Ana Sayfa > Köşe Yazıları > Vahdet-i Vücûd Düğümünde Tasavvuf ve Evliyâ Müdâfası – 1

Vahdet-i Vücûd Düğümünde Tasavvuf ve Evliyâ Müdâfası – 1

Niçin böyle bir kitap yazmaya karar verdim?

Vahdet-i vücûd merkezli tasavvuf ve evliyâ müdâfası mâhiyetinde bir kitap yazmaya karar verdim.

 Bu kitabı yazmaya beni sevkeden, yaşadığım küçük bir hâdisedir.

Nette, ilgilendiğim bir mesele hakkında bir arama yaparken “tevhidnesli.de” sitesine girmişim. Okuduğum sayfada tasavvuf aleyhinde şiddetli i’tirâzlar vardı. Siteyi inceledim gördüm ki; Tasavvufa ve tasavvuf dostu insân-ı kâmillere şiddetli bir saldırı var. İ’tirâz tekfîr ve arada hakâretler de var. Sitenin diğer bölümlerini incelediğimde; kendilerini Kur’ân ehli olarak takdîm eden müddeiler, akl-ı cüz’leri istikâmetinde yargılamadık mezhep meşrep cemâat bırakmıyor. Bir taraftan sünnîliğe dalıyor diğer taraftan vahhâbiliğe, selefîliğe… Ne fıkıh bırakıyor ne kelâm ne tefsîr, İslâm felsefesini hiç zikretmiyorum… Ben saf saf şiilikte bu hücûmlardan nasîbini alacak ve bu müddeiler mantar gibi türemiş ucûbe bir ekol olarak sapık fırkalar târihimizde yerini alacak tâmm derken, bir bakıyorum, her yere saldıran bu tevhîd müddeileri On iki İmâm Şiâsını sitelerinde incelerken âzamî ihtimâm ve tafsîlâtlı bir îzâh üslûbu geliştirmişler. Ekseriyet halkı sünnî olan bir ülkede başlarında kuş varmış gibi özenle Şîilik hakkında açıklama yapmışlar.

Yazılarım siliniyor

Siteye ilk girdiğim ve büyükleri tekfîr eden birkaç sayfayı okuduğumda, forumlarda yazı yazmayı çoktan bırakmış olmama rağmen gayrete geldim, biraz yorum yapayım ve cevap vereyim dedim. Fakat gördüm ki sitenin hiçbir yerinde yazılara yorum yapma imkânı verilmemiş. Sonunda ziyâretçi defteri butonunu keşfettim. Tıkladım ve girdim. Yûnus Emre hazretin; “Aşkına düşen aşiklar içer ağuyu nûş ider, topuğa çikmayan sular deniz ile savaş ider” diyerek kısa bir mesaj attım. Rumuz olarak da tasavvuf karşitlarının hoşlanmayacağı bir rumuz seçince, cevap geçikmedi. Site yönetimi ile ilişkisi olmadığını ifâde eden bir ziyâretçi. Sitedeki aynı jargon ile tasavvuf ve ehline itirâzlarını tekfîr ve hakâret eşliğinde sıraladı. Ben de yaklaşik 1 saat emek vererek bir cevap yazısı yazdım deftere. Ertesi gün bir baktım, hakâret içeriği olmayan yazım silinmiş. Daha önceleri bütün sitelerden yazım silinmişti ama bu ziyâretçi defterinden yazı silinebileceği aklıma gelmediği için, emek vererek oluşturduğum yazıyı kopyalamamıştım. Hakkını yememek lâzım, sosyalist görüşlü bir site yazılarımı silmeme cesâretini gösterdi ve vicdânlarındaki hak duygusu mağlûb olmuşluğun acısından ve gururlarından ağır bastı. Yazılarımı silmediler sâdece  yasakladılar. Halbuki tasavvuf ehli olan siteler de dâhil yaklaşik 7 sitede yazılarım silindi. Hele haftalarca emek verdiğim, bir kitâp çalismasi gibi imlâsına dahî özendiğim yazılarım, dergâh olduğu site başlığında belirtilen bir sitede pervâsızca silinmişti…

Ziyâretçi defterinde yazımın silindiğini gördüğümde vazgeçmedim daha tafsîlâtlı ve içeriği sırf müdâfa olan ve hakâret içermeyen bir yazı daha yazdım. Maksadım, hakâret içeriği olmayan ve müdafâ hakkını kullanmaya yönelik olan bir yazı eğer bir daha silinirse, bu sitenin kimliği ve menşeinin müspet olmadığı hakkında vicdânımda bir delîl olacaktı. Ya’nî kişi inandığı veyâ inanmadığı için karşi çikabilir ba’zı eylemler yapabilir. Lâkin yazıları silmek yoluyla perdeleme (örtme, küfr) yapıyorsa müdâfa hakkı vermiyorsa bu eylem doğru ya da yanlış bir dîn mensûbunun eylemi değildir. Şeytânî bir eylemdir.

Daha fazla emek vererek ve vakit ayırarak yazdığım Yazımı tekrâr ziyâretçi defterine astım… Ertesi gün, İP numarasının bloklaması ile ziyâretçi defterine girişime sürekli engel konuldu.

Tekrâr siteye girdim. Baktım yukarda forum butonu var tıkladım baktım ki “Süleymâniye vakfı” diyor… Siteyi üstün körü incelediğim de de Abdülazîz Bayındır ve Mustafa İslâmoğlu’nun epey video sohbetlerinin varlığını görmüştüm.  Foruma üye oldum.

 Yazıların silinmesinin ve engellenmenin verdiği rûh hâli ile;

 “Vicdânında Hakk ve adâlet duygusu olmadığı hâlde şu kâinâtın sâhibi olan yüce Allah’ın yakını bir müslüman olduğu zannında olan adı müslümânların,, tekfîr ve tahkîr ettikleri büyükleri savunma hakkı vermeyeceklerini tartışma cesâreti gösteremeyecekleri konusunda emin gibiyim. Muhtemelen Bu yazıyı da sileceksiniz.

Bana izin verin, şu ânda elinizde vâr olan imkânla Hakk’ı örtmeyin,, Allah indinde bulunduğunuz fecii mertebeyi (derekeyi) göstererek size yardımcı olayım.” Diyerek ilk mesajımı attım. Ardından şu ikinci mesajı attım.

Bu yazı silme küfrü ile üyesi olduğum her sitede karşılaştım. Başkalarına faydalı olmak maksadıyla hayli vakit ve emek ile yazdığım yazıların pervâsızca silindiğine şâhit oldum. Hiç ummadığım için kopyalamadığım ve haftalarca emek verdiğim yazıları tasavvuf ehli olduğunu iddia eden bir site bile bir ânda silmişti… islâmî olmayan sol görüşlü tek bir sitenin Hakk’ını yemeyim, çünkü onlar yazılarımı silmeme cesâretini gösterdiler. (açığa çıkardığım hakikatler karşısında ezildiler ama, vicdanlarındaki hak duygusu gururlarından ağır bastı). Bu yazı silme olayı ehemmiyetsiz bir olay değildir. Meselâ; Abdülaziz Bayındır’ın basılmış kitaplarının toplatılması ve bir daha yazı yazmasının yasaklanması gibidir. Aslında benim müdâfaa mahiyetinde yazılan yazıların silinmesi Bayındır’ın kitaplarının toplanmasından daha büyük bir Haksızlıktır. Çünkü Savunma kutsal bir Hakk’tır. Halbuki Bayındır’ın tarzı ve Kitaplarındaki, videolarındaki fikirlerin omurgası, inkâr ve i’tiirâz üzerine binâ edilmiştir. Binâ edilmiştir ibâresi biraz yersiz oldu çünkü inkâr ve i’tirâz,, yapma ve oluşturma değil yıkma ve yok etme eylemidir. Aslında inkâr ve i’tirâz tavrı, müsbet bir tavır olmadığı için bir varlık ve aslında bir değer ifâde etmez. Meselâ ilim (bilmek) müsbet bir olgudur, varlık ifâde eder varlığın bir sıfatıdır. Cehil (bilmemek) ise ne bir varlık ne de varlığın bir sıfatı olabilir. Cehil ancak ilim ile akledilebilen bir olgudur,, bilmenin olmayışıdır. Ve tek başina hiçbir varlığı yoktur. Yine bunun gibi Karanlık, aydınlığın olmayışıdır. Ya’nî karanlığın bir varlığı yoktur. Cehil, karanlık ve mevzûmuz olan inkâr ve i’tirâz,, Mutlak varlık olan Hakk’a yakınlık ifâde eden; ilim, nûr, tasdîk ve imân gibi müsbet sıfatlardan değildir.

İnkâr ve i’tirâz müsbet bir eylem olmadığı için bir değer ifâde etmez. Ancak ve ancak bir inşâ öncesi anlamlı olur. Bayındır ve gibilerin müsbet ve bir değer ifâde eden eylemleri (fikirleri) yok mudur. Elbette vâr. Fakat zarârları faydalarından epey çoktur.

Ziyâretçi defterine yazdığım birinci müdâfa yazısı silindi, 1 saat emek vermiştim ve malesef kopyalamamıştım. Ertesi gün bir arkadaşin saldırısına cevap olarak İkinci yazımı astım, ziyâretçi defterine girişim engellendi heralde silinmiştir. (örtülmüstür (küfr)). Ziyâretçi defterine yazdığım ve silinen Bu ikinci yazıyı kopyaladım. Aşağıya aynen yapıştırıyorum.

Silinen ikinci yazım

Bir sürü işin gücün arasında emek vererek size cevap vermiştim, ve cevabı kopyalamamıştım, Hakk’tan nasibi olmayanlar silmiş. Burada savunma yapma imkânı pek yok, zâten sitelerinde saldırı serbest cevap hakkı yok. Bunların Hakk ehli olmadıklarının en güzel göstergesi de bu değil mi. Kafirlerin Hakk’ın açığa çikmasindan korktukları gibi Hakk’tan korkuyorlar.

Evvelâ şunu belirteyim. Sizin ilköğretim mezunu olmanızı hakikat cephesinden bir avantaj olarak görürüm… Çünkü benim peygamberim ümmîdir… Adı ister islâmoğlu ister bayındır ister öztürk olsun,, Allah’ı tanımadığı için Allah’ın veliyylerini tekfîr eden noksânlıklar isnâd eden insânlar şüphesiz câhil insânlardır. Sûrette âlim gözükürler Hakikatte ise Hakk’ı örten karanlıklar içindeki körlerdir. Onların cahilliği otu böceği eşyâyı veyâ Kur’ân’ın dış yüzünü bilmemelerinden kaynaklı bir cehâlet değil bilâkis bunları çok iyi bilirler cin gibidirler kurnazdırlar. Onların cehâleti Hakk’ı bilmeyi gereği gibi takdîr edememeyi veren irfân yoksunluğudur. Ya’nî dînde anlayışları kıttır. Bedevî mantığından murâdımız budur.

Bunların durumu Bedevîye benzer, Bedevî mescîd duvarına işeyendir. Ya da bunların hâli şu ineğin hâline benzer ki, içinde dört ayağı ile içinde bulunduuğu su kaynağında bir taraftan su içerken, aynı anda dışkısı ve idrârı ile suyu kirletir.

Ayağı öpülesi o mübâreğe (Hâtemü’l-evliyâ hazretlerine) bir çırpıda yaptığınız i’tirâzlara verilecek gerçek cevaplar bir kitap hacminde yazıyı gerektirir. Burada tartışmaya girecek pek fazla vaktim yok. Yinede çok özetin özeti kısa cevaplar vereceğim inşAllah. Ya da kendinizi çok haklı gördüğünüz tek bir mes’ele seçin sâdece o mes’elede detaylı müdâfa yapayım.

Allah kelamı bedevi idrâkine sığmaz

Bu âlim zânnettiğiniz câhiller tarafından bünyenize aldığınız zehir vâsıtasıyla oluşmuş hâlet-i rûhiyeniz eşliğindeki i’tirâz mantığı ile Kûr’ân’ada baksanız nice hayâlî yanlışlıklar bulurdunuz. Hiç Allah kelâmı bedevî idrâkine sığar mı?

O mübâreğe yakıştırdığınız sıfatları ve iftiraları görmezden gelerek cevap veriyorum. Nitekim sizin veliyyleri inkâr etmenize benzer şekilde Allah’ı veyâ Peygamberimizi inkâr edenler aslında gerçekliği ile hâriçte mevcûd olan Allah’ı veyâ peygamberini inkâr etmiş sayılmazlar. Onlar Hâriçte kendi zât’ları ile mevcûd olan Allah’ın kendi zihin aynalarındaki çarpik Allah ve peygamber yansımalarını redd ve inkâr ediyorlar. Zavallılar kendilerini inkâr ediyorlar, kendi noksanlıklarını tasdîk ediyorlar… Dediğim gibi kısa kısa geçiyorum. Sizin iftâralarınızın o mübârekle hiç bir ilişiği yoktur ya’nî…

Firavun’un cehennemlik olduğuna dair nâs yoktur

Firavun’un âhirette cehennemlik olduğuna dâir tek bir nâs yoktur Kur’ân’ı kerîmi dikkatle inceleyebilirseniz görecek ve hayret edeceksiniz. Ve Kur’ân’da firavun’un îmânli gittiğine dâir nisbeten saklı işâretler de göreceksiniz. Firavun îmânli gidebildiğine göre bizler de îmânsiz gidebiliriz dikkat etmek lâzım… Firavun’un îmâni mes’elesini yıllar önce tasavvuf karşitlığı ile meşhûr bir sitede hodri meydan diyerek müdâfaya başladım. Onlarca mesajdan sonra daha mes’elede söyleyeceklerimi bitirmeden,, sitenin admini “sen benim dînimi bozuyorsun” diiyerek, hiç kimseye bir hakaretim olmadığı hâlde siteye girişimi engellemişti. Onun dînim dediği aslında putuydu. putunu kırıyordum. Kâh Kur’ânin gerçek verileriyle, kâh hayâl ve vehîmleriyle kendi zihninde kendi eliyle icâd ettiği, yapıp yonttuğu putuydu… Fakat ona tapmayı Allah’a tapmak, kendisini de Allah’ın yakını zannediyordu,, sizin gibi…

Hazret-i Îsâ neden af diledi?

Bir klavuz olmadan cevabı bulman imkansız ama Şu Konuyu bir araştır: Hazret-i Îsâ’yı tanrı zannedenlere Allah kâfir hükmünü vermiştir. Peygamber Efendimiz Kâfir olduğu hükmedilen amcasına Hazret-i İbrâhim de kâfir olduğu kesinleşen amcasına afv ile dûâ etmekten menedildiği hâlde Hazret-i Îsâ bu kâfir ümmeti için niçin etkili ve dakîk bir yakarışla (ki bu sözler Allah kelâmıdır)neden ısrârlla af dilemiştir. Ve neden bu zümrenin afv edilmeyeceğine dâir bir âyet zikredilmeden konu o noktada sonlandırılmıştır… Ya’nî bu mes’eleler zannettiğiniz kadar basit değil… Aslında basit de basit değil…

Âlemde mutlak şerr yoktur 

Alemdeki hiç bir şey mutlak necis, mutlak kötü ve mutlak çirkin değildir. Alemden tek bir unsur gösteremezsin ki bu mutlak kötü ve çirrkin veyâ mutlak şerr olsun. Ve âlemden çıkartılması doğru olsun. Her unsur bakanın tabiatına, bulunduğu mevkiine ve zamâna göre iyi veyâ kötü güzel veyâ çirrkin olabilir. Aynı şey bir tabiata nispetle faydalı iken başka bir tabiata göre zarârlı olabilir. Hiçbir fiil mutlak mâ’nâda çirkin ve şerr olmaz. Bir fiil uygunsuz bir zamânda zinâ veyâ adam öldürme gibi gayr-i meşrû olurken. Aynı fiiler evlilik veyâ cihâd adını alabilir ve şüphesiz hayır ve sevap olabilir….

Velilik ve nebilik

Muhyiddîn Arabî hazretlerinin Kendisini Efendimiz den üstün gördüğü iddiası komiktir. Muhyiddîn Arabî hazretlerinin Allah’tan müktebes irfânının merkezi Hakikât-i Muhammeddir ki, bu irfân, Kâinâtın hakikat-i Muhammed’in tafsîlâtlı bir açılımı olduğuna dayanır. Hatemü’l enbiyâ efendimiz Allah’tandır, bütün Kâinât ise Efendimiz den ibârettir. Efendimizin dış yüzü şeriat iç ve bâtın yüzü hakikattir. Efendimizin dış yüzü nübüvvet iç yüzü velâyet cihetir. Efendimizin Nübüvvet cihetinin mazharı sahâbedir. Velâyet cihetinin mazharı da ümmet-i Muhammed’in veliyyleri dir. Velâyet cephesinin zirvesinde Hâtemü’l Evliyâ Muhyiddîn Arabî hazretleri vardır. Muhyiddîn Arabî hazretleri Efendimiz’in iç yüzünün, ma’nevî cephesinin mazharıdır. Başta Muhyiddîn Arabî hazretleri olmak üzre, Yûnus, Mevlâna, Bayezıt, Hallâc gibi veliyyleri inkâr eden,,, Peygamber Efendimiz’in dış yüzünü (şerîatı, fillerini, ibâdetlerini, cihâdını)tasdîk etmekle bir seviye sâhibi olsa da iç yüzünü inkâr etmiş olur. Bu inkâr ile peygamber Efendimize yabancı olduğunu i’lân etmiş olur. Kendisine âid bu i’tikadı ve velîyyler hakkındaki hükmüyle Allah indinde kendi kendisine hükmetmiş, kendi kendini mahkûm etmiş olur. Çünkü başta nebîler olmak üzre veliyyler kendi seviyemizi görmekte bize aynadırlar. Durumunuz işte bundan ibârettir.

Hızır Mûsâ Kıssasını teemmül edebilirsen Veliyylerin görünürde nebîlerden üstün özellik ve ilimlerle zuhûr edebildiğini görürsün, Ehlî sünnet ulemâsı ve hakikatın zirve âlimi Muhyiddîn Arabî hazretleri,, küllî ve zât’i fazîletin nebîlerde olduğunu bilirler ve Ve Hızır Mûsâ kıssâsının varlığına rağmen aslâ veliyyleri nebîlerden üstün görmezler. Hurmalıkların aşilanması hâdisesinde olduğu gibi görünürde veyâ cüz’î konularda peygamberlerden önde gözükülebilse de Küllî ve zât’î fazîlet nebîlere âiddir. Çünkü nebîler veliyyler topluluğundan Allah’ın ezelî ilmiyle seçilmiş mümtâz bir zümredir.

Rü’yâlar

Rü’yâ, Ümmete mirâs kalan,, nübüvvetin 46 cüz’ünden biridir. ihlâsı ile isti’dâdı olan her mü’min rü’yâ yolu ile sahîh bilgilere rü’yâ melekleri vâsıtasıyla ulaşabilir. Hattâ haddimizi bilmeyerek savunmasını yaptığımız bu muhteremlerle, rü’yâ vatanında, sohbet edebilir, ve hattâ sahâbenin büyükleri ve Efendimiz ile müşerref olunabilir mükâleme edilebilir. Muhayyile kaynaklı rüyâlar kıymetsiz olsa da keşf-i mücerred rü’yâlar en sahîh bilginin verildiği en temiz kaynaklardır.

Bu işi meslek edinmiş olabilirim, ama şimdiye kadar bu işten maddî bir çıkarım olmadı ve dünyevî menfâat bakımından çok zarâr gördüm. Şimdiye kadar maddî çikarim olmayan, ranta dönüştürmeyi belki başaramadığım bu meslek, herâlde zannettiğiniz gibi bir meslek olmasa gerek… Ayrıca haddim olmayarak müdâfa ettiğim ayakları öpülesi mübâreğin bir Allah dostu olduğunu hayâl ile mantık ve ilim ile değil ayne’l yakiyn bir teyid ile biliyorum Allah’a şükür.

Sahtekâr mürşîdler çoktur

Ülkemizde çok az mürşîd-i kâmiller olsa da epey ehliyetsiz mürşîd ve daha kötüsü sahtekâr mürşîdler çoktur. Mesâinizi ehliyetsiz ve sahtekâr mutasavvıfların ıslâhına yöneltseniz daha isâbetli bir iş yapmış olursunuz. Haddinize sığmayan (ki ne islâmoğlunun, ne bayındırın, ne öztürkün haddine sığmaz) bu büyüklerle uğraşmamanızı âcizâne tavsiye ederim. Ve bu büyükleri kendi eserlerinden incelemenizi tavsiye ederim. yalan yanlış, bağlamı kopmuş alıntı düzeyinde, Hıristiyânların Kur’âni inkâr maksatlı inceleme yöntemine benzer bir biçimde bu meselelere dalınmaz.

Akıbetimiz bu mesajdan sonra yine değişmedi. Yazılar silindi…

 Müdafâ mâhiyetindeki yazımı silenlerin onlarca kitabı var, vakıfları da var, halkımızdan para bile topluyor bağış alıyorlar. Devletten dîn adamı oldukları gerekçesiyle mâaş ta alıyorlar. Fakat cevap veremiyorlar. Tasavvuf düşmânlığını ranta dönüştürmeyi başarmış olan bu profesyoneller bir amatör müdâfinin yazılarını silerek örtüyorlar. Ve böylece tasavvuf ve evliyâ müdâfası mahiyetinde bir kitap yazmaya sevkediyorlar.

Bu hâdiseden sonra, Bu sitedeki müddeilerin saldırılarına cevap vermeye karar verdim, Allah’ın izniyle. Allah muvaffak etsin ve hayırlı sonuçlar ihsân etsin inşAllah, amin…

Yorum eleştiri ve i’tiraz  beklerim

Kitap çalışmama bir taraftan devâm ederken diğer taraftan bu çalışmadaki ba’zı bölümleri bu sütûnda sizlere aktaracağım. Yorum ve eleştirilere açık olan bu sütûnda yapacağınız eleştiri ve yönelteceğiniz sorular, elbette ufkumu genişletecek ve zannediyorum kitâbın içeriğine katkı verecektir.

Kitâbın mâhiyeti, evliyâ müdâfası olduğundan, Bu sütunu takip edenler meşhûr sufîlerin , “ene’l-Hakk“, “cübbemin içinde Allah’tan başkası yoktur“, “öyle  bir denize daldım ki nebîler daldığım denizin kıyısında kaldılar” gibi meşhûr sözlerinin ve “Firavun’un îmânı” ve “Cehennem azabının rahmetle sonuçlanması” gibi meselelerin  âcizâne îzâhını inşAllah bulacaklar.

Ali Aytaç Şenol

– Haber Lotus –

HLotus

35 thoughts on “Vahdet-i Vücûd Düğümünde Tasavvuf ve Evliyâ Müdâfası – 1

  1. Değerli kardeşim. sizinle o ziyaretçi sitesinden tanışıklığımız var. ziyaretçi adıyla yazan kişiyle tartışmanızı ve silinen yazınızı okuyunca tanıdım.
    ALLAH’IN VELİLERİNİ TANIMAYAN sünneti yok etmek isteyen bu insanlara karşı tavrınız beni çok sevindirdi.
    ALLAH yardımcınız olsun

  2. Değerli Kardeşim. Ben size oradan da hep sormak istedim… Rabıta ve tevessül beni korkutuyor, yeniyim ve çok bilgim yok. Ben bütün kalbimle velilerin olacağını biliyorum. Çünkü Rabbim bana bazı şeyleri yaşatıyor… Ben bunları yazmıştım, tartıştığınız kişiye cevap olarak, fakat sildiler…

    1. Rabıta ve tevessülden korkmakta haklısınız. Korkmaya da devâm edin… Malesef ehliyetsiz ve daha da kötüsü sahtekâr mürşîdler her tarafta mevzilenmişler. Gerçek mürşidler azın azıdır, bunların dışındaki veliyyler zâten gizlinin gizlisidirler. Berzâh âleminde Peygamber Efendimizden yetki almamış ehliyetli bir mürşid bulunmadığı zamân en iyi mürşid, kişinin gördüğü rü’yâlardır. Gördüğü rüyâları doğru yorumlayabilir ise rü’yâ meleklerinin yardımı ile sorunlarınızı devamlı çözmeniz mümkündür.

  3. bismillahirahmanırahim
    velhamdülilahi rabbil alemin

    yahu bu deli saçmalarını sanki ilimmiş gibi yazıyorsunuz. Hiç bir delile dayanmayan sadece müteşabih ayetlerini kendi heva ve hevesiniz yorumlayıp dinin gereği imiş gibi yapıyorsunuz.. kimsenin bilemeyeceği hızır gibi bir takım nedir ne değildir bilinmeyen kavramlarla din yorumluyorsunuz..
    bu sizlerin yapmış olduğu şirklerden Allah süphane ve tealaya sığınıyoruz.. Ve demek hakikatı mühammedin iç yüzü dış yüzü hiç mi Allah’tan korkunuz yok… Görüyorum ki yok… Olsa böyle saçmalıkları peygambere izafi edip Allah ve resulune iftirada bulunmazdınız…

    1. Hiç bir delîle dayanmayan tezvirât acaba kimde…

      Yukarıda müteşâbîh âyet ve hadîs zikredilmemiş…

      Kalplerinde eğrilik olanlar müteşâbih âyetleri tevîl ederler. Sen de bundan sonra tevîl etme. Allah’ın yüzünü, elini, Zât’ını tevîl etmeden kabûl et. Bunlardan murâd, ilimidir, kudretidir deme. Kalbinde eğrilik yoksa tabi…

      Kur’ân’da Hızır’ın varlığına ve fiillerine rağmen bir inanç sistemi geliştirdiysen, inancını kontrol etmesi gereken sensin. Bilimle uğraşanlar gerçeğe ulaşmak için bir hipotez üretirler. Bütün veriler ve deneyler bu hipotezi doğrular ise o hipotez bilimsel gerçek olur. Lakin 999 veri hipotezi doğrular bir veri ise hipotezi yalanlarsa, o hipotez çürür ve gerçek olmadığı anlaşılır. Hazret-i Hızır’ın kıssâsı Kur’an’da zikredilmeseydi inancının doğruluğunda gedik açılmayacaksa ve Hızır Kıssâsı inancını allak bullak ediyorsa, inancını gözden geçirmende büyük fayda olsa gerektir.

      Her şeyin bir iç yüzü bir de dış yüzü vardır. Bu gerçeğin istisnâsı yoktur.

      Yazıda neye i’tirâz ettiğin ve neyin şirk olduğuna dâir bir malumat vermemişsin. Zannediyorum meselen senin zihnindeki pencere ile kendi aranda. Meselene beni karıştırmasan iyi olur.
      Okuduklarını anladığını ve doğru algıladığını düşünmüyorum.

      Allah yardımcın olsun…

    2. hüseyin avni efendi, Evet bu Vahdet-i Vücud bir ilimdir. Hem de öyle bir ilim ki, senin ve benim gibilerinin hiçbir zaman anlayamayacakları bir ilimdir. Analyamadoığımız konualrda da bıraklaım da bilenler hüküm versin ve konuşsun.

  4. Yazarın eline sağlık. Önemli bir değerlendirme yapılmış. Allah razı olsun.

    Bu yazı http://sufiforum.com a eklendi.

    (Yazarın e-maili olsa idi izin istenilirdi.)

    Devamındakiler de eklenebilir mi?

    Selam ile.

      1. Bazı yazarlar, kitaplarrının ücretsiz olduğunu ancak müellifin isminin zikredilmesiyle yayınlanabileceği uyarısını yapıyorlar.

        Gerçekten paraya ihtiyâcı olan birisinin Kitaplarını bedava dağıtması bence doğru değildir. Hattâ içeriğine güveniyorsa ve kitabını bir mücevher gibi görüyorsa kitabını 100 liraya satması bile bence doğrudur. Hem bu fiyata alınan bir kitap, Kütüphane dekoru olmaktan kurtulur. Hiç değilse alıcı tarafından okunur. (100 lira verdik, okumasak eşşeklik yaparız diye düşünülür.)

        Şimdi bir yazarın paraya hiç ihtiyâcı yok ise, bi şekilde voleyi vurmuş ise,, e zâten paraya ihtiyâcın yok, kitapların için maddî beklentinin olmadığını vurguluyorsun. Şunu demek istiyorum. Adam kitaplarının ücretsiz olduğunu belirtiyor buna bir ilâve yapıyor. Müellifin adını zikrederek yayımlayabilirsiniz. Benim Paraya ihttiyâcım yok ben ma’nevî rantçıyım diyor. Maddiyata doydum, Egomu şişirmeye doyamıyorum diyor. Bu müellif isminin zikredilmesi şartını koymasa,, eyvallah, Allah râzı olsun diyeceğiz.

        Bir alıntı yaparken müellifin belirtilmesi elbette çeşitli sebeblerle gereklidir. Bunu istemek ise tasavvufî ve ahlâkî değildir.

  5. bismillahirahmanırahim
    veselamün alel mürselin
    velhamdülillahi rabbilalemin

    metin yılmaz Allah sana akıl vermiş sen aklını başkalarına vermişsin..

    sizin gibileri ancak Allah iflah eder. Ama bizden söylemesi bu vahdeti vucut katmerli şirktir. ister inanın ister inanmayın. vahdeti vucutçuların evliya anlayışıda şirktir. artık kendiniz bilirsiniz

    vesselam

  6. Firavun îmân ile gitti, hüseyin Avni gibi tevhîd müddeileri de 6 bin küsûr âyet-i kerîme’nin ışığına rağmen Evliyâ firavunu oldular.

    1. Ha bir de Hakikati Muhammediye, vahdeti vücut gibi şeylerin Kur’andan delili nedir ? Bunların Kur’andan delili yoksa indi yorumlar olmuyor mu ? Din hakkında yazan birisinin muhkem ayetlerle delil getirmesi gerekmez mi ?

  7. allahın selamı üzerinize olsun fravun başlıklı yazınızı okuyunca şaşırdım kaldım size verdiğim ilk link farvun hakkındaki ayetlerdir. http://meal.ihya.org/kurandan-ayetler/kuranda-gecen-firavun-ile-ilgili-ayetler.html 2.link ise fravunun hem dünyada hem ahirette azaba uğradığını açıkça gösteriyor http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx?suresi=naziat&ayet=25 şimdide sizsin yazınızda bir alıntı Bilimle uğraşanlar gerçeğe ulaşmak için bir hipotez üretirler. Bütün veriler ve deneyler bu hipotezi doğrular ise o hipotez bilimsel gerçek olur. Lakin 999 veri hipotezi doğrular bir veri ise hipotezi yalanlarsa, o hipotez çürür ve gerçek olmadığı anlaşılır. takdir sizin Allah herkese akıl fikir iman nasip etsin

  8. “Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ.” Naziât,25

    Bu âyet-i celîledeki âhiret,, Dünyâdan sonraki vatan olan âhiret vatanı anlamında değildir. Eğer öyle olsaydı, ulâ (ilk) kelimesi yerine Dünyâ kelimesi zikredilirdi. Buradaki âhiret kelimesi, ilk kelimesinin karşılığı anlamında son kelimesidir. Bu âyet-i celîlenin öncesindeki âyet-i kerîmelerle bağıntılı olarak değerlendirildiğinde ve çoğu müfessir bunu rahatlıkla görmüştür. Anlam şöyledir. “İlk ve son söz lerinden dolayı Allah onu (Firavunu)azaba uğrattı (Denizin kapanması ile öldürdü). Müfessirler, ilk söz ve isyândan murâdın “Ben sizin için benden başka ilâh tanımıyorum” olduğunu,, son sözünden (isyânından) murâdın “Ben sizin en yüce rabbinizim” olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim “Ben sizin en yüce rabbinizim” ifâdesi, bir önnceki âyette geçmektedir.

    Aceleyle verilmiş “âhiret azabı” hükmünün âyet-i Kerîmenin bir bütünlük ifâde eden gerçek anlamıyla bir bağlantısı yoktur.

    Âyet-i kerimedeki nekâl kelimesi de ibretlik cezâ mânâsındadır. Âhiret ibret alma yeri değildir. Dünyâdaki hâdiselerden ibret alınır ki, âhirette faydası olsun. Nekal lâfzının zikredilmesi dahî âyette zikredilen azabın âhiret vatanındaki azab olmadığını göstermektedir.

    Âyet-i Kerîmenin Hakikate daha yakın meâli şöyledir. “sonrakinin ve öncekinin cezası olmak üzere tuttu alıverdi”

    Cezâya müstehâk olan sonraki ve önceki sözün neler olduğu yukarıda zikredildi.

  9. Linkte verdiğiniz âyet-i Kerîmeler, teker teker irfân nazarıyla incelendiğinde hayretle göreceksiniz ki Firavun îmân ile gitmiş. Ve bu durumdan (Firavunun bu durumundan) ibret alabilirseniz, bizim Îmânsız gitme ihtimâlimizi tefekkür ederek korkacaksınız.

    Bu islâm ve îmân akıl işi değil kalp işidir. Ya’nî zekâ işi değil kalp işidir. Akıl ile zekâ sürekli karıştırılır.

    Akıl, îmân ve basiretle özdeştir. Akıl kalpte olan nûrdur. Bu nûr, Akıbetten ibret alır meselelerin iç yüzünü idrâk eder.
    Sizin kasdettiğiniz ise zekâdır. Zekâ ancak maddî problemleri çözer. Zekâ’nın, Kur’ânı anlamakta bir faydası yoktur.

    Allah (c.c.) zekâyı herkese verir.
    Aklı ise mü’minlere ve sevdiklerine verir.

  10. En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyâ(aşiyyen) ve yevme tekûmus sâah(sâatu), edhılû âle firavne eşeddel azâb(azâbi).

    Buradaki ifâde, “firavun ailesi” firavun ailesinden murâd, Firavuna ve firavunluğa tâbi olanlar, firavun erkânıdır. “Firavun ve âli” denseydi senin zannın doğru olurdu. Ahmed’in kızları dendiği zamân Ahmet ve kızları anlaşılmaz. Burada kullanılacak tek bir “ve” hakikatlerle çelişeceğinden, kur’ân mucizesini bertaraf eder idi. Burada “firavun ve âilesi denmemesinden” bile bu meselede gizli cihetlerin olduğu anlaşılır.

    “Şimdi mi îmân ettin” ifâdesine dikkatle bakarsan bu ifâdenin zâhirinde îmânın gecikmesinden dolayı bir azarlama var. Bu ifâdenin zımnında ise îmânın tasdiki var. Eğer Firavun îmân etmeseydi, azarlama da anlamsız olurdu. Kur’ânda Allah her inandım diyenin îmânını tasdîk etmemiştir. Halbuki Firavun’un îmânını böylece tasdîk etmiştir. Gecikmeden dolayı azarlamıştır. Bu îmânın gecikmemesi gerekiyordu çünkü Firavun anlayış (irfân) ehliydi.

    îmân ya vardır ya da yoktur. Kabul edilmeyen îmân olmaz. Ve Kâfirler aslâ îmân etmezler. Firavun’un îmân edip etmediği tartışması anlamlı olabilir. îmânının kabûl edilip edilmemesi konusu tartışılacak bir konu değildir. sahîh îmân Dünyâda her ân makbuldür.

  11. yani sen Musa (a.s)ve fravun kısasından fravunun imanla gittiğini anlıyorsun öyle seni tebrik ederim .Hadi birde şu ayetleri yorumla bakalımda daha neleri yanlış anlamışız bir görelim hud suresi 96/97/98
    ayrıca fravunun imanla gidip gitmediği tartışma konusu değil ki yazının başlığı fravunun cehennemlik olup olmadığıdır. kaldı ki eğer imanı tasdik edilmişse neden deniz üstüne kapandı yani nerden tutsan elinde kalır

  12. Arkadaşım ta baştan beri söylüyoruz, mescid duvarına işeyen bedeviye ilâhî ilimleri idrâk ettiremeyiz. Ferâsete muhtâç irfânî ilimler, hırsızlık yoluyla elde edilemez. Çekişme, tartışma ve istihzâ yoluyla ile hiç elde edilmez.

    Cumhurun ne anladığı önemli değil, Allah’ın ne murâd ettiği önemlidir. Meselâ insânlar bir adamın kötü olduğunda ittifâk etse ya da veliyy olduğunda ittifâk etse, bu ittifâk Allah indindeki gerçeği değiştirmez.

    “…O (Firavun), Kıyâmet günü kavminin önüne düşecektir. Artık o, bunları ateşe götürmüştür. Vardıkları o yer, ne kötü yerdir! Burada da, kıyâmet gününde de la’nete tâbi’ tutuldular onlar. Kendilerine verilen vergi ne kötü vergidir!” (Hûd 11,99) Bu âyet-i kerîmede Firavuna tâbi’ olanların Kıyâmet günü cehennemlik olacakları mutlaktır. Firavunun durumu ise yine muğlâktır. Burada Firavun’a en büyük bir ilâh ve rabb olarak tâbi’ olanların Firavun’un önderliğinde cehenneme sevk edileceği açıktır.Onlar Firavunluğa tâbi olmakla Firavunluğa kuvvet verenlerdir. Âyet-i kerîmede “O, Onları ateşe götürdü” buyruluyor. Cehenneme girme noktasında,, Firavuna tâbi olanlar için bir kesinlik var fakat Firavun için bir kesinlik yok.

    Şöyle bir itirâz yapılabilir. Kıyâmet Günü Firavun Kavminin öbüne geçecek ve Kavmini cehenneme sevkedecek kavmi cehenneme girecek ve Firavun bana müsade ben girmeyeceğim mi diyecek?

    Biz firavunun îmân ettiğini ve îmân etmeden öceki günâhların sevaba çevrildiğini ve tertemiz göçtüğünü düşünüyoruz. Şöyle de düşünülebilir. Firavun gerçekten îmân etti fakat, O kadar büyük zulümleri var ki, Allah bu zulümleri dolayısıyla onu cehennemine atar, intikamını aldıktan sonra cennetine sokar. Bizim katılmadığımız bu ikinci görüşe göre, Firavun, kavminin önünde hem kavmini hem de kendisini, âhirette cehenneme sevkeder. Cehenneme giren her insân ebediyyen cehennemde kalmaz. Günâhkar mü’minler cehennemden çıkarılırlar.

    Sen Firavunun îmânının sahî olduğunu, îmân etmiş bir kulun önceki günâhlarının tartıya gelmeyeceğini, hattâ günâhların sevaplara çevrileceği fikrindesin. Bu Fikir ile bu âyet-i kerîmeyi nasıl bağdaştıracaksın diye sorulursa şöyle bie cevap veririm.

    Firavun’un, kendisine tâbi’ olanları Cehennem’e iletmesi fakat kendisinin Cehennem’e atılmaması ise şöyle îzâh edilir.
    Asr-ı nebî de uzun yıllar peygamberimize karşı savaşmış ve kan dökmüş fakat çok sonraları îmân etmiş olanlar çoktur. Bunlardan birisi de, zamânında müşriklerin komutanı olan Hâlid bin Velîd hazretleridir ki îmânı tartışılmaz. Îmân ettikten sonra yaptığı fetihlerle İslâm’a hizmeti büyüktür. Hâlbuki Müslümân olmadan önce küfrün imâmlarındandı, müşriklerin komutanlarındandı ve ona uyarak peygamberimizle savaşanları cehennemden başka bir yere sevk etmemekteydi. Ba’zı insânları (müşrikleri) cehenneme sevketmekte önder olması onun cennetlik olmasına münâfi olmamıştır. Bir daha yazalım. Ba’zı insânları (müşrikleri) cehenneme sevketmekte önder olması onun cennetlik olmasına münâfi [aykırı] olmamıştır. Allah resûlü ile savaşanlara önderlik eden Hâlid, O savaşta ölen mü’minleri cehenneme sevkedici bir görev üstlenmiş fakat sonuçta kendisi cennetlik olmuştur.

    Bu noktada yapılabilecek son i’tirâz da şöyle olabilir; Firavun’un îmânlı olarak öldüğünü kabûl ettiğimizde, îmânından önce dünyâda iken kendisine tâbi’ olanları cehenneme sürüklediği sâbittir ve sonraki îmânına münâfî değildir. Fakat mü’min olarak ölen birisinin Kıyâmet günündeki müşahhas [somut] olarak görülebilecek bu ahvâli ya’nî iki ayrı yerde haşri nasıl açıklanır?

    Mahşer vatanının yapısı, dünyâda mümkün olmayacak ba’zı vakıaları mümkün hâle getirebilmektedir. Meselâ hz. Îsâ mahşer meydanında iki defa haşredilecektir. Birincisi kendi ümmetiyle birlikteki haşri, ikincisi de ümmet-i Muhammed’in bir ferdi olarak haşri… Hz. Îsâ, Mahşer gününde, kendi ümmetinin önderi bir nebî olarak ve ayrıca Ümmetî Muhamed’de bir veliyy önder olarak haşredilcektir. Dünyâ vatanında mümkün olmayan işler âhiret vatanında mümkün olabilir.

    “Azâbımızı gördükleri vakitte onların îmânı kendilerine fayda vermez. Allah’ın kulları hakkında süregelen âdeti budur. İşte o zamân kâfirler hüsrâna uğrayacaktır.” (Mü’min 40,85)

    Anlamı Yanlış algılanan bu âyet-i kerîmenin anlamı şudur:bu âyet-i kerîme,,ölümden önceki îmânın âhirette fayda verip vermeyeceği ile alâkalı değildir. Çünkü dünyâ vatanındaki îmân (gayba îmân) âhirette mutlaka fayda verir. Âyet-i kerîmedeki faydadan maksad, dünyâ azâbının ve ölüm vaktinin geri çevrilmesidir. Şöyle ki: Mukadder olan ölüm bir dünyâ azâbının eşliğinde geldiği ve ölümle sonuçlanacağı anlaşıldığı zamân, evvelen mü’min olanların îmânı ve önceden âlemlerin Rabb’ine îmân etmemiş olup da o anda kalb tasdîki ile (Müşâhede ile değil) îmân etmiş olanların îmânı, (Âhiret azâbının değil) dünyâ azâbının dikkat edin dünyâ azâbının kaldırılması için kendilerine bir fayda sağlamaz. Yani bu noktada, Dünyâ azâbı ve ölümün engellenmesi noktasında îmân etmenin veyâ etmemenin bir faydası olmaz. Ve bu îmânları ölmelerine de engel olmaz. “Yûnus kavmi müstesnâ olmak üzere…” (Yûnus 10,98) “Allah’ın kulları hakkında süregelen adeti budur” (Mü’min 40,85) Nitekim Zekeriya peygamberi ağaç hızarı ile boydan boya kesip vücûdunu ikiye böldüler. Bu âkıbet öncesinde Zekeriya peygamber bu azâbın kaldırılmasına dönük Rabb’ine yakarmış ve Rabb’inden: “Ya Zekeriya bir peygamberim olarak kaderime râzı değilmisin?” Sorusuna muhâtab olmuştu. Tabîîki bir peygamber Allah’ın (c.c.) kaderine râzı olmuştur. Zekeriya aleyhi’s-selâmın îmânı, dünyâ azâbının ve takdîrin geri çevrilmesine bir sebeb olmamıştır.

    “…İşte o zamân kâfirler hüsrâna uğrayacaklardır.” (Mü’min 40,85) Mü’minlere îmânları dünyâ azâbının kaldırılması yönünde fayda vermez. Fakat onlar âhirette hüsrâna [ziyana, mahrûmluğa] uğramazlar hâlbuki kullardan îmânsız olarak ölenler hüsrâna uğrayacaklardır.

    Yazdıklarımı dikkatlice teemül edersen,, Firavun’ îmân etmiş ise boğulmamalıydı, deniz üstüne kapanmamalıydı gibi saçma hükümlerden kurtulursun.

  13. ya lütfen Hâlid bin Velîd ile fravun kıyası ayıp. Bir kere Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allahı onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.furkan suresi 70 ayeti kelimenin şartları 1.iman etmek 2.tövbe etmek 3.salih amel veya iyi davranış gerektirir sizce bunların kaç tanesi fravun da var .bir de halit bin velid de kaç tanesi var bir düşün bakalım

    dünya azabına gelince eğer sizin dediğiniz gibi olsaydı fravunun bedeni ibret almak için değil örnek almak için bize bırakılırdı.

    fravunun iman ederim dediğini kuran bize söylüyor ancak Allah (c.c) şimdi diyerek fravunun geç kaldığınıişin işten geçtiğini belirtiyor.tövbe ettiğine dair bir ayet bilmiyorum ayrıca tövbe etmekte yetmez bir de bunun kabul edilmesi gerek kabul için samimiyet aranır bırakın ölümle yüz yüze olmayı insan gece bir kabus görse korsa hemen başlar tövbe etmeye ama gece kalkıp güneş doğduğunda sanki tövbe etmemiş gibi gühankar hayatına devam eder örnek 7:134 – Ne zaman ki, azap üzerlerine çöktü, dediler ki, “Ey Musa! Bizim için Rabbine dua et, sana olan ahdi hürmetine eğer bizden bu azabı kaldırır uzaklaştırırsan, yemin olsun ki, sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve İsrailoğullarını seninle birlikte göndereceğiz.”
    7:135 – Ne zaman ki, belli bir süreye kadar onlardan azabı kaldırdık, derhal yeminlerini bozdular.
    7:136 – Biz de, âyetlerimizi inkâr ettikleri ve onlara kulak vermedikleri için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk.

    salih amel desen kuranın bizi söylediğine göre adamın hayatı Allah’a isyanla şirkle zulümle geçmiş

    uzun lafın kısası iddianızı benim kabul etmem mümkün değil ve anlıyorum ki sizde iddianızdan vaz geçmeyeceksiniz ozaman söylenecek söz kalmıyor . şu tüm samiyetimle diliyorum işallah doğru yolu bulursunuz bir birimize hakaret etmeden bu tartışmadan çekiliyorum.Allah cümlemize hidayet nasip etsin

  14. Tartışmadan çekildiğine sevindim. Sen çekilmesen ben çekilecektim. Sayısız tecrübeyle sâbittir ki Özü marifetullahı iktisâb etmeye müsâit olmayanlara bu meseleleri anlatmaya çalışmak, çorak toprağa tohum etmek gibidir. İkimiz de yorulmayalım.

    Bir vakit namaz kılmadan şehîd olan sahabeyi bilir misin? Müşriklerin tarafında savaşırken îmân etti, Efendimize îmân ettiğini bildirdi, vakit namazı kılınacaktı, namazı mı kılayım, müşriklere karşı cihad mı edeyim diye sordu. Efendimiz cihâda devam et buyurdu ve şehid oldu.

    İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).

    “Ancak tevbe ve îmân edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır. Engin merhamet sâhibidir.” (Furkân 25,70)

    Sıralamaya dikkat et, ilkönce tövbe sonra îmân sonra sâlih âmel… Bu demektir ki, sahîh îmânın içinde tevbe de mündemiçtir. îmândan sonra genelde masiyet icrâsı olur, Firavun’a bu esnâda ölüm takdîr edildiği için masiyete de fırsat verilmedi. îmânın ardından ölümün gelmesi artı bir râhmet oldu firavuna. Halbuki îmân ettiği esnâda firavun öleceğini bilmiyordu. îmân ettiği için kurtulacağını umuyordu ama umduğu gibi olmadı, hz. Mûsâ’ya ulaşmak isterken ulaşamadı. Üzerine kapanan deniz onun için gusül abdesti oldu.

    Tevbenin îmân ile birlikte tahakkuk ettiğini açıkladım. Ya’nî Firavun’un îmânı sahîh ise bunun içinde elbette tövbede vardır. Yok ben kabul etmem sâlih amel işlemedi dersen. Bu iddianın mantıksızlığı îzâha muhtâç değildir. Mesele burda îmânın sahîh olup olmama meselesidir. Allah, bedevîlerin Peygamber Efendimize gelip, biz îmân ettik demelerinden onların îmânlarını tasdik ve teyid etmemiştir. Halbuki, şimdi mi îmân ettin sözünde Firavunun îmânını tasdîk vardır. Firavunun îmânıyla alâkalı pek çok gizli işâret de vardır Kur’ânı Kerîm’de…

    Firavunun akıbetinde bütün insânlara farklı farklı ibretler vardır. Firavun’â Tabi olan erkânı, onun cansız bedenini görünce onun bir ilâh olmadığını anlamış oldular. Hz. Mûsâya Tâbi olup Allah’a güvenenler, katlandıkları korku ve sıkıntının müsbet netîcesini gördüler,, Firavunun Kâfir olarak öldüğünü zanneden umum müslümânlar da Firavunluğun akıbetini anladılar. Allah’ı bilmeye ve tanımaya müstaid yaratılmış ârifler ve veliyyler de Böyle zûlümler ve kötülükler yapmış bir insânın sahîh bir îmân ile gittiğini gördüklerinde, kendilerinin veyâ ba’zı mü’minlerin îmânsız gitmelerinin gerçekleşmesi mümkün bir vakıa olduğunu anlarlar, Ve bu durumdan korkarak İbret alırlar. Çünkü ne Firavun ne de bir veliyy, sırf kendi irâdesiyle müstakill kötülükler zulümler ya da iyilikler ve sâlih amel işleyemez. Her fiil Allah’ın mutlak irâdesinde cereyân eder.

    Firavun’un Zât’ı ile hz. Hâlid’in Zât’ını kıyaslamıyoruz. Meseleyi karıştırma. Firavundaki bir husûsiyet ile hz. Hâlid’deki benzer bir husûsiyeti ortaya koyduk.

    Uzun lafın kısası,hiç bir şeyi kabûl etmeye mecbûr değilsin. Herkes özünün muktezâsına uygun hareket eder ve anlar.

    Firavun’un îmânı noktasında Evliyâullah’ın müşâhedesi vardır. Firavun’un îmânının sahîh olması, Kur’ân’dan istdlâl ve akıl yürütme yoluyla çıkarılmış bir netîce değildir. Evliyâullah Firavun’un îm3anını bizzat görmüştür. Kur’ân’ı akıllı bir mü’min incelediğinde de aynı netîceye ulaşması mümkündür.

  15. sizin evliyalar yanlış görmüş kuran bu kadar açıkken 10/90.ayeti kelime İsrail oğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu ise küstahça ve düşmanca arkalarına düştü. Boğulmak üzereyken, ‘İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben müslümanım,’ dedi.10/91 ŞİMDİ mi inandın? Daha önce baş kaldırmış ve bozgunculardan olmuştun. size göre (evliyalara göre)fravunun tövbesi kabul oldu. Allah(c.c)hangi tövbeleri kabul ettiğini nisa suresinde bildiriyor 4/17 Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.hangilerini kabul etmeyeceğinide yine aynı surede 4/18 O kimseler ki, kötü işlerde ısrar ederken onlardan birine ölüm gelip hayattan ümidini kesince: “- Ben, ŞİMDİ tevbe ettim” der, o kimseler için tevbe yok (tevbe makbul değildir). Kâfir oldukları halde ölenlere de tevbe yok, işte biz onlar için ahirette acıklı bir azap hazırlamışızdır.
    bu ayetler şimdinin ne olduğunu açıkça anlatıyor.lütfen son yorumunuzunson cümlesini kendinize sürekli tekrarlayarak kuranın bir kere daha okuyunuz

  16. Bizi yorma kardeşim,

    Tevbe dönmek demektir. îmân etmek aslı i’tibâriyle tevbedir zâten. Tevbe îmân etmenin içinde olan bir sıfâttır. Bir kâfirin îmân etmesiyle içinde barındırdığı tevbe, Günâhkâr bir müslümânın tevbesinden farklı bir durum arzeder. Müslümânın tevbesinde yakarış ve dûa gibi hâller görürsün. îmân eden kâfirin tevbesinde bu zâhiri hâller gizli olabilir. Fakat mutlak bir Gönül pişmânığı vardır.

    “Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

    Verdiğin bu âyyet-i kerîmenin Firavunla ilgisi yok, çünkü, Bu âyet-i kerîme, Zâten îmânlı olan fakat günâhkâr olanlar hakkındadır.

    O kimseler ki, kötü işlerde ısrar ederken onlardan birine ölüm gelip hayattan ümidini kesince: “- Ben, ŞİMDİ tevbe ettim” der, o kimseler için tevbe yok (tevbe makbul değildir). Kâfir oldukları halde ölenlere de tevbe yok, işte biz onlar için ahirette acıklı bir azap hazırlamışızdır.

    Bak burda da bizim verdiğimiz mâ’nânın teyidi var. Mümin ve müslümân olduğu hâlde günâh yapmakta ısrâr edenlerin, öleceklerini anladıklarında tevbe etmelerinin faydası olmaz buyruluyor. Zaten kâfir olarak âhirete intikâl edenlerin de kurtulamayacağı ilâve olarak belirtiliyor. Halbuki Furkân sûresindeki âyet-i kerîmede küfürden dönüp (tevbe) îmân edenler, dosdoğru döndükleri istikâmette yol alırlarsa, geçmiş zulüm ve kötülükleri sevaplara çevriliyor. Firavunla ilgili olan âyet bu âyettir.

    Senin zikrettiğin âyet, Firavunla ilgili değil, fâsık müslümânlarla ilgilidir.

    Karıştırdığın için yanlış algılıyorsun. Ve kendi Kur’ân algını hakikat zannediyorsun.

  17. kardeşim tövbenin zamanlamasına baksana ölüm gelip çatınca imanlı adamın tövbesi kabul olmazsa fravun gibi cehenneme gideceklere önderlik edecek olan adamın imanı kabul olur mu ifadeler aynı birinde şimdi tövbe ettim diyor diğerrinde Allah (c.c) şimdi mi iman ettin diyor.Fravunun salih amel için fırsat verilmemiş diyorsun 7:135 – Ne zaman ki, belli bir süreye kadar onlardan azabı kaldırdık, derhal yeminlerini bozdular.
    7:136 – Biz de, âyetlerimizi inkâr ettikleri ve onlara kulak vermedikleri için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk.yine yukarda ki yorumların birinde diyorsun ki denizin kapanması fravuna gusul oldu Allah (c.c)diyor ki denizde onları boğduk İNTİKAM aldık buradaki onların içine fravun girmiyor değil mi. hz Musa nın hayatı mücize göstermekle geçmiş nerdeyse normal günü geçmemiş imansızları inandırmak için nasıl diye bilirsin ki fravunun fırsatı olmadı. sizinle biz farklı boyutlarda algılıyoruz dünyayı siz nirvanaya ulaşmışsınız.artık nedesem boş

  18. ek olarak fravun öleceğini bilmiyordu tövbe ettiği için kurtulacağını sanıyordu diyorsunuz bu bile fravunun tövbesnin samimi olmadığını azabın üzerinden kalkması için tövbe ettiğini gösterir tıpkı 7/135 7/136 da olduğu gibi kafirlerin asla iman edemeyeceğini söylüyorsunuz öncelikle kafir tanımına bakmak lazım (bu kısım abdülaziz bayırdan dinlediğim bir kısımdır)kafirin anlamı örten demektir.neyi örter kafirler imanı yani bize anlatıldığı gibi kafir demek Allahı yoksayan demek değildir onlarda da iman vardır onlar imanlarını örterler yani kafir olmalırı için önce inanmaları gerekiyor.3/106.ayeti kelime O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir. yani ayeti kelimeden anlaşılacağı gibi yüzleri kararanlarda yani kafirler imandan sonra inkar ediyorlar.yine herkesin Allah(c.c)inandığına hatta Allah(c.c) kişiden inandığına dair söz alıyor ve kendilerine şahit tutuyor sorumluluk yüklüyor
    7:172 – Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediği vakit, “pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz” dediler. (Bunu) kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu.” demeyesiniz diye (yapmıştık).
    7:173 – Yahut, atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin, demeyesiniz diye (yapmıştık).

    1. Öleceğini bilmeeyenin îmânı, öleceğini bilenin korku îmânından daha sahîhtir. Gayba îmân nisbetinde îmân sıhhat bulur. Her ne şekilde olursa olsun, Dünyâda rûh Güneşi battığı yerden doğmadan önce îmân etmek, insânı ebedî cehennemden kurtarır.

      Herkesin bir îmânı ve inancı elbette vardır. İnançsız insân olmaz… Yukarıda Firavunun anlayış ehli olduğunu belirtmiştim. Firavun, îmânının sahîh olduğunu anlatabilmek için. Lâ ilâhe illallah demiyor. Eğer lâ ilâhe illallah dese, yukarıda yaptığın açıklamaya göre şöyle i’tirâz edilebilir. Ey firavun senin Allah dediğin, Algındaki ilâhtan ibârettir. Bu ifâdeden kastının mutlak olan Allah olduğu ne malum. Sen böyle zikrediyorsun ama senin gibi bir firavun olsa olsa bir tanrıya tapar (Allah’a tapmaz). İşte Firavun, îmânının sahîh olduğunu en doğru biçimde şöyle ifâde ediyor ve teyid ettiriyor::”İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım” Bu ifâde, Allah’tan başka ilâh yoktur demekten daha üstün bir ifâdedir. (Firavun için tabi)

  19. Bu soruyu bana sorma, Allah’a sor. De ki; Nasıl oluyor da îmân edenlerin geçmişine bakmadan ve bu geçmişi ölünceye kadar hiç bir süreyle kısıtlamadan, geçmiş zulümlerini bağışlıyorsun, geçmiş kötülüklerini bağışlıyorsun, hele şunu hiç anlamıyorum de; bu kötülükler iyiliklere çerilir mi? Ya Hû de… Ya da Edeb ile bunun hikmetlerini Kur’ânda ve âlemde araştır… Allah’ın hikmetini anlayamanın faturasını bize kesme…

    Firavun’un boğulanlar ve intikam alınanlar arasında zikredilmesinde bir beis yok… Yukarıda Zekeriyâ aleyhisselâmın ağaç hızarı ile biçilerek veyâ Hallâc-ı Mansûr’un işkence edilerek öldürülmesi hâdisesinde Dünyevî akıbet daha şiddetlidir. Bu meseleyi anlaman pek mümkün değil ama yinede yazalım. Hakk Teâlânın, Firavun erkânından “intikam aldım” demesi Zekeriyâ peygamberimden intikam almadım anlamına gelir mi? Onları boğduk sözü ne derece doğruysa Zekeriyâ peygamberi biçtik sözü de o derece doğrudur. Fakat gerçekleşmiş bu vakıa bu şekilde zikredilmemiştir. Zekeriyâ âleyhisselâmın da başına gelen bi cezâdır (karşılık) Firavun erkânının başına gelen de bir cezâdır (karşılık). Firavun erkânının akıbetinde Rahmân’ın intikâmı vardır. Zekeriya âleyhisselâm’ın intikâmında Kahhâr olan Allah’ın veyâ şedîdül ıkâb olan Allah’ın veyâ âdil olan Allah’ın intikamı vardır.

    Ya’nî îmân eden Firâvun’un îmânsız giden erkânı ile birlikte zikredilmesinde bir beis yuktur. Burdan Firavun’un îmânsız olduğunu çıkartamazsın.

    Senin basitçe algıladığın mantığa göre dünyâda bir eli yağda bir eli balda sâadet ve huzur içinde yaşayanların Allah’ın sevgili kulu, Sıkıntı ve belâsı başından eksik olmayan kulların, Allah’ın bedbâht kulları olması gerekir. Elbette bu mantık sakat bir anlayıştır.

    Firavun’un daha önce îmân etmesi gerekiyordu. Anlayış sâhibiydi. Zâten bu yüzden ya’nî îmânın gecikmesi yüzünden azarlanmıştı. Böyle bir gecikmeyle birlikte sahîh îmânın gerçekleşmesi Allah indinde nasıl bir netîce verir onu ben bilemem. Yalnız, burada zikretmediğim, Kurân’da bir çok işâret vardır ki Firavun’un îmân edeceğini ve imânının sıhatini gösterir. Bence Firavun, îmânını geciktirmesiyle kendini büyük riske atmış idi, Fakat ölmeden ve öleceğini bilmeden önce îmân etmeye muvaffak olmasıyla bu kumarı kazanmıştır. Allah isteseydi kaybettirirdi. Şunu da bilmek gerekir ki, Firavun’un îmân etmesi demek, Koskoca bir imparatorluğu bir çobana teslîm etmek anlamına gelmektedir. Bu karar, büyük bir dönüş ve peygamberlik seviyesinde bir fedâkârlığı müstelzîmdir.

    Son söz olarak Ne desem boş demişsin. Bana bir şey anlatamadığını ifâde etmişsin. Sen bana bir şey anlatmıyorsun,, Düz bir duvarda bazı şekiller görüyorsun, körmüsün kardeşim niye görmüyorsun diye gördüklerini bana anlatmaya çalışıyorsun. Senin z3ahirde gördüğünü aynen ben de görüyorum, heycanlanmana ve endişelenmene gerek yok ya’nî… Ukalâlık yapmak istemem ama Azîzlerin pirlerin himmetiyle gördüğün karagöz perdesinin iç yüzünü anlatmaya çalışan herâlde benim.

    Rolleri karıştırmayalım.

  20. haşa ALLAH (c.c)sorgulamak gibi bir şeyi nasıl anladın yüce rabbim neylerse güzel eyler sen kuranıda böyle anlıyorsan ben mantıklı bir insanın Allahın ayetlerinden nasıl böyle bir şey anladığını sorguluyorum.15 / HİCR – 1 Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab’ın ve apaçık bir Kur’an’ın âyetleridir.12 / YÛSUF – 1 Elif Lâm Râ. Bunlar, apaçık Kitab’ın âyetleridir.26 / ŞUARÂ – 2 Bunlar, apaçık Kitab’ın âyetleridir.28/ KASAS-2 Bunlar apaçık Kitab’ın âyetleridir.44 / DUHÂN – 2 Andolsun her şeyi açıklayan Kur’ân’a.
    bir şeyin açık olması orta zekalı bir insanın vereceği anlamdır.bak ne güzel ayetleride gördüğün gibi anlasanana

  21. Yazılanları, cevap verme telaşından arınmış olarak okursan ve dikkatlice teemmül edersen,, Firavun’un îmânının sâhîh olmadığını düşünen müslümânların bu düşünceyi hemen benimsemesinde Firavun’un geçmişindeki zulümlerinin kötülüklerinin olduğu görülür. îmândan önceki zulüm ve kötülükleri silen Hattâ sevâba çeviren Allah’tır… Firavun îmân etmiş ise Firavun’un cennetlik olması, Sünettullahın bir iktizâsıdır. Bu noktada yapılan i’tirâzın benimle bir ilgisi yok, şimdi anlatabildim mi?. Ancak, Firavun’un îmânının sahîh olup olmaması noktasında tartışabilirsin. Bu noktada da elle tutulur bir delîlin yok gördüğün gibi. Senin kullandığın tabîr gibi, Öne sürdüğün hayâlî delîller neresinden tutsan dökülüyor.

    Gelelim şu Kur’ân’ın ap-açıklığı mes’elesine… Meâl yoluyla Kur’ân’ı anlamanın fecâatlerinden biridie bu mes’eledir…

    Kur’ân ap-açıktır. Lâkin bu açıklık, Kur’ânı herkesin ve senin doğru olarak anlayacağın ma’nâsına gelmez.

    Meselâ; bir konuyu dünyâda en iyi bilen ve üstelik öğretmenlik yapma kabiliyyetine sâhib bir bilim adamı düşünelim. Bu bilim adamı en iyi bildiği mevzûyu en güzel bir üslûbla ve ap-açık anlatsa, konuya muhâtab olan öğrencilerin hepsinin mutlaka mevzûyu anlamaları îcâb eder mi? Tabîiki etmez. Ancak istekli ve isti’dâdıyla [kabiliyyet ve birikimiyle] hazırlıklı olanlar açıklanan mevzûyu kavrarlar. Bilim adamının konuyu apaçık anlatması, hazırlıklarıyla yeterli ve isti’dâdlı [kabiliyetli] öğrencileri ancak amaca ulaştırır. Yukarıda, cümlenin başında belirtildiği gibi Kur’ân’ın kasdedilen ma’nâlarını anlamak için yeterlilik ve mümkün olan isti’dâdı [kabiliyyeti] kesbetmek [kazanmak] için izlenecek yol, kalbe ve kalıba âid sorumluluklar bellidir (Haramlar helâller, ibâdetler). Bunu herkes bilir.

    Bak senin algıladığın üzre bir açıklık olsaydı şu âyete gerek olmazdı.
    Yüce Allah buyurdu ki: “Sana da (ey Muhammed) insânlara indirileni açıklayasın diye zikri indirdik, belki düşünürler” (Nahl 44)

    Meselenin özeti şudur.
    Kur’ân (veyâ güneş) apaçıktır fakat güneş kapalı mekânlara girmez

  22. benim delil olarak sunduklarım hepsi ayetti senin delil olarak sundukların senin evliyaların rüyaları fravunun imanını görmüşler felan filan sen kuranı rehber olarak almıyorsun takılmışsın bir felsefenin peşine kuranı ona uydurmaya çalışıyorsun benim fravunua bir garezim yok eğer senin dediğin gibi olsa Allah ın fravunun imanını kabul etmesi yüce rabbimin merhametinden olur ancak Allah (c.c) kuranda bize bildirseydi eğer ben fravunun imanını kabul ettim biz ne derdik Allahın dediği olur rabbim neylerse güzel eyler derdik bir sıkıntı olmazdı ama kuran bize bunu söylemiyor.aynı ayetleri tekrar etmeyeceğim burada sen kalkmışsın diyorsun ki fravun peygamber mertebesine ulaştı delilin ne evliya rüyasında gördü fravun geldi bizim evliyaya ilim öğretti kardeşim bırakın bunları din rüyalarda yaşanmaz öğrenilmez anadolu evliyadan geçilmiyor hepsi ilim sahibi rüyalarında ilim öğreniyor ama maddi hayatta Alahın ilimlerinden hiç birini bilmiyorlar ALlah rızası için kimseye matematik,fizik, biyoloji,kimya öğreten yok ne yapıyor bunlar halvete çekiliyorlar 9 saatte kuranın tamamını okuyor 313000 allah diyor 124000 salavat yine 124000 başka bir salavat getiriyor dışarıya sadece vakit namazları için çıkıyor.bir insan saniyede 4 kere allah dese 313000 kere diyebilmesi için 21 saat gerek gerisini sen hesap et işte sizin evliyanın matematiği bu kadar ilmi bu kadar uydur uydur söyle. bu evliyanın en normal halleri daha bunların haşa ölüyü dirilten modelinimi kurşun işlemeyen modelini mi istersin suda yürüyen uçan ,kaçan çeşit çeşit modelleri var

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.