuma namazına topluca giderlerdi.  Profesör Ayhan Songar gibi göğsünü gere gere imanıyla yaşayan Profesör Sami Zan, Profesör Ekrem Kadri Unat, Profesör Cevat Babuna’yı da tanımaktan onur duydum.

Profesör Ayhan Songar’a birgün dedim; ‘Hocam, bir kitap yazacağım ve adını Kaktüs Beyinde Yeşerince koyacağım!!!’ demiştim. Ayhan Hoca bu kitap adının imgelemini çok sevdi:) Anlatmak istediğimi anlamıştı; Kitab’a dönüşmedeki çilemin özetiydi bu ifade!!!…

Dr. Ömer Nasuhi Bildik

26 Nisan 2015

– Haber Lotus –

HLotus

31 thoughts on “Entelijansiya/Portreler: Muzaffer Ozak, Emin Acar, Prof. Hüsrev-Hüseyin Hatemi, Prof. Emin Işık, Prof. Ayhan Songar

  1. NUREDDİN TOPÇU ile ilk tanışmamız 70-80 arası olmalı; ben çocuktum o zamanlar. Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nden sabah namazı sonrası pinokyo tipi bisikletimle Eski Camii’den Timurtaş Hoca’nın İmamlık yaptığı Köprübaşı Camii sağda kalıp Mecidiye Camii’ne doğru çıkan sokakta sol tarafta bir akrabası vardı Merhum Topçu’nun. Sabah namazını Eski Cami’de kılar, Dostlarıyla sabah kahvede çay içer sohbet ederlermiş, bana Kendisi anlatmıştı ayaküstü sohbetimizde. Kravatlı ve Beyefendi bir İnsan’dı. Ar Kitabevi’ne öğleden sonra uğrayarak Seyyid Ahmet Arvasi ile tanışmamı söylemişti. Nureddin Topçu’nun Selamını söyledim ve Seyyid Ahmed Arvasi beni ayakta karşıladı, Muhsin Yazıcıoğlu gibi hep ayakta kaldı. Merhum Arvasi’nin elini öptüm, tanışmıştık böylece. Merhum Nureddin Topçu vefatından sonra İskenderpaşa Camii avlusunda 1983 yılında beni bulup Ali Emiri Efendi Kütüphanesi Müdürü Mehmet Serhan Tayşi’ye gönderdi, Selamını iletmiştim. O sohbetimizde merhum Nureddin Topçu hatırlattı, pinokyo tipi bisikletimle yol üzerinde Selamlaşıp tanıştığımızı:) İlk görüştüğümüzde Siz Şeriatçısınız, peki solcu musunuz?! diye sormuştum. Sosyalist ile solcu arasındaki sosyolojik kavram ayrılığını bana anlamıştı:) 1983 yılındaki görüşmemizde de Hareket ekolünden ve benim aksiyonumdan mutlulukla sözetmişti:) Allah cc Rahmet Eylesin. Amin Amin Amin

    1. Kırk yıl önce merhum Nureddin TOPÇU ile tanıştığımızda “Sosyalizm”, “Sol” ve “Şeriat” üzerine sohbet etmiştik. Ben kendimi “Şeriatçı” olarak takdim ettiğimde merhum TOPÇU da benimle aynı imanı paylaştığı halde benim bir çocuk muhayyilemi ve kültür ortamını aşan bir ifadeyle kendisini bir “Sosyalist” olarak betimlemişti; “Sosyalizmi Sol olarak nitelemedi, bilakis Sağ ve Sol kavramlarının konjonktüre ve trafik yönleri tarzında bir anlama sahip olduklarına vurgu yaptı!”. Paris Sorbonne Üniversitesinden Felsefe Doktora sahibi Sosyoloji Doçenti Nureddin TOPÇU, daha ötesi vefatından sonra da canlı tekrardan görüştüğümüz bir Veliyyullah mezkur düşünür! Bugün geldiğim 55 yaşımın birikim ve tecrübelerin istinaden konjonktürel cihetiyle ifade etmem gerekirse “Sağcılık bir yabancılaşmadır!” ki bu da benim teşhisimdir.

      1. KIRK yıl “Erbain” babında ifade edilmiş olsa da tam tamına KIRK BEŞ yıl oldu 2020 itibarıyla…

  2. Merhum KANİ KARACA Fatih Karagümrük’te ikamet eder, sabah seherinde eşinin refakatinde Şehzadebaşı’na doğru yürürlerdi; bizim dostluğumuz bu karşılaşmadan neşet etti, Mevlid ziyafetlerinde de BÜLBÜL HOCA, HALİL İBRAHİM ÇANAKKALELİ, İSMAİL BİÇER, AZİZ BAHRİYELİ gibi dinlemek ayrı bir zevkti. Merhum ERDOĞAN BATANAY ile MUHAMMED KİLECİ vasıtasıyla tanışmaktan onur duydum; gerçek bir tevazuu ehliydi. AMİR ATEŞ ile 1993 yılında TİMURTAŞ UÇAR ile beraber Hac yoldaşlığımız olmuştu. ABDURRAHMAN GÜRSES Hoca ile Beyazıt Camiinde ziyaretine giderek tanıştım; Padişah 2. BAYEZİD Kardeşim de benimle tanışmıştı o gün Cami’de; Abdurrahman Gürses Hoca’ yı da ziyaret etmesini söyledim; “yakında gelecek!” diye mukabelede bulunmuştu. İsmail BİÇER de namazı müteakip aşrı şerif okudu; Vela tekuulüü limen yuktelu fi sebilillahi emvat…” Onlar diridirler, fakat Siz şuurunda olmazsınız!!!….

  3. DR.ENVER ÖREN 1983 yılında başlar tanışıklığımız, oğlu Mücahid ÖREN ile de kendisitanıştırmıştı. Pozitif bir insandı özet olarak; İnşaAllah İlahi Mizan’da da sevapları günahlarına galebe çalar, temennimiz budur.

  4. BÜLBÜL HOCA namıyla meşhur Bursa’da mukim bir Mevlidhan vardı; 1973 yılıydı, Balıkesir Zağnos Paşa Camiimize teşrif etmişti. Ben de Camii cemaati müdavimi bir çocuğum; elini öptüm ve sordum “Bülbül kasidesi için teşrifiniz için ücret alıyor musunuz?!” dedim. “Hayır, asla almam; sadece yol biletimi temin ederek davetlere icabet ediyorum” diye cevaplamıştı ra.

  5. Rock sanatçısı ERKİN KORAY ile yüzyüze karşılaşmamız 2001 yılında Cunda’daki Balıkçı Barınağı Engin Hanımın meyhanesinde oldu; selamlaştık. Erkin KORAY bu karşılaşmamızdan daha önce İzmir’e gönderdiğim bir mektupla dürüstlüğü sebebiyle tarafımdan KURAN-I KERİM’e çağrılmıştır. Erkin KORAY bu davetime bütün Ruhuyla katılarak hem hidayet yani dürüstlük hem de takva yani duyarlılık cihetinden gereğini diri bir şekilde özümsemiştir. Selam olsun HAK DOSTLARINA…

  6. PSİKİYATRİ bilimdalında dikkate değer bulduğum bazı simaları not etmekte yarar görüyorum. Benim Tıbbiye yıllarımda Psikiyatri alanında başlıca iki ekol vardı; Organik ekol ve Dinamik ekol olarak adlandırılırdı. Bunların dışında bir de Antipsikiyatrist ekol ivme kazandı. Türkiye’de Prof.Dr.Ayhan SONGAR Organik ekolün önde gelen savunucusuyken Prof.Dr.Kazım DAĞYOLU, Dr.Kriton DİNÇMEN gibi psikiyatristler ise Dinamik ekolün simalarıydı. Fakat benim önem verdiğim ve dikkat çekici bulduğum bambaşka değerli psikiyatristler de var; Prof.Dr.Özcan KÖKNEL, Doç.Dr.Nusret KAYA, Prof.Dr.Nevzat TARHAN ve Dr.Cem NUMCU gibi. Bu değerli entellektüeller daha ziyade ‘trancendental ve imminiant’ yani ‘aşkın ve içkin’ Zevat. Neyi anlatmaya çalıştığım daha ziyade kendilerinin malumudur, diyebilirim; ben sadece farkındayım!!!

  7. ZEKİ MÜREN ile 1980-90 arası yıllarda Antalya Öğrenci Yurdunda kalan arkadaşlarımızdan Afyonkarahisar’lı İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuar öğrencisi bir arkadaşımız selamlarımızı teati ederdi; Zeki MÜREN nezaketinden hiç ödün vermez daima arzı hürmetle mukabele ederdi; kendisine son nefesini dostlarına şarkı söyleyerek vefat edeceğini ilettiğimde de aynı nezaketle mujabelede bulunmuştu. BÜLENT ERSOY’un ise aynı tıllarda cinsiyet değişimi mevzuu Adli Tıp Genel Kurulu’nda bir çarşamba günü Prof.Dr.Şemsi GÖK, Prof.Dr.Nedim ZENBİLCİ, Dr.Kriton DİNÇMEN, Prof.Dr.Ayhan SONGAR gibi Hocalar arasında bayağı sert tartışmalara yol açtığında oradaydım. Aslında tartışma konusu Bülent ERSOY’un niçin gelmeden görülüp muayene edilmeden nasıl teşhis konulabileceğinden çıkmıştı. Prof.Dr.Şemsi GÖK Adli Tıp Genel Kurulu’nu vakanın gıyabında izah ile iknaya çalıştı. Bunun üzerinedir ki rapora yazılacak ifade sıkmalık olan Yafa portakalı ile yemelik Washington portakalı arasındaki cesamet farkı üzerinden de alevlendi; sonunda Yafa portakalı büyüklüğünün kayıt altına alındığını hatırlıyorum.

  8. HEYAKİLUN-NUR müellifi SÜHREVERDİ, TAVASİN müellifi HALLAC-I MANSUR yahut RİSALETUN-NUSHİYYE şairi YUNUS EMRE gibi Diri Evliyaullah ile tanışmak, sohbet etmek beni yadırgatmıyor. Fakat Şair TEVFİK FİKRET yahut ASTEĞMEN KUBİLAY gibi aynı durumdaki Zevat bu kez önyargılarımızı tashih ediyor ra ecmain…

  9. Ehli Tasavvuf arasında “Alem-i Mana” diye bahsolunan bu anlatılarımızı da ihtiva etmekle beraber gerçekliği itibarıyla daha ziyade “Sadık Rüyalar” ile “Yakaza” ahvaline ilişkin olduğu anlaşılan “ilhamat” ve “rüyetler” olur. Hz.SÜLEYMAN as ile böylesi bir ortamda tanıştık. Dr.BEDRİ RUHSELMAN ile de. ZEMBİLLİ ALİ CEMALİ EFENDİ, MUSTAFA KEMAL PAŞA, SOMUNCU BABA, YAHYA EFENDİ HZ. ile bu surette görüşmüştük. Örneğin 1984 yılında Ege Tıp öğrencisi DR.ENDER SARAÇ’ a da hem mektup yazdığımı hem de Selamlar gönderdiğimi hatırlıyorum hiç karşılaşıp tanışmadığımız halde!!! Calib-i dikkat olanın burada MUSTAFA KEMAL PAŞA olduğunun farkındayım; “Tebrik etti beni; putlaştırılmasına karşı çakan cesaret ve samimiyetim sebebiyle!!!”…Magog taraftarı olduğunu biliyorum. Doğu PERİNÇEK ile aynı çizgide, diyeyim özetle…

  10. Kitaplarımızla yazdıklarımızla şerh ve zeyl dipnotlarımızla bir ekolü tanımlıyoruz; “HANİF İBRAHİM HALİLULLAH TEVHİD OKULU”. Sembolizmin tamgalarıyla bir “SEYRİ SÜLUK” metodu gösteriyor ve pratik tecrübelerimizi de paylaşıyoruz; “ÜVEYSİ” bir Seyri Süluk yöntemidir bu; “GÖKLERİN MELEKUTU” Öğretmenlerimizdir. Mezuniyetimiz ile ilk ödülümüz “ARZIN MELEKUTU” olarak hadim olmaktır. Size doğal bir üyemizi tanıtmaktan şeref duyarım; “PİRE MEHMET”!!! Kumkapı Çocuk Roman Orkestrası Şefi Darbukatör, derler ki; “Dümü de Ruh, Teki de Ruh; Ruhlen!!!”…

  11. MİT Müsteşarı Sayın HAKAN FİDAN’a öğütlemiştim; “Teşkilatınız mensuplarının tümü şu düsturu bir motto olarak talimatınızla bellesinler; ALLAH’IN cc HUZURUNDA DÜRÜSTLÜĞÜMÜZDEN HESAP VERECEĞİZ!!!… Dürüstlüğü sebebiyle Diri Evliyaullah’tan pekçok Zat tanırım ki hemen ilk akla geliveren HEKİMOĞLU ALİ PAŞA’dır örnek olarak. Camii Cerrahpaşa Kızılelma’dadır; Güzel Veli Hattat HÜSEYİN KUTLU da İmam olarak burada uzun yıllar görev yapmıştı. Yukarıdaki Entelijansiya bilir, ziyaret ederlerdi.

  12. İzmir Şirinyer Merkez Komutanlığı uhdesinden Edirne Uzunköprü Piyade Taburu’na 1994 yılında sakıncalı olarak sürgün emri yani faks mesajı bana tebliğ edilmeden önce Havra sokağındaki HAHAM SABETAY SEVİ’nin de hizmet verdiği merhum DANİ Amca cennetmekan müslümanın hazanı olduğu bu mabedi ziyaret nasip olmuştu. O günlerde tarihi değerdeki yahudi kitaplığı boşaltılarak çalınmıştı; çalanlar beni iftirayla sakıncalı yapan eşcinsel bir deniz astsubayı ve mensubu olduğu sol örgüttü ki Kemrraltı’nda kaldırımüstü kitap satıyorlardı. TC öyle bir Stalinist şeytani düzen kurmuştu ki komunisti öldürür süründürür, feslileri maaşa bağlar, masum yahudi ve hristiyanları idam ettiği başmemurlarıyla yağmalatır, PKK adlı kolordusuyla da beyaz ortaklığı yaparak Truva atı olduğu Pakt ülkelerini beyaz tüccarlığıyla zehirlerdi. Artık bu dalavere düzeni son bulmuştur; emeği geçen herkesi hayırla yadederim…
    1984 İstanbul’da da Kocamustafa Paşa’da bir Ermeni, Beyoğlu’nda da bir Rum Kilisesi zangoçu Hz.İsa as bereketiyle müslüman olmuşlardı.
    Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisi Yemen’li bir ateist komunistin de islamına vesile olmak başka bir mutluluktu.
    1998 New York JFK Havalimanında Gate önünde ateist bir Rus ile Meksika’lı bir yahudi gencin de hidayetleri çevrelerinde çok sayıda kişinin İslam ile şereflenmelerine vesile olmuştu.
    Burada ismi geçen meşhur Zevat ile bilhassa da siyasilerle ne bu Dünya hayatında ne de Ahiret ebedi aleminde hiçbir dostluğumuz yoktur, olmayacaktır da. Hele de islamcı denilen sahtekarlarla hiçbir işim olamaz benim…Vesselam

  13. SAMİHA AYVERDİ merhum KENAN RİFAİ Efendi’nin halefi ile 1983 yılında tanıştım. Keza ÖMER TUĞRUL İNANÇER ile de aynıl yıl Sahaflar’da. Her ikisinin de müsbet şahsiyetlerinin tanığıyım. Prof.ORHAN HANÇERLİOĞLU ve Prof.İDRİS KÜÇÜKÖMER ile de gıyabi diyaloğumuz oldu ki yine her ikisi de mümin kimselerdi, gıyaben tanık oldum.
    Malesef biz meczuplar yüksek gerilim hattıyız; kem bakan karadeliğe düşmekten zor kurtulur. AZRAİL as ki benim çok sevdiğim bir Zat’tır, bir Melek vasıtasıyla özür dilemişti bakışlarında kaşlarını kaldırarak ikazından dolayı!!!…

  14. AŞIK MAHZUNİ ŞERİF ra Kuran-ı Kerim’i tümüyle nota halinde yazmış; büyük bir kültür mirasıdır, Allah cc razı olsun.

  15. HEYAMOLA bizim zikrimizdir, demişti bir Levend Şehid 1983 yılında bana; anlamadım!!! Yavuz Bahadıroğlu’nu izlerken aydınlattı; HEYAMOLA ifadesinin gerçekte Mağribli tayfaların zikri olduğunu, HAYY YA MEVLA diye Allah’ı cc zikrettiklerini, arapça kıraat ve telaffuzları dolayısıyla vav harfini ötüre olarak uzatmaları sebebiyle MUULA diye ağız farkına vurgu yaptı!!! Mağrib deyince benim aklıma derhal Fas’lı Şeyh MAALAYNEYN ra gelir. BARBAROS HAYREDDİN PAŞA ra Dostuma olan muhabbetim malumun ilamıdır; Yahya Kemal’in şiiri gibi heybetlidir O, Preveze’de Haçlı Ordusu’nu yenen denizler Fatihi… PİYALE PAŞA ra de Diri Veli’lerdendir; orta boylu Nasreddin Hoca misali şeker bir Dede’dir O da:) Sultan 1.AHMED ra Arkadaşıma söylediğimde O da teyid etti ki 1915 Çanakkale Deniz Muharebeleri’nde düşman orduları içinden de Şehidler var, mesela Norfolk Taburu’ndan bir İngiliz Çavuş ile tanışmıştım ra.

  16. EDİRNE-UZUNKÖPRÜ Yıl 1995. Ramazan ayında orucumu iftar etmek için yine Çakır Usta’nın Meyhanesi’ne geldim. Yanda Karaoğlan’ın Çayocağı var. Baktım yerde sürünen bir İnsan. Kimdir bu? diye sordum; KIRIK dediler!!! Kimbilir kaç yıldır yerde sürünerek ilerleyen bu adamın lakabı olmuş KIRIK. Hz.İsa as benim Dostum, ilk karşılaşmam belki 1978 yılında bir Rüyet ile oldu, BABA diye Kuzu gibi meleyen/yakaran bir sesle benim için ALLAH’a cc Dua etmişti. Sonrasında 1984 yılında Kadir Gecesi ben bedenen ölü ve Ruh olarak Diri olduğum halde Göklerin Mekekutu içinde Kuran-ı Keri okurlarken Beşiktaş-Vişnezade Camiinde yüzyüze görüşmüştüm… Ama Edirne-Uzunköprü Ergene Oteli’nde Kitab-ı Mukaddes’i de Kuran-ı Kerim ardından baştan sona okuyup tefekkür ederek yakinen iman etmiş olduğumdan olağanüstü metafizik olaylar benim hayatımın rutinleriydi. Örneğin, yolda giderken yakındaki bir Kabir Ehli Veli ayağa kalkar beni Selamlayıp kendi kimliğini tanıtırdı; isteği üç İhlas bir Fatiha bize de oku!!! Böyle tanışırdık çoğuyla ama yerde sürünen bir İnsan benim kültür kodlarıma ters!!! ) KIRIK için de Lazar gibi dirilip ayağa kalkması için gereğini yapıp Haham’a yani Tabib’e sevk lazım geldiği halde bir Yeşil Kart çıkartamamış KIRIK; çünkü Roman olduğu için vesikalık fotoğraf çekilecek parası olmadığı gibi hiçkimse de vermemiş!!! Ben askerdim, tabip asteğmen; “Komutan” derlerdi Uzunköprü ahalisi bana. Elimi cebime attım ve Napolyon’u uzattım KIRIK’a; git vesikalık fotoğrafları çektir, Muhtar Yeşil Kartını çıkartsın, yukarıdaki Sağlık Ocağı’ndan Trakya Üniversitesi Fizik Tedavi’ye sevketsinler!!! deyip ilgilileri de tenbihledim.
    Aradan aylar geçmişti, birgün iki metreye yakın uzun boylu yakışıklı ve grand tuvalet bir Beyefendi; “Sağolun Komutanım!!!” dedi. Baktım, tanımadım. Bunun üzerine; “Ben KIRIK!!!” dedi!!! Şok oldum!!! Mezarlarından kalkan sayısız ölülerle gerçekte Diri Şehid veya Velilerle konuştuğu halde korkmayan ben bu Mucize karşısında iliklerime kadar haşyetle doldum!!!
    Tezkere aldım, askerlik görevim dolup terhis oldum; Balıkesir’deyim, yıllar hızla akıp giderken bir akşam Rumeli TV’de grani grani çalan bir klarnet dinledim, sonra Rumeli türküleri söyledi Sanatçı. Demez mi; “Bu akşamki konserimi Uzunköprü’de beni ayağa kaldıran Komutan Doktor Asteğmen için okudum!!!” Gözlerim doldu; KIRIK’tı bu Roman Müzisyen!!!…
    KIRIK benim Hz.İsa’ya as olan imanımın yaşayan bir mucizesidir!!!…

  17. SİMYACI Latin Yazar Paulo COELHO ile meşhur oldu, lakin tarih boyunca takipçileri olan bu gizem meskeğini en iyi kitaplaştıran ise Titus BRUCKHARDT ile onun “Simya” adlı eseridir. Bizim bir arkadaşımız var, ismi Hans von AİBERG namıyla maruftur. Aslen Elazizli olup Danimarka ile aile bağları da olsa gerek. Mütevazi bir insandır. İstanbul medyasından uzaklaşarak yerleşmek üzere Balıkesir topraklarını tercih etmiştir. İlk adımını Sındırgı ilçemize atmış, sonrasında Balıkesir Merkez ve nihayetinde Altınoluk istikamet. İlk tercihi Sındırgı önemlidir; zira ahalisi kozmik zekaya sahip olup benzersizdir, belki içme sularındaki Becqerel seviyesi maksimum oluşuyla ilintili bir durumdur bu. Prof.Dr.Bahri SAVCI, Prof.Dr.Turan AKINCI, yazar Gültekin AVCI, sinema yönetmeni Fatih AKSOY ile hepsinden önemlisi BİLGE DEDE İsmail ÇAKIRHAN Sındırgı’lıdır!!!… Bilge Dede gerçek bir Simyacı’dır; onun Simya deneyleri canlı birer hatıra niteliğinde dillerdedir!!!… Size bir örnek anlatayım…
    Bilge Dede’nin Sındırgı’da altın ticareti yapan arkadaşının bir sarraf kuyumcu dükkanı vardır. Arkadaşı güneşli bir günün sabahında dükkanını açar, ışıl ışıl cam vitrinini altın ve bileziklerle doldurup süsleyerek siftah için müşterilerini beklemeye başlar. Ve ilk bayan grubu kuyumcu dükkanına doğru yönelir. Fakat tam dükkana yaklaştıklarında yol değiştirip farklı bir yöne doğru uzaklaşırlar. Sonra başka bayanlar gelmektedirler; ne var ki onlar da yaklaşınca kirişi kırıp uzaklaşırlar. Kuyumcu bir anlam veremez. Daha sonra üçüncü bir düğüncü grubu da dükkana yönelmişken girmeyip uzaklaşınca kuyumcu “Allah Allah!!! ne var acaba, niye böyle?!” deyip dışarı çıkınca kapı yanında altın vitrini önünde çırılçıplak soyunmuş sadece kısa şortuyla güneşlenen sakallı bir ihtiyar keyifli bir gülümsemeyle kuyumcuya bakmaktadır; Bilge Dede İsmail ÇAKIRHAN Hoca!!! Bilge Dede sabah Güneş ışınları altında ve ışıl ışıl altın vitrini önünde yansıyan ışıklar cümbüşü içinde önce bronzlaşacak sonra da altına dönüşmenin simyası peşindedir!!!…
    Aslında Bilge Dede’nin yaptığı Güneş vaftizi Anglosaksonların bebeklerini altın reni safran suyuyla vaftiz ederek “brilliant, shy, sparkling eyes!!!” bir ten rengi elde etmelerinin geç dönem pratiğinden başkaca birşey değildir!!!…
    Ruhun şad olsun Sevgi İnsanı Bilge Dede; yolun ışıklar içinde olsun Salat-ı daim’in gibi…

  18. Albay HÜSEYİN HİLMİ IŞIK ile bir anımı paylaşayım. 1977-8 yılında “Ashab-ı Kiram” adlı kitabını okumuş 11 yaşlarında bir çocuktum; yazara mektup gönderip tebrik ettim. Balıkesir’de Işıkçı diye bilinen Oruçgazi Muhtarı kırtasiyeci Turan Ağabey bana Hüseyin Hilmi IŞIK’ın selamlarını getirdi bilmukabele; niye mektup yazmayıp şifahi bir mukabelede bulunduğunu sorunca ” SAKINCALI” olduğumu beyan etmiş Albay Hüseyin Hilmi IŞIK Bey. Bu Cemaat Van’lı Abdülhakim ARVASİ merhum Nakşi tarikine mensuplar; içlerinde İsmail YAĞCI, Mustafa Necati ÖZFATURA, Rahim ER gibi Hak Dostlarının bulunduklarını bilirim. TC Stalinist düzeni değil 11 yaşında daha ben ilkokulda öğrenciyken Ali Hikmet Paşa ilkokulu Tiyatro-Kültür salonunda saat 10.00 ayarlı yerleştirdiği bir saatli bomba koltuğuna beni Kayabey İlkokulundan getirip özel olarak oturtmuştu!!!…

  19. KRİMİNOLOJİ Tıp açısından bir Adli Tıp konusu olduğu kadar da Psikiyatri’yi ilgilendirir. Polis Teşkilatı Hırsızlık Masası tecrübeleri gösterir ki hırsızlık suçunu işleyen temadiyet arzeder, yani tekrar çalar. Tekrarlayan çalmalar bir Kleptomani vakası olarak hem Adli Tıp hem de Psikiyatri’nin ilgi alanlarına girer. Fakat tecrübeli Polis yeni hırsızlık vakasını eski hırsızların izi üzerinden yakaladığı gibi aynı sokaktaki hırsızlıkların da hep aynı tarafta ve birer ev atlayarak gerçekleşeceğini de bilir. Bilgenin hikmeti veya FBI Akademisi ise bunun Street, Way değil de hep Avenue cihetinde olduğunun da ayırdındadır; farkındalık maksimize olur. FBI Akademisi cinayet suçlarında da katilin daveanıl özellikleri hususunda en az bir Adli Tabip ve Psikiyatr kadar bilgilidir. Çünkü paranın izini sürmek cinayeti aydınlatmaya yetmez. Muhtemel katilin Psikiyatri uzmanını arar, şüpheli katilin drog bağımlılıkları sorgular, uyuşturucu kullanımını araştırır. Katilin bir profesyonel mi yoksa maktülün adi bir cinayete mi kurban gittiğini anlamaya çalışır; eğer bir profesyonel katil sözkonusuysa Adli Tıp uzmanlığı ile danışarak çalışır, iz bırakılıp bırakılmadığını ve izlerin silinip silinmediğini, cezai indirimin öngörülüp öngörülmediğini ve bunu öngörebilecek meslek kategorilerini değerlendirir; otopsi bilgileri yanındadır. Komplike hatta sofistike vakaların altından Kuzuların Sessizliği’ndeki gibi bir Dr.Frankeshtein çıkabileceğini öngörür. Benim yaşadığım bir tecrübeyi aktarayım. 2012 yılı Ağustos ayında geçici görevle yazları yoğun bir tatil kasabamızda görevlendirildim, Ramazan ayıydı. İl Sağlık Müdürümüz daha sonra FETÖ itirafçısı olup meslekten atıldı. Keza Büyükşehir Belediye Başkanımız da AKP tarafından görevi sonlandırıldı. İlçe Müdiremiz 112 nöbetlerini gönüllü kabul edip Ramazan ayını sakin geçirme mutabakatımızı aleyhime kullanıp Ramazan ayında da sözkonusu geçici görevlendirmeyi yaptı; bunun üzerine yine FETÖ’den ihraç edilip İstanbul’da Cezaevine konulan Kaymakam’a itirazım sonuç vermedi. Bu olaydan önce de İl Merkezine 100 kim gidip geldiğim için tayinim yapılmadığı gibi yine ka oyunda FETÖ sempatizanı bir Başbakan Yrd. tarafından gönderilen Muş’lu bir tetikçi tarafından otelim basılmıştı. MİT’i konudan haberdar ettim. Bunlardan önce de eski bir Polis ve köşe yazarı beni Twitter adresinden “profesyonel bir kafa karıştırıcı!!!” diye itham etmişti. Ve Ramazan ayına geldiğimizde de geçici görev yerim olan yazlık kasabada bir provakasyona uğrayacağım duyumlarını alınca güvenebileceğim MHP İlçe Teşkilatı mensuplarını bilgilendirip tedbir almalarını rica ettim. Gün gelip çattığında muayene odama giren her hasta dışarıda bir provakasyonun başlatılacağı yönünde beni ikaz ettiler. Ve nihayet Ramazan iftarına doğru tam ikindi ezanları okunurjen mesai bitimine beş kala provakasyon koptu!!! Neticeten hazırlıklı geldikleri cep telefonu kamerasıyla bir kamereman da çekimlerini yapmaktaydı. Olay Çarşamba günü vuku bulmasına rağmen sadece Doğan Medya Grubu Kanalları sonraki günlerden haftabaşı Pazartesi akşam Anahaber ekranlarından beni ilk haber olarak ardı ardına vermeye başladılar. Zaman gazetesi muhabiri C.Başdavcılığı’na, İlçe Belediyesi Basın bürosuna faks çekerek şahıs çok önemli biri olduğundan olay planlıdır, diyor elyazısında!!! Mehmet Ali BİRAND Hawai tatili dönüşü NTV’den bu habere değinip Türkiye’de olsaydım buna izin vermezdim, bu habercilik değil! dedi. Ve Mehmet Ali BİRAND öldü!!! Yayınlanan cep telefonu kayıtları delil sayıldı. Ramazan ayında Açlık Kan Şekeri kaydım delil sayılmadı!!! Hakimler terfi mi etti yoksa meslekten atıldılar mı; bir bilgim yok bu konuda. Sonuçta ben tekrar tekrar cezalar aldım; Prof.Mahir KAYNAK gibi belge bana mektupla gönderilmiş demeyi bilmediğim! için gizliliği ihlal sebebiyle. Kaymakamlık muhakkiki ve Bölge İdare Mahkemesi oybirliği kararıyla Memuriyetimin gizliliği ihlalde masumiyeti tescil edildiği halde memuriyetim cezayı artırıcı kılındı. Mahkeme masrafları, Vekalet masrafları, indirimsiz talep edilenin tümü tazminat cezaları yanısa paraya çevrilen hapis cezaları vd. ile ben kaderime boyun eğmek zorunda kaldım. Necip Fazıl KISAKÜREK’in “Reis Bey” adlı eserinin sinema filmi gibi.

  20. Çağdaş Dr.FRANKHESTEİN örnekleri sadece Psikiyatrlar değildir. Sırbistan adına Bosna Hersek katliamını planlayan yöneticiler Psikiyatri uzmanı doktorlar olduğu kadar Din Adamları sınıfıydı da!!! Amerika Birleşik Devletleri’nde örneklerini bolca gördüğümüz “Religion is his bussiness” olan profesyonel din adamları Vaizler de vaazını dinleyen Cemaati ya da Cenaze başında yahut Hutbe veya Vaaz Kürsüsü vesilesiyle mikrofonu ele geçiren mikrofon sapıkları adeta kendileri öte dünyanın kaptanı dinleyenleri ise birer zombi gibi stand up profesyonellerine taş çıkartan tumturaklı birer söz sihirbazı olarak bilinçaltlara üfleyen hipnotizmacılar olarak çağımızın en etkili Dr.Frankhestein’larıdırlar. Üstelik bunların finansörü de bizzat o halkın bağışları yahut vergileriyle ödenen maaşlarıdır.

  21. Türkiye Darül-Harp midir, Darül-İslam mı tartışmaları arasında geçti gençliğimiz! Prof.Haydar BAŞ’a yönelttiğimde bu suali yıl
    1983’tü; bu fıkhi soruya siyasi bir cevap vermişti; “Ne Darül-Harp’tir, ne Darül-İslam; Darüs-Sulh’tür!!!” cevabını vermişti; Abdullah AĞAR da Haseki’deki o akşam sohbetimizde konuklardan biri olabilir. Bu sohbetin üzerinden tam 35 yıl geçti; iktidarda Recep Tayyip ERDOĞAN var ve o günkü Org.Kenan EVREN nizam ve koşullarından pek de farklı değil.
    İslami bir mücadele verdik; sonuç Dünya İslam Alemi çapında tam bir fecaat! Tefessüh etmiş bir ahlak, Cahiliyye devrine rahmet okutacak bir enformatik cehalet, doludizgin zulüm ve zarar düzeni tüm İslam Aleminde egemen!
    Cenabu Hak Teala “Sizi sınamak için farklı ümmetler kıldık!” buyurur. Siz olsaydınız Arz’a ve Cennetlere hangi ümmeti yönetici yapar varis kılardınız?! Müslümanları mı, Yahudileri mi yoksa Hristiyanları mı?! Bu sorunun cevabı Allah’ın cc arzı geniş; nereye hicret etmek isterdiniz?! sualinin de sufle edeceği yanıttır!!!
    Artık ne Büyük Doğu, ne Diriliş, ne İcmal, ne Sızıntı ne de İktibas!!! Sözün bittiği yerdeyiz!!! Hz.İsa as buyuruyorlar ki; “İnsanoğlu Yeryüzü’ne indiğinde, acaba iman bulabilecek mi!?”
    2021 Yılbaşı ile Dünya’da yeni bir şafağa uyanacağız; Hz.İsa as “Dağlara hicret edin!!!” diye tavsiye ediyor. Avusturya, İsviçre, İtalya, Fransa Alpleri gibi; Norveç fyordları, Yunanistan Adaları, İspanya ve Fas, Göronland, Mekadonya, Arnavutluk, Karadağ…

  22. Türkiye’nin en zengin pul kolleksiyoneri olduğum söylenirdi; tüm kolleksiyonumu karşılıksız olarak İzmir’li Mühendis bir arkadaşıma hediye edince piyasası da çöktü ve pul kolleksiyonerliği de tarihe karıştı. Pul kolleksiyoneri olduğum kadar saygıdeğer ilim adamlarıyla mektuplaşmalarım sonucu bir o kadar zengin tebrik ve kart kolleksiyoneriydim de. Ord.Prof.Dr.Fahrettin Kerim GÖKAY, Ord.Prof.Dr. Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU, Ord.Prof.Dr.Sadi IRMAK, Ord.Prof.Dr.Süheyl ÜNVER henen aklıma geliverenlerdendir…

  23. Profesör Orhan HANÇERLİOĞLU 1983-4 yıllarında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Öğretim Üyesi idi ki beni Melekut kendisnden haberdar etti; “Profesör HANÇERLİOĞLU’nun Mason olduğunu ancak Mason Cemiyeti tarafından dışlanarak uykuya yatırıldığını!” söylediler. Ben de hemen harekete geçip bir ulak arkadaşı Profesör Orhan HANÇERLİOĞLU’na “Selam” ile gönderip hakkındaki malumatımı ilettim. Talebim Profesör Orhan HANÇERLİOĞLU’nun sözlerimin doğruluğunu tasdik ederek tebliğ ettiğim “ŞERİAT” hususunda bana imanıydı; hiçbir karşılık beklemediğimi de vurguladım. Evet, Ptofesör Orhan HANÇERLİOĞLU bana inandığını ve tasdik ettiğini ifade etti. Nitekim Profesör Orhan HANÇERLİOĞLU telif ettiği eserlerinde “ŞERİAT” konusunda tam bir hak teslimiyeti ile hareket etmiştir. Tarihe bu anekdotu not düşmek bir hakşinaslık olacaktır.

  24. Profesör Emin IŞIK da fani ömrünü ikmal edip nehrin öte yakasına geçti. Tabutu üzerindeki Mevlevi Şeyhi sikkesine gözüm takıldı, tabutuna dar geldiğini gördüm. Zincirlikuyu yerine Bakanlar Kurulu kararıyla bir Mevlevi Dergahı haziresine defnedilseydi, sandukası üzerine koymayı arzulardı gönlüm… Rahmetullahi aleyh.

  25. TV ekranlarından izliyoruz. Aralarında sadece derece farkı bulunan bir histerik kadın gördüğü başörtülülere “karafatmalar!” diyerek bilinçaltını projektil tarzda kusuyor. Böyle bir görüntü vizyona girdiğinde de mutlaka eli çükünde kısa pantolonlu sol vokalistler fonda beliriyorlar. Şizofren eşlerden biri hastaysa hastalık diğer eşe de sirayet ettiği gibi bu histerik cinsel tatminsizlerin eşleri de muhakkak histeri sarasına düçar oluyorlar. Eşlerinin ardında vokal yaparak beraber salya akıtıyorlar. Dikkatimi çeken bir husus da bu histeriklerin hiçbirinin cinsel cazibelerinin olmayışı, çirkinlik abideleri olmaları. Erkeklerinin de cinsel iktidarsız olmaları pek muhtemeldir. Zira emir-komuta zinciriyle işleyen bir cinsellik zemini bulunduğu aşikar. Alkolizm, hipospadi, yaşlılık gibi faktörler de varsa işin cabası. Görüldüğü üzere konu gerçekte bir Dr. Direksiyon sorunu!!!

  26. Toplumun içinde sıradan yaşayan biri olarak şöyle bir vatandaş tipolojisiyle karşılaşıyorum. Kültürünü internet ve youtube izleyerek malumat bombardumanına maruz kalmış, hacı-hoca vasıflı kişileri eleştirerek dinden sıtkı sıyrılmış, sadeleşme çabası içinde olmaya çalışsa da günde beş kez hacı-hoca dedikodusuyla bir nevi ibadet itminanı peşinde ortalama bir güruhtan sözediyorum. Eleştirilerinin içeriği açısından eğitim ve kültürü profesyonel bir sosyoloji analizini içermiyor, siyasal bir bilinç hiç değil, birey yahut toplum psikolojisine ilişkin bilimsel bir yorum da değil! Peki ya nedir, bunca gevelenmekte olanlar, nasıl bir barsak gurultusudur! İşte zurnanın zırt dediği yer de burası; bu safralar, bilinçaltı kusmalardır ve psikiyatrik deşarjdır. Toplum işte böylesine marazi bir halet-i ruhiyye ile ihtilaçlar içindedir. Ne yazık ki terapiye yani ıslaha dair pek bir seçeneğimiz de kalmış değildir. Toplum içerisinde ulaşılabilir hiçbir irşad ehli yoktur. Deccal ilan edilen Fethullah GÜLEN kadar etki edebilecek bir vaiz dahi bulunmuyor maalesef ve maatteessüf…

  27. İnsanları niçin yargıladığınızı hiç düşündünüz mü!? Niçin yargıladığınıza ayna tutmak isterim. Sizi ne için ilgilendirir de bir başkasını yargılama ihtiyacı hissedersiniz!? Bu dürtünün güdüsü nedir? Örneğin, ben istifa edeceğim! dediğimde otomatik şu refleks yanıtla karşılaştım; “ne çok istifa ediyorsun!”. Sana ne, senden izin mi almam gerekiyor, seni niye enterese etti! Aslında onu yargılamaya iten bilinçaltı refleks mekanizması benmerkezci korunma içgüdüsü! İşsiz kalıp benden birşey istersin! korkusu; “bak istifa edip işsiz kalırsan benden birşey isteme haa!” tedirginliğinin refleks tepkisi… Ben bu reflekse “düşüncesine konan sineğe mandanın kuyruk çırpması!” diyorum.

  28. Tıbbiye öğrencilik yıllarında Kadın Doğum Kürsüsünde bir ihtisas öğrencisi asistan vardı; kafa yapısı ampul şeklindeydi. Belli ki doğum esnasında forceps kullanılmış ama bebek doğduktan sonra kafası elle şekillendirilmediğinden bostan şeklinde kemikleşmiş. O asistanı niçin Jinekoloji ve Obstetrik ihtisasını tercih edişini hissedip anlayabiliyorum. Eğer o ihtisas dalını seçmemiş ve de görünmeyen bir hastalığı olsaydı o alana yönelirdi. Niçin bu ihtisas tercih ettikleri sorulduğunda muhtelif yanıtlardan biri de bu türden öznel sebeplerdir. Psikiyatrlar da böyledir. Gerçekte bilinçaltı virüsleri tarafından enfekte kimselerdir; bilinçaltı virüslerin yol açtığı konfli, kompleks, şizoidi ve şizofreniye musallattırlar. Fakat meslekleri gereği önlerine gelene bu teşhisleri yapıştırmaya tereddüt göstermezler; adeta doğumsal kalça çıkığı bir topalın tüm toplumdan intikam alma hissi gibi marazi bir adalet duygusu, kompensasyon mekanizması. Psikiyatrlar da hafakanları, paranoyaları ile yaşamaya mahkum kimselerdir. Psikiyatri danışman hekiminize problemlerinizi açtığınızda sesi normal insan sesinden başkalaşıp robotik mekanize bir sonunda dönüşüp duygusuzlaşır. Elbette “haa siktiiir!!!” şeklinde insani bir reaksiyon vermesi beklenmemelidir. Fakat o robotik psikanaliz sesi de neyin ifadesi!? Belli ki bu bir otomasyon; objenin yani danışanın şuuraltına hitabeden hipnotik amaçlı bir telkin tarzıdır bu. Hasılı derim ki; bütün bu triplere alet olmamanın yolu doğal üslubumuzu korumaktan geçer, iletişimimiz organik yöresel ağız tadında olmalıdır. Özay Gönlüm gibi… Sağlık budur.

  29. Toplumun siyasi, elit, sol ve medyatiklerinde bir “karı dalkavukluğu, vıcık vıcık kadınlar övgüsü” öyle rahatsız edici ki üzerine düşünmeden edemedim. Bu tiplerin kadın övgüleri in altında yatan sebep ne ola ki!? Profesör Doktor Ayhan SONGAR Hocamız “alkolikler gerçekte gizli birer eşcinsel olduklarını” savlayan bir teze sahipti. Alkol malum beyinin Cortex kontrolünü inhibe ediyor. Süperego denetimi ortadan kalkıyor. Benim beşeri gözlemlerini göreyse sigara yalan söylemeyi, alkol de zinayı beyinde serbestleştiriyor ve kişiyi rahatlatıyor. Kadın övgücü tiplerin de eşlerini aldattıkları için böyle bir psikolojik yansıtma mekanizması içinde olduklarını düşünüyorum. Evli olup da başkalarına yönelen bir erkek için bu son derece anlaşılabilirdir, zira Aile kurumunu böylelikle koruyabilir. Eşinin kadın övgüleri mi işiten bayan da böylelikle tüm iltifatları resmen üzerine alacağı gibi eşinden de asla kuşkulanmaz, zira eşinin son derece centilmen bir beyefendi olduğu herkesin ortak kabulü olup ne mal olduğunu bilen sırdaşlarının dışındaki toplum kesimlerine konsensüs ile onay alır. Benim gözlemlerini göre de herkese karşı yumuşak nice nezaket erbabı, centilmen yaşlı başlı saygıdeğer hocaların ibne olduklarını bugün çocuklarının dahi bilmedikleridir. Bu Dünya tiyatrosu bir maskeli balo!…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.