Asım Öz /Dünya Bülteni-Kültür Servisi
Abdullah Cevdet çağdaş nesillerin hafızalarında ‘ateist’, ‘din düşmanı’, ‘etnik milliyetçi (Kürtçü)’ gibi toplumda tepki çeken ve ‘damızlık taraftarı’ gibi çirkin düşüncelere sahip olan biri olarak hatırlanmakla müştehirdir. Bu temayül 2005 Temmuzunda Ankara’nın Çankaya semtindeki bir sokak adı değiştirilmesi esnasında da bariz olarak gündeme gelmiştir. Abdullah Cevdet gerçekten ateist birisi midir? Ebâ an ced Müslüman olan bu toprakların nesillerinde hakkıyla ateist yetişebilir mi?
Çocukluğunda ve gençliğinde dindar bir hayat yaşayan, Hazret-i Peygambere methiyeler yazan bir adamın ateist olması mümkün müdür ? Bu vb. sorular düşünce tarihimizin cevaplanması güç sualleridir
Mustafa Gündüz’ün İçtihadın İçtihadı adlı çalışması Abdullah Cevdet’i kısmen de olsa anlamak, görüş ve düşüncelerine birinci elden kaynaklık etmek amacıyla derlenen kısa yazılardan oluşmaktadır.Gündüz’le kitabını konuştuk.
İçtihadın İçtihadının hazırlık aşamasından söz edebilir misiniz ilk olarak?
Doktoramı II. Meşrutiyet’in en belirgin fikir hareketleri olan Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılığın en yüksek yüzeyde temsil edildiği Türk Yurdu, İçtihad ve Sebilü’r-Reşad dergilerini eğitim ve toplum bağlamında karşılaştırmalı olarak araştırmak üzerine yaptım. Bu sırada II. Meşrutiyet’in diğer pek çok dergisini de taradım. Bu süreçte en çok ilgimi çeken dergilerden biri kuşkusuz Abdullah Cevdet’in İçtihad’ı oldu. Öyle ki tezimde bir dergide yayımlanan herhangi bir yazının özetini ya da flaş cümlesini kullanmak durumundaydım. Oysa tamamı ilginç fikirlerden oluşan yazılar da hayli fazlaydı. Bu yazılardan ilginç olan bazılarının okuyuculara ulaşmasını istedim. Hakkında farklı kanaatlerin belirtilmesine karşın Abdullah Cevdet’in günümüz harflerinde yayımlanmış pek az yazısının olması beni böylesi bir çalışma yapmaya yöneltti. Meselem bu ilginç fikir adamının birinci elden tanınmasını sağlamaktı. Biliyorsunuz bizde bilmeden, okumadan hemen her konuda konuşmak, yorum yapmak adeta bir hüner. İçtihad’ın İçtihad’ı Cevdet’in kullandığı bir tabir. Tevriyeli olarak “İçtihad sahibi” de diyor kendisi için.
Yazıları seçerken nasıl bir yöntem izlediniz?
Yazıların seçiminde iki kriterim vardı. Birincisi yazıların İçtihad’ın ilk 100 sayısı içinde yer alması. Bunun eksik olduğunu Kurtuluş Kayalı takdim’de belirtti. Buradan hareketle de yeni bir çalışmaya işaret etmiş oldu aslında. Şimdi daha geniş, İçtihad’ın bütün dönemlerini yansıttığını düşündüğümüz geniş bir seçki hazırladık. İkincisi ise, Cevdet’in ve İçtihad’ın en belirgin renklerini yansıttığını düşündüğüm yazıların tercih edilmesiydi. Bir de hemen her yazının, din, bilim, felsefe, eğitim, kültür, sanat gibi alanlarda belirgin niteliğe sahip olmasını aradım. Abdullah Cevdet ve İçtihad’ı en iyi temsil eden yazılar olmasına dikkat ettim.
Abdullah Cevdet’in hayatı ile devam edelim. Onun hayatının belli başlı özellikleri varsa kırılma noktaları nelerdir?
Elbette o dönemin hemen hemen bütün aydınlarının, sanat, siyaset ve edebiyat simalarının hayatlarında belirgin kırılmalar var. Bunu onlara dönemin şartları icbar ediyor. Baş döndürücü bir sosyal, siyasal, kültürel ve bilimsel gelişme döneminden geçiyorlar. Bu hızlı değişim bireyleri de oradan oraya savuruyor.
Abdullah Cevdet’in hayatı çok farklı dönemlere ayrılabilir. Dönemlendirme siyasî gelişmelere göre de yapılabilir onun yaşayışına göre de. Ancak bireylerdeki dönüşümlerin genelde kaynağı siyasî olaylar. Bu bakımdan Cevdet’in öğrencilik yılları, İttihat ve Terakki içindeki hayatı, II. Meşrutiyet dönemi siyasetten soğuma, kültürel çalışmaya odaklanma, Kurtuluş Savaşı döneminde yeniden siyasete ilgi ve bürokratik hayatı. Ve nihayet erken Cumhuriyet döneminde siyaset ilgisi ve aşırı itirazlar sonucu İçtihad’a adanmakla edebî uzlet hayatı olarak tasnif yapılabilir. Bu dönemlerin hemen hepsinin tabanı aynı olmakla birlikte, tavanında farklı simalar görmek mümkün.
