“Çaya olan ilgisini düşündüğünde; yıldan yıla daha çok çay içmeye yöneldiğini, artık daha seçici davrandığını fark etti. Küçükken “çocuklar çay içmez” uyarılarını dikkate alır, çay kültürünü kahvaltılık çay ile sınırlı tutmak zorunda kalırdı, şimdilerde ise müptelası oldu! Çayın yokluğunun direncini zayıflattığını, kalitesiz, soğuk ve acımış da olsa “sadece çay” olduğu için bile içtiğini söylüyordu.
Çayın, onun kültüründe bambaşka bir yeri vardı. Bir misafir gelse hemen ocağın altı yakar “ben bir çay suyu koyayım” deyip çayı demlemeden de konuşmayı derinleştirmez havadan sudan bahsederdi … Çay için özel porselen demliği, ayda bir memleketten getirttiği kıtlama şekerleri, ince belli bardak takımı, her daim yedeği olan normal, tomurcuk ve seylan çeşit çay kavanozları bulunurdu. Ayrıca çayı biri ikram edecekse çayı nasıl getirdiği, gelen çayın sıcaklığı, nasıl bir bardakla getirdiği ve nasıl ikram ettiği de onun için çok önemliydi …..”
Bir şeyi sevebilmek için iki neden olmalı; Sevda duyduğun şey çok özel ve mükemmel olmalı veya ona aşık olmalı, hiçbir eksiğini görmemeli!.. Çayın rengini görmek onunla iletişimin önemini belirtir ki bu da tadına bakmadan kalitesine güvenebileceğin önemli bir göstergedir. ‘Dünyanın gürültüsünü unutmak’ için yapılan bir eylemin; rastgele, özensiz ve sıradan olmaması gerektiği düşünülürse eğer, çayı ‘ruh banyosu’ kılabilmek için seçiminden yapımına, yapımından içimine kadar çaya titizlikle eğilmek, tabiri caizse çayın sanatına gönül vermek gerekir… Çinli bir filozofun dediği gibi; ‘Çay dünyanın gürültüsünü unutmak için içilir’…
An olur bunalır kalır insan hayatın koşuşturmacısında,sanki her şey üstüne gelir. Bir çıkış yolu arar bulamaz; her yol başlangıca çıkar. İşte öyle bir an geldi mi akla , akıl çıkar firara… Esir olan düşünceden kurtulmak için sohbet gerek çay gerek … Çay keyfi, her keyif gibi dünyanın hızına ayak uydururkenki koşuşturmacada soluklanma gereksiniminden doğar. Çaya sadece bir içecek olarak bakmamak gerekir. Çay; içeceğin yanında sohbet demektir, dost meclisi demektir. Su kaynar, ısınır ortam.. muhabbet koyulaşır, sonra ısınan su “dem” mertebesine çıkar; çay tanelerini demler, demlenirken koku odaya yayılır, muhabbetin seyri farklılaşır samimiyet artar. Yolu gözlenen çay gelir, konuşan dudaklar sukûta bırakır yerini, çay damağa tadını hiç üşenmeden, çekinmeden verir …
Oysa şimdi çay beklenmez oldu! çay sallandı. Çay da insana sıcaklığını vermeyip o da insanı sallar oldu !… Sadece çay değil elbet birçok şey beklenmeyip sabredilmezler listesine girdi. Sohbet mekanları ve zamanları lüks ihtiyaç artık. Çayın demlenmesini bekleyecek vakit kalmayınca muhatabımızı dinleyemez olduk. Muhatabımızın mekanına gidip çayını içemez, sıcaklığını hissedemez olduk, operatörümüzün bize bir ücret karşılığı lütfettiği ücretsiz dakikalarımızla sınırlı kaldı ilişkimiz. Oldu da çay içmeye karar verdiğimizde de ayak üstü, elektrikli ısıtıcıdan aldığımız suya salladığımız çayın lokmamızı yudumlamaktan öte bir faydasını görmedik.
Bir çınaraltı kahvehanesinde tavşan kanı çayı yudumlayacak imkanınız olursa bu fırsatı hiç kaçırmamak gerekir. Dinlenmiş, kokusunu ocağa yaymış çaydan iki yudum alıp derin uzaklara bakmak, sonra da bu tefekkürün akla koyduğu kelimeleri dudağa düşürmek gerek. Yoksa malum;
“Mezar başındaki en acı gözyaşları, söylenmemiş sözler ve yarım kalan işler için akıtılır …”
Ali Sadık
– Haber Lotus –
HLotus