Tanzimatın soylu ailesi Rousseau’yla büyüttüğü çocuğa Hacı Arif Bey dinletecek değildi herhalde. Valery’nin ilham perisi vücut ikliminin sultanını tanımıyordu çünkü. Cinuçen Tanrıkorur, mûsıkî hocası olarak Irak’a gitmek için akla karayı seçmiştir. Ardarda başkente çekilen telgraflar: “Bize bir mûsıkî hocası gönderin.” Medet ya tabib-el kulûb bestelerini depoya atan çocuk, dedesini inkâr eder: “Musıkî bizim değil, Arapların. Gidin, onlardan isteyin.”
Kendi aydınına klasik batı müziğini lâyık gören iktidar, kalabalıkların dinlemesi için Arap-Türk karışımı bir müzik icad eder: Arabesk. Halk, kadere küfrederek meyhane köşelerinde sızarken, sosyete partilerinde Bethoven senfonileri dinler burjuva. Devlet asaletiyle hiçbir şekilde bağdaşmayan arabesk, avam müziği olarak arka mahalle delikanlılarıyla fabrika kızlarına seslenir. Kalabalık cahil kalmalıdır. Ne ki cehalet arttıkça arabeskin gücü de artar. Yaklaşık elli yıl boyunca devletin kapısını arşınlayan kader kurbanları asla içeri alınmaz. “Sen yönetilmeye mahkumsun. Katımızda sana yer yok.”
Bu dünya sultan Süleyman’a kalmadı, sana hiç kalmaz. Gün ola devran döne. “Dünya tersine dönse vazgeçmem,” diyen acıların çocuğuna elbet kaderin yüzü gülecektir. Nihayet, sınır tanımayan kapitalizm, devletin belini kırmaya muvaffak olur. Çağı yakalayamaz diye halkı horlayan devlet, ne olduysa halka yetişmek korkusuna kapılır. İktidar, kendi eliyle beslediği iş adamlarına yenik düşer. Efendisini yutan Caliban, “halk bunu istiyor” deyu, devlet katlarında, doğarken ölmüşlerin intizarını dinlemekten yanadır. Ava giden avlanır. Aydınlanma kafasının mukallidleri, biberonu ağzında demokrasinin bütün imkânlarıyla piyasanın peşindedir şimdi. Artık yönetilen de sarhoş, yöneten de.
“Bu benim meselem, derin mesele.” Allah encamımızı hayır etsin.
Ekrem Özdemir
– Haber Lotus –
HLotus