Kimliğinin oluşumu üzerinde etkili olan yapılar ve isimler kimlerdir?
Cevdet’in kimliğinin oluşmasında iki farklı dünya ve medeniyet var. Öncelikle ve derin biçimde doğulu kadim medeniyetler ve İslâm. Burada İslâm’ın erken dönemindeki büyük simalardan feyz aldığına yönelik hem ifadeleri var hem de bu metinlerinde açıkça görülüyor zaten. Burada Gazali, Mevlana, Sadi, Şirazi, Örfi, Ömer Hayam, Yunus vb. isimler var. Bir de Tanzimat ve II. Abdülhamid dönemi aydınlar var. Öncü Jön Türkler, Yeni Osmanlılar, başta Namık Kemal, Suavi, Ziya Paşa, Mizancı Murat, Ahmet Mithat Efendi, Abdülhak Hamid, Hüseyinzade Ali en başta gelen öncüleri. Bir de Mısır’daki İslam Modernistleri var.
Tabi bir de Cevdet’in fikir dünyasını ters yüz eden, bulandıran Tıbbiye öğrenciliğinden itibaren müridi olmaya başladığı batılı yazar ve filozoflar var. Aydınlanma filozoflarının tamamını sayabiliriz burada. Ama Locke, Volter, Goethe, Fichte, Rousseau, Kant, Marx, yazılarında çağdaş Avrupalı öncüler kadar ön planda değildir. Mesela çağdaşı sayılan ne Weber ne de Nietzsch’den söz etmez Cevdet. Ancak, Son dönem Osmanlı aydınlarından pek çoğunda adeta tedhiş-i ezhana sebep olan ve onları zebunu kılan Madde ve Kuvvet kitabı ve müellifi Lüdvig Büchner A. Cevdet’in de hayran olduğu birisidir. Hatta bu kitaptan çeviriler yapıyor. Şükrü Hanioğlu’na göre Büchner Almanya’da ne ise, Cevdet Osmanlı’da aynı rolü oynamak emelinde. Sonra, Emile Boumty, Guyau, Felix Isnard, Cabanis, Karl Wogt, Ernest Haeckel, Moleschot, Peacok’tan etkiler var. Cevdet’in en çok meftun olduğu isim kuşkusuz Gustave Le Bonn’dur. Neredeyse onu modern zamanların peygamberi olarak görür. Yazdıklarını günü gününe takip eder ve İçtihad’da tercümesini yayımlar.
Peki, Abdullah Cevdet’in İttihat Terakki üyesi olup olmadığı yönündeki tartışmaların kaynağı nedir?
Bunun çok tartışılacak bir husus olduğunu düşünmüyorum. İTC’nin kuruluşu hakkında Ali Birinci ve Şükrü Hanioğlu’nun farklı tezleri var bildiğiniz gibi. Hangisi kabul edersek edelim Abdullah Cevdet kurucu kadroda olmasa bile etkin bir üye. Tunaya, Peyami Safa ve S. Akşin ve Hanioğlu’na göre zaten İttihad-ı Osmani’nin dört kurucu üyesinden biri. Özellikle Avrupa’da örgüt adına önemli faaliyetleri var. Ancak 1903-4’ten sonra işin rengi değişiyor. Sadece Abdullah Cevdet değil, diğer pek çok Jön Türk’ün İttihat ve Terakki’nin yeni lider kadrosundan farklı düşünceleri gelişmeye başlar. Bu konuda ona en çok benzeyen isim Ahmed Rıza. Bu farklılık onları yeni mecralara ve eylemlere sürükler. Bu mecra Cevdet’te İçtihad’ın yayımlanmasına yol açar.
Dönemin Kürt milliyetçisi olarak anılabilecek- Kürdistan, Jîn gibi- dergilerde de zaman zaman görülüyor. Onun Kürt milliyetçiliği ile ilişkilerinin boyutu hakkında neler söylersiniz?
Abdullah Cevdet her şeyden önce bir Osmanlı münevveridir. Bu günkü anlamda hiçbir zaman etnik aidiyetini ön plana çıkarmamıştır. Adı geçen dergilerde görülmesi etnik duyarlılığının göstergesi asla olamaz. Bu günkü gibi düşünürsek, yerden mantar gibi derginin çıktığı bir dönemde eli kalem tutan herkesten özellikle genç ve heyecanlı dergi yöneticileri yazı talebinde bulunuyor. Cevdet de bunlara yazılarını veriyor. Mesela Jin’de sadece bir yazısı var. Ama Türk Yurdu’nda sadece 1917’ye kadar dört yazısı var ve Türk Yurdu’na İhdâ başlıklı dörtlük yazıyor. Kürdistan dergisi için de aynı durum söz konusu. Hatta Kürt ayrılıkçı hareketin öncülerinden Bedirhaniler ile Avrupa’da işbirliği yapmıyor. Bazı yazılarına ‘Bir kürd’ imzasını atması tamamıyla bir belirteçtir. Bunun etnik ve duygusal bir bağı söz konusu değildir. Cevdet Cumhuriyet’in kurulması sonrasında da Türk kültürüne katkı yapmakla kendini görevli addetmektedir. Her şeyden önde o, Türklerin İslam âleminde kültürel bir öncü olması rüyasını görür ve ona göre bunu gerçekleştirecek olan Türkçedir. Bu yönüyle onda Şerif Mardin’in tespitine göre, pasif bir Panturanizm bile sezilir. Buradan hareketle Hilmi Ziya Ülken onu “Realist Türkçü” olarak vasıflandırmıştır.
Abdullah Cevdet hakkındaki popüler rivayetlerin doğruluk derecesi nedir?
Hem Şükrü Hanioğlu’nun temel eserinde, hem de bizim naçizane seçkide açıkça ifade edildiği gibi, bu hikâye tamamen safsatadır, dedikodudur. Gerçek dışı ve uydurmadır. Garip biçimde “şüyûu vukuundan beterdir” muvacehesince bilen de bilmeyen de ısrarla bu vulgarizasyonu yapmaktadır. TV’de popüler bir tarih programcısı bile programında hâkim ezberi tekrarlıyor. Konua merakı olanlar, adı geçen eserlere müracaat ederlerde meseleyi bütün yönleri ile görürler. Hem de birinci elden.
Şükrü Hanioğlu’nun çalışması Abdullah Cevdet’i hangi yönüyle ele alıyor?
Şükrü Hanioğlu’nun eseri Abdullah Cevdet üzerine benzersiz birikim, yorum ve belgelerle dolu başucu bir klasik kitaptır. Eserin hazırlanmasında ortalama akademisyenlerin ulaşamayacağı arşivler ve kütüphaneler taranmıştır. A. Cevdet hakkında bu eser görülmeden söylenen her ne var ise eksik sayılabilir. Ancak adından da görüldüğü üzere eser Cevdet’i “bir siyasal düşünür” olarak inceliyor. Ancak Hanioğlu hocamızın Cevdet hakkında yazdıkları doktora teziyle sınırlı değildir. Daha sonra yazdıkları da tezi kadar önemli ve muazzam biçimde farklı kanatlarda ufuk açıcıdır. Entelektüel düzeyi hayli yüksek metinlerdir.
Abdullah Cevdet’i İçtihad dergisini çıkarmaya ve bunca yıl direnmeye iten düşünce neydi?
II. Abdülhamid iktidarının farklılığı diyebilirim. Sultan Hamid çok farklı bir lider. Onun zamanında yetişenler neredeyse ona hep düşman. Çünkü önlerinden geçen Yeni Osmanlı “abileri”, bir de Tanzimat’ın hızlı açılımcıları var. Bunların üstüne gelen “Sultanî modernleşme” farklı bir nesil ortaya çıkardı: muhalif Jön Türkler. Hemen hepsi ilk önce eyleme giriştiler. İçlerinden biraz daha çok bilen, okuyan ve yazanı eylemle bir yere varılamayacağını Türkiye’deki sorunun çok daha derinlerde olduğunu gördü. Ahmed Rıza, Abdullah Cevdet, Ziya Gökalp, Satı Bey, Yusuf Akçura vd. gibi aydınlar II. Abdülhamid’in iktidarının sonlarına doğru, eylemden ziyade maarife, fikre, düşünceye, kültüre ve irfana yöneldiler. Cevdet tam bu sırada İçtihad’ı 18. yüzyıl ansiklopedizminin bir özentisi niteliğinde içinde yaşadığı toplumu aydınlatmak, kültürlemek amacıyla çıkarmaya başladı.
Elbette hayal edilen değişimin sağlanması akşamdan sabaha gerçekleşemeyecekti. Cevdet, düşüncesinde haklıydı ve ölümüne kadar sabırla çok faklı kanallardan mabedine su taşıdı. Bir yazısında şöyle der: “Gâye, millete yalnız soğuk bir nur vermekten ibâret değildir; hem nur, hem hararet vermektir. Işık isteriz; fakat yalnız ay ışığı değil, güneşin sıcak ışığını isteriz ki hem hayat verir, hem bütün amâl ve istihsâl hareketlerinin, mer’î ve gayr-ı mer’î hayatların anası bir menba-ı nur ve nârdır. Gözlerimizde nur, yüreklerimizde nâr olmalı! Bu mukaddes ateşin adı imandır”.
İçtihad dergisinin belli başlı özellikleri nelerdir? Dönemin siyasi elitleriyle ilişkisi nasıldır?
Her ne kadar Hilmi Yavuz, Cemil Meriç için “Abdullah Cevdet’e karşı bir zaafı var” dese de, Meriç’in Cevdet hakkındaki söylemlerini bir tespit olarak kabul etmek gerekir. Bunu şundan söyledim: Cemil Meriç 1964’te yazdığı bir jurnalde İçtihad için “bu güne kadar yayımlanan bütün dergilerin hulasasından fazladır” der. Yine burada Cevdet hakkında “bir edebiyat fakültesi cesametinde” vasfını kullanır. Bu ifadeler İçtihad ve Cevdet’i anlamak için yeterli söylemler aslında.
İçtihad, Avrupa’da 18. yüzyılda başlayan ansiklopedizmin ve Münif Paşa’nın Mecmua-yı Fünun’unun bir devamı niteliğinde. Ansiklopedik bir tarz denendiği için kırkambar görünümünde. Dergide yazı türleri ve konuları bakımından neredeyse denenmeyen yok. Siyasî eleştiriler, edebî çeviriler, şiirler, hikâye tefrikaları, ekonomi politik yazıları, kitap eleştirileri başta olmak üzere, tiyatro metinleri, nutuklar, oyunlar, bilmeceler, felsefe sanihaları vb. her alanda yazıya ulaşmak mümkün.
Bu güne kadar İçtihad bütünlüklü olarak incelenmediği için aslında tam olarak evsafını da belirlemede zorlanıyoruz. Üzerine yapılan yüksek lisans ve doktora tezleri ya konu, ya da zaman bakımından sınırlamalar getirmiş. Bu da bütünsel bir bakışı engelliyor.
İçtihad farklı açılardan dönemlere ayrılabilir: Yayımlandığı yer bunun başında gelir. Cenevre, Kahire ve İstanbul’da yayımlandı. Sultan Hamid, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini gördü. Dolayısıyla bu zenginliğe sahip bir başka dergi yok. Zaman aralığı bakımında dönemlere ayrılabilir. II. Meşrutiyet öncesi, I. Dünya savaşı öncesi, Kurtuluş Savaşı dönemi ve Cumhuriyet sonrası çıkan sayıları zamana göre kategorikleştirilebilir.
Elbette en önemlisi dergideki düşünsel ve felsefi kırılmalar ve süreklilikler. Her ikisi de var. En baştan 1932’ye kadar savunulan düşüncelerin yanında bir zamanlar söylenip de bir daha dile getirilmeyen görüşler de var. Mesela batılı hayat biçiminin Türk toplumuna aktarılması farklı görünümleriyle sürekli vurgulanan bir hususiyet. Ama Cevdet’in toplumun değişim ve modernleşmesinde manevî dünyasının ne ile doldurulacağına yönelik düşüncesinde bir süreklilik ve netlik yoktur. Zaman zaman yoğun İslamî tonda yazılarına karşın, 1922’de Bahailiğin beynelmilel bir düşünce sistemi olarak kabul edilmesini öneriyor. Sert tepki görmesi neticesinde savunmayı bırakıyor. Cumhuriyet döneminde ve özellikle de 1928 sonrasında da baskın biçimde bir edebiyat dergisi görünümünde. Son 100 sayısında entelektüel yazar kadrosu da hayli zayıflamıştır.
Bu dergide kimler yazmıştır?
Yukarıda dediğim gibi, İçtihad’ın tamamını hem teknik hem de içerik bakımdan inceleyen bir çalışma henüz yok. Dolayısıyla bütünsel olarak yazı sayısı, yazar sayısı ve kimliklerini tam olarak bilemiyorum. Ben tezimde 1918’e kadar olan sayılarını taradım. Daha sonra tamamını da inceledim ama teknik olarak değil. 1918’e kadar İçtihad’a 200’ün üzerinde imza vardı. Çok renkli bir yazı kadrosu var. Dönemin İslamcı olarak nitelenen yazarları haricinde hmen her kanattan insan burada görülüyor. Zaten Cevdet dergisini hür bir kürsüye benzetir. Ona göre “her terbiye ve irfan sahibi bu kürsünün üzerine çıkmak ve oradan içtihatlarını, fikirlerini, hislerini söylemek hakkına sahiptir”.
İçtihad’da en çok yazı kuşkusuz Abdullah Cevdet’indir. Sonra, Celal Nuri, Ali Kami, Mehmet Zeki, Rıza Tevfik, Cenap Şehâbeddin, Kılıçzade Hakkı, Abdülhak Hamid, Orhan Rıza, Yusuf Ziya, Mahmut Sadık, Zaimzâde H. Fehmi, Ali Rıza Seyfi, Süleyman Nazif, İsmail Hâmi, Server Bedii pek çok yazı yazmışlardır. Erken cumhuriyet dönemi şair, edip ve hikayecilerden pek çoğunun yolu İçtihad’dan geçmiştir. Mesela Abdullah Cevdet’i “Adü’v-vullah” diyerek sert biçimde eleştiren Necip Fazıl’ın ilk şiirleri burada yayımlanmıştır.
Üç dönemde yayımlanan İçtihad dergisinin yayıma başladığı ilk sayısı ile farklı dönemleri arasında süreklilikler yanında kopuşlar da var mı? Neler?
Batılı bir dünya ve hayat biçimi oluşturmak derginin temel felsefesini ve amacını oluşturur. Bu anlamda İçtihad fikrî alanda bir modernleşme modeli sunmaktadır. Hatta Cevdet batılı adâb-ı muaşeret kurallarını resimli olarak yazmış ve dergisinde de bir kısmını yayımlamıştır. Modernleşmede model kayıtsız şartsız sanayi devrimiyle ortaya çıkmış yeni batı medeniyetidir. “Gülüyle dikeniyle batıyı isticlas’tan bahsediyor. Başka çare yok diyor Cevdet. Aynı söylem 1840’larda Sadık Rıfat Paşa’nın dudaklarından dökülüyor.
Ancak bir sorun var. Müslüman dünyası kendi içinden çıkmayan terakki unsurlarına gönülden bağlanmıyor, hatta bünyesi kabul etmiyor. Dolayısıyla Cevdet, batıda tezahür etmiş terakki unsurlarını İslâm âleminin potansiyelinden üretmek istiyor. İşte burada içinden çıkılmaz bir girdaba giriyor. Materyalizmle İslâm’ı telif gayreti, bırakın gerçekleştirmeyi anlamak bile hayli güç bir zihinsel faaliyet. Cevdet bu girdaptan kurtulabilmek için çok farklı yollar deniyor ki, bu da İçdihad’ın düşünsel kırılma dönemlerini oluşturuyor. Ancak bu öyle net biçimde görülebilecek bir kırılma değil. Bir “fikir Don Juanı” ve “tezatlar maşeri zihinsel dünyalı adam” olarak da tavsif edilen Cevdet, dönemindeki fikir mabetleri arasında gezinip duruyor.
1892’de yazdığı Nât-ı Şerif onun ölümünden sonra dergide tekrar yayımlanıyor. Bu şiirin özelliği ya da dönemin diğer Nât’larıyla kıyas edildiğinde nasıl bir durum ortaya çıkar?
Bildiğiniz gibi Cevdet yukarıda az önce sorulan popüler rivayetlerin yanında dinsiz, ateist olarak da eleştirilen biridir. O bu eleştiriyi hiçbir zaman kabul etmemiştir. Ancak ben hiçbir yazısında “ben elhamdülillah Müslümanım” benzeri bir ifadesine de rastlamadım. Tabi bu dönemin temel özelliklerinden biri aynı zamanda. Söz konusu Nât’ın, ölümünden sonra yayımlanan son sayıda yayımlanması onun ateist olmadığına atfendir.
Bildiğiniz üzere Cevdet bir taşralı. Arapkir’li. Elazığ’da okuyor. Anadolu’da büyüyor. İslâm’ı bütün ritüelleriyle yaşayan bir aile ve akraba çevresine sahip. Bu yetişme biçimi onu aslında hiçbir zaman içinden çıkamayacağı bir uhrevî hale ile kaplamış. Zaten o dönemin tipik aydın özelliklerinden biri olan geleneksel ilmi literatüre büyük ölçüde sahip birisi. Arapça, Farsça biliyor. Bu dillerin edebiyatlarını yakından takip ediyor. Fransızcaya şiir yazacak kadar hakim. İngilizceden tercümeler yapıyor. Bu potansiyel geleneksel Osmanlı ilim dünyasının bir ürünü. Dolayısıyla Cevdet’in özellikle Tıbbiye’ye kadar olan hayatı hayli dindarâne. Tıbbiye ve orada okuduğu kitaplar düşünce dünyasını alt üst ediyor. Çocukluk ve ilk genlikte edindiği alt yapı ona, irticalen yazdığı yazılarda bile bu günün pek çok ilahiyatçısından ileride bir dinî içerik oluşturma imkanı sağlıyor. Nat-ı Şerif bu anlamda onun yerellikle ilgisinin ve bağının bir göstergesi. Zaten Nât yazmak bir gelenek. O da bu kaygıyla yazıyor zaten.
Edebiyatla ilgisi ne düzeyde Abdullah Cevdet’in? Şiirlerini nerde yayımlıyor?
