Ana Sayfa > Köşe Yazıları > Entelijansiya/Portreler: Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cemil Meriç, Mehmet Akif İnan, Alaaddin Özdenören

Entelijansiya/Portreler: Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cemil Meriç, Mehmet Akif İnan, Alaaddin Özdenören

entelijansiya11

NECİP  FAZIL KISAKÜREK

Necip Fazıl Kısakürek’i sağlığında yüzyüze tanımadım, kitaplarının tümünü okudum. 1985 yılıydı sanıyorum Doçent Ali Çaksu’yla Eyüp Sultan’daki kabrini ziyarete gittik, bir Bayram sabahıydı. Necip Fazıl Bey’in kabri yakınlarında Mareşal Fevzi Çakmak’ın da kabri var, o taraftan ufak tefek bir Zat yaklaştı bize, Selam verdi, Kendisini tanıttı; ‘Küçük Hüseyin Efendi’ derler bir Şeyh’miş. Fatih Sultan Mehmed Han’ın Türbedarı Amiş Efendi’yle de tanışmıştım ama bu Zat Amiş Efendi’den de kısa boylu. Biz aramızda sohbet ederken bir de baktık ki; Necip Fazıl Kısakürek’in benzeri birisi de kalabalık bir Aile içerisinde yokuş yukarı bize doğru gelmekteler. Meğer Necip Fazıl Kısakürek’in Oğlu Ömer Kısakürek, Mehmet Kısakürek, Sedat Kısakürek ve Valide Hanım Neslihan Kısakürek ile Kısakürek Ailesi’ymişler. Müşerref olduk, Küçük Hüseyin Efendi miydi O Zat diye sordular!!!…

Necip Fazıl Kısakürek’in tüm çevresini tanıdım; her birini isim isim saymayacağım, o kadar çok ki!… Ahmet Kabaklı’yı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde tanıdım; güleryüzü ve tevazuu ile gerçek bir El-Aziz’liydi!… Mustafa Yazgan’ı Karamürsel’deki evinde ziyaret ettim; hasbi ve güzel bir Ayntab’lıydı!… Profesör Muhammed El-Harb dahi Necip Fazıl Kısakürek’in bir talebesi kabul ediyordu Kendisini; aslen Mısır’lıdır!… Necip Fazıl Kısakürek’in sadık izcisi Salih İzzet Erdiş’in (Mirzabeyoğlu) bana söylediği bir tesbiti buraya aktarmak isterim; ‘İslami kesimde çıkan her edebiyat dergisi bir öncekine ihanetin ilamıdır ve hepsinin menşei Büyük Doğu Mecmuası’dır!’.

 

SEZAİ  KARAKOÇ

Sezai Karakoç ile Laleli Koska’daki Kıraathane’de tanıştım 1983 yılında, Tercüman Gazetesi’nin ‘Pehlivan Tefrikacısı’ Murat Sertoğlu da aynı Kıraathane’de nargile içerdi:)

Sezai Karakoç’un Diriliş ekolüne ait tüm eserlerini okudum; Ruh ile kaleme dökülmüş, nakış nakış işlenmiş görürüm eserlerini!… Sezai Ağabey’e hürmet ve muhabbetim bir Ermiş nazarıyladır!!! Çağımızın Mevlana’sıdır!!! Diyarbakır Ergani’lidir Sezai Ağabey.

Sezai Karakoç’un tanıştırdığı bir Diriliş neferi var ki adını zikretmeden geçmek vefasızlık olur; Kamil Eşfak Berki, Yalova’lı, Mecelle Şarihi Ali Himmet Berki’nin torunudur; diye takdim etmişti Sezai Ağabey. Diriliş emekçisi!!!

Sezai Karakoç mümini olduğu davasına ölümüne sadık bir İnsan. Kabe-i Muazzama’da dualar ettim Sezai Ağabey için El-Muizz olan Zat’a!!!… Bediüzzaman Said-i Nursi, Hasan El-Benna, Abdülkadir Al-Avdeh, Profesör Seyyid Kutub, Ebul-Ala El-Mevdudi, Dr. Ali Şeriati, Hafız Abdüssamed, İmam Humeyni ve daha niceleriyle Kabe’de Diri olarak yüzyüze gelmişsek Diriliş ekolünün bu Ruh işçisiyle de dua ettiğim Makam-ı İbrahim’de görüşeceğimize inanıyorum İnşaAllah.

 

NURİ  PAKDİL

Nuri Pakdil’i 1987 yıllarında Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki odasında ziyaret ettim, DPT Mescidi’nde namazdaki Huzur’unu temaşa ettim. Nuri Pakdil kor gibi bir imanın sahibi; klas bir İnsan!!! Hz. Muhammed sav ile müşerref olsanız Efendimiz’in asaleti, sükutu ve vakarı karşısında da aynı radikal iman kalesini görürsünüz!!!…

Nuri Pakdil hakkında söz söylemeye daha ehliyetli ve yakın olan kimseler var; Profesör Beşir Atalay, Sezai Uğurlu, Fatih Yurdakul gibi…

Edebiyatı hakkında da söz etmek benim haddim değil; ancak Enis Batur ile bir sohbet esnasında ben sormuştum Enis Batur’a Nuri Pakdil hakkındaki düşüncelerini; ‘türkçeyi en iyi kullanan yazar’ diye bahsetmişti.

 

CEMİL  MERİÇ

Cemil Meriç’in ne büyük bir entelektüel olduğunu en iyi Kızı Profesör Ümit Meriç bilir herhalde; gözlerinin ışığını kitap okuyarak bir mum gibi eriten Aydın için ne denilebilir ki!!! Cemil Meriç’in Üsküdar Yeni Valide Camii’nde cenaze namazına iştirak edebildim sadece. Sağlığında 1983-4 yıllarında Ruhani bir diyaloğum oldu sadece Melekut vasıtasıyla; ‘Göklerin Melekutu’nun hep Ak Sakallı olduklarını ve Cemil Meriç’in de sakal bırakmasını!’ istedim. Kızı Ümit Meriç’in de tesettüre girmesini talep ettim. Melekut bana mesajın iletildiğini söylediler; ‘reaksiyon ne oldu?!’ diye sordum. Cemil Meriç’in herhangi bir yorumda bulunmadığını, Kızı Ümit Meriç’in ise ‘ne enteresan, değil mi Baba!’ diye reaksiyon verdiğini bildirdiler.

