“Müslümanlar kötü, Mevlâna başka” tehlikesi
Rivayete göre, III. Selim, canı sıkılıp ruhu daraldığında, Şeyh Galip’in yanına gider, onunla dertleşirmiş. Yine böyle bir günde, III. Selim, Şeyh Galip’in dizlerine başını yaslamış. “Hocam” demiş, “Bana Mevlâna hazretlerinin bir kerametini anlatın.” Şeyh Galip, “Sultanım! Yaşarken gösterdiği kerametlerini mi anlatmamı istersiniz yoksa öldükten sonraki kerametlerinden birini mi?” diye soruvermiş. Padişah, şaşırmış, “Nasıl olur?” demiş, “Öldükten sonra da mı kerameti var?” Şeyh Galip şu cevabı vermiş: “Sizin gibi bir cihan padişahının başını, benim gibi bir fakirin dizlerine koymuş ya, bundan büyük keramet mi olur sultanım?”
Bir özlü sözler ansiklopedisine dönüşen sosyal medya sitelerinde en fazla yer alan isim olarak Mevlâna, bir tüketim nesnesine dönüşmüş durumda. 2007 Mevlâna yılından sonra giderek popülerleşen Mevlâna, Medeniyetler Buluşması toplantılarında Sayın Erdoğan’ın da bir hoşgörü timsali olarak zikrettiği isimdi.
Popüler Mevlâna bir proje mi?
İslamî duyarlılık adına, Mevlâna üzerinden İslam’ın içinin boşaltıldığını söyleyenlere kulak vermeli miyiz? Gerçekten Mevlâna, ABD’nin Ortadoğu politikaları için zararsız Müslüman üretmenin bir yolu haline mi geldi? Selefî ya da Vahhabî kökenli radikal İslamî hareketleri içeriden sindirmek ve gücünü zayıflatmak için Türkiye özelinde, Mevlâna üzerinden bir kimlik inşası mı yapılıyor?
Bilindiği üzere 11 Eylül 2001 (Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanması) olaylarından sonra, bütün dünyada İslam yoğun bir şekilde konuşulmaya başlanmış ve buna paralel olarak İslam’ın yetiştirdiği şahsiyetler de tekrar gündeme gelmiş ve birçok araştırmacı tarafından mercek altına alınmıştır. Bu şahsiyetler içinde Mevlâna ayrı bir önem taşımaktadır ve son on üç yılda adeta İslam deyince akla gelen ilk isim olmuştur. Özellikle 2007 yılının (Türkiye, İran ve Afganistan’ın yoğun çabalarıyla) UNESCO tarafından “Mevlâna Yılı” ilan edilmesiyle birlikte, Mevlâna popüler anlamda dünya gündemine oturmuş, herkesin kendi yorumunu katarak anlamaya ve anlatmaya çalıştığı bir kült haline gelmiştir. Bu popülerlik Mevlâna ve İslam açısından iki değişik sonuç doğurmaktadır:
Muhammedsiz Mevlâna olmaz
Birinci sonuç, Mevlana özelinde bütün dünya ülkelerinde İslam daha çok araştırılmaya, merak edilmeye ve öğrenilmeye başlanmıştır. İslam dininin (dolaylı olarak Türk kültürünün) etki alanının hızla artmasına vesile olan bu gelişme, İslam hakkında yazılan eserlerde (hem bilim çevrelerinde hem de kültürel açıdan) büyük bir artışı beraberinde getirmiştir. Bu ilginin diğer sonucu ise; Mevlâna gibi büyük bir mütefekkirin herkesin konuştuğu bir isim haline gelmeye başlaması ile O’nu, İslam dairesi dışında başka ideoloji ve anlayışlarla izah etme girişimlerinin hız kazanmasıdır. Biraz filozof, biraz mistik, biraz şair, biraz derviş, sürekli bir arayış yolcusu görünümündeki Mevlâna, herkesin hoşuna gitti. AVM’lerin bilboardlarında bile dörtlüklerini, semazen heykellerini gördük. Herkes, kabiliyeti miktarınca Mevlâna’nın sırtından ekmek kazanmaya çalıştı ve çalışmaya da devam ediyor. Bunu anlayışla karşılamak mümkün. Mevlâna, bir çeşme ve herkes testisini kapıp gelmiş, gürül gürül akan bu sudan testisini dolduruyor. Başka türlüsü beklenemezdi zaten. Bununla birlikte, ısrarla altı çizilmesi gereken bir husus var ki; Mevlâna’yı güçlü, fikirlerini etkili kılan unsur Allah’a ve Peygamberine olan bağlılığıdır ve kendisinin de ifade ettiği gibi O’nun hayata bakışı İslam’ın temel prensiplerine dayanır. Peygamber olmasa Allah’a inanmazdık. Bu kesin. Mevlâna’ya göre, Muhammedsiz muhabbet, tatsız tuzsuz bir şeydir. Çünkü muhabbet, Muhammed’den doğmuştur.
Herkes Allah’a kulluk eder
Kim olursa olsun, hayatı seyrettiği pencereden Mevlâna’yı yorumlayan kişiye kızamayız. Mevlâna bunu bildiği için, “Testide ne varsa dışarı o sızar” demiştir yedi asır önce. O’nun “medresem dünya benim” şeklinde tanımladığı derin hoşgörüsü, hepimize yetecek derecede zengindir. Allah’a inanan insanı da sever Mevlâna, inanmayanı da. Aralarında bir fark görür; inanan, bilerek kulluk eder Allah’a, inanmayan bilmeden. İnanan kişinin üstünlüğü de, bilerek kulluk yapmasıdır. Seven, sevgilisinin isteklerini yerine getirmekten zevk alır, bunun karşılığı da büyük olur. “Kim olursa olsun, kimseyi hakîr görme. Çünkü onda kutsal bir emanet vardır” derken, Allah’ın kendi ruhundan üflediği insanı, Allah’ın emanetini taşıdığı için saygıyla anar. Herkes Allah’a kulluk eder. Bu yüzden şöyle der: “İşlediğin günah yüzünden korkuyorsun, kurtulmaya çareler arıyorsun. Bir daha işlememeye karar veriyorsun, işte o anda bu duygularla için karıştığı, kendinden utandığın, kendini ayıpladığın, vicdanın sızladığı zaman düşünmüyor musun? Bu duyguları sana veren, bu pişmanlığa seni düşüren, senin içindedir. Sana çok yakındır. O’nu sen ne diye kendinde, kendi içinde göremiyor, hissedemiyorsun? ”
Yedi asır sonra bugün Mevlâna, bize ne söylemektedir? Hangi Mevlâna’yı esas alacağız? Mevlevî hassasiyet, sünnet törenlerinden resim sergilerine, siyasî mitinglerden hoşgörü toplantılarına, her yerde sema törenleri yapılmasına karşı çıkıyor. Haksız da sayılmazlar. Bağlamından kopuk dörtlüklerin bilboardlarda reklam malzemesi yapılması, kokteyl servisi yapılan mekanda semazenlerin ayin icra etmesi, tasavvufî hassasiyeti ve kadim geleneği zedeleyen bir durum. Sema bir ayindir ve ehl-i sünnet merkezli İslam tasavvuf anlayışını barındırır.
Sorumuzu yineleyelim: Siz hangi Mevlana’yı tercih ediyorsunuz? İslam tasavvuf kültürünün bir meyvesi olan mutasavvıf Mevlana’yı mı? Dinler üstü bir şahsiyete dönüşen Hümanist Mevlâna’yı mı? Eşcinsellerin bile kendi yaşam tarzlarının meşruiyetine dayanak yaptıkları popüler Mevlâna’yı mı? Kimdir Mevlâna? Şair mi, derviş mi, lider mi, ajan mı, Şems’in katili mi?
“Müslümanlar kötü, Mevlâna başka”
Açıkçası Cumhuriyet sonrası Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte zarar gören Mevlevî geleneğin yeniden neşv-ü nema bulması için erken. Erdoğan’ın şiddetle karşı çıktığı redd-i miras politikalarından kurtulmak da öyle sanıldığı kadar olmasa gerek. Mevlâna’yı özene bezene yüksek bir kültüre dönüştüren Osmanlı Devleti’ydi, bugün biz “Osmanlıca okutulmalı mı, okutulmamalı mı?”, “Osmanlıca yabancı bir dil midir yoksa Türkçe’nin kendisi midir?” sorularını ideolojik çerçevelere hapsederek tartışıyoruz.
Bir asır önceki mezar taşlarını okuyamayan günümüz gençliğinin yedi asır önceki Mevlana’yı anlamasını ve eserlerinin künhüne vakıf olmasını beklemek saflık olur. Bu ortamda birçok Mevlâna’nın türemesi kaçınılmaz. Ancak “Müslümanlar kötü, Mevlâna başka” anlayışı sadece Türkiye’nin değil, tüm İslam dünyasının yıkması gereken tehlikeli bir düşüncedir.
Ekrem Özdemir
– Haber Lotus –
HLotus