Sosyal ve felsefî şairliğinden öte, pür edebî metni bildiğim kadarıyla yok. Roman, hikâye vb türleri denemiyor. Seyahatnameler, gözlemler ve edebiyat eleştirileri bolca var. Çok iyi bir gözlemci. Şiirlerini değerlendirmeye ehliyetim yok. Ancak, son derece sosyal içerikli dörtlüklerden oluşan dörtlükleri var. Şiirlerinde ihtiyat ettiği lisan hayli sade. Anlaşıldığı kadarıyla şiire sanat gözüyle değil, toplum ve felsefe nazarıyla bakıyor. Şiirle felsefe yapmaya çalışıyor. Özellikle ilk şiir kitabı Kahriyyat, (kahırlanmalar), dönemin siyasetini konu ediniyor. Baştan sora Sultan Abdülhamid eleştirisi diyebiliriz. Ama bu konuda Mehmed Akif’in de ondan kalır tarafı yoktur mesela.
Şiirlerini öncelikle İçtihad’da çerçeve içinde yayımlıyor. Şair der ki, Şairin sözü, vb. başlıklarla yazıyor. Şiirleri tezatlarla dolu. Burada yayımlanan dörtlüklerden bir seçki 1931’de Karlı Dağdan Ses adıyla yayımlanmış.
Nât-ı Şerif yazarı Abdullah Cevdet’in R. Dozy’den Târih-i İslâmiyet kitabını tercüme ediş sebebi nedir?
Bu kitabın tercümesi üzerinden yaşanan tartışmaların mahiyeti hakkında neler söylersiniz?
Her eser aynı zamanda yazıldığı zamanın ruhunu yansıtır. O zamanın sınırlılıklarını ve imkânlarını barındırır bünyesinde. Tarih-i İslamiyet tercümesi de böyle. Franzızca’dan tercüme ettiği bu kitabı Cevdet 1908’de Kahire’de yayımlıyor. Esere altı sayfalık bir giriş yazmış ve burada kitabı neden tercüme ettiğini anlatmış. Çok çapraşık ve ince bir amaç ve felsefe var burada. Öncelikle bu altı sayfada 10’un üzerinde âyet ve hadis zikrediyor, bir anlamda savunusunu bu naslara dayandırıyor. En önemlilerinden biri “El-hikmetü dâlletü’l-mü’minü..” diye devam eden hadis. Diyor ki, biz bu eserin doğruluğuna kanaat getirdik. İlim mü’minin yitik malıdır nerede bulsa alır, biz de aldık diyor. Yine bu kısa girişte cehl ve zulm ile Müslümanlığın bir arada olmayacağını vurguluyor. Ama Müslümanlar büyük bir cehalet içindedir. Onları uyandırmak ve bilgilendirmek için bu tercümeyi yaptığını söyler. Yazarın gayrimüslim olmasını da, “Ed-dinü’l- mu’âmele” “din, muâmeleden ibârettir” diyerek, “bakın elin din düşmanı nasıl da çalışıyor, gayret ediyor, hakikati arıyor, ibret alın, bu adam ve yaptığı Müslümanlara örnek olsun, ders olsun” şeklinde açıklama getiriyor.
Cevdet hakikat arayıcılıyla aslında tam bir mü’min olduğunu söyler. Bu bağlamda Cevdet’e göre Dozy, Abdülhamid’den bin kat daha Müslüman’dır. İnsanın Müslümanlığı öncelikle nefsinde başlar ve temel göstergesi de görev ve sorumluluklarını hakkıyla bilmek ve çalışmaktır. Bu anlamda Cevdet kendini tam bir mü’min addeder. Kitaba yazdığı girişin son cümlesi aynen şöyle: “Tekrar ve te’yid ederiz, bu eserin tercüme ve neşrinden murâd; mütâla’asından böyle bir ders alınabilecek bir kitabı ehl-i İslâm’ın huzûr-ı iz’ânına takdim etmektir.”
Kitap hem Mısır’da yayımlandığında hem de Cevdet’in 1911’de İstanbul’a dönüp ikinci baskısını yaptığında büyük bir infial olmuştur. İbrahim Hakkı Paşa kabinesi kitabı yasaklamıştır. Murat Bardakçı bu infiali vulgarize etmişti bir ara. Cevdet’in tercümeleri törenle Galata Köprüsünden denize atılmış. Ama bundan önemlisi bu kitabı eleştirmek için pek çok makalenin yanında kallavi İslâm tarihleri de yazılmıştır. En meşhuru da Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin eseridir.
Ne gariptir ki, Cevdet’in tercüme kitabı 2007’de günümüz harflerine aktarıldı. Ne bir önsöz, ne de bir değerlendirme var. Hilmi Yavuz’dan başka bir Allah’ın kulu da değinmedi. Yavuz’unki de bir köşe yazısı. Bu durum II. Meşrutiyet basınının ve son dönem Osmanlı aydınlarının özgünlüğüne ve üretkenliğine doğrudan gösterilebilecek bir örnektir.İçtihad dergisini çıkaran Abdullah Cevdet’in Abdülhamid eleştirisi herkesten fazla galiba. Bu konuda müstakil bir şiir kitabı da kaleme almış.
Abdülhamid eleştirisini başka isimlerle kıyasladığımızda nasıl bir durum ortaya çıkar?
Abdullah Cevdet’in Abdülhamid eleştirisinin herkesten fazla olduğuna dair bir izlenim edinmedim. Çok daha şiddetlileri var. Tunalı Hilmi, Ahmed Rıza, Enver Paşa, Kılıçzade Hakkı, Celal Nuri hatta Akif, Sultan hakkında ne diyorlarsa Cevdet de benzerini söylüyor. Onu farklı kılan belki şiirlerindeki duygu yüküdür. Cevdet’in Abdülhamid eleştirisinin Tevfik Fikret kadar çılgınlık düzeyinde olduğunu zannetmiyorum.
İlim ve fen vurgusu yapması, çözülme ve çürümeyi sadece dış sebeple izah etmeyişi bağlamında Rusya’dan gelen okur mektubuna verdiği cevap hakikaten ilginç..
Evet, Rusya’nın Müslüman ahaliye yaptıklarını bir anlamda doğru buluyor, Sultan Abdülhamid’i eleştiriyor. Hilafet’in yanlış yolda olduğunu söylüyor. İnsanları kurtaracak olan, servet ü samana kavuşturacak olan yegâne unsurun ilim olduğuna, fen olduğuna, çalışmak olduğuna ve vicdan sahibi, gönül sahibi insan olduğuna inanıyor. “Müslümanların zulüm ve hakaret görmesi Müslüman olduklarından değil, câhil ve tembel olduklarındandır” diyor. “Bizler şimdi Müslümanlığın adından başka bir şeye mâlik değiliz” diyerek gerçek Müslümanlığın çoktan yok olduğunu bunu da idarecilerin kendi menfaatleri için yok ettiklerini söylüyor. İçtihad’ın İçtihadı’nda yayımladığımız Cihan-ı İslâm’a Dair başlıklı yazısı son derece ilginç tespitlerle dolu. Sırf bu yazısı geniş bir araştırmayı hak edecek düzeyde. Üstelik bu gün için de öneminden hiçbir şey kaybetmiş değil. İsmail Kara üstadımızın ifadelerine göre bu yazının imzası atıldığında rahatlıkla bir ulema yazısı denilebilir.
Aslında Cevdet’in adı geçen mektuptaki söylemleri dönemin diğer pek çok aydını tarafından da aynı şekilde dile getiriliyor. Cevdet Avrupa medeniyetinin temelinin maddî ilim, ekonomi ve çalışma olduğunu söylüyor ve Müslümanlar olarak aynı kazanımlara sahip olmazsak sonun hüsran olduğunu haber veriyor. Üstelik eğer biz bu yolları bulmazsan Avrupa bizi zorla yola getirecek ama bu defa kendi keyfine göre bunu gerçekleştirecek diyor. Medeniyetten bir “seyl-i huruşân” olarak söz ediyor. Bu coşkun akan selin önünde durmanın imansızlığını hemen her yerde vurguluyor. Ancak o ve onun gibiler, farklı bir medeniyetin farklı şartlarda oluşturulabileceğine inanmıyor. Tabi bu kadar birikim ve tecrübe sonrasında, medeniyete yek-nazar bakışın esbabını ve kökenlerini anlamak hayli güç.
Meşrutiyet dönemi akımlarının birbiriyle kolay ayrışamayan yanları bağlamında Abdullah Cevdet’in Muhammed Abduh hakkında kaleme aldığı vefat yazısı nasıl bir açılım sunar?
Doktora tezim II. Meşrutiyet’in farklı paradigmalarını eğitim ve modernleşme bağlamında incelemekti. Başlangıçta biraz da Peyami Safa, Tarık Zafer Tunaya ve Niyazi Berkes’in de etkisiyle çok farklı şeyler bulacağımı umuyordum. Türk Yurdu, İçtihad ve Sebilü’r-Reşad’ın ilk 150 sayılarını inceledikten sonra eğitim, toplum, dil, kültür, kadın ve aile bağlamında mukayesesini yaptım. Sonuç benim için şaşırtıcı idi. Siyasî teorilerinde birbirinden farklılaşan Türkçüler, İslâmcılar ve Batıcılar olarak tasnif edilen grupların yukarıdaki bağlamlarda biri birlerine büyük bir yakınlık içinde düşündüklerini ve söylemler ürettiklerini gördüm. Üstelik bu alanlara yönelik ciddî projeleri de yoktu. Bu akımların mensupları baştan sona modernisttiler, batıcıydılar ama aynı zamanda sosyal teorilerinde de muhafazakâr zihnî arka plan dünyalarının esiri olmaktan kurtulamıyorlardı.
