Hukuk ve adalet genellikle birbirinden ayrılmaz iki kavram olarak kullanılır. Hukukun işlevlerinden birisi nizamı tesis etmek birisi de adaleti tevzi etmektir. Nizam tesisi her zaman için adaletin tevzi edilebileceği anlamına gelmez. Muktedirler iktidarlarını hukukun nizamıyla devam ettirirler. Her ne kadar adil olmayan bir iktidarın sürekliliği konusunda şüpheler olsa da iktidarların adaleti ne derece tevzi ettikleri başka bir şüpheyi de beraberinde getirir.
Öncelikli olan nizamın tesisidir ve esnemeyen hukuk kuralları esnekliği gerektiren adaletin tevziinde nizamı sağladığı kadar etkili olmaz. En azından şahitliğimiz bunu göstermektedir. Yine de hukukun getireceği adaletten vazgeçemeyiz.
Son yıllarda adalet konusunda herkesin adil görünümlü bir duygusallık içinde olduğu görülmektedir. Buna rağmen hukuk kurallarının veya hukukçu uygulamalarının tarafgirliği konusundaki şahitliğimizi artıran bir çok olay olmaktadır. Hukukun üstünlüğü, adil yargılama, hakim bağımsızlığı kavramları toplumun her kesiminden insanın dilinde pelesenk haline gelmiştir. Kulağa hoş gelen bu kavramların sıkça kullanılmasından adaletli bir toplum arayışının temellerinin atıldığı düşünülebilir. Ama gelin görün ki bu adalet arayışının sadece kendi taraftarlarıyla ilgili kısıtlı bir arayışa dönüştüğü anlaşılmaktadır.
Meseleye daha somut bir açıdan bakmak gerekirse yakın bir zamanda yaklaşık on beş yıl önce işlediği iddia edilen suçlardan dolayı Kayseri’de tutuklanan bir jandarma komutanını ele alabiliriz. Bu on beş yıl boyunca, adalete açılan ilk kapı olarak tarif edilen karakolların komutanı olan bu şahıs yaptığı vazifeler itibarıyla hukuki kimliğiyle nizamın tesisi ve adaletin tevziinde görev yapmıştır. Bu süreç içerisinde hiçbir cesur savcı çıkmadığı için iddiaya göre eli kanlı çete başı olmasına rağmen, adalete açılan ilk kapının sorumlusu olarak çalışmış ve terfi etmiştir. Nihayet on beş sene sonra mesleğinin zirvesindeyken suçlu olduğu iddiasıyla tutuklanmıştır.
Elbette savcıların bir bildiği vardır bunu bizim bilmemiz mümkün değildir. Bu konulardaki bilgiler ancak gazetecilerin bilebileceği kadar derindir. Onlar da on beş sene boyunca uyumuş şimdi konunun uzmanı olmuşlardır veya suç işlenirken gazetecilerin muhabirleri ortadan kaybolmuştur.
Konumuz hukuk olduğu için gazetecilerin hukuk konusundaki itibarlarının ne olduğu herkes tarafından bilinir. Eğer suçu işleyen jandarma komutanıysa o yıllarda da bugün olduğu gibi bir mülki amirin bir adli amirin sorumluluğu altındaydı. Ne yazık ki, ne mülki amirin ne de adli amirin, bu suçlar işlenirken amiri oldukları komutanı ikaz etmek ve komutan hakkında bir soruşturma açılmasını düşünmek gibi bir kaygıları olmamış. Amiri olmasa da hukukun diğer kolluk kuvveti olan emniyet müdürü veya amiri de şahit oldukları konusunda, ilçe öğretmenevinde okey atan amirlerini bilgilendirmek ihtiyacını hissetmemiştir.
Muhtemelen mülki amir olan kaymakam şimdi vali, savcı başsavcı ya da yüksek mahkeme üyesi emniyetçi emniyet müdürüdür. Tabiî ki alışıldığı gibi görev yaptıkları dönemle ilgili hiçbir sorumlulukları yoktur. Onlar o sırada yan gelip yatmışlardır, yan gelip yatmanın mükafatıysa terfi olmuştur.
Eğer adaletten söz edilecekse o yıllarda aynı bölgede çalışan bütün amirlerin sorgulanması gerekmektedir. Sorgulananlar bu suçlar işlenirken neden vazifelerini yapmadıkları halde terfi etmişlerdir ve bu suçların ortağı sayılmamışlardır. Yoksa devletten maaş almanın rahatlığıyla neme lazım deme cesaretini mi göstermişlerdir. Bu kadar cesurken neden bu vazifeleri üstlenmişler de köylerinde çobanlık ya da şehirlerinde esnaflık yapma “korkaklığını” göstermemişlerdir.
Adalet elbette herkese lazım. Gelin onları da adil yargılamanın merhametli kollarına atalım. Ya da biz orda kaymakamdık hakimdik savcıydık ama ekmek parası ne yapalım, yıkılası viraneyi düşündük.
Ahmet Gezgin
– Haber Lotus –
HLotus