5 sene önce başladılar kazmaya. Gece gündüz bitmeyen inşaat sesleri, en karanlık geceyi bile gündüze çeviren dev projektörleri ile hayatımızın içine… dahil oldu. Günden güne yükseldi, yükseldi, bir gün baktık ki mavi gökyüzünü artık göremez olmuşuz. Onun yerine dev bir binanın koyu gölgesi düştü salonumuzun orta yerine. Perdeyi aralayarak korku dolu gözlerle binanın yükseldiği yere çevirdik bakışlarımızı. Yıllardır yükselmeye devam eden o şeyin başı en nihayet göğe ulaşmış, güneşe, göğe ve buluta dair ne varsa önüne set çekivermişti. Taşınalım, kalkıp gidelim buralardan dediysek de zamanında, bu işin çok bilirleri “Olmaaaz! Oturun oturduğunuz yere,” deyiverdiler. “Bu heyyula bina buraya değer kazandırıyor. Hele biraz sıkın dişinizi, birkaç yıl içinde buralar hep üç-beş kat değerlenecek” dediler. Oturduk, bekledik, alıştık, devam ettik yaşamımıza.
Gün bugün, 28 Nisan 2017, başı bulutlara değen mağrur bina, kıymetli rezidans, alışveriş ve yaşam merkezi, A V M , nâm-ı değer EMAAR SQUARE hizmete açıldı. Arap dostlarımızın desteğiyle yaşamlarımıza bir mucize gibi geldi, yetişti mahallelinin imdadına. Tek eksiğimiz buymuş gibi!
Bütün en’leri bünyesinde barındıran dünyaca ünlü, meşhur, zengin ve görkemli dev binanın açılışı beklendiği gibi pek şatafatlı oldu. Günlerce havai fişekler patlatıldı, açık hava konserleri verildi, sazlı sözlü, cazlı açılışlar yapıldı, kurdeleler kesildi, şık hanımlar, klas beyler muhteşem AVMde boy ve endam gösterdiler. 5 yıldır çilesini çeken çevre halkı bu cafcaflı eğlencelere pek tabi ki katılmadı. Sonrasında halka açılan cazibe merkezine meraklı mahalle halkıyla birlikte ben de kalkıp gittim. Ne de olsa yıllardır çilesini çeken biz değil miydik?
İsveçli güvenlik şirketinin kapıdaki üst baş ve çanta aramalarından sonra ezilip büzülerek girdik en’lerin AVM’sine. Bol bol ye, bol bol tüket, hep giy, hep giy, daha da al, daha da al, kartla al, taksitle al, ama al, mutlaka al diye bağıran beton vahanın içinde dolaştım. Bel kemiğimde bir ağrı, tenimde bir ürperti, etrafta koşturan, güneş yüzü görmemiş soluk benizli AVM çocuklarını gördükçe kalbime saplanan sızıyla yürüdüm mermer döşenmiş bal dök yala koridorlarında. Sözüm ona dünyanın en ünlü markalarını bünyesinde barındıran mağazaların hedef kitlesinin bu mahalleli halk olmadığı kesindi. Avusturalya’daki doğal ortamından koparılıp getirilen dev timsahı, Humboldt penguenleri ve girişi 48 TL’den olan giriş biletleriyle su altı hayvanat bahçesinin hedef kitlesinin de bu mahalleli çocuklar olmadığı yine kesindi.
“Mutsuzum,” dedim içimden. “Mutsuz bu çocuklar, mutsuz bu mahalle, mutsuz bu halk. Dışarda park, bahçe, sahil dururken neden bizi mermer kaplı bu binaların içine tıkalamaya çalışıyorlar? Neden üç tarafı denizle kapı memleketimin denizine beton döküp, her yeri betona dönüştürüyorlar? Neden üç kuruş para bile kazanamayan bu halkımın insanına milyarlık çanta, gömlek, cüzdan satan dükkanları, markaları bir nimetmiş gibi sunmaya çabalıyorlar? Arap halkı için 55 derece sıcaklıkta gezmek yerine serin alışveriş merkezlerine gitmek akıllıca olabilir ama benim memleketimin kırı, bahçesi, gölü, sahili, parkı, denizi varken bunları hepten kapatıp AVM denen bu dev beton yığınlarını her mahalleye kondurmanın nasıl bir mantığı olabilir?
“Ayşe teyze mutlu ama,” dedim yine içimden. Daha on gün önce, Muğla’nın Bodrum ilçesinin, Kızılağaç köyünde tanımıştım onu. Çoban Hasan’ın hanımı Ayşe dedin mi herkes bilir. Kocaman bir teyze, Ayşe teyze. Ama kilosundan da mutlu, kırışık dolu yüzünden de. Giyim derdi yok. Modayı takip ettiği de yok. Botoks, detoks, yüz gerdirme, dudak şişirme, kaş çizdirme, gıdık toplama, yağ aldırma, saç boyama, el bakımı, ayak bakımı, organik beslenme, alkali yeme, selfie çekme, takipçi edinme gibi dertleri de yok Ayşe teyzenin. Evi herkese açık. “Özel mülktür” falan yazmıyor hiç bahçe kapısında. Küçük bir mobileti var garajda. Bahçesinde “serbest dolaşan tavukları” , meleşen kuzuları var. Geçenlerde bahçesinden kuzusunu çalmışlar. Üzülerek anlattı çalınan kuzuyu. “Böyle tek gözü siyahlıydı kuzumun” dedi üzülerek. En büyük derdi buydu çünkü. Ne gerçek, ne hakiki bir dert! Yaşayan bir canla ilgili ne de olsa. Bizimkiler gibi dert süsü verilmiş dertlerden değil onunkisi. Kocası Hasan ağayla ayaküstü tartışıverdiler biz yanlarındayken. Hasan ağa “bahçeye kabak dikiverelim” dedi; Ayşe teyze “Kabak olmaz, biber dikiverelim” diye itiraz etti. Güneş doğarken başlıyor Ayşe teyze gününe, gününün tamamını açık havada, tarlada, bahçede geçiriyor. Televizyon falan da yok hayatlarında. Akşam olunca yataklarına yatıp cırcır böceklerinin sesi eşliğinde huzur içinde uyuyorlar. Kuantum desen duymamış; evrim teorisi desen bilmez; ama doğanın dilini çözmüş, çiçekle, böcekle, kurtla, kuzuyla, yıldızla, geceyle, rüzgarla, mevsimle, havayla, suyla ve de toprakla muazzam bir bütünlük ve denge içinde yaşayıp gidiyor. Ayşe teyze mutlu; ya şehirli mutlu mu?
Şehir sana giy diyor; moda olan bu, bunu giy!
Şehir sana git diyor; yeni bir AVM açıldı, oraya git!
Şehir sana izle diyor! Yeni dizi başlıyor, onu izle!
Şehir sana oku diyor! Bu kitap yeni çıktı, bunu oku!
Şehir sana kilo ver diyor! Zayıf kadın güzeldir.
Şehir sana süslen diyor! Boya yüzünü gözünü, dudaklar dolgun, kirpiklerin 3 kat fazla olsun.
Şehir sana “aç” diyor! Açmazsan kadın değilsin, güzel değilsin, çekici hiç değilsin, aç,aç,aç!
Şehirden kaçıp kendime Ayşe teyzeninki gibi bir hayat kurasım var. Dolaplar dolusu kıyafetten, kişisel bakım ürününden, reklam panolarından, büyük büyük binalardan, AVM’lerden, ikoncanlardan kaçıp saklanasım var.
Yüksek bir rezidansın en üst katından bütün bir şehri ayaklarının altındaymış gibi izlemek mi, yoksa tek katlı mütevazi bir evin bahçesinden bir meyve ağacına bakıp, onun kokusunu duyup, yapraklarının hışırtısını işitip, mevsimi gelince o ağacın meyvesinden yemek mi?
Az, her zaman çoktur. Öyle bildik biz. Öyle bilmeye devam etmek istiyorum. Çevremde çok katlı ultra lüks binalar değil, doğal olanın muhafaza edildiği, tarihi dokusu değişmemiş yapılar görmek istiyorum. Doğal olanı korumak, doğada yaşamak istiyorum. Çok şey mi istiyorum? Ayşe teyze gibi mutlu olmak istiyorum!
Şebnem Pişkin
– Haber Lotus –
Şebnem Pişkin’in kitaplarına ulaşmak için bağlantıyı tıklayınız:
HLotus