Ana Sayfa > Gündem > Bağımsızlık mı Sorumsuzluk mu?

Bağımsızlık mı Sorumsuzluk mu?

Silivri’deki savcıların Halk Partisinin Genel Başkanı hakkında hazırladığı fezleke bir anda siyaset gündemini değiştirdi. Savcılar Kılıçdaroğlu’nun Ergenekon yargılamalarına yönelik açıklamalarını adil yargılanmanın etki altında bırakılmasına yönelik bir girişim olarak yorumladı. Bu yorum hem Türk yargısının şu an içinde bulunduğu durumu hem de yargı-muhalefet-iktidar ilişkileri özelinde ülkenin geldiği yeri özetlemesi bakımından oldukça önemlidir.

Yargılama süreçlerinde nelerin yanlış gittiğini soruştururken öncelikle kanun devletiyle hukuk devleti arasındaki farka dikkat çekerek tartışmaya başlamak yerinde olur sanırım. Fezleke örneğinde de bir kez daha görüldüğü üzere yargıç ve savcılar yaptıkları işle demokratik toplum düzeninin gerekleri arasında asgari ölçütlerde dahi bağlantı kurmaya pek de istekli değiller. Şöyle ki yargı mensuplarının biz kanunları uyguluyoruz, kimse bize karışamaz çünkü yargı bağımsızlığı var gibi bir zihniyeti içselleştirmiş olması bu ülkedeki yargılama kalitesini hala kanun devleti seviyesinde tutuyor. Oysa yargı aslında halka ait olan bir yetkiyi halk adına kullanmakta. Bu bağlamda nasıl ki egemenlik yetkisini kullanan milletvekillerinden millete karşı sorumlu olmaları bekleniyor ve bu beklenti çeşitli nedenlerle karşılanmadığında yurttaşlar olarak onları kıyasıya eleştiriyorsak benzeri bir ilişkinin yargıç ve savcılar için de söz konusu olması gerekir. Yargı bağımsızlığı hiçbir durumda yargıç ve savcıların kamuya, yani halka karşı sorumlu oldukları gerçeğini ortadan kaldıracak bir şekilde yorumlanmamalı. Tutuklananlar ve tutuklanmayanlar, açılan ve açılmayan davalar bakımından ortada bir sürü garip durum var. Reel politik çok da öyleymişiz gibi bir izlenim vermese de, en azından kağıt üstünde demokratik bir hukuk devleti olduğumuza göre Mustafa Balbay’ı içeride Zahid Akman’ı ise dışarıda tutmak için yoğun bir şekilde gayret gösteren yargı erkinin yarattığı sayısız iç yakan manzara ve tutarsızlık için kamu diplomasisi yoluyla halkı bilgilendirmesini, tepkiler karşısında egemenliğin gerçek sahibi olan yurttaşlara hesap vermesini beklemek doğal sayılmalıdır. Bu ülke sadece bir kanun devleti değil aynı zamanda bir hukuk devletiyse hiçbir yargıç veya savcı yargı bağımsızlığını demokratik hesap verme yükümlülüğünden kaçmanın bahanesi olarak kullanamaz. Demek ki Kılıçdaroğlu’nun eleştirilerine yargı erkinin fezlekeyle yanıt vermesi olayı yargı kuvvetinin kendisini aslında kime karşı sorumlu hissettiği üzerine daha derinde yatan bir tartışmanın kıyısına kadar götürüyor bizleri. İşte tam da bu noktada yargının yürütmeye tabii olduğu, iktidar partisinin yargıyı talimat ve telkinleriyle yönlendirdiği yakınmaları daha bir anlamlı hale geliyor. Çünkü eğer yargıçlar kendilerini halka karşı sorumlu hissetmiyor ve sahip oldukları erki halktan aldıklarını sık sık unutuyorlarsa sorumluluk makamı olarak geriye sadece iktidar, yani hükümet kalıyor.

Düşünce özgürlüğü fezlekede somutlaşan meselenin bir diğer yönünü karakterize ediyor. Kılıçdaroğlu hakkında hazırlanan fezleke yargı ile yargıyı eleştirenler arasındaki uçurumun ne kadar derin olduğunu ortaya koydu. Aynı zamanda bahsi geçen tartışma sayesinde kamuoyu başta gazeteciler olmak üzere binlerce kişi hakkında benzeri gerekçelerle dava açıldığını da öğrendi. Anlaşılan o ki, yurttaşların yargıya yönelik eleştirileri yargı mensupları tarafından adil yargılanmanın etkilenmesi olarak yorumlanıyor. Bu anlamda bizim eleştiri olarak gördüğümüz şeye yargı etkileme veya yönlendirme diyor. Tabii bu durumda şöyle bir soru sormak lazım: eleştiri yargının gözünde etkileme teşebbüsü ise yurttaşlar suç işleme şüphesiyle takibata uğrama ihtimali olmaksızın yargıyı nasıl eleştirecekler? Görüldüğü üzere yargıç ve savcıların adil yargılanmanın etki altında bırakılmasına dair maddeleri yorumlama ve kullanma biçimleri düşünce özgürlüğünün vazgeçilmez bir unsuru olan eleştiri yapma hakkını fiilen imkansız hale getirecek kadar katı. Peş peşe sorular akla geliyor. Yargı bağımsızlığı düşünce özgürlüğünden gerçekten üstün bir şey midir? Yargının bağımsızlığı yurttaşların düşünmemesi pahasına gerçekleşecekse yargı bağımsızlığı gerçekten değerli bir şey midir?

Şüphesiz ki düşünce özgürlüğünü yargı bağımsızlığıyla karşı karşıya getiren kafa karışıklığı önemli ölçüde yargı bağımsızlığına yüklenen elitist ve vesayetçi anlamla ilgili. Anayasanın ve ilgili uluslar arası sözleşmelerin bize insan ve yurttaş olmak bakımından verdiği hakları kullanırken acaba bu hakları kullanma biçimimiz yargıçları kızdırır mı ya da savcıların hoşuna gider mi diye düşünmek zorunda kalmamalıyız. Türkiye’de olduğu üzere yargı bağımsızlığı özel olarak yargının genel olarak ise yargı aracılığıyla devletin yurttaşlar üzerindeki denetimine hizmet eden bir enstrüman olarak kullanılırsa yargı bağımsızlığı yargı vesayetinden başka bir anlama gelmez.

Son olarak rejimin niteliği üzerine bir hatırlatma yaparak tartışmayı noktalamak yerinde olur. Savcı meclise fezleke göndererek Kılıçdaroğlu’nun milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi. Peki ya milletvekillerinin dokunulmazlığı olmasaydı? Ya da ana muhalefet liderinin isteği üzerine meclis dokunulmazlığı kaldırsaydı ne olacaktı? Savcı Kılıçdaroğlu’nu tutuklatacak mıydı mesela? Bu olasılık karşısında savcıların muhalefet liderlerini tutuklatması ne anlama geliyor diye ciddi ciddi düşünmek gerekir. Demokrasiyle yönetilen hangi ülkede muhalefet liderleri tutuklanma tehdidi altında siyaset yapıyor? Unutulmamalı ki, her türlü rejimde iktidar vardır. Ama sadece demokrasilerde muhalefet olur. Muhalefetin kovuşturulması rejimi demokrasi olmaktan çıkararak tiranlığa ya da diktatörlüğe dönüştürür.

Bu makale yazarın kişisel sitesi ( www.armaganozturk.com )’dan alınmıştır.

Armağan Öztürk 

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.