Ana Sayfa > Gündem > Nurettin Topçu ve Maarif Meselemiz

Nurettin Topçu ve Maarif Meselemiz

maarif

Nurettin Topçu eğitim meselesini millî karakterin belirlenmesi meselesi olarak görür ve milletin geçirdiği buhranların sebebini maarif ve kültürde aramayı önerir. XVII. Asırdan beri millî karakter ezilmektedir. Şekle bağlı inkılâplar yapılmakta ve yeni müesseseler açılmakta ancak bunlarla eskinin taklidi yerine yeninin taklidi konumundan bir adım bile ileri gidilememektedir. Topçu eğitim meselesini taklit olarak görmektedir. Oysa ona göre âlimin üstünlüğü ve cemaat içindeki önderliği esas olmalıdır. Topçu’ya göre, Selçuklular devrinde Irak halkı, Bağdat külliyesinin üstadlarının vicdanını, imanının istinadgâhı yapmıştı. Milli birlik dediğimiz duygu ve irade birliğinin hakikati, üniversitelerin bu birliği kurucu olmasıyla meydana gelmiştir. Kültür ve Medeniyet kitabında der ki, “Bağdat medreseleri, Nizâmülmülk’ün cihangir zekâsıyla cihana yayılacak bir milletin temellerini hazırlamış, Süleymaniye medreseleri bu millet âbidesinin zirvesi olmuştu” (TOPÇU, 1998: 68). Medresenin 1200 yıllık bir sürece yaslandığı ifade edilmelidir. Ancak etkisi bakımından en önemli tezahürü Büyük Selçuklular (1038-1194)döneminde Tuğrul Bey (1038-1063) tarafından, Nişabur’da kurulan medreseyle ortaya çıkmıştır. Nizamülmülk,1067 de Bağdat Nizamiye Medreselerini kurdurdu ve Topçu’nun da dikkatinden kaçmayan bir sisteme kavuşturdu. Ardından Musul, Basra, Belh, Heart, Isfahan, Merv, Amul, Rey ve Tus şehirlerinde medreseler açıldı (GÜNAY, 1999). Günay’ın ifade ettiği üzere, İslâm dünyasındaki medrese geleneğinden etkilenerek Batıda 11. Yüz yıldan itibaren Bologna, Monpellier, Paris, Roma, Londra, Oxford ve Cambridge gibi merkezlerde açılan üniversitelerde İslam bilginlerinin eserleri okutulmuştur. Topçu, bir zamanlar Bağdat medreselerinde yaşatılan idealizmin Osmanlı’nın son asırlarındaki Darülfünûn denen üniversitesinde yaşatılamadığını üzüntüyle ifadelendirir. “İsyanlar Anadolu’yu sarsarken üniversiteden tedavi ifadesi değil, bir cümlecik tefsir olsun işitilmedi. Bir çok inkılâplar yapıldı. Üniversite sade siyasetin meddahlığını yaptı. Ne bir tenkit, ne bir tereddüt, ne de fikir ve aydınlık. Nihayet bahşişlerini aldılar” (TOPÇU, 1998: 71) diyecektir. Topçu’ya göre maarif dâvası şimdi artık yalnızca teknik dâvası haline getirilmiştir. Bütün mektepler fen mektebi olma yolundadır ve sırf bu yüzden millî mektep de can çekişmektedir. Halbuki Topçu’ya göre vaktiyle medrese millî mektepti. “Hakk’a götüren yol diye kendini hakikata adamak, gerçek mektebin yoludur” (TOPÇU, 1997: 12). Topçu için fikrine göre hakikat aşkına sahip insanlar cemiyette çoğalmadıkça, millî mektep gerçekten var olmıyacaktır. İslâm dünyasını uyutan sözde din adamlarının yerine hakikat ihtirasına sahip, fazilet mücahidi, idealist münevver zümre gelmedikçe millî mektebi kuracak ruh uyanmayacaktır. Hareket kuvvetini Kur’an’dan alacak olan böyle bir zümrenin yetiştirilmesiyle, cemiyetin ihtiyacı olan ideal mektep milletin bünyesinde inkılâp başlatacaktır. Topçu’ya göre felsefî kültür, mektebin temel taşıdır. Bu güne kadar İslâm’ın ve Kur’an’ın felsefesi yapılmamıştır. Bu asrın mektebinin kapısına “felsefesi olmayan milletin mektebi olamaz” cümlesini yazmak gerekmektedir. Millî mektebimiz artık ne medresedir, ne de kozmopolit unsurların karışığı olan bugünkü mekteptir. Bu mektep, maarif, metafizik ve ahlâk prensiplerini Kur’an’dan alarak Anadolu insanının ruh yapısına serpen evrensel bir ruh ve ahlâk cihazıdır (TOPÇU, 1997: 13). Topçu’nun işaret ettiği felsefe-metafizik ile Nizâmiye Medreseleri’nin kuruluş gerekçelerinin aynı olduğu görülmektedir. 1055 tarihinde Selçukluların Irak’ı fethedip Bağdat’a girişi Ehl-i Sünnet’in Şiilere galibiyetinin başlangıcı sayılır. Bu tarihten itibaren, halk arasında Şiiliği yaymak için gerek Fatimîlerin (909-1171) gerekse Büveyhîlerin (932-1062) gösterdiği faaliyet sahaları kapanacaktı. Selçuklular, hür düşünceyi yerleştirebilmek için bir karşı faaliyetle harekete geçmekten başka çare olmadığını anladılar. Bu sebeple İslam dünyasının doğusunda camilerden ayrı olarak öğretim yapmak, Şii dailerinin propagandasına karşı halka gerçek bilgiyi vermek ve ehlisünnet inançlarını yaymak amacıyla medreseler kurulmuştur (GELİŞLİ, 2005). Nizâmiye Medreseleri hakkında şu konuda birleşilmektedir. Bu medreseler sayesinde öğretim bir disipline tabi kılınmıştır. Nizâmiye medreseleri ile medrese teşkilatı sistemleştirilmiş, devlet kuran Müslümanların eğitim kurumları ile adalet ahlâkı meczedilmiştir. En nihayet bu medreseler Ehl-i Sünnet Siyaset düşüncesinin temellerini hazırlamıştır.

Topçu için de bu medreseler ile gerçekleştirilen zihniyet binikiyüz yıldan beri tasavvufla yanyana gelişen hukuk ve kelâm ilimleri İslâm dünyasının kültürünü teşkil ediyorken XVII. Yüzyılda ruh feyzini kaybederek Aristo mantığının kısır çerçevesine girerek bunalmıştır. Topçu için islâm kültürünü budayarak onun yerine Batı kültürünü koyan garplılaşma hareketi medresenin ruhunu ıslâh edici olmaktan çok uzaktaydı. Meşrutiyet maarifi, Fransızların 1902 maarif programlarını koyarak modern matematik, fizik, kimya, ve tabiiye dersleri getirdi. Okullarda millî tarihimizden çok dünya tarihine yer verildi. Felsefe dersi bütünüyle Batı’dan aktarıldı. Batı felsefesinin Yunan ve Hıristiyan kaynaklardan doğmuş olmasına karşılık hakikat aşkı olan İslâm felsefesinin kaynağı kurutuldu. Bütün bir asrı dolduran felsefe öğretimi, bin yıllık bir milletin vicdanında değer hükümleri yaratmaktan uzak kaldı (TOPÇU, 1997: 37- 38). Topçu’ya göre bugün bir mektep buhranı yaşamaktayız. Hakk’a götüren bir yol, aydınlığa açılan bir kapı kalmamıştır. Günümüz mektebi, insanın ruhunu yüceltmek için değil, makineye esir etmek için; midesinin saltanatını yaşatmak için açılmış bir kapıdır. Mektep artık gençlerin bina, fabrika, teknik hizmetlerde alınacak paranın hesabının yapıldığı bir eşiktir. Mektepler Batı kentlerinde kurulan fabrikaların maddeci zihnini bize taşımaktadır. Millî kültürü geri götüren öldürücü darbe indirilmiştir. Yurtta fabrikaların peşi sıra yüksek teknik okullar açılıyor ve liselerin fen sınıfları edebiyat sınıflarını her geçen yıl biraz daha daraltmaktadır. Bu gidiş, bütün liselerin fen lisesi haline geleceğine işarettir. Millet ruhu ile bağları kopartılan bugünkü okul, millet insane yetiştirmek için değil, fabrikaya usta yetiştirmek için çalışıyor. Bu gençlik ruhsuz, idealsiz, inançsız bir adam olacaktır. Oysa bize insan mektebi lâzımdır. Bir mektep ki bizi, kendi ruhumuza kavuştursun, her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın; hâyâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin (TOPÇU, 1997: 40- 42). Topçu’nun mektebe itirazı, mektebin teknik başarıya odaklanması ve maarif olmaktan çıkması nedenine bağlanmıştır. Bir ülkede öğretimin tıp, mühendislik, fen bilimleri merkeze alınarak yürütülmesine karşı çıkmaktaydı. O’na göre mektebi Batı tipi bilim disiplininden kurtarmak, Batı’nın mesleki ihtiyaçlarının cevabı olan öğretimden kurtarmak gerekmektedir. Mektebi metodlu düşünce yaşatır (TOPÇU, 1997: 56) der. Ancak orada kalmaz, hayatın her sahasında, ailede, alış verişte, hukukta, siyasette, sanatta ve ahlâkta mektebe muhtaçlıktan bahseder ve “Zanaat adamının ve diplomatın mektebi yok” diyerek toplumun her kesimini mektepli kılmaya işaret eder. Onun mektep tasavvurunda bütüncül bir düşünce ile hareket ettiğini de görüyoruz. Topçu’ya göre mektebin salt meslek öğretmesi, maddi hayatın bilgisini vermesi de kifayet etmemektedir. Topçu, meslekî eğitimi kuşatacak bir değer külliyatından bahseder. Bize bütün hareketlerimiz için değer ve kaide sunacak, satıcıdan siyasiye, doktordan gazeteciye, çocuktan ihtiyara kadar hepimizin yaşayışına ruh ve mâna katacak, anlaşılmış, sistemleştirilmiş, hikmetleri bütün birliği içinde saklayarak her âleme pencerelerini açacak büyük mektebin temel hakikatlarını ihtiva eden bir kitaba muhtacız, düşüncesindedir. “Bu kitabı mektebimize temel yapmalıyız. Bu kitap Kur’an’dır” (TOPÇU, 1997: 57). Topçu’ya göre eğitim seferberliği içinde “bize fikir ve felsefe meydana getiren değil, maddi randıman veren teknisyen lâzım… Garpla rekabet edebilmek için büyük fabrikalar, kuvvetli silahlar yapmalıyız” (TOPÇU, 1997: 59) diyen zihniyetin sözleri mânasız ve gülünçtür. Belki de acıklıdır. Çünkü bu sözleri kültür ve medeniyetin ne olduğunu bilmeyen insanlar söylemektedir (TOPÇU, 1997: 59). Topçu, kentleri sanayi üretiminin angarya ordusu yapacak bir eğitim zihniyetine karşı çıkar. O’nun ideal muallimi, “bütün hayatını Anadolu köylüsünün fazilet ve saadetine hasretmiş, mütevazî yaşayan büyük ruhlu nahiye müdürünün” şu sözlerinde ifadesini bulmuştur: “Üniversite profesörleriniz köy çocuğunu okutmaya başladıkları zaman memleket kurtulacaktır” (TOPÇU, 1997: 58). Topçu’nun bu yönelişi kentleri alabildiğine büyüten siyasi iradelerin de bir eleştirisidir. O, “Her sene büyük bir yekün halinde arttırılan mekteplerin muhtaç olduğu muallim kadrosu nerelerde yetiştirilmiş” (TOPÇU, 1997: 88) diye de sorar. Üniversite mezunlarını doğrudan doğruya muallim kadrosuna almak hatalıdır (TOPÇU, 1997: 102) der. O’na göre muallim denen ulvî adam lisanstan sonra muallim olmak için altı, sekiz, on yıllık sıkı disiplinli tahsile tâbi tutulması gereken, kendi ilim alanında yabancı dilde yazılı eseri okuyup anlama ve tenkit kabiliyeti yoklanması gereken ve milletin çocuklarına feda olmasını bilen bir kahramandır.

Türk maarifi Topçu’nun düşündüğü muallimi yetiştirememiştir. Topçu eğitim meselesini herkesin üniversite okuması gerekliliği nazarından ele almamıştır. Gerçekten de onun muallimi köylü çocuklarını yetiştiren, insanlık için örnek olacak medeniyetin sahipleri haline getirmeyi ülkü edinen adamdır. Maarif dâvası, makineye daha büyük saltanat sağlamak ve farkında olmadan ona daha kuvvetle esir olmak dâvası haline geliyor (TOPÇU, 1997: 112). Teknik hırsı bizi efendiler hesabına feth etmiştir (TOPÇU, 1997: 113). Topçu’ya göre muallim, bir tür misyonerdir. Bulgar papazı nasıl köy köy dolaşarak Bulgar köylüsüne hem muallim, hem doktor olmuş ve milletin bir benlik içinde kurulmasını temin etmişse, bizim münevver gençliğimizin de hem de yedi yaşındaki çocuklardan başlayarak medeniyet koruyucu insane kabiliyetlerini aşılamaları en mukaddes vazifeleridir (TOPÇU, 1997: 59). Herkesin üniversite okuması gerekmiyor. Topçu için de sade şöhreti ya da maddiyatı düşünerek, belki de memur zihniyetle docent, profesör olmaktan başka emelleri olmayan insanlar (TOPÇU, 1997: 59) muallimliğin hakkını verememişlerdir. Köyde yaralı bereli, gübrelik içinde dolaşan daima muztarip ve kim olduklarını bilmediği bir takım efendilere uşak olmaya mahkûm, zeka kabiliyetlerini her gün toprağa gömen köylü çocuklarını yetiştiren profesörler lâzımdır (TOPÇU, 1997: 59). Biz de Topçu gibi düşünüyoruz: Tahsil bir iş değil mefkûre olmalıdır (TOPÇU, 1997: 61). Türkiye’nin sanayileşme üzerinden, teknik uygarlık inşaı üzerinden büyümesi menfaatçi bir samimiyetsizlik, duygusuz yığınlar üretmiştir. Türkiye üniversite eğitimi ile insan kaynaklarını israf etmekte, üniversite bitirdikten sonra “iş iş” diye çırpınan gençliğini heba etmektedir. Bu gençlik, nihayetinde mezun olduğu bilgi disiplinine has bir alanda da iş bulamamaktadır. Türkiye tekrar köye dönmeye, köydeki iş, emek, üretim sahalarını ihya etmeye mecburdur. Üniversitelerin ve kentlerin büyümesi nüfusun en verimli ve üretken yaşlarının üretim dışında ve ne yazık ki mefkûresiz bir zaman sarfıyla tüketilmesine neden olmuştur. “El kâsibu Habibullah” şiarını yaşayan meslek adamlarını gözeten, istihdam etmeyeceği insanı faydasız ilimden sakındıran yeni bir eğitim felsefesine ve teşkilatlanmasına muhtacız. Eğitim herkesi muallim kılan bir süreç olmamalıdır, üretenleri insanlığın manevî kudreti olmak için eğiten ahlâk idealidir. Geçmiş toplumlarımızın başardığı medrese ile pazar ilişkisini, âlim ile esnaf- köylü ilişkisini yeniden inşa edecek bir tasavvura şiddetle ihtiyacımız bulunmaktadır.

 

–   GELİŞLİ Yücel, On Dokuzuncu Yüzyılda (Osmanlı Devleti’nin), Bağdat ve Yemen Vilayetlerinde Medreselerin Açılma Gerekçelerine İlişkin İki BelgeGazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 25, Sayı 2, s: 83-113, 2005

–   GÜNAY Durmuş, Medreseden Üniversiteye Trajik Bir Yolculuk, Mimar ve Mühendis Dergisi, Sayı 26, s. 41- 49, 1999

–   TOPÇU Nurettin, Kültür ve Medeniyet, Dergâh Yayınları, 1998

–   TOPÇU Nurettin, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergâh Yayınları, 1997

Lütfi Bergen

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.