Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini, tarihsel, kültürel ve siyasal temellerini anlamak her daim ilgimi çekmiştir. Islahat ve Tanzimat fermanlarıyla başlayan modernleşme sürecimizi, I. ve II. Meşrutiyet sürecini anlamak için elime ne gelirse okuyorum. Bugünlerde dönem sonu yorgunluğunu atmak için Sümeyra hanımın önerisiyle İpek Çalışlar’ın Halide Edib adlı biyografik eserini okuyordum. Artık biyografik eserler daha çok ilgimi çekiyor, ihtiyarlık alameti olarak görüyorum bunu ama bir şikayetim de yok.
Yakın dönem tarihimizi sivil, muhalif bir alimemizin hayatı üzerinden okurken filozof Riza, Salih Zeki ve Tevfik Fikret ile tanışıklığımı artırırken içimi taş gibi eden ve maşeri vicdanı zedeleyen Ahmed Muhiddin isminden haberdar oldum. Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak Muasırlaşmak” adlı eserini fakültede öğrenci ders semineri olarak analiz etmiştim, daha sonra Akçura’nın Üç Tarz-ı siyaset adlı eseri merkezli okumalar ve çalışmalar yaptım. Bu teknik okumaların yanı sıra içtimai fıkıh, yani günümüz sorunlarına hukuki çözümler ararınken sosyoloji ve felsefe endeksli metinlere ilgim var ve Kaşif Hamdi kardeşim ile bu konuda her daim müzakereler yaparım.
Halim Sabit bu konu ile ilgilenen ve Türk Yurdu dergisinin kardeş yayın organı olan İslam dergisinde bir seri yazı yayımlayan bir alimimiz, onunla ilgili master tezinin jürisinde olmamı teklif ettiğinde, onur duyacağımı söyledim. Tezi müzakere esnasında Ahmed Muhiddin’in Ziya Gökalp’in Halim Sabit ile tanışmasına vesile olduğunu öğrendim. Her daim ilgi odağım olan dönemin kayıp halkasını yeni keşfetmiş olmanın dayanılmaz ağırlığı üzerime çöktü.
İyi tamam, kim bu, demeyiniz, lise yıllarında felsefe, tarih ve iktisat okumalarını Fransızca yapabilecek düzeye gelen, Darülfünun Edebiyat fakültesinde Arapça, Farsça ve Almancayı halleden, devlet bursu ile Almanya’ya giden ve 1921 yılında “Modern Türklükte Kültür Hareketi” adlı doktora tezini yazan, yetişmiş elemana en çok ihtiyaç duyduğumuz yıllarda ilgisizlikten, vefasızlıktan dolayı otuzlu yaşlarda kaybettiğimiz enteleketüel!
Ahmed Muhiddin: Modern Türklükte Kültür Hareketi,
(tercüme ve inceleme Suat Mertoğlu, Küre yay. İstanbul.2004) Eseri ele alınca, önce Falih Rıfkı ve Halim Sabit’in yazılarını okudum ve içim taş gibi oldu. Âlimin ölümü alemin ölümüdür, diyen zihniyete sahip olduğumuzu söylüyoruz, ama iktisat, felsefe ve din ilişkisini en zor dönemlere incelemiş insanımız, tifodan, ilaç bulamamaktan ve işsizlikten dolayı vefat ediyor. (1892-1923)
Bu noktada, Liberal Düşünce Topluluğu toplantılarına katıldığım da din ve modernleşme sürecini rasyonel ve tutarlı incelemek istiyorsam ekonomi politik yani iktisat üzerine okumalar yapmamı isteyen Atilla Yayla hocam aklıma geldi. Bu okumanın da literal olmaması için Ohannes Paşa’ın eserini sadeleştirmemi istemişti. İlik İktisat kongresinde Ahmed Muhiddin ve Ohannes Paşa’nın mümtaz talebelerinden ve ilk maliye nazırlarından Cavit Bey de vardı. Birini bireysel olarak idam ettik, diğerini toplumsal olarak katlettik. Nasıl bir modernleşme süreciyse bu!
Doktora tezi ve içeriği hakkında daha ayrıntılı bilgi vereceğim ama giriş kısmı teorik temellendirmeye tahsis etmiş: İnsan ve evren ilişkisini, birey ve cemaat, yeni devlet, yeni iktisat merkezli yapması önemli. Milli ve Dini Hareket bölümünde Batıcılık ve Fikri Uçurum diye bölüm var. Bu nokta önemli, çünkü bu tez kanalıyla İkbal ve ondan da Fazlur Rahman’nın Türk modernleşmesi hakkında bilgiye sahip olduğunu, Batı’da batıcılığa eleştirel yöneltildiğini ve İslam ağırlıklı modernleşme çabasından bahsediyoruz. İkbal ve Fazlur Rahman onun kanalıyla Halim Sabit ve “İçtimai Fıkıh” tartışmalarından haberdar oluyor, ama 1933 yılında Almanya’da bulunan ve “Türk Düşünce Tarihi” diye kitap yazan Hilmi Ziya Ülken, bu alim ve kitabından hiç bahsetmez. Oysa Türk Düşünce Tarihi derslerinin ana kitaplarından biri olarak okutulur bu eser. Niye haberdar olmadığımız ve içimi burkan sürece bilmeden de olsa, katkıda bulunmaktan mı acaba? Her halukarda bu üzüntü yeter bana. Tez olarak sunulduktan sonra hemen basılmış bir kitap, Almanya’da Türkiye merkezli çalışmalarda kullanılmış, ama bizimkiler hiç bahsetmemiş. (Suat Mertoğlu, sunuş: s.20-21) Bizimkiler mi dedim, kim bizimkiler? Şimdi akademik ve etik ilkelerden bahsetmenin bir anlamı kalıyor mu?
Tezin ikinci kısmında Milli Mesele başlığı altında Gökalp’in üç meseleyi ele alış tarzı ve milliyetçiliğin Turan düşüncesi hakkında analizler var. Din meselesini ise milliyetçilik ile ilişkisi bağlamında inceliyor. İslam’da yaşamanın tarihi gelişimi ve milliyetçi din politikası üzerinde duruyor, İslam Enternasyonalizmi Fikrini müzakereye açıyor. Ardından reformasyon ve din ilişkisini tahlil ediyor. Reformasyon anlayışına göre İslam analizinden sonra, kavmiyetçilik ve Batıcılık karşıtı olarak reformasyon akımı inceliyor. Ama sanırım en ilgi çekici bölüm, parlamentarizm karşıtı olarak reformasyon akımının incelenmesi kısmı olacak, benim için. Çünkü meşhur tarihçi Alfred Weber ile aynı dönemde yaşar ve onun kültür hareketi kavramından esinlenir.
Kültür Hareketi
Bununla kastı, yeni bir dünya ve hayat görüşü oluşturan ve taşıyan yeni bir şiir ve yeni bir din tasavvurudur. Ülken ve onun gibi Almanya’da bulunup da asla A. Muhiddin’den bahsetmeyenlerin çekindiği tez şu olsa gerek:
Batı karşısında kültürel bağımsızlığımızı koruyan, yerli ve İslami temellere sahip değişim ve dönüşüm, Batıcılık akımı ile kırılma yaşamıştır. Halbuki eleştirel tutuma sahip olan düşünürümüz, daha sonra etkisini yitiren bu kırılmaya karşı Milliyetçilik ve İslamcılığın ortaya çıktığını söylüyor. İslamcılığı ise Batılı materyalist ve din karşıtı söylemler ve Fransız Devrimi ile reformasyon dediği dini akım çerçevesinde analiz ediyor.(s.23)
Tevfik Fikret gibi batıcıların yanı sıra Namık Kemal ve Abdülhak Hamid gibi İslami temellere sahip olan yeni dünya ve hayat tasavvurunda da “islam’ın sosyal görüşü”nün eksik olduğunu söylemesi onun tutarlılığını gösteriyor. Batıcılığın ve ondan mülnem zümrelerin halkın dini ve milli kültür ürünlerine karşı Vandalizm sergilemelerini, böylece ortaya çıkan ahlaki metanetsziliğe, dini kayıtsızlığa ve siyasi ilgisizliğe vurgusu (s.27-28) hala geçerli değil midir?
Yeni Dünya Görüşü: Yeni Bir Şiir ve Yeni Bir Din Tasavvuru
Oryantalist okumalara itibar etmeyen Muhiddin, İslam halklarının bir felsefe geleneğine sahip olmadıklarını tespitinin hiçbir felsefe yapma tarzının bulunmadığı anlamına gelmediğini belirtir. Tarihte tasavvufun şiiri kendine bir vasıtayaptığını, hikmeti aktardığını söyler. Yeni dünya görüşünün oluşumunda ana kaynak olarak şiiri görür ve Namık Kemal, Abdulhak Hamid, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul ve Mehmet Akif’i önemser. Özellikle Akif’in kişisel gelişimi ile modern Türklüğün bütün aşamalarından geçtiğini, dünyayı “sa’y ü amel” yani çalışmayı vazife kabül eden anlayışıyla onun “Yeni Türk dünyasının mikrokozmosu” olduğunu belirttir. (s.24)
Batıcılık, Osmanlılık ve İslam Birliği şeklindeki üç tarz-ı siyasetin iflasının milliyetçiliğin doğuşuna uygun ortam sağladığını, aslında bunun Ziya Paşa döneminden itibaren dil ve edebiyatta milli unsurlara vurguyla başladığını söyler. Böylece Türk milliyetçiliği tezinin Rusya’da yaşayan Müslümanlardan kaynaklandığı görüşünü reddeder. Ziya Gökalp ile billurlaşan bu fikrin temelde Batıcı olmasına rağmen Batı kültürü karşısında bağımsız bir tavır oluşturmaya çalıştığını, bu anlamda milliyetçiliğin Batıcılıkla inkitaya uğrayan kültür hareketine yönelik ilk sentez deneyimi olduğunu belirtir. Milliyetçiliğin eklektik yapısına dikkat çekerek, Gökalp’in üçlü sentezindeki “Muasırlaşma” idealinin Batıcılıktan, “İslamlaşma” idealinin ise dini akımdan alındığını vurgular. (s.28-29)
Din Meselesi:
Batıcılığın dini hayatta neden olduğu buhran üzerinde duran alim, din-siyaset ilişkisi üzerinde durur. Din meselesi, dinin dönüşümü, reformasyonu ve din eğitimi ile ilgilenirken din siyasetinin İslam’ın hem bireysel inanc ve dünya görüşü hem de toplumsal açıdan hukuku bünyesinde barındırmasıyla şekillendiğini söyler. Bu sorunu çözmeye çalışan üç grup vardır:
1.Muhafazakarlar, İslam’ı tarihsel şekli ile korumak isteyenlerdir.
2. Milliyetçiler, İslam’ı sadece bir niyet/itikat dini haline getirmek isteyerek, onun sosyal ve siyasal düzenlemelerini kabul etmeyenler.
3.Reformatörler, tarihi İslam’ı reddeden, ilk safiyetine götürerek yenilemek isteyen, İslam’ın sosyal ve siyasal düzeninin korumak isteyenler. Bu akımın lideri olarak Said Halim Paşa’yı ve onun İslamlaşmak risalesini görür. (s.29-30)
(Bunu okuyunca çok mutlu oldum, çünkü Aygün Akyol kardeşime lisans tezi olarak bu metni çalıştırmıştım, onun geliştirilmiş şeklini yakında uluslar arası bir sempozyumda sunacak nasip olursa.)
Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaseti ve Gökalp’in Türkleşmek, İslamlaşmak,Muasırlaşmak ile Ahmed Naim’in İslam’da Davayı Kavmiyet yazılarının Osmanlıdaki fikir akımlarını kabaca tasvir eden üstelik bunu bir akımı savunurken diğerini eleştirmeyi hedefleyen siyasi ve ideolojik yönü ağır basan metinler olarak değerlendirmesi (s.32-33) benim açımdan önemli. Çünkü Üç Tarz-ı Siyaset’in zamanla işlevsizliği tespitinden hareketle yeni bir kavramsallaştırma deneyerek, bu ideolojik tutumdan kaçınmaya çalıştım, ama yöneltilen eleştirilerin hala ideolojik kalmaı hala bir düşünce dünyamızda önemli bir değişiklik olmadığını gösteriyor, maalesef.
SONUÇ:
Özetle bu alimimizden öğrenecek çok şeyimiz var, hangi kulvarda, hangi paradigmada olursak olalım, Ahmed Muhiddin’in söylediklerine geç de olsa kulak verelim ki, maşeri vicdan biraz sükunet bulsun. Dualarımız, Halim Sabit’in dediği üzere, Mevlam onu rahmetiyle kuşatsın. Kuşatsın ki, O’ da bize, milletimize hakkını helal etsin.
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
– Haber Lotus –
HLotus