 

MEHMET AKİF İNAN – ALAADDİN ÖZDENÖREN

1980-90 arası yıllardı, Tarihçi Mustafa Müftüoğlu’nun tavsiyesiyle Ankara’daki Necip Fazıl Kısakürek’in talebelerini ziyarete gidip geldim. Ankara Balgat’taki Fen Lisesi lojmanlarında Mehmet Akif İnan’ı ziyaret ettim evinde; Aladdin Özdenören de alt kattaydı ama Felsefe öğretmeni Alaaddin Özdenören’in kafa kıyak olduğundan akşamdan kalma olup durumu müsait değildi ve tanışmak emeklilik sonrası Balıkesir’e yerleşmesiyle mümkün olabildi. Alaaddin Özdenören’e Balıkesir’i bira ara danışmanlığını da yaptığı Turgut Özal tavsiye etmiş, ‘bana Turgut Özal bahsetti Sen’den’ demişti. Mehmet Akif İnan aslen Urfa’lı, iman ve gönül adamıydı. Kendi ifadesiyle; ‘Necip Fazıl’ın mahrem Dost Meclisi’ndenim; Üstad Ankara’ya gelince önce bizi bulur, böyle nitelendirirdi!’ diye anlattı. Mehmet Akif İnan ikramperver bir İnsandı; herhalde aşçılık hüneri de olmalı ki bana mutfakta Kendi yaptığı ‘baklalı etli enginar yemeği’ ikram etti, nefis bir lezzeti vardı!!!

Alaaddin Özdenören Rasim Özdenören’le ikizler.  Alaadin Özdenören hep ayyaştı fakat bir o kadar da vefalı bir Arakadaş’tı! Balıkesir Devlet Hastanesi’ne beni defalarca ziyarete gelmiş ve her defasında da bulamayıp kilometrelerce yürüyerek evine geri dönmüş!!! Birgün evimdeki telesekretere biri not bırakmış, ingilizce konuşarak karşılayan telesekretere biri; ‘I am good!’ diyor, ödüm patladı, bu da ne yahu!!! diye tekrar tekrar dinledim:) Alaaddin Özdenören’le görüşünce söyledi; evini aradım, ingilizce telesekreter çıktı!!! deyince konu anlaşıldı!!! Alaaddin Ağabey’in kafa kıyak tabii, ingilizce konuşmaya çalışmış; ‘Ben iyiyim!’ diyor:) ‘I am good!’…

Hiç unutmam, birgün Balıkesir’de Alaaddin Özdenören’le yürüyoruz; bankamatikten emekli aylığını çekmek için benden yardım istedi. Dedim; ‘Abi, Senin kafan kıyak, bu şifre filan ister; hatırlayamazsın şifreni!!!’ deyince bana kararlı bir şekilde dedi ki; ‘Şifremi asla unutmam!!! Şifremi unutmam mümkün değil!!!’.  ‘Nasıl yani?!’ dedim. ‘Derin bir nefes çekti ciğerlerine;  1514 dedi!!!’. ‘Emin misin?!’ dedim; ‘Tabii eminim!!!’ dedi Alaaddin Özdenören; ‘Çaldıran Zaferi!!!’ demez mi:) ben güldüm; O’nun da göz küreleri kaydı ve muzip gülümsemesiyle hafifçe güldü:)

Alaaddin Özdenören anlattı, Balıkesir Bahçelievler’de sel basan evinde sohbet ederken; ‘Maraş’tan İstanbul’a öğrenci olarak gelmişim, Kadıköy tarafında oturan Necip Fazıl Kısakürek’i ziyarete gittim, tanışmaya!’ dedi. ‘Üstad benden dondurma istedi; ben de sokağa çıkıp gördüğüm bir pastahaneden dondurma alıp getirdim!’ dedi. Üstad dondurmayı tadınca fitil oldu, bütün öfkesiyle bana; ‘Biz adamı Maraş’a gönderiyoruz, adam Roma’ya gidiyor; bu ne rezalet böyle!!!’ diyor:)

Alaaddin Özdenören’in evinde oturuyoruz, ikramı gani!!! Televizyon açık, İstanbul Belediye Başkanı Siirt Mitingi’nde konuşurken bir de şiir okuyor; ‘Minareler süngü, Kubbeler miğfer, Müminler asker!!!’… Alaaddin Özdenören kıyak kafayla; ‘atma Recep, din kardaşıyız!’ deyip muzipçe gülümsedi:)… Alaaddin Özdenören’in vefatı üzerine Recep Tayyip Erdoğan Başbakan sıfatıyla Alaaddin Ağabey’le oturduğumuz eve taziye ziyaretine geldi!!!

Alaaaddin Özdenören şimdi evimizin karşısındaki Başçeşme Mezarlığı’nda medfun!!!

Bir garip öldü diyeler

Üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar

Şöyle garip bencileyin…

 

Dr. Ömer Nasuhi Bildik

3 Mayıs 2015

– Haber Lotus –

HLotus

29 thoughts on “Entelijansiya/Portreler: Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cemil Meriç, Mehmet Akif İnan, Alaaddin Özdenören

  1. SEZAİ KARAKOÇ Hakkında!!!
    Sultan Ahmet Camiii’ni yaptıran ve 28 yaşında genç vefat eden Sultan 1. Ahmed ‘Diri’lerden bir Veli Zat’tır. Ahmet Kardeşim 2006 yılında Balıkesir’de ziyaretime gelmişti, zaman zaman görüşür, severiz birbirimizi. Sezai Karakoç için Kabe’de dua ettim; Allah cc Onu Azizlerden kılsın!!! diye bahsettim Ahmet’e. Çok sevindi buna; iyi etmişsin:) dedi, Mona Roza!!! dedi hemen. Okudun mu, biliyor musun, Sende de var mı?! diye sordum; Evet!!! dedi. Sezai Ağabey Çağımızın Mevlana’sı, Büyük Mütefekkir!!! dedim; Evet, öyle!!! dedi. Selam Olsun Tüm Hak Dostlarımıza!!!

  2. AHMET KABAKLI ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi avlusunda tanıştk; öylesine mütevazi bir Edeb İnsanıydı ki eli değil ayakları öpülesi, güleryüzlü bir Aziz İnsandı ra. Oğlu Ozan ESAT KABAKLI ile de CTF Anakapı karşısındaki İkizler Kıraathanesinin bahçesinde sohbet etmiştik. OZAN ARİF’i ise unutmam mümkün değil!!! 1984 yılında İETT CTF durağı çevresinde ayaküstü tanışmıştık; ‘Gardaşım benim Başbuğ’um Cezaevindeyken ben nasıl hür olabilirim!!!’ diye ciğerindem haykırırken yüreğimi dağlamıştı!!! Selam olsun bu HAK DOSTUMA da… 1983-4 yılında Ankara Sıkıyönetim Mamak Askeri Cezaevine ERBAKAN HOCA’ya destek için MSP Davalarına gidip geldim İstanbul’dan. İşte o İST-ANK otobüs seyahatlerimden birinde NEŞET ERTAŞ ile yanyana sohbet ederek Ankara’ya ulaştık. Gönüladamı tabiri yetersizdir bu Veli Zat için ra.

    1. 1991 yılında Berlin Duvarı henüz yıkılmaktaydı; Brandenburg kapısı açılmış Ost Berlin West Berlin’e dahil olmuştu. Anaokulu ve ilkokul pencerelerinde “Kein Kriege Für Öl” Kein Kriege Für Gas” yazılarıyla dolu ve dersler protesto ediliyordu. Ben de büyük miting yürüyüşüne katıldım; ABD-Irak savaşını protesto ediyor, zımnen Irak’ın Kuveyt işgalini onaylıyorduk. Ben TFD Tv’de türkçe yorumlar yapmıştım. Üstad Neşet ERTAŞ beni görünce bir Ozan beni buldu, Selam getirdi, yardımcı oldum. Böyle de bir anımız var.

  3. AHMET KOT ismini bilir misiniz!? İslami kesimi yakından tanıyan biriysem eğer bu camiada hiçbir ahlaki değer unsuru bulunmadığını, insanlık için faydadan ziyade zarar üreten illetli bir güruh olduklarının da hiç kuşkusuz bir tanığıyım. Kokuşmuş ve çürümüş bir medeniyetsizlikten ibaretler. İşte bu entelijansiya yazılarımla hiç olmazsa bazı istisnaların da var olabildiğini dile getirmeye çalıştım. AHMET KOT böylesi bir müstesna şahsiyettir nazarımda. Selam olsun…

  4. İstanbul öyle bir Araf’tır ki; aramakla bulunmaz, bulanlar ise ancak arayanlardır. Karşılaşıp dinlediğim şairlerden bazı isimleri burada not edeyim; ATİLLA İLHAN, HİLMİ YAVUZ, İSMET ÖZEL, ATAOL BEHRAMOĞLU, LALE MÜLDÜR, ENİS BATUR (Şairden ziyade bir entellektüel), HÜSEYİN AVNİ DEDE gibi…

  5. 1983 yılıydı, soğuk bir akşam vakti Laleli’deki Marmara Kıraathanesi’ne Sezai KARAKOÇ ile tanışma ziyaretine gittik. Pehlivan tefrikaları yazarı Murat SERTOĞLU da orada nargilesini tüttürüyordu; ona da saygılarımızı sunduk. Adımı sordu; Seni Er Meydanı’na çıkaracağım, dedi. Olur, dedim…

  6. ABDÜRRAHİM KARAKOÇ ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi önündeki cadde üzerinde ayaküstü 1984 yılında tanıştık, soyismi KARAKOÇ olunca Sezai KARAKOÇ’u sordum, meğer kendisi de şairmiş üstelik tam bir Şeriatçı; sarıldık birbirimize, nitekim 28 Şubat döneminde Şeriatı gizleyerek maaşlarını hakeden Diyanet ezanların seslerini kısarken iki Hak Yoldaşı biz kıyamdaydık Abdürrahim KARAKOÇ ile; ben protesto ile memuriyetten istifa ederken Abdürrahim KARAKOÇ da Akit Gazetesindeki köşesinden Şeriatı müdafaa ediyordu. Cennetmekan ra Mihriban şairi…

  7. 1983-90 arası Cerrahpaşa Tıp Fakültesi anagiriş karşısında İkizler Kıraathanesi bahçesinde karşılaşıp tanıştıklarımız arasında BEKİR SITKI ERDOĞAN ile ESAT KABAKLI hatırladıklarımdan. CAN YÜCEL’i Çengölköy’deki yolüstü çınaraltı kahveden AHMED ARİF’i ise Hasretinden Prangalar Eskittim şiir kitabı ardından Diyarbakır’a gönderdiğim mektup selamımla hatırlıyorum…

  8. Mehmet ŞEKER’in ANZAKLI ÖMER başlıklı yazısını unutamam!!! Hayatımda kaç cephede savaşa katıldım sayamam!!! Fakat bir “zaman gezmeni” olarak 1915 ÇANAKKALE SAVAŞI’nda tam 100 yıl sonra BAKAYA ÖMER olarak Topçu Yüzbaşı ECE AMCA ve SEYİT ONBAŞI Hemşehrilerim gibi topçu neferi olarak katılmak nasip oldu, buna vesile olan da yine bir başka hemşehrim ZAĞANOS PAŞA idi ve madalyamı da 2004 yılında Mekke-i Mükerreme’de Hac töreninde aldım. Buna iki Yozgatlı tanıklık etti; biri ZAĞANOS PAŞA’nın koruması, diğeri de Diyanet Almanya görevlilerinden Mahbesülcin’de göğsündeki Ayyıldız madalyasını bana iliştiren Yozgatlıydı. Oysa TC düzeni beni iftira ile sakıncalı yapmış bakaya suçuyla Çanakkale Deniz Mahkemesinde mahkum etmiş, ayrıca Çanakkale Bozcaada’dan peşime süikast için şok mangası göndermiş tuzak üstüne tuzak kurmuştu. Bense karanlık ve kasırgalı bir denizde Kilitbahir’den Çanakkale’ye geçerken bir dolu mavna yolcunun hayatlarını kurtarmıştım ÇANAKKALE ŞEHİDLERİ DOSTLARIMLA…Ben geçmişte Çanakkale Şehidleri için okumazdım; Şehidler bana niçin okumuyorsun? diye itiraz ederlerdi. Onlara derdim; eğer Onlar Şeriat yolunda Cihad edip zafer kazandılarsa biz niye Cihad ediyoruz?! Öyle ya; Çanakkale geçilmedi 1917 Bolşevik Komunist Devrimine yol açtı, Çanakkale’den geçirilmeyen İngilizler de ardından aynı Boğazları geçerek İstanbul’u işgal ettiler!!! Şehidler bana şunu söylediler; Onlar masumdu, aldatıldılar ama Allah cc için savaştılar, Kuran-ı Kerim okuyarak taarruz ettiler, canlarını verdiler; Allah cc da Onları ŞEHİD olarak kabul etti!!! İkna oldum ve Ruhlarına okudum. ECE AMCA sağlığında beni severdi, O dahi Diri olarak kabri başında bana bunları hatırlatmıştır. Rahmetullahi aleyhim ecmain…

  9. ÜLKÜCÜLER hakkında muhalif kesimlerde şu tür kanaatler hakimdir geçmişten günümüze; “Ülkücü olmanın birinci şartı cahil olmaktır, cahil olmayandan Ülkücü olmaz!” yahut “Ülkücü dediğin kerhaneye de gider, Cuma’ya da gider; Ramazan’da oruç tutmayanı da döver!” gibi… Bu tür menfi kanaatler artık yerini daha hakşinas, müsbet yaklaşımlara bırakmaktadır. Bu algı dönüşümünde TAHA AKYOL, NAMIK KEMAL ZEYBEK, HÜSEYİN AVNİ MUTLU, MÜMTAZER TÜRKÖNE, NAZİF OKUMUŞ, TAHA ALTAYLI gibi Ülkücülerin örneklikleri hiç kuşkusuz müsbet pay sahibidir. Fakat ben bir ÖRNEK ÜLKÜCÜ’den bahsetmek isterim ki O bir “EL-AZİZ” diyarından DR.AHMET TEVFİK OZAN nam bir Arif, Hak Dostu, Gönül Ehli bir Hac Arkadaşımdır. Dönüşümüzde bütün parasını bavul bavul oyuncaklara harcamıştı, sordum; SEBEB EY!!!? diye. “Ülkemdeki çocuklara Beytullah Aşkı ile aşılansınlar!!!” diye cevapladı. Derim ki; “Ey İstikbalin Evlatları Ülkücü Nesiller, işte Senin DEDEN KORKUT!!!”…

  10. Merhum CEMİL MERİÇ Şark milletlerinde bir Theodor NÖLDEKE, Louis MASSİGNON veya bir Henry CORBİN gibi Oryantalistlere karşın Occidentalist yokluğundan müştekidir. Cemil MERİÇ, Nureddin TOPÇU, Dr.Ali ŞERİATİ, Ebulula EL-MEVDUDİ, Prof.Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Ahmed Yüksel ÖZEMRE, Toshihiko IZUTSU, Prof.Seyyid Hüseyin NASR yanısıra başta Türkiye Cumhuriyeti İlahiyat Fakülteleri olmak üzere sayısız değerli emektar ilimadamlarının varlığını inkar edemesek de ben mezkur Oryantalistleri de hocalarımız olarak görürüm; onlar birer LAWRENCE değiller! İlim insanlığın ortak mirasıdır! Ayrıca Prof.Salih AKDEMİR dışında İbranca öğrenimi için kendini perişan eden başka bir mütecessis de anımsamıyorum; Kürşat DEMİRCİ ne vaziyette, bilemiyorum! Dolayısıyla Kitab-ı Mukaddes’e muharref diyerek inanmayan insanların öncelikle Oryantalistler kadar Kuran-ı Kerim’e inanıyor olmaları beklenir ki daha Kuran-ı Kerim gramerine müdrik olanına rastlamadım; örnek Nisa süresi 157. ayette olduğu gibi “MA” edatının sülasi mazi bir fiilin başında manayı “NEFY” edemeyeceğini, ancak muzari bir fiilin başında nefy edatı olarak işlev gördüğünü bilmeyen değil “ŞEHİDİ TEKRAR KATLEDEN KAFİR KATİL KASAPLAR” olduklarını her Ehli Kitap gibi Kıyamet Günü önünde hesaba çekildikleri BAŞYARGIÇ’ın “Aleyhlerine ŞEHADETİ” ile herkes gibi göreceğiz!!! Hüsnü MAHALLİ ne diyor? “Anladıysam Arap olayım!”:)

  11. TRT’nin bordrolu aşıkları olduğu gibi TC Rejiminin de bordrolu milliyetçileri, bordrolu islamcıları, bordrolu solcuları ve bordrolu rejim muhalifleri ve anti-Kemalistleri de vardır. Hiç unutmayınız ki; Hz.İsa as “düşmanınızı sevin!” diye öğretir, benden söylemesi yahut kulağı olan işitsin!!!…

  12. CEMİL MERİÇ merhum ‘Bu Ülke’ gibi kitaplarında; ‘Türkiye’de Sağ kitap okumaz, Sol aydınıyla da Dine karşı önyargılıdır!’ der. Bendeniz ise Dostum Sultan 1.Ahmed Han ile sohbetimizde kendisini şaşırttım; umumen hırsız olarak tecrübe ettiğimi ifade ettim!!! Kanaatimce Sağ’ın sağ elinin kesilmesi gerekir, şüphe yok!!! Sol’un da en imanlısı münafıktır. Hz.İsa as doğruyu söyler; deve iğne deliğinden geçecek kadar dar kapı!!!…

  13. Merhum MEHMET SERHAN TAYŞİ’yi ziyarete gitmiştim ALİ EMİRİ EFENDİ Kütüphanesine. Zamanda girdaba girmişim ki Kütüphane’sinde ALİ EMİRİ EFENDİ oturuyor tek başına; orta boylu, orta yaşta ve masalarının da ortasında tek başına sessizlik içinde oturuyor, tüm bahçeli evin raflarını dolduran cilt cilt kitaplarıyla başbaşaydı. Merhum İSKENDER PAŞA Hz.leri de “Allah cc kılıcınızı keskin eylesin; Allah cc şeddeli Nun sahibi kılsın!!!” diye dualarını bendenizden esirgemediği karşılaşmamızda da böyle zengin kitaplı odasındaydı; Sultan 2.MURAD Han gibi haşmetliydi celadetli bir iman ile gürleyen edaya sahiptiler. Fakat ALİ EMİRİ Efendi sakin biri; beni görünce 9 kez Euzü Besmele çekti, kaybolmayınca ben; tamam şeytan değilsin, buyur!!! dedi:)

  14. ENİS BATUR, İLHAN KUTLUER, LALE MÜLDÜR, KAMİL EŞFAK BERKİ ve daha niceleri; yalınlığı bir hayat tarzı olarak benimsemiş fikir emekçileridirler…Hepsi seyri sülukundaki milyonlarca yıllık değerli taş gibi bambaşka Esma tecellileridirler…

  15. ATASOY MÜFTÜOĞLU’ nun Bursa Konferansını Bursa TV verdi; emeği geçen herkese minnettarız. Konferansında İslam Dünyasından özelinde Türkiye’den bir Filozof olmayışından, referans görüşlerin serdedilemediğinden yakındı. Maksudu Wittgenstein, Habermas, Gadamer, Foucault, Derrida, Noam Chomski gibi çağdaş filozoflar. Ruhunun aradığı Kuran-ı Kerim’in hermönetiği ile yeni bir okuyuş, ibda, diriliş…

  16. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden bir hafta öncesi 6 Eylül 1980 Cumartesi günü Balıkesir’den Konya’ya geldik Akıncılar Teşkilatı ve MSP olarak; “Kudüsü Kurtarma Mitingi” için toplandık. 26 Ağustos 1966 doğumlu olduğuna göre net 14 yaşındayım, 15. yaşıma girmiş bulunmaktayım demek ki!… Manevi ev sahibim Hz.Mevlana benden Müze giriş ücreti talep eden görevlinin önünden beni çekip uçurdu herkesin şaşkın bakışları altında, Kabri önünde durduk. Hocası Şems-i Tebrizi yukarıda kabirler ile pencere arasındaydı ve Hz.Mevlana el pençe duruyor hürmette kusur etmiyordu… Sonrasında Şerafettin Camii içinde Mimar Sinan da yanıma gelip selamladı; “Hoşgeldiniz!” deyip kendini tanıttı. Daha sonra Miting korteji içinde Alaaddin Tepesi istikametinden İstasyon Meydanına doğru yürüyüşe geçtik. Yolun sağ kıyısındaki Birahane taşlama eyleminden sonra koşarak Miting meydanına girdik. Sonraki yıllarda bu Birahane taşlama olayını anımsayıp “Kutsal Saflık” ile taş atmış olmaktan dolayı bir hayli üzülmüştüm ki yıllar sonra İstanbul’da o Birahane sahibi delikanlıyla tanışıp helallik diledim, helalleştik ama vatandaş iflas yaşamış, hayatı kararmış!… Tarihe geçen Miting uzun süre başlayamadı; anonslar, ikazlar ve sonunda İstiklal Marşı’nı biz ayakta okuduk, fakat Doğu Anadolu’dan gelen gerideki bir grubun ayağa kalkmadıkları söylentisi kulağımıza geldi. Sloganlar orijinaldi; “La şarkıyye, La garbıyye; İslamiyye İslamiyye!!!”, “Laiklik ne demek? Şeriatçıyız!!!”, “Kafir devlet, yıkılacak elbet!!!”, “Vur de vuralım, Öl de ölelim!!!”, “El-yevme İran, gaden Turkiya!!!”, “Kulle erdın Kerbela, Kulle yevmin Aşura!!!”, “Akıncılar akında, zaferleri yakında!!!”… İran İslam Devrimi’nin etkisi ve Ruhu “Kudüs’ü Kurtarma Mitingi” olarak her yerde hissediliyordu.
    Ve dönüş saati gelip gurub ile otobüslerimize bindik. Balıkesir’e dönüş istikametimiz üzerinde gece yarısı Bolvadin’den geçmek üzere yönlendirildik; herhalde Afyon yolu tehlikeli görülüp Bolvadin’den de provakasyonlara rağbet etmeyerek yolumuza devam etmemiz istendi ulaklarca. Bolvadin’e girdiğimizde yol kesilmişti ve bizleri İstiklal Marşı esnasında oturduğumuz gerekçesiyle Ülkücüler ellerinde düşmana karşı her türden saldırı aletiyle linç etmek üzere bekleşip ulumaktaydılar!!! Otobüsümüz durduruldu. Sevilecekler şu tarafa, sikilecekler şu tarafa!!! diyen olmadı; içeriye giren bir Ülkücü yakasına yapıştığını yumruklamaya başladı, “Honaz herifler!!!” diye ilk kez duyduğum bir küfür savurmaktaydı. Sonra “küüüüttt!!!” diye bir dibek tokmağı yedi benim sağ yanımdaki cam; buz parça oldu tabii. Hepimizi ayağa kaldırdılar ve hep bir ağızdan İstiklal Marşı okuduk gece yarısı Bolvadin’de. İnanır mısınız, henüz daha geçtiğimiz yıllarda İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Anakapı karşısındaki Yunus Büfe önünde ayaküstü tanıştığımız bir Bolvadinli’ye bu geçmiş hatıramı aktarınca meğerse otobüsümüze girip yumruklayan Bolvadin Ülkü Ocakları Başkanı değil miymiş!!! “SübhanAllah!!!” dedim; “Başkan, şunu bilesin, içimde ukdedir; biz Konya Mitingi’nde İstiklal Marşı’nda oturmamış zaten ayakta okumuştuk!!!” dedim. “Biz biliyorduk!!! Hakkınızı helal edin!!!” dedi. Biliyorduk, deyince Ruhum istiklaline kavuşup kuş gibi hafifledi; özgürlüğü hissettim duygulanarak. “Hakkımı helal ediyorum!!!” dedim. Hakkıdır Hak’ka tapan Milletimin İstiklal….

  17. EDEBİYAT SOHBETLERİ çağdaş yaşamın kurban ettiği değerlerdendir; Aile kurumu gibi, Akraba ve Misafir ziyaretleri gibi… Geçmişte Tekke ve Zaviyeler, Dergah, Hankah, Meşruta ve Küllükler bu tarz sohbetlere ev sahipli yapabilmekteydi. Çünkü Edebiyat Sohbetlerinde konuşulan her ne kadar bir eserde geçen bir beyit yahut efkar olsa da müelliflerinin de dirilip adeta Ruh olarak o sohbetlerde yerlerini aldıkları entellektüel meclislerdi. Çağımızda bilgisayarlar gün be gün gelişiyor; silikon, kuantum derken canlı DNA bilgisayarlarıyla da tanışacağız. Fakat Dr.Ali Şeriati Mezinani’nin değindiği gibi bu tekno-medeniyette bir kurban var; İnsan!!! İşte Edebiyat Sohbetleri bu İnsan denilen çağdaş kurbanın diriltildiği, içine Ruh üfürülüp harlandığı, duyguların canlanıp gözlerin dahi yeşerdiği ortamlardır. Cumhuriyet gazetesinde okumuştum; ekol şair ve yazarlarının çoğunun aynı zamanda çocukluk arkadaşları da olduklarını! Çünkü çocukların bilgisayarlarla formatlandığı (Erdem BEYAZIT Ağabey’in dediği gibi şimdiki çocukların herbiri Antik Çağ’dan kalma birer filozof sanki) indigolar dünyasındayız artık. “Chat” ortamları Edebiyat Sohbetleri’nin yerini doldurabilir mi? Edebiyat Sohbetleri iştirak edenlerin auralarının temas ettiği, tenvir oldukları ortamlar. Kahve, çay, nargile ile tömbeki tüttürülen ortamlar; Piyer Loti, Çorlulu Ali Paşa, Marmara Kıraathanesi gibi. Belki özetle bir Anadolu Meyhanesi gibi; “Adabıyla Rakı ve Çilingir Sofrası” misali.

  18. HİTABET bir sanattır; İmam Hatip Liseleri’nde öğrencilerin İmam nitelikleri kadar hitabet yeteneklerinin de olmasına önem verilir. Fakat son zamanlarda bir “hitabet ağzı” zuhur etti ki beni konu üzerinde düşünmeye sevketti. Bu hitabet tarzı süne zararlısı gibi daha ziyade “müslüman politikacılara” musallat; dikkatli bakıldığında ise “mele’ ve mütref” tabir edilen “kapitalist, firavun ve yobaz” bir müslüman tipolojisi. Hani şu araplardaki çeneden sakal yahut kefiyenin kafaya Fahd tarzı yan oturtuluşu gibi bir “alamet-i farika” ve bir bilinçaltı bir kibir kusmuğu!!! Eskiden mason politikacıları “prolapsus suratlı” oluşlarından hemen tanırdık ya şimdi de kapitalist müslümanların artık firavun “büyük ustalığına” ermiş olduklarının bilinçaltı kibir kusmuğunu bu “amcık ağızlı üslüplarından” ayrımsıyoruz. Nedir bu üslup? Hani biz sıradan faniler PeKaKa derken mensupları PeKeKe diye telaffuz ederler ya; bunlar da “galgaleli” hitap ediyorlar! “Ka” harflerini “ga” şeklinde telaffuz ediyorlar…

  19. Merhum BİLGE DEDE tüm entelijansiya ile ilgiliydi; bal arısı gibi her görüşü dinler, beyninde damıtır ve en son yorumu da genellikle hep aynı olurdu; “bunların hepsi hoş ve de boş!!!”. Entelijansiya notlarıma baktığımda sonuç itibarıyla benim de yorumum budur; “bunların hepsi hoş ve de boş!!!”. Kuran-ı Kerim der ki; “Vel-bakıyatussalihatu ınde Rabbike sevaben ve hayrun emela!!!” (Baki kalan Rabbin katında ancak salih ameller ve hayırlı bir ülküdür!!!”). “Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş!!!” sözü de hoş ve boş!!! Şair Baki böyle buyurmuş!!! Entelijansiya; isimler, isimler, isimler… Shaekeaspeare’in Kral Lear’da olsa gerek, Polonius’un ağzından söylettiği gibi; “Kelimeler, kelimeler, kelimeler Efendimiz!!!”. Tüm söylence ve eylemcelerin/eğlencelerin darası alındıkta baki kalan “ahlak” nedir?! diye baktığımızda gözlerimiz ölü balık gibi boşluğa takılıp kalıyorsa en başta “niyet” sorgulanmalıdır!!! MTTB, MSP, RP, AKP siyasi hayata vakfedilmiş ve dünyevi iktidar anlamında da zirveye ulaşılmış bir hayat; Beştepe Sarayı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, En büyük Havalimanı, muhteşem otoyollar, raylı sistemler… bütün bunların ihalelerinden zıkkımlanan bir sürü aç gözlü haris, milyon dolarlık servetlere ulaşmış bir sürü din kılıklı kapitalist, israfın saltanatı ve iliğine kadar borca batık aç on milyonlar… “Zafer” nerededir ve zafer nedir?! Haklarını Ahirette alacağı beklentisi içindeki milyonlar!!!… “Suçlu” nerededir ve kimdir?! Amerika Birleşik Devletleri (katliamlar ne kötü ve birader!!! kahrolsun emperyalizm!!!) ve FETÖ, haa bir de askerlikten bedelli yırtan kıymetli evlatları yerine “Şehid” olarak bir tabut içinde çocuklarını teslim alan binlerce fukaraya silah çeken Kürt ayrılıkçılar… Filistin-İsrail çatışması gibi… Resmi ideoloji burada İsrail orada Filistin; burada İsrail orada da İsrail, burada Filistin orada da Filistin değil!!!… Şablon böyle!!!

  20. Öyle bazı isimler var ki; tanım dışı, adeta idiyopatik, boşa koysan dolmaz doluya koysan almaz; Prof.Dr. Nevzat YALÇINTAŞ, Prof.Dr. İbrahim Agah ÇUBUKÇU, Prof.Dr. Abdülkadir KARAHAN ilh. sayısız profesörler; artık isimleri bile kendilerini çağrıştırmıyor…Onlarca, yüzlerce isim saymak sadece nesli için üzücü olur. Abdülhak HAMİD’in şiir mısraı bu durumu en iyi ifade ediyor…
    Ne yer kaldı, ne yar kaldı
    Sade Beyrut’ta bir mezar kaldı.

  21. 1984 yılında Eyüp Demirkapı Münzevi Camii meşrutasında bir grup münafık arasında misafir kaldığım günler… Yürüyerek Edirnakapı Mezarlığı Caddesine çıkıyordum; birgün İbni Kemal Hz. karşı çıkıntıdaki kabrini tanıtır, bir başka gün karşı Şehidlikten Mehmet Akif ERSOY ile… Dedim Mehmet Akif ERSOY da mı Dirilerden? “Ya ne zannettiydin!!!” diye cevapladı; “Bak burada da çok Fetih Şehidleri var, Ömer Nasuhi BİLMEN Hoca da burada!!!” demişti orta boyluca Şair Mehmet Akif ERSOY; “Benim Ebedi Dostlarım!!!”…

  22. Türkiye’de İslam ve Müslümanlığın rotası ne olmalı?! Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze bu çerçevede muhtelif dini cemaatler, fikir ve aksiyon hareketleri yanısıra çok sayıda siyasi partiler de kuruldu. Bahse konu “Teali İslam Davası” diğer ülkelere kıyasla nisbeten daha az sayıda kurban ve mazlum verdiği halde en çok Türkiye’de parazit zengin (kamusal hırsız) ve din istismarcısı bezirgan ile diğer ülkelere fark attı sahtekarlık bağlamında. Halihazır gelinen bugünkü noktada şeffaf (selim) bir Şeriat egemenliği yerine çürümüş ve kokuşmuş bir balçık egemen. Dr.Ali Şeriati Mezinani’nin ra “Hüseyniye-i İrşad” konuşmalarındaki “Ne Yapmalı?” sorusunun şimdi bizler canlı muhataplarıyız!!! Terziler yıkanmış bir pantolona tek bir ütü çizgisi çekmek için önce ters çevirip ütüyle hiçbir eski ütü izi kalmasın diye düzlerler!!! Sonra düz yüzünü çevirip tek bir ütü çizgisi çekerler!!! Eğer böyle eski izleri yok etmezlerse tevhid yerine çoğul (şirk) çizgisi oluştururlar!!! Evet, yapılması gereken “Tevhid” için önce her tür şirkten arınmak gerekiyor; işe yeni baştan buradan başlamak gerekiyor. “La-ilahe” (Ateizm) tüm ilahları reddetmekle işe başlamak gerekir. Her tür şirk pisliğinden arındıktan sonradır ki; “İll-Allah”!!! Tek İlah Allah cc Tevhid çizgimizi çekebilelim!!! O halde reddedeceğimiz ilahların adları nelerdir?! Hz.İbrahim as gibi putları baltayla devirmemiz için gözlerimiz mi bağlı yoksa perdeli mi veya puta put demekten korkuyor, çekiniyor muyuz!? En büyük put kimdir ya da nedir!? Panteonun diğer küçük putları kimler yahut nelerdir?! Putları yerle bir etmezden önce tanıyıp tanıtmak için yazmak, resmetmek, işaret etmek gerekmez; sohbet ile tebliğ etmek, düşündürüp insanları putlarıyla yüzleştirmektir vazifemiz. Putun üzerine “put” yazmak yahut baltayı kapıp yürümek midir yapmamız gereken yoksa insanların putlarını kalplerinden, zihinlerinden ve gönüllerinden yıkayıp arınmalarını mı sağlamamız gerekir!? “Kuran’daki Kelimeler ve Kavramlar” bizim çerağımız olacaktır!!!

  23. NURİ PAKDİL rahmet-i Rahman’a iltihak eyledi; yolu açık ve ışıklar içinde olsun. Nuri PAKDİL bir eylem adamıydı. Maraş’ın yarısı ailesinin mülkiyetinde olduğu halde tüm mal varlıklarını fakirlere bila ücret infak edip Ankara Hacı Bayram’da bir otel odasında fakir bir hayat yaşamayı seçmişti. Devlet Planlama Teşkilatı’ na Nuri PAKDİL’i istihdam eden edebiyatçı arkadaşlarına kapitalist oldukları için ne bir selam verdi, ne selamlarını aldı, ne tenezzül etti onlara, ne de onlar selam vermeye cesaret edebildi. Kor gibi yanan, temas edeni yakan bir iman ateşi vardı. Klas duruş sahibiydi. Ne bir puta, ne kefereye asla prim vermedi. Yolda karşıdan karşıya geçemeyen fötr şapkalı adam; “Nedir bı başımıza gelenler!!!” diye söylendiğinde “Hep başınızdakiler yüzünden Beyefendi!” diye cevap veren kişiydi. Mektubuna “Sayın Bay” hitabıyla başlayan bir yazardı. Namazda Allah’ın cc huzurunda duruşunu gördüm Nuri PAKDİL’in; Hz.Ali kv. gibi Huzur’daydı. Eba Zerril GIFARİ ra (Cündebi Cündeb) gibi yaşardı. Efendimiz Nebiyyi Muhtetem sav. ile ilk karşılaşıp tanıştığımda o an aklıma düşen kişi Nuri PAKDİL’in klas duruşu gelmişti; Efendimizin sav. duruşu bana hemen Nuri PAKDİL’ i çağrıştırmıştı o dem. Peygamber Efendimiz sav’in bir Sahabi’si olarak şahidim ki Efendimiz sav. radikal bir müslümandır. Nuri PAKDİL de radikal bir müslümandı. Ben de Hanif (bıçkın) bir mümin müslümanım.

  24. “PARTİZAN MÜCAHİDLER” Türkiye İslam mücadelesinde önemlidirler. Partizan mücsdele verem bu Mücahidler “İslami fikir ve dava adamlarıdırlar”. Bediüzzaman Said-i Nursi gibi Melle olanlar bulunduğu gibi Mehmed Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihad Asya, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu gibi şairler yahut Eşref Edip Bey, Hasan Basri Çantay, Osman Yüksel Serdengeçti, Nureddin Topçu, Ahmed Kabaklı, Salih İzzet Erdiş (Mirzabeyoğlu), Abdurrahman Dilipak gibi muharrirler de vardır. Onların silahları kalem, mermileri ise kelimeleridir. Sözün kuvveti, beynin harareti, kalbin çarpması ve Ruh itkisiyle Yunus Emre gibi coşar, Köroğlu gibi gürler, Alperenler gibi Anadolu’yu gezerlerdi. Herbiri için mağfiret ve Rıza-i Bari niyaz ediyorum. Amin

  25. Halk-Köylü pazarında Süt Üreticileri birlik oluşturup köylünün ürettiği sütü biz şehir sakinlerine doğrudan pazarlıyor; beyaz su köylü sütü namına satılıyor! Köylünün hilekarlığı Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun günlerinden bu yana hiç değişmemiş, değişmez de… Çünkü köylü eğitimini direkt doğadan alıyor; tilkiden, yılandan, kurttan, çakaldan, akbabadan, eşekten!… Ekosistem köylünün öğretmeni! Güdüler belirliyor hayatı! Bilinçaltı egemen! Gece Köy Kahvesi kapanıncaya kadar cigara içip eve gelince karıya “güğümü sobaya koy!” dedikten sonra ekosistem canlanıyor!…

  26. Levent Gültekin “Karakteriniz Kaderinizdir!” dedi, İsmet ÖZEL’in aforizmalarını anımsatan bu sözü beğendim. “Vahşetim, beni baygın meyvaların lezzetinden mahrum bıraktı/Dünyada kendime bir acı kök tadı seçtim!” der Şair İsmet ÖZEL. Radikal bir yaşam biçiminin bundan daha güzel bir ifadesi nasıl olur!? Belki yine Şair Sezai KARAKOÇ’un “Mona Roza” şiirindeki şu dizeyle olur; “Benim şarkım uymaz öyle her saza/En güzel şarkıyı bir kurşun söyler!” Bu söyleyişlere ancak “sehl-I mümteni” denilebilir!… Şairler radikaldir, içe kapanık ve izole yaşam tarzları, sinirli ve rijid karakterleri de bundandır. En nefret edilesi şey “oportunizm”dir!!! Oportunizm mahvedici, kemirici, iğrenç bir yaklaşımdır. Hz. İsa as buyururlar ki; “Evetiniz evet, hayrınız hayır olsun!”, “Ne sıcaksın ne soğuk; ılık olduğun için seni ağzımdan kusacağım!”. Karakteri radikal bir insanınsa bu hayata tutunabilmesi zorlaşır, örneğin zengin olamaz! Sakıncalı bir hayatın gönüllü pranga makumu gibidir! Rddeder, “ihtiyacım yok!” der, “gölge etme, başka ihsan istemem!” der. Muhaliftir. Zihnindeki tek dert, ölünceye dek tutarlı ve kararlı durmaktır! Direnişçidir. Derviştir. Sanatçıdır. Ahlak temel noktasıdır. Bilinmez ama merhamet doludur; sokak kedilerini doyurur, çünkü maddi gücü daha fazlasına yetmez. İstemez, onurludur. Kravat takar ki insanlara aç olduğunu farkettirmez! Salim DÜNDAR’ın şarkısındaki gibi; “Eyletmen beni/Söyletmen beni/Ağlatman beni/Aynalar Aynalar”…

  27. Öykü Kutsal Kitaplardaki anlatım biçimidir. Öykü Kuantum
    fiziğinin özüdür. Öykü yazarlığı çok önemli bir edebiyat
    alanıdır. Mesnevi şairliği öykünün şiir diliyle nakış ve
    kaneviçesidir. Sezai Karakoç benim nazarımda çağımızın
    yaşayan Mevlana’sıdır ki şiir kadar öykü yazınında da özgün
    bir biçim ve biçem sahibidir. Bense kabiliyetsizim, çünkü
    sabır ve ustalık öykü için lazım-ı gayri mütefarık mütemmim
    cüzler! Yani ben bu iki hassadan da mahrumum. Fakat
    bugünlerde bir öykü kaleme almak isterdim doğrusu. Olay
    bir Viking gemisinde geçer. Kral bu geminin kaptanıdır ve
    çok onurdur. Tayfalar Kral’ın bu oburluğundan rahatsızdırlar.
    Fakat bir çıkış yolu da bulamazlar. Kral’ın bir de karısı vardır,
    Kraliçe. Kraliçenin fobisi gemideki fare istilasıdır, farelerin
    hazneye dalacağından korkar. Kral da tedbir alarak gemideki
    fareler için tuzak olarak kaptanlar hazırlamış ve fareler bu
    kapanlara doldurmuştur. Ve birgün Tayfalar Kral kamarasına
    karşı isyan için kapanların kapaklarını açıp fareleri özgür
    bırakırlar. Fareler de kendilerini aç bırakıp kapana dolduran
    obur Kral’ın kamarasını basarak ne var ne yoksa kemirirler…

  28. Üstadlar yalnızlığa mahkum putlardır. Zira kendilerine bu masonik ünvan ile hitabedenler kendilerini putperest kullar olarak kabullendiklerinden putların mezkur yüceliğe taşımakla ibadet ve taat ederler. Şair Can Yücel yahut Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaç gibi kimi entelektüel elitleri hayli küfürbaz oldukları yakından bilinir; onların bu küfürbazlıkları hakikatte melamet ehli olmalarındandır ki riyasız tevazuudur. Öyle de nezaket ishali kimseler vardır ki acaba neleri örtme çabasındalar!? Diye düşünmek gerekir; mesela ibne olabilir mi, kleptoman mıdır!? diye şüpheyle bakmak gerektir. İnsan psikolojisinin diyalektiği ise şunu gerektirir ki; küfürbaz bir entellektüelin karısı da nezaket ishali bir hanfendi olsa gerektir! Ben Suavi’nin “Şimdi İstanbul’da olmak vardı, anasını satayım!” söz dizesi yahut Şair Ahmed Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim” şiir kitabındaki “puşt zulamı” gibi argo sözlerini müşriklere yeğlerim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.