Türkiye’de bürokrasi siyaset ilişkisi genellikle bürokrasinin siyasete müdahale etmesi ekseninde ele alınmaktadır ve bürokrasinin siyasete müdahalesi çoğunlukla siyasetçilerin kifayetsizliği veya uluslararası ilişkilerle açıklanmaktadır. Ancak, popüler analistler, bürokrasinin cari siyasal sistem içerisindeki rolünün sosyoloji ile ilişkisini yeterince irdelememektedir ve bu müdahalelerin toplum nezdinde zimmî kabul görmesini irdelememektedir. Bunun ana sebebi popüler analistlerin toplumu siyasal sistemin önemli bir parçası olarak görmemeleridir. Bu nedenle, toplumdan hareketle siyasal sistemi anlamaya ihtiyaç duymamaktadırlar. Biz burada mevcut yaklaşımın yerine toplumdan hareketle siyasal sistem içerisindeki bürokrasinin konumunu anlamaya çalışacağız.
1980 öncesi dönem için, Türkiye nüfusunun ekseriyetinin köylerde yaşadığı, ulusal bir pazarın henüz olgunlaşmadığı, devlet kurumlarının yeni yeni taşrada varlık göstermeye başladığını ve bu çerçevede köylünün kendi köyünün tarihini yaşamaya ve dünyasını inşa etmeye devam etmekte olduğunu ifade edebiliriz. Küçük bir azınlık grup dışında, Türkiye’de vatandaşların önemli bir kısmı kendi oturdukları köyün, kentin veya bölgenin dışındaki vatandaşlarla sınırlı bir ilişki içinde bulunmaktaydı. İlişkisizlik yalnızca fiili temassızlık değil, aynı zamanda bir birlerinin yapıp ettiklerinden etkilenmeme ve haberdar olmama şeklindeydi.
Bahsi geçen cari durum, modernleşmeyi beka meselesi olarak gören elitlerinin hedefine ulaşmasının önünde önemli bir engel oluşturmaktaydı. Elitlerin projesi olan milletleşme/uluslaşma toplumsal hareketler üzerinden gerçekleştirilemediğinden, onlar milletleşmeyi hayali bir ilişkisellik üzerinden inşa etmeye çalıştılar. Ancak, milletleşmeyi tamamen hayali olarak inşa etmek mümkün olmadığından, hayali olan ile gerçek arasında ilişkiyi mümkün kılacak araçlara ihtiyaç bulunmaktaydı. İşte bu hayali ilişkiselliği real bir birliğe kavuşturan araç devlet olmuştur. Hayali cemaat, devletin aracılığı ile sosyal gerçekliğe kavuşmuş ve ülkenin bölgeleri, şehirleri ve köyleri bir birine bağlanmıştır. Yani milletleşme teşebbüsü devlet eliyle gerçekleşen bir süreç olmuştur.
Bürokrasi uluslaşma sürecinin merkezinde yer almanın yanı sıra, uluslaşma ideolojisinin de taşıyıcısı olmuştur. Söz konusu ideoloji, Osmanlıdan miras kalan son toprakları koruma söylemi üzerinden toplumsal kabul görmüştür. Bu ideoloji bürokrasinin yerleşik olanın devamını sağlama, toplumsal ve siyasal meydan okumaları kontrol altına alma konusundaki ihtiyaçlarını gidermiş bürokrasiye muazzam bir lojistik destek sağlamıştır ve devleti ulusal kimliğin merkezine yerleştirmiştir.
Siyasal kimliğin merkezinde devlet yer alırken, devletin merkezinde de bürokratlar yer almıştır. Köylülerden daha iyi bir eğitime sahip olan bürokratlar, toplumda “doğal” ileri gelen konumundaydı. Bilgi ve itibar yüksekliği bürokrasinin yönetme hakkını da meşrulaştırıyordu. Bununla birlikte, ithal ikameci ekonomik kalkınma modeliyle büyümeye çalışan Türkiye’de devlet eliyle bir zenginler sınıfı oluşturulmaktaydı. Bu sınıf üretimden ziyade, devlet elitleriyle kurduğu ilişki ile servetlerini arttırmaktaydı. Doğal olarak, devletin zenginleri bürokratların “kul”uydu. Devletin zenginlerinin hikâyesi önemli oranda diğer toplumsal gruplar için de farklı şekillerde geçerli olan bir öyküdür.
Toplumsal örgütlenmelerin siyasal merkez karşısında zayıf kaldığı ve bürokrasinin ekonomik, siyasal ve toplumsal meselelere başat aktör olarak yer aldığı dönemlerde Türkiye bürokratların ülkesiydi. Halk ise bürokratlar için ulusun ham maddesiydi. Kendinden bir değeri olmayan, uluslaşma teşebbüsünün bir unsuru idiler. Şekillendirilmesi gereken ve ruh verilmesi gereken “ulusun mayası”ydı. Kendisine “kutsallık” atfeden bürokrasi insanı değil, onun vazifelerinden bahsetti. Birey devletin karşısında özerk bir varlık olarak kabul görmedi. Ancak; ulusalcılığın iflas ettiği, küreselleşmenin derinleştiği ve halkın varoluş mücadelesi verdiği yeni dönemde bürokrasi siyasete müdahale konusunda sahip olduğu toplumsal meşruiyeti kaybetmeye başladı. Meşruiyet kaybı, bürokrasinin siyasetle ilişkisini de yeniden tanımlama ihtiyacını beraberinde getirmektedir.
Selahattin Güven
– Haber Lotus –
■ ■ ■ <— Yazarın tüm yazıları —> ■ ■ ■
HLotus
teşekkürler, sınava girmeden bu yazıyı okumak benim için iyi oldu:)))
aslında şu soruya cevap bulmak istiyorum. burokrasi bizim için ne kadar gerekli ve domokratik hayatımız içinde yeri ne olmalı?
çok yararlı bir yazı olmuş. Sizi canıgönülden kutluyorum.yazılarınızın devamını bekliyorum…