Peki kadın konusundaki düşünceleri nelerdir? Feminizmi niçin eleştirir Abdullah Cevdet?
Ona göre kadının tabii görevi ana olmaktır. Bu görevi ihmal ettirecek her engel toplum için zararlıdır. İyi ve tam ana olmak için kadın her türlü istiklâle, fikrî, ailevî istiklâle mâlik bulunmalıdır. Ona göre eğer analığını hakkıyla yapanlar olsaydı dünyada bugünkü vahşet olmazdı. Cevdet, kadın kocasını serbest bir şekilde seçebilmeli, yanıldığını anlarsa da hemen ayrılabilmeli der. 1912’lerden itibaren resmî nikâhı savunur. Ona göre “feminizm de bunları ister, aklı-ı selim ile bunları ister, bu itibarla ben tamamen feministim” der. Bu hürriyetlere malik olmayan bir kadın hiçbir zaman cariyelik menzilesinden yukarı çıkamaz. Cariye ise uşaktan başka bir şey doğuramaz. Kadınlar ailevî haklarda, mirasta ve sâirede erkeklerde tamamen müsavî olmalıdır.
Abdullah Cevdet’e göre batının ürettiği feminizm, kadının erkekle her alanda eşit olmasıdır. Ona göre kadın erkek arasındaki eşitlik ancak hukuktadır. Hukukta eşitlik de görevlerde eşitlik olursa söz konusudur. Bunu haricindeki bir eşitlik söz konusu olamaz. Hayatın her alanında kadın ve erkeği eşit sayan feminizm ona göre “bir terakki-i maddîye-i müfritin veled-i gayr-i meşru”su, bir anlamda aşırı maddî ilerlemenin ortaya çıkardığı gayri meşruluktur.
Dergide yer alan bir polemik var. Husumet ve muhabbet odaklı. Aslında bu polemik Türkçe düşünce dünyasının tavırlarını anlamak bakımından hayli önemli. Hele sonraki süreçte yaşanan benzer hatta güncel tartışmalar hatırlanınca ne dersiniz?
Aslında İçtihad’da sadece husumet, muhabbet tartışması değil, milliyet, hilafet, saltanat, Latin harfleri, tevhid-i tedrisat, kadın hakları, dış politika vb. konularda birkaç sayı devam eden ateşli tartışmalar yapılmıştır. Bu tartışmalardan hareketle yazarlardan bazıları dergiyi bırakmış yeni dergi çıkarmaya başlamışlardır. II. Meşrutiyet döneminde fikirlerin çeşitliliği ve ciddiyeti bariz olarak görülüyor. Ancak hızlı sosyal, kültürel ve siyasal değişim hiç birinin olgunlaşmasına, kemale ermesine imkân tanımamıştır. Cumhuriyet’le birlikte de bu çeşitlilik son derece azalmış.
Sizin bu derginin tamamını kapsayan çalışmanızın durumu nedir?
Bildiğiniz üzere Suat Mertoğlu, Sırat-ı Müstakim üzerine son derece çağdaş ve mükemmel bir bibliyografya ve indeks hazırladı. Benim yapmak istediğim aynı formatı İçtihad üzeriden gerçekleştirmek. Bu konuda da İsmail Kara öncü oldu. Maalesef bazı meslekî ve şahsî sebeplerden dolayı bu proje gereğinden çok uzadı. Şimdiye kadar derginin yarıya yakınını inceledim ve fişledim. Kısa bir süre sonra tam olarak yoğunlaşabilirsem her halde bütünlüklü bir çalışma ortaya çıkar diye ümit ediyorum.
Bunun yanında İçtihad’ın İçtihad’ının ilk baskısı sınırlı yazılardan müteşekkildi. İçtihad’ın tamamını kapsayan, Cevdet’in dört tane küçük risalesini ve Anadolu seyahatnamesi de içeren daha farklı yazı türlerinin de içinde olduğu kapsamlı bir “Abdullah Cevdet Kitabı” büyük oranda yayımlanmaya hazır, yayıncı bekliyor.
Mustafa Gündüz Kimdir?
Mersin’in Gülnar ilçesinde doğdu (1976). İlk ve orta öğrenimini Gülnar’da bitirdi (1993). SDÜ Burdur Eğitim Fakültesi’nden 1997’de mezun oldu. İstanbul ve Ankara’da birer yıl öğretmenlik yaptı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde EPÖ/ESTT alanında Yüksek Lisans yaptı (Şubat 2001). Nisan 2000’de Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak atandı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, EPÖ/ESTT doktora yaptı (Kasım 2005). Aralık 2005’te Fırat Üniversitesi, Eğitim Fakültesi’ndeki görevine dönerek Eylül 2007’de Yardımcı Doçent olarak atandı. Başta eğitimin tarihi ve toplumsal temelleri olmak üzere, eğitimle ilgili diğer disiplinlerde araştırmalar yapmakta ve dersler vermektedir.