”Yaptığımız işin adı yok, sonsuzluğa ait…”
Edimlerimizi tüm canlıların refahına adayalım.
Her zaman kendimizi, çalışmamızı ve varlığımızı onlara bağlı hissedelim.
Geçmişin, bugünün ve geleceğin ustalarını sık sık hatırlayalım.
Nefesimizi ve kalp atışlarımızı dinlemek için durup, varlığımızda, tüm varlığı var edene sarılalım.
Düşündüğümüzden çok daha fazlası olduğumuzu ve bunu belirleyen bir ruh parçası taşıdığımızı bilelim.
Uyum içinde titreştiğimiz ruhları arayalım.
Onlarla aramızdaki bağları güçlendirelim.
Şu anda deneyimlediğimiz kişiden tamamen memnun değilsek; kendimizi değiştirmek ve geliştirmemiz gereken özellikleri sağlamak için bize, bıkmadan kendi üzerimizde çalışacağımız bir disiplin gereklidir.
Dış koşulları acilen değiştirmek güçtür. Aksine içimizde çatışmalar yaratan bilinçaltı doğamızı ve egomuzu kontrol etmeliyiz. Bize ve başkalarına acı veren kusurlarımızı gidermek, içsel olarak değişeceğimiz, derin bir anlayış yoludur.
Zihnimizde, özel sığınağımız olacak çok değerli bir yapı inşa ettiğimizi düşünelim. Onu ışıklı renkler, enerji veren taşlar, seçkin bitkiler, şifalı sular ve ferahlık veren kokularla yükseltelim, bunu kirleten unsurlara yer vermeden koruyucusu ve hakimi, olduğumuzda, dış dünyanın zararlı titreşimlerine harcadığımız enerji ve dış dünya ile sürekli özdeşleşmek yerine, içteki yapımızın aydınlık yaşantısına sığınır, iç yaşamımızın üstadı olmayı seçerdik.
Duygularımızın, arzularımızın, korkularımızın ve düşüncelerimizin bilincimizi nasıl etkilediğini gerçekten gözlemlersek, kendi gizli düşmanlarımızı keşfedebilir, onları ortadan kaldırabiliriz.
Hepimiz hatalar yapabilir, korku, öfke, saldırganlıkla özdeşleşiriz. Bizi dış koşulların ve diğer insanların duygularının yönetmesine izin verirsek, enerjimizi onlara aktarmış oluruz.
Kendisinin Üstatlığı’na giden yol; aynı zamanda enerjimizin ve dikkatimizin bilinçsizce dağıtılmaması gereken bir şey olduğunun farkına varmamızı da ifade edecektir. Hayatımızın her anında, odağımızın nerede olduğu ve enerjimizin nereye gittiği konusunda bilinçli olabilir, bunu seçtiğimiz şeye yönlendirebiliriz ki, bu bir irade eylemidir.
Düşüncelerimiz çoğunlukla korku veya arzu biçimindeki duygusal merkezden gelen yansımalardır. Duygularımız üzerinde bir kontrol noktