Ana Sayfa > Gündem > Akademik Aydın

Akademik Aydın

Kurtuluş Kayalı’nın Hilmi Ziya Ülken’in Şeytanla Konuşmalar adlı kitabı için yaptığı bir yorum var: “Düşüncenin düşünen adamdan daha az önemli olduğu da Şeytanla Konuşmalar’ın temel düşüncelerinden biri”dir. Düşünce adamının düşünceden daha önemli olduğu fikri akademik bilgi üretimini işleten entelektüel sınıfın hiç değer vermediği bir “bilgi alanı.” Çünkü akademik bilgi üretimi, düşünce adamını “yaşayan ve fikreden varlık” olmaktan çıkartarak yalnızca kaleme aldığı metnin “bilimsel” kriterlere uygunluğunu denetlemektedir. Bununla metin ona hayat veren, hazırlayan, insanlığa sunan hareket adamından koparılmaktadır. Akademik bilgi, alanındaki güncel problemleri bilimsel bir yaklaşımla ele almak iddiası taşımaktadır. Burada sorun şudur: Güncel problemler akademinin içinde yaşamadığı başka bir âleme ait bulunmaktadır. Ayrıca bu âlemin failleri akademik bilgi birikimine sorunlarının çözümü için başvurmamaktadır. Akademik bilginin kendi dışında ve “gerçek hayat”ta ortaya çıkan fiil ve düşünme biçimlerine müdahalesi hangi konumlanmadan kaynaklanmaktadır? Akademinin toplumsal alandaki hiyerarşik üstünlüğü bir devlet kurumu olmasından ya da devlet imtiyazı ile kurulmuş olmasından ileri gelmektedir. Bilgi bu amaçla belli bir yöntemle işlenir, biriktirilir. Bilginin belli bir disiplinle işlenmesi, akademi dışındaki bilginin temelsiz, dikkate alınamayacak, özgün olmayan, vb. gibi yargılarla mahkûm edilmesini icbar etmektedir. Oysa akademi dışında güncel problemlerle doğan bilgi hayatın kendisidir. Kendi çözümlerini kendi üretmektedir ve kendine özgü bir bilgi kullanmaktadır. Bu olguya rağmen akademi, güncel problemleri üreten failleri “bilimsel bilgi” ile disiplin altına almaktadır. Akademik bilginin hayattan kesitler alarak, anketlerle sınırlı sayıda deneklerle ölçümlemeler yaparak, dışarıdaki gerçekliği laboratuvara sığdırarak bütünü tanımlamaya çalışması bir iktidar tekniğidir. Bilimsel bilgi bu yanıyla globalize edici söylemlerin tiranlığının emrindedir. Foucault’a ait olan bu adlandırma ile tanımlanan “global bilimsel teoriler” yine onun tanımlamasıyla “boyun eğdirilmiş bilgilerin başkaldırması” şeklinde bir eleştiri ile reddedilebilir. Yani geçerliği yerleşik düşünce rejimlerinin onayına bağlı olmayan bir teorik üretim, tüm hiyerarşileriyle yerel söylemler tarafından ortadan kaldırılmalıdır. Ancak bu teorik üretimin akademi dışında kalacağı, bilimsel teoriler tarafından diskalifiye edileceği konusu tartışmasızdır.

Yılmaz Özakpınar’ın “düşünce” ile “bilincinde olduğunun bilincinde olarak kendi düşüncesini düşünme” arasında bir ayrım yaptığını görüyoruz. Özakpınar’a göre insan zihni sembolik düşünür. Oysa hayvandaki düşünme biyolojik sistemde cereyan eder; hayvan kendi düşüncesinin bilincinde değildir. Hayvanda tasavvur dünyasından kaynaklanan fiiller yoktur; biyolojik ihtiyaç ve fiziksel dünya arasında ilişki kuran düşünme sürecinin yol açtığı tepkiler vardır. Özakpınar’a göre insanın biyolojik bir yapısı var ise de, biyolojik yapının işleyişinden bağımsız sembolik bir dünyası daha vardır. İnsanın tasavvur dünyası biyolojiye dayanmakla beraber, sonuçları itibariyle biyolojinin ötesine geçer. Bedeni dolayısıyla fiziksel bir cisimdir; ancak sembolik düşünme kapasitesiyle kurulan tasavvur dünyası nedeniyle metâfizik bir âlemle bağlantıya girmektedir. İnsan başka hiçbir canlıda bulunmayan tasavvur dünyası nedeniyle biyolojik bir makine olmaktan kurtulmuştur. Yılmaz Özakpınar’ın insana dair bu açıklamasının geldiği mesele şudur: Bilimsel gerçek yoktur; o, inşâ edilmektedir. Özakpınar’a göre fizikçi, fiziksel dünyanın gerçeğini bir veri olarak dışarıdan almaz. Tam aksine fizikçi, o gerçeği, zihninde inşâ eder. Çünkü fizik objektif bilgiyi doğanın her hangi bir yerinde saklı iken fizikçinin araştırmalarıyla onu keşfediyor değildir. Fizikçinin dış dünyadan elde ettiği şey, gözlem verilerinden başka bir şey değildir. Fiziksel gerçek, gözlemleri anlaşılır hale getiren açıklamadan ibarettir. Doğada ilişkiler gözlenemez; onların varlığına gözlem verilerine dayanılarak hükmedilir. Yılmaz Özakpınar’a göre fizikçi, gözlediği olayların nasıl olup da o şekilde oluştuğunu anlaşılır hale getiren bir dizi önermeden hareket eder ve onları tutarlı bir teori şeklinde sunar. Fakat bir teorinin tutarlı olması yeterli değildir. Teorinin belirtilen şartlarda doğada ne olacağını söylemesi gereklidir. Bir teoriyi “muhtemelen doğru” olma konumuna getiren işlem, olayların doğuşunu yöneten ilişkilerden hareket ederek, o ilişkilerin mantığına göre belirli şartlarda doğacak başka olayların işleyişinin kestirilebilmesidir. Buna göre bilgilerimiz daima yaklaşık olarak kalmak zorundadır. Kesinlik hiç bir safhada elde edilemez. Olayları bilim adamı yaratmadığına göre, olayların mutlak hakikatini insan olarak bilim adamının bilmesi mümkün değildir. Doğadaki gerçek, fizikçinin gözlemine açık değildir. Bu nedenle insan ancak gözlem verileri üzerinde düşünerek tasarladığı açıklayıcı fikrin doğruluk ihtimali bulunduğuna hükmedebilir. Bilimsel bilginin objektifliği, gerçeği olduğu gibi gösteren sihirli bir metod değil, psikolojik bir tutumdur. Bilimsel bilgi bize evrenin esrarını ifşâ etmemektedir; bizim evren hakkında kavrayış tarzımızı ortaya koymaktadır.

Bilimsel bilgi böyle tanımlandığında “bilginin kariyeri” denilebilecek bir olgudan kopuyoruz. “Bilginin kariyeri” kavramını akademik alanda bilgiye dair akademisyenden bağımsız bir iktidar sürecini ifadelendirmek için kullanıyorum. Gerçekte bilim adamının kariyerinden bahsedilmektedir. Ancak bilgi, akademisyenler tarafından sürekli kendini aşacak şekilde ve müteal bir alanda büyütülmektedir. Örneğin akademik bir metnin hakem incelemesinde sorulan sorulardan üçü şudur: Makale, alanındaki bir boşluğu dolduracak, yeni gözlem ve verilere dayalı özgün bir çalışma mıdır? Makale, daha önce yayımlanmış çalışmaları değerlendiren ve konu hakkında yeni dikkate değer görüşleri ortaya koyan bir yazı mıdır? Makale, bilimsel ölçütlere uygun mudur? Dikkat edilirse söz konusu üç soru da makale yazarını konuyu bilip bilmediğine göre ya da bilgiye ait “doğru”larla yaşayıp yaşamadığına göre değil, “yeni gözlem ve verilere dayalı- konu hakkında yeni dikkate değer görüşleri ortaya koyan- bilimsel ölçütlere” göre ele almaktadır. Burada bilginin ilerlemesinden bahsedilmektedir. Bilgi, bilimselliğin gereği olarak kendini sürekli büyütür ve bu alana nüfûz etmek isteyen heveslileri doğal olarak ayıklar. Bilginin sürekli büyümeye meyyal yapısı onu iktidar kılmaktadır. Bilgiye erişmek için ayıklanan, elek üstünde kalan akademisyen “bilgiye tutunduğu oranda” bilgi ile beraber bir dokunulmazlık kazanmaktadır. Bu nedenle bilgi, biriken yapısıyla hem bir meşruiyet aracı ve hem de güçtür. Bu nedenle “bilen”ler, kendisi kadar ve kendi ölçeğinde “bilmeyen”lerin denetlenmesi işlevine sahip kılınmışlardır. Bilginin bir metodla öğrenilmesi ve başkalarına aktarılması gerekmektedir. Örneğin bilimsel bir makalenin kabul edilebilirlik ölçütü için şu sorular sorulmaktadır: Dil ve ifade yeterli midir? Kaynaklar yeterli ve gerekli midir? Bilime ve uygulama alanına katkısı var mıdır?

Bu sorular akademi dışı alanı özel bir dil, kaynak dökümü ve bilimsellik mantığı ile kategorize etmektedir. Bilgiyi erişilebilir olmaktan çıkarmaktadır. Akademi, kendi bilgi denetimini sürdürebilir kılmak için farklı bilgi türleri ile karşılaşmaktan kaçınmaktadır. Her çeşit iktidarın da kendine meşruiyet sağlamak adına akademinin bilgi üzerindeki tekel hakkına saygı duyduğu, kendi fiil ve ihtiyaçları için akademik alandan yardım aldığı gözlenmektedir. Akademik alanda ihtisaslaşan bilgi temerküzcülüğünün (bilgi kapitalizminin) bir iktidar hizbi olduğu ifade edilebilecektir.

Lütfi Bergen

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.