Geçen yazımda referandum sürecinin bir panayır havasında, demokrasi şenliği gibi renkli geçmesi gerektiği ve hatta vatandaş rahat bırakıldığında bunun örneklerinin de yaşandığını belirtmiştim.
Parti liderlerine rağmen durum böyleydi…
Olmasından korktuğum hadiseler ilk nüvelerini verdiler. İBŞB iftar çadırını basan “Hayır”cılar ve yine İstanbul’da “Evet” standını taciz eden TKP’liler. Tacizleri çok ağır ve tahrik ediciydi fakat evet yanlıları hiç karşılık vermediler. Olumlu tavırları takdire şayandı. Peki bu böyle devam eder mi!? Hayırcıların mazeretleri farklı ama tahrik göz alıcı! Bir şekilde kutuplaştıramadıkları milleti acaba bu yöntemle mi daha dip köşelere itmek istiyorlar? Daha hırslı daha sinirli tam bir “öfkeli kalabalık” oluşturma fikri mi bu!?
Sebep her ne olursa olsun malum parti liderleri özellikle oluşturulmak istenen bu tabloya şövalyelik yapıyorlar. Sinirler gergin kırk yıllık dostlar neredeyse birbirini boğazlayacak hale geldi… Anayasa paketi değil resmen bir hayat memat meselesine dönüştürüldü. Özellikle muhalefetin kışkırtmasıyla hayır diyen vatandaş sanki son nefesini veriyor gibi… Belli köşeleri kapmış olanları anlarım ama vatandaşın bu denli gerilmesi şaşılacak şey…
Evet taraftarları diğerleri kadar olmasa da onlarda gerginler ama evet’çilerin gerginliği hayırcıların görsel ya da işitsel tacizleri -ki artık fiziksel de olmaya başladı- kadar sert değil.
13 Eylül sabahı sonuç ne olursa olsun pembe ya da kara bir güne uyanmayacak Türkiye, bunu sağduyu sahibi birileri anlatmalı bazı öfkeli genç gruplara. Parti liderlerinin hararetli mitinglerine çok ihtiyaç var mıydı? Tartışılır… Birkaç TV programı yeterliydi bütün bu sürecin işlemesine. Herkesin satır satır anayasa maddelerini ezberlemesine gerek de yok. Zaten Türk Milleti yine o engin ferasetiyle en iyi kararı verecektir. Bazıları bunu bir türlü kabullenmese de!
Kısa bir hikâyecik düşmenin vaktidir;
Ülkede birçok zorunlu ihtiyaç maddesinin sıkıntısının çekildiği, bazılarının karneye bağlandığı, bazılarının ise temelli yok olduğu I. Dünya Savaşının son yıllarında Ömer Seyfettin Batı Anadolu vilayetlerinden birinde bir lisede öğretmenmiş. Bir gün öğretmenler odasına müjdeli bir haberle girmiş: “Arkadaşlar, gözünüz aydın, Avusturya, Türkiye’ye vagonlar dolusu şeker gönderiyormuş!”
Bunun üzerine bütün öğretmenler, “Yaşasın, bundan sonra çayımızı, kahvemizi ağız tadıyla içeceğiz!” diye sevinç çığlıkları atmış. Ömer Seyfettin bu sahnenin hemen arkasından okulun baş hademesini öğretmenler odasına çağırmış ve herkesin huzurunda ona da, “Hasan efendi, haberin var mı, Avusturya bize vagonlar dolusu şeker gönderiyormuş!” demiş. Hasan efendi kendini toparlayıp terbiyeli bir eda ile cevap vermiş: “İnanmayın beyim, palavradır bunlar, bu kıtlıkta Avusturya şeker bulsa kendi yer!”
Hasan Efendinin bu tepkisi üzerine Ömer Seyfettin çığlık atmış. Ellerini çırparak şöyle demiş:
– Gördünüz mü arkadaşlar, ben boşuna demiyorum, “Türk halkı âlim değildir ama ariftir” diye. Ben bir yalan uydurdum “Avusturya bize şeker gönderiyor” diye, siz okumuşlar hemen inandınız. Ama gördüğünüz gibi Hasan Efendi yutmadı. İşte Türk halkı birçok gerçeği böyle sağduyusu ile irfanı ile keşfetmiştir.
“Türk halkı âlim değildir, ama ariftir!”
Serhan Varol
– Haber Lotus –
HLotus