Ana Sayfa > Gündem > Garplılaşmanın Neresindeyiz?

Garplılaşmanın Neresindeyiz?

Mümtaz Turhan, “Garplılaşmanın Neresindeyiz” başlıklı kitabında Cumhuriyet modernleşmesini iki temelden eleştirmişti: 1) Modernleşmeyi tepeden aşağı, “zorla kültür değişimi” zihniyetiyle gündeme getirdik, 2) Anadolu’da yaşayan “bize ait”  insan unsurunu göz ardı ettik.

Turhan’a göre, “bizim insanımız”ın mesleki ve teknik bilgisi geliştirilmeden harekete geçildi. Halkın -ki çoğu tarım kökenlidir- dünya görüşünü, zihniyetini, bilimsel manada geliştirip değiştirmeden teknoloji ve uygarlık göstergelerini ülkeye taşımak hata idi. Halka zihin değişikliğine gidilmeden sadece fabrikalar, çarpık kentler, kent içinde caddeler açıldı. Hayatı teknik ve elektronik araç- gereçlerle donatmak, lüks otomobiller vs. almak yolunu tuttuk. Üstüne bir de batılı kanunlar, nizamlar vazetmek suretiyle batılılaşacağımızı, batılılaşmayı tahkim edeceğimizi zannettik. İnsan varlığımızın vasıflarını değerlendirmeden, fıtrî kabiliyetlerini ihmal ederek, sadece teknik araçlar satın almakla kalkınabileceği, ilerlenebileceği düşünülmemeliydi. Bu yapılan, son derece lüks modern araçlarla ve eşyalarla donatılmış bir apartman dairesine; kent ve apartman kültürünü bilmeyen, evin içindeki elektronik eşyaları kullanmayı beceremeyen farklı bir kültürün adamını yerleştirip, orada yaşatmağa benzer, demiştir. Buna dair çözümü de ilim adamları ve teknisyenlerden oluşmuş kadroyu hazırlamada buluyordu. O’na göre “genel eğitim” yerine “seçkin eğitimi” uygulamak, ilim adamı ve teknisyenlerden oluşmuş kadroyu yetiştirmek gerekiyordu. Turhan, “zaruri kültür değişmesinden” ziyade “serbest kültür değişmesine” inanıyordu. Yani halkın, geçim yollarını, hayat modellerini değiştirerek kültürlerini değiştirmenin imkânlarından bahsediyordu. Köy sosyolojisi üzerine yaptığı araştırmanın konusu buydu.

Cumhuriyet’le birlikte modernleşme konusunda hedefleri aynı, metotları farklı iki görüşün birbirleriyle çatışmasından söz edilebilir. Bunlardan ilki Batının bilim ve tekniğini almak (ahlâkını bırakmak); diğeri ise Batı uygarlığını önemli kurumlarıyla veya bütünüyle aktarmaktır. Türkiye’de sağ ya da İslamcı akımlar bu ilk kümede toplandıkları için, Müslüman düşünürlerin teknolojiye karşıt bir güzergâh koymaları mümkün olmamıştır. Pozitivist düşüncenin öngörülerine göre bir dünya kurulduğunda Müslümanlar buna itiraz geliştiremediler.

Cumhuriyet’in teknoloji, kent, sanayileşme üzerinden topluma modernleşmeyi dayatması, Batı uygarlığını tüm kurumlarıyla (hukuk, siyaset, sanat- müzik, görgü kuralları, eğitim, sanayi üretimi, vs.) aktarması, pozitivizmin “devrimci” yaklaşımının ürünüydü. Topluma müdahaleyi çağın getirdikleri ve bilim ile açıklamak, siyaseti bilime istinat ederek belirlemek pozitivist sosyolojinin yönelimleriydi. Devrim ile geleneksel toplumun değiştirilmesi fikri Cumhuriyet öncesi aydınların (hatta İslamcıların da) genel kanaati ve tavrını oluşturdu. Bu yaklaşımlar içinde tekkelerin kapatılması, harflerin değişimi, Halifeliğin kaldırılması dahi İslamcıların onayıyla yapılmıştı. Aslında bu zemin, Osmanlı’da gelişmiş bir “safiyet bozukluğu” fikrinin Cumhuriyet’teki yansımasıdır. Öyle ki İstanbul Aksaray Sineklibakkal’daki Kuşadalı Dergâhı diye anılan tekkenin yandığı 1833 senesinde dergâhın şeyhi Kuşadalı İbrahim Halvetî (ö: 1848),  “tekkeyi yeniden inşâ edelim” tekliflerine, “tekkelerde eski sâfiyetin kalmadığı” cevabıyla mukabelede bulunmuş, dergâhının yeniden inşâına müsâade etmemişti. Osmanlı’yı var eden eski kurumların iflas ettiğinin en hakiki işaretinin örneği bu cevaptır. Cumhuriyet’e geçerken, batının teknik ve bilimi hakkında en ufak bir şek, menfi kanaat gelişmemişti. Onun için, Cumhuriyet’in ilerleyen dönem aydınlarını etkileyen Cemil Meriç’in “sosyalist” Saint Simon’u yazması tesadüf değildir. Saint Simon, insanlığın görüp göreceği son aşamanın endüstri toplumu olduğunu söylüyordu. O’na göre “tarihin sonu” pozitivist toplumdur.

Türk aydınları endüstriyel toplum olmak noktasında büyük bir iştiyak içindeydi. Ancak açmaz, Batı bilimi ve teknolojisinin İslam kültürü ile bağdaşmazlığı hakkında idi. Köylünün dinle harmanlanmış “geleneksel” kültürü, kentte çözülmekteydi. İslamcılar, Gökalp’in “Türkçülüğü” ile çatışmalı olduklarından “serbest kültür değişimini” mümkün kılacak sentezi yapamamaktaydılar. Onu yapmak “milliyetçiliğin” başardığı bir yöneliş olmuştur.

Mümtaz Turhan Türk Devrimi’ni bir vakıa halinde kavrıyor ve onu muhafazakârlaştırmanın yollarını arıyordu. Topluma müdahaleyi bilim ile sınırlamaktan bahsetmektedir. Bilimi rehber kılarak siyaseti sınırlamak pozitivist sosyolojinin Fransız Devrimi sonrası gelişen kaotik haline karşı geliştirdiği “muhafazakâr” bir yönelimdi. Fransız muhafazakâr düşüncesi, modernizasyonun, bilim ve teknik üzerinden, birinci sınıf bilim ve teknik adamları, bunların asistanlarından ve bilimsel zihniyetli idarecilerden, yöneticilerden oluşan bir kadro ile ve bunlarla birlikte hareket eden aydınlar katmanının oluşumuyla tamamlanabileceğini öngörüyordu. Turhan, sistemli ve planlı hareket edildiği takdirde bilimin ve bilimsel kurumların aşamalı olarak alınıp kurulabileceğini düşünmekteydi ve bu fikirlerini Fransız muhafazakârlarından almaktaydı. Bilimsel kurum ve kadrolara sahip olan bir toplum, ananevî temellerinde Batı milletlerinden farklı hangi kültür öbeğine dâhil olursa olsun, esas zihniyeti bakımından yine batılı olabilir, diye düşünüyordu. “Öyleyse yaşayış ve duyuş tarzlarına kadar bütün ayrıntılarıyla batılı olabilmek, ona benzemek batılılaşmanın vazgeçilmez şartlarından değildir” demekteydi. Turhan’ın fikirlerini artık İslamcılar savunuyor. Nurettin Topçu’dan sonra modernleşmeye muhalif bir düşünce akımı doğmuş değil. Kırın kentlileştirilmesi, kentin içindeki ekonomik geçim biçimlenmeleri, insanları modernleştiriyor. İslamcılar, köyü “ilkellik” kategorisinde algılıyor.

Türk sağının uzun yıllar boyunca İslami değerler altında pozitivist toplumun dinamiklerini savunması, kültürün batılılaştırıldığı vakıasının görülmesini engelledi. Türkiye’de büyük bir “muhafazakârlaşma” hamlesi yaşanıyor. Ancak bu, sanıldığı gibi Türkiye’nin İslam ile harmanlanmasına yaramamaktadır. İslamcılık, tarihsel bir pozitivist harekete dönüşüyor.

Lütfi Bergen

– Haber Lotus –

—-

Not: Görsel imajdaki karikatür Dağıstan Çetinkaya çiziminden uyarlanmıştır.
HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.