“Ruhunla, aklınla biraz yaşasan, mesela felsefe okusan, bu sıkıntıdan kurtulursun…”
“Düşünmeyi bir sanat hâline getiren, ülkesi için demokrasi, kadınlar için eşitlik, çocuklar için akılları esir almayan bir eğitim isteyen” Halide’nin bu sözleri Adnan’ın hayatını değiştirdi. On yıl sonunda tamamlayıp Halide’ye ithaf ettiği Tarih Boyunca İlim ve Din (Remzi Kitabevi, İstanbul.1944) kitabı bu sözlerin teşvikiyle ortaya çıktı. (İpek Çalışlar, Biyografisine Sığmayan Kadın: Halide Edib, Everest, İstanbul. 2011:325,479)
Aslında bu kitabı okurken, “Bir Siyasi Figür Olarak Halide Edib” başlıklı bir yazı düşünüyordum. Çünkü genelde romancı diye sunulan ve edebiyatın bir alanına sıkıştırılmaya çalışan bu özgür ruhlu kadın, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecindeki etkinliği, toplumsal sorunlarımızın tespiti ve çözümündeki önerileri, İstiklal Savaşı sürecinde verdiği mücadele, yeni devletin kurulmasına eşi Dr. Adnan (Adıvar) ile katkılarını yeniden okuyunca, yazının başlığını “Halide Edib ve…” diye seçtim. Çünkü devamını “Halide Edib ve Edebiyatçı Kişiliği, Halide Edib ve Tarih; Edib ve Tarih, Halide Edib ve Dine Bakışı, Muhafazakârlık Eleştirisi, Halide Edib ve Kültürel Etkinlikleri: Türk Ocağı; Halide Edib ve Maarif Sistemimiz, Halide Edib ve Gayri Müslimlere Bakış Açısı, Halide Edib ve Sistem Eleştirisi” gibi bir çok başlık koyabilirsiniz. Ama beşeri bilimlerin atası sayılan felsefeye vurgusunu okuyunca, sanki bu sözü bir yerlerden işitmişim gibi geldi. Ardından kitabı tavsiye eden Sümeyra arkadaşımın bu sıralar felsefe okumalarını resmen başlamasını, felsefeyi bir yoldaşlık, kaygılarımı paylaşma olarak gören zaman ve mekân farklılıklarının izafiliğine rağmen “tükan” müdavimlerini hatırladım. Bu nedenle yazının başlığı olarak tercihim şudur:
HALİDE EDİP VE FELSEFE
Halide’nin verdiği mücadeleye bakınca, bireysel ve toplumsal varoluşsal dokuyu ve bunun bilgisel temellerini anlama, anlatma çabasını, uğradığı mağduriyetleri, iftiraları okuyunca etik değerlerimizin eleştirel bir analizi olarak aslında felsefi tutumun bir nevi ete kemiğe bürünmüş şekli olarak görmek mümkün oluyor. Evet, yazdığı romanların yanı sıra günlükleri, mektupları ile Meşrutiyet ilanı döneminde başlayan toplumsal sürecimizi eleştirel, rasyonel ve muhalif ve özgür bir ruh tarafından incelenmesidir bu hayat.
Bürokrat ve entelektüel bir babanın kızı olarak ciddi bir eğitimden geçen birçok dil bilen Halide Edib, düşünce tarihimiz açısından önemli figürlerinden olan Rıza Tevfik’ten özel dersler aldı. Dönemin önde gelen pozitivist bilim adamı Salih Zeki hem hocası hem de ilk kocası oldu. Rıza Tevfik ile felsefe ve şiir ile tanışır, Salih Zeki ile bilimin keskinliği adı altında pozitivist zihniyetin sert argümanlarıyla hemhâl olur. Roman analizlerinde, bu iki hocasının etkileri Cumhuriyet kurulduktan ve birçok önemli şahsiyet ile birlikte tasfiye edildikten sonra yaşadıklarını, yazdıklarını mukayeseli bir şekilde inceleyerek dikkatli bir şekilde analiz edilmeli.
Bu anlamda Sinekli Bakkal romanının İngilizce özgün hâliyle karşılaştırmalı olarak incelenmesi, dönemin din anlayışı, muhafazakârlık telakkisine yöneltilen bir eleştiri olmanın yanı sıra sistemli bir siyasal eleştiri olduğu, üstelik bunun sadece Abdülhamid dönemi ile sınırlı olmadığı hususunı araştırmak gerekir. Çünkü İngilizce günlükleri ile Türkçe versiyonu arasında ciddi farklar olduğu tespiti, (s.347,391, 421, 486, 499) “acaba bu romanda da benzer bir durum var mıdır?” sorusunu akla getiriyor.
Vurun Kahpeye adlı romanı İstiklal Savaşı’nı veren bir halkın yaşadığı bireysel ve toplumsal değişimleri, dönüşümleri aslında travmaları anlattığını, fikrinin idealizminin esiri olmak, belirli bir maksada varlığını vakfedenlerin zulmüyle zalim olmanın ne demek olduğunu, insani ilişkileri, en kavi ve kadir aşkları yok saymayı mı getirdiğini, (S.302-303) alt edilmesi gerekenin öncelikle istila eden düşmanlar mı, yoksa iki arada bir derede kalan ve büyük bedeller ödeyen araftaki insanlar olduğunu niçin göz ardı ederiz?
31 MART OLAYI ASLINDA NEDİR?
1908 Meşrutiye ilanı ile matbuat alanında yaşanan gelişmeler, özgürlük arayışlarına Tanin’de ilk yazısıyla katkıda bulunur. Parlamento açılıyor ama kısa bir süre sonra 31 Mart vakası yaşanıyor. Nasıl bilirsiniz bunu, gericilik vakası diye değil mi?
Kadının değişimi, dönüşümüne dair yazılar yazdığı için sürekli tehdit alan Halide Edib’e göre bu olay, aslında güya hürriyeti korumak için İstanbul’a gelen askerlerin ayaklanmasıydı, ama tarih kitaplarına bir şeriat ayaklanması olarak kaydedildi.(s.69) Halide Edib de kara listededir ve İskenderiye’ye oradan da İngiltere’ye kaçar.
Orada Bertrant Russel ile tanışır ama sürekli feminist konuşmalarıyla hemhâl olduğu için onun felsefe boyutunu ıskaladığını, yeterince istifade edemediğini düşünür. Ülkeye döndüğünde, eşi Salih Zeki’den boşanır, çünkü onu sürekli hakir görür, bütün ruhuyla teslim olduğu hocasının baskıları, kişilik ve kimliğine yönelik tarizlerine daha fazla dayanamaz ve kocalıktan boşar. Romanlarında hem bireysel yaşadıklarını hem de toplumsal yaşananları işler.
Bu anlamda sahici kişilerdir, o kadar ki birebir örtüştüğünü söyleyenler de olmuştur. Bunu kurumsal boyuta taşır, kadın ve erkek eşitsizliğini gidermeye yönelik Teali-i Nisvan Cemiyeti’nin kuruluşuna öncülük eder. İttihat ve Terakki ile birlikte siyasi alanda çalışmalarını yoğunlaştırır, eğitim çalışmalarına başlar, Handan romanı ile bir nevi Türk Jane Eyre oluşturmaya çalışır. (s.97) Jane Eyre her yerde karşıma çıkıyor, İstanbul’da ilk tanışmamız, dizi şeklinde izlemem, Japonya dönüşünde geçen yıl vizyona giren filmini izleyip, okurlarımla paylaşmıştım, şimdi Handan’ı okumak gerek. Neyse biz tekrar Halide Edib biyografisine, aslında toplumsal biyografimize dönelim.
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
– Haber Lotus –
HLotus