“Bir Hindu bilimi, Yahudi bilimi, Konfüçyüs ya da Hıristiyan Bilimi olmadığı gibi İslam Bilimi diye bir şey olamaz, tıpkı Stalin’in kurmak istediği Protelerya Bilimi olmadığı gibi. Bilim evrenseldir, metotları bellidir: Deney, gözlem, ve matematik” demiş Taha Akyol (Hürriyet.10/7/2012) Nobel ödüllü Müslüman bilim adamı Abdüsselam’ın Ahmediye mezhebinden olduğu için Taliban yönetimi tarafından ders kitaplarından çıkartıldığını eleştirmek için yazının başlığını da “Taliban Sansürü” koymuş. Abdusselam gibi bir bilim adamına Taliban’nın yaptığı faşist uygulama olarak görmüş.
Ben, yazının “İslamcı askeri diktatör” diye tanımlanan Ziyaü’l-Hak zamanında başlayan Abdüsselam’ın da şiddetle itiraz ettiği “bilginin İslamileştirilmesi” tezinin totaliter olarak nitelendirilmesi kısmıyla ilgileniyorum. Çünkü yazar, bilimin yönteminin evrensel olduğunu, bilginin İslamileştirilmesi tezinin totaliter bulduğunu, İslami bilim diye bir kavramsallaştırmanın totaliter ve anlamsızlığını özellikle vurguluyor. Ünlü bilim adamının nükleer fizik çalışmalarına solcu başbakan Butto zamanında başladığını, CERN’deki Higgs Buzonu çalışmalarının teorik kurucularından olduğunu söylüyor. Bu arada teorinin kurucusu ve ismini veren Higgs’in ateist olduğunu yazıdan anlıyoruz.
Higgs Buzonu’na “Tanrıcık Parçacığı” isimlendirmesi yapılması ironi olarak görüp, Abdüsselam’a olan hürmetini niçin bu kadar kavramsal kargaşa ile yapıyor, bunu anlamakta zorlanıyorum. Çünkü son zamanlarda bütün kavramların alt üst edildiği, analoji ile kıyasın karıştırıldığı böyle bir yazı okuduğumu hatırlamıyorum! “Solcu başbakan”, “İslamcı diktatör”, “ateist Higgs”, “dindar Abdusselam”, “faşist Taliban” ve totaliter bir değerler dizisi olarak bilginin İslamileştirilmesi, hepsi bir arada! 1980’li yıllarda “solcu” diye isimlendirilen gençlerin “faşist gazete” dedikleri “Hergün” gazetesinden beri basın alanındaki bir çok gazetede en son da “Oktay Ekşi”nin başyazı yazdığı “Hürriyet”te halkı “aydınlatan” Sayın Akyol’un kavramları bu kadar kolay kullanması ve tüketmesini anlamakta gerçekten zorlanıyorum!
Taliban’ın tutumun faşistlik ve bağnazlık ile özdeşleştirip, Abdüsselam gibi ünlü bir bilim adamına yapılanı, bilim insanlarının dini ve felsefi tercihlerinden dolayı sorgulamayı korkunç bir aptallık olarak görürken, İslam dünyasının önde gelen bilim insanlarından Seyyid Nakip al-Attas ve İsmail Raci Faruki tarafından sistematize edilen Bilginin İslamileştirilmesini paradigmasını totaliter olarak görmek nasıl bir zihniyetin ürünüdür?
Herhangi bir felsefeye giriş kitabının bilgi ve bilim felsefesi bölümlerini okuyan birinin bileceği gibi 17.yüzyıldan 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar hakim olan bilim anlayışına klasik pozitivist görüş perspektifinden tabiî ki!
1.Ürün olarak Bilim: Pozitivist Tasavvur
Bu bakış açısına göre bilim, yavaş fakat sürekli ilerleyen bir bilgi yürütme ve çoğaltma sürecidir. Olgusal bilgilerimiz yönünden bilim, sürekli birikimsel bir şekilde üretilmektedir. Gözlem ve deney yoluyla tespit edilmiş pek çok olgusal gerçekler, giderek artan bilgilerimizin bir bölümü olarak geçerliliklerini sürdürmektedir. Pozitivist bilim anlayışının temel özellikleri şunlardır:
Bilim, temelde, olgu ve olaylarla uğraşır, değerlerle ilgisi yoktur. Bir Çin, İslam veya Hırıstiyan bilimi olamaz. Öznelliğe, değerlere bilimde yer yoktur. O kadar ki, insanlığın edinebileceği tüm bilgileri, fizik, psikoloji, doğa bilimleri, edebiyat, felsefe gibi bilimlerden ayırmaksızın içinde toplayan tek bir bilim anlayışı geliştirilmelidir. Bu amaca ulaşmanın yolu da mantıksal çözümleme yöntemini kullanmaktan geçer. Bu yöntem, bilimi metafizik sorunlardan ve diğer anlamsız önermelerden arındırır. Tek ve aynı yöntem bütün bilimlerde kullanılmalıdır. Bu açıdan bilim, bir tek ırk, millet veya topluluğun tekelinde olmayıp, insanlığın ortak ürettiğidir. Dolayısıyla uygulamaları da evrenseldir.
2. Etkinlik Olarak Bilim
Bilimi bir insan çabası olarak inceleyen bu yaklaşım tarzı, bilimi ürün olarak gören mantıkçı pozitivist bilim anlayışında köklü değişiklikler yapmıştır. Thomas S. Kuhn, S. Toulmin ve M. Foucault tarafından geliştirilen bu yaklaşım tarzına göre, bilim, bir sosyal yapı, geleneksel bir etkinlik olup, belirli bir toplumsal ortamda epistemoloji, felsefe, ideoloji ve dine ait konuların bir yansımasıdır. Dolayısıyla bilim, salt gerçeğe ulaşmak amacıyla her türlü toplumsal değerden uzak, nesnel bir sorgulamadır, şeklindeki değerlendirmenin tutarlılığı yoktur.
Bu yaklaşım tarzına göre, “doğa kendi halindedir” ve kendini tanımlamaz. Ona kavramları ve tanımları veren, bir kültürün, bir toplumun üyesi olan bilim adamlarıdır. Bu anlamda, farklı toplumsal örgütlenmelerde (Çin, Mısır, Maya gibi) farklı bilim tasarımları olabilir. Bilim de, dilin kavramsal araçlarıyla, toplum ve onun tarihi tarafından hazırlanan tekniklerle bilginin düzenlenmesidir. Kuhn’a göre, bilimsel bilgi, yalnızca doğada okunan, kavranan, tanımlanan şey değildir, ona daima tarihsel ve kültürel olarak paylaşılan paradigmalar aracı olur. Çünkü dünya bize kavramlarla sunulan şeydir. Kavramlar değiştikleri zaman doğayı kavrayış tarzımızda değişir. İşte bu kavrayış ve algılayış tarzına paradigma denilir. Her paradigma, dünyayı farklı türlerde nesnelerden oluşmuş sayacaktır. Bir paradigma için anlamlı olan sorular, diğer paradigma için aynı anlamlılığı taşımayabilir. Çünkü farklı paradigmaların ya da farklı teorilerin taraftarları farklı dilleri konuşurlar; farklı bilme ve kavrama bağlamlarına sahip diller, farklı dünyalara uygun dillerdir. Bilimsel bilgi, bir sosyal sistem içinde üretilerek, organize haline getirilir. Bu anlamda paradigma, bir bilimsel topluluğun üyelerinin paylaştığı şeydir.
Bilimi etkinlik olarak gören bu yaklaşım tarzına göre, bilim adamına dünyanın belirli bir yönünü ele alıp, incelemesine, içinde çalışmakta olduğu paradigma kılavuzluk eder. Bu bilim adamının çalışmalarında paradigmanın kaynaklık etmesi anlamındadır; çünkü Kuhn, rakip paradigmaların taraftarlarının “farklı dünyada yaşadıkları”nı düşünmektedir. Kişisel olarak bilim adamının bağlılığının bir paradigmadan onunla mukayese edilemeyen alternatif paradigma lehinde değişme olayına Gestaltcı (kökten – bütüncü) değişim denir. Bu bir nevi zihniyet değişimi, deyim uygun görülürse ‘din değişimi” dir.
Kısacası İslam, Çin veya Hıristiyan bilimi sorununa dönersek; bilim insanı, incelediği nesneye değerlerinden uzaklaşarak, ilkokulda söylendiği üzere, laboratuara şapkasını kapıya asıp gireceği diye bir bakış açısı kalmadı. İslami bilim kavramının tutarlılığı meselesini bir başka yazıya bırakarak bilginin İslamileştirilmesi paradigmasını ana hatlarıyla açıklayalım.
3. Bilginin İslamileştirilmesi
“Bilginin İslamileştirilmesi” kavramını Seyyid Muhammed Naqıp el-Attas gündeme getirmiştir; ama sistematik hale getirerek bilimsel araştırma modeline dönüştüren İ. Raci Faruki’dir. 1970’li yılların başında Müslüman düşüncesinin ve metodolojisinin ıslahı üzerine dair yaptıkları ilk çalışmayla kavramsallaştırma faaliyetini başlattı. Faruki’ye göre, İslam toplumunun içinde yaşadığı düşünce bunalımın kaynağı, modern Batılı sistemlere göre düzenlenmiş okullar ile geleneksel İslami yöntemleri kullanan klasik İslami okulların aynı anda, farklı yöntemlerle faaliyet göstermeleridir.
Modern okullarda, İslam’ın evrenselliği ve güncelliği yok edilmekte, gelenek ile bağı koparılmaktadır. Klasik okullarda aynı durum, gelenek vasıtasıyla yapılmaktadır, çünkü modern eğitim verileri devre dışı kaldığı için güncel sorunlarla hiç alakası olmayan fetvalar Müslümanların zihinlerine hakim olmaktadır. Yapılması gereken, İslam’ın yasalarında mevcut olan sosyal yönü yeterince işlemek, özveri veya uzlaşma yollarını arayarak, müspet bir yaratıcı zihniyet geliştirmektir.
Faruki’ye göre, pozivist ve empirist temellere sahip olan bir bilgi ve bilim tasarımıyla hareket eden Batılı araştırmacıların tabiat bilimlerinde uyguladıkları yöntemlerle sosyal bilimler alanlarını tetkik etmeye çalışması, insanı sadece duyusal verilerle incelenen, istatistikî verilere tabii tutulan bir varlık konumuna indirgemiştir. Bu Batı metodolojisinin ilk önemli eksikliğidir. İnsanın diğer boyutu olan ahlak ve ruhunun yok sayılması, bunları besleyen dini ve geleneksel değerlerin belirleyiciliğini görmezlikten gelmek demektir. Batının bilimsel metot diye evrensel kılmaya çalıştığı yöntemle, İslam toplumunu tahlil etmesi, üstelik bunu onu “İslami” kılan manevi unsurları soyutlayarak yapması, müslümanlar arasındaki zihni kırılmanın ilk belirtisidir.
Sosyal bilimler alanında Batı metodolojisinin ikinci eksikliği, evrensellik iddiasının gereği olarak objektif olduğunun söylenmesidir. Halbuki, özellikle beşeri bilimler alanında çalışan bir alimin içinde yetiştiği kültür donanımından etkilenmemesi mümkün değildir, ayrıca incelenen konu/olgununda bir insan ürünü olması hasebiyle, kendisini olduğu anlattığını da söylemek de zordur. Tabiat bilimlerinin konularında olduğu gibi, beşeri bilimlerin inceleme alanları, kendini olduğu gibi gösteren, gözlemlenmesine izin veren unsurlardan oluşmaz; öznenin ve nesnenin bir manevi yapısı, değerler örgüsü vardır, araştırma bunlardan soyutlanarak yapılamaz.
Faruki, insan ve toplumu inceleyen beşeri ve sosyal bilimlere toplumsal bilimler; tabiatı inceleme alanı olarak belirleyen bilimlere ise tabiat bilimleri demektedir. İki bilim dallarının konuların farklı olması, insan bilgisinin genel çerçevesi içindeki yerinin aynı olmasına engel değildir, çünkü farklılık metodolojiden kaynaklanmamaktadır. Birisi maddi alanda, diğeri ise beşeri alanda, ilahi düzeni keşfetme ve anlamayı hedef edindiği için metodolojilerinde farklılık yoktur. Bununla birlikte tabiat ve beşeri sahada hâkim olan ilahi düzeni kavrayabilmek, farklı stratejileri ve teknikleri gerekli kılar.
Sonuç
“Bilginin İslamileştirilmesi”, birey ve topluma fikri-ameli, eğitim-öğretim, bilgi organizasyonu, yöneten-yönetilen, dünya-ahiret alanlarını kuşatan bir medeniyet ve değerler çerçevesi sunmayı hedefler. Aklın fonksiyonelliğini dışlamadan, vahiy ışığında geliştirilen kapsamlı bir yöntemdir arayışıdır bu. Akıl, artık vahyin hedeflerini, normlarını gerçekleştirmede bir araçtır. Bilginin İslamileştirilmesi beşeriyetin ulaştığı maddi ve ilmi seviyeyi, İslamiyet’inin normları, idealleri ışığında eleştirel bir süzgeçten geçirerek edinmek demektir.
Peki şimdi soralım, Bilginin İslamileştirilmesini, solcu, ateist, dindar, İslamcı, diktatörlük gibi kavramları harmanlayarak okumak, Abdüsselam’a saygı gösterdyim, hakkını teslim edeyim derken merhum İsmail Raci Faruki ve merhume Lamia Faruki’nin ruhlarını incitmez mi?
Prof. Mevlüt Uyanık
– Haber Lotus –
HLotus