“Taş yeşermez, geçmiş olsa da nevbahar . Toprak ol da bak, nasıl güller açar. Taş gibi idin çok gönül kırdın yeter. Toprak ol, üstünde hoş güller biter.” Mevlana Celaleddin Rumi.
Bitkiler, gizli dilleri ve bilimleriyle, iç doğalarında saklanan güçlerle ve doğa şifacıları olmaları nedeniyle yaygın biçimde niteliklerine göre değerlendirilip kullanılıyor.
Tüm bitkilerin, hayretle karşılanabilecek mistik özelliklere sahip oldukları eskilerden beri bilinirken, çiçeklere ‘’Yeryüzünün Yıldızları’’ denilmiş, geniş çeşitlilikleri sebebiyle hemen hemen, her soyut nitelik ve durum için bir sembol olarak seçilebilmeleri veya mesaj iletebilmeleri de mümkün görülmüş.
Sembol olarak kullanılan çiçekler arasında Lotus ve Batı’daki karşılığı olan Gül, yaratıcılık sırlarının işareti olan ve ilahi güzelliğin temsili sayılan oldukça kompleks, ezoterik sembollerdir.
Hint felsefesinde, Lotus çiçeğinin her yaprağının bir anlamı bulunuyor. İnsanın tekamül edişinin, kendini gerçekleştirişinin ifadesi olan Lotus ile Gül çiçekleri, ruhani kimselerden ve ebedi bilgelikten izler taşıyor.
Gül, İslam sanatında peygamberi simgelerken, Hz. Muhammed (S.A.V) gülleri, “Cennet Çiçeklerinin Ulusu” olarak nitelendirmiştir. Gül, saf sevginin, gençliğin yaşayan çiçeğidir. Sufizmde kalp gözünün açılmasının da ifadesi olur.
Eski Mısır’da İsis’le özdeşleştirilen çiçek, Eski Roma ve Yunan’da Afrodit ve Venüs’le bağdaşmış. Aşk, ışık ve yaşam sembolü gül, Hristiyanlar için beyaz ise Hz. Meryem’i anlatır, sahip olduğu koku ile de cenneti hatırlatır.
Kırmızı gül, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğinde akan kan damlalarından büyümüştür, merhamet ve feda ediştir.
Beyaz gül Sufiler için, Tarik ya da Yol sembolüdür, isimlerin eşyaya tecelli edişinin sırrını taşır. Gülün taç yaprakları sonsuzluk, merkezi ise Güneş olur. Sarı gül zaferin, kırmızı gül tutkunun, bütünlenmenin temsilidir, özgürlük için ya da vatan ve Hak yolu için akabilecek olan kanın kırmızılığı ile ilgilidir. Kırmızı ve beyaz güller ateşin ve suyun, aynı zamanda karşıtların birliği ilkesini, mavi gül de imkansızı, erişilmezi temsil eder.
Bir çeşit mandala da sayılan gül; dört taç yapraklıysa kozmosun dört kareye ayrılışını, beş taç yapraklı olduğunda mikro kozmosu, altı taç yapraklı ise makro kozmosu anlatır. Yedi taç yapraklı gül; mükemmelliğin yedi derecesi, sekiz taç yapraklı gül de yenilenmenin sembolüdür.
Lotus suda yüzerken, maddi aleme takılmamayı ve gelip geçici öğelerinden tesir almadan hayata katılmayı, bağlılıkları aşabilmeyi betimler.
Lotusun kökleri bataklıkta çamur içindeyken, suyun içinden geçerek, ardından son aşamada nasıl ışık ve havada açılıyorsa; bireylerin ruhsal yolculuklarında ilerleyişleri de, temel içgüdülerin bataklığından çıkarak, gerçeğin, bilgi ve anlayışın ışığına doğru yükselmeleridir ve lotus bunun ifadesidir. Ruhsal aleme kapı olan Epifiz bezi ise, bin yapraklı lotusla sembolize edilir.
Budistlerin özel saflık sembolü lotus, felsefi anlamda; geçmişin, şimdinin ve geleceğin birlik nitelemesine bürünmüştür. Aydınlanmayı getiren gizemli yasanın temsilcisi bu çiçek, insan ruhuna açılan kapı gibidir. Cennetin kralı, bir lotus yaprağı üstünde oturmuş halde gösterilirken, meditasyon yapan bir insanın, sembolik lotus biçiminde duruşu, onun mümkün olduğunca esnek olduğunu ve içsel sırrına erişmek için hazırlıklı bulunduğunu belirtir. Budizm Brahmanizm ve Hinduizm’in lotus sembolü, bu çiçeğin kutsal sayıldığını anlatıyor.
Eski Mısırlılar, Çinliler, Grekler, Persler, Uygurlar, Altaylılar, Karahanlılar ve Selçuklularda dinsel bir sanat eseri gibi tasvir edilen bu güzel çiçekleri rüyada görmek ise uğurlu sayılıyor.
Tartışılmaz arketipik (ilk örnek, özgün model) bir sembol olarak insanların bilinçaltındaki sembolik varlığını kadim geçmişiyle taşıyan Lotus formu, tarih boyunca farklı geleneklerde temel hatlarla belirlenmiş ve olgusal bir imge haline gelmiştir.
Çini sanat eserlerimizdeki bezemelerde sıklıkla görülen lotus ve elinde onu tutan figürler de, Orta Asya’dan yansımış ortak inanışlar ile sembollerin izleridir.
Aydınlanma yolunda, esen kalın.
Ferda Ercan Uyulan
– Haber Lotus –
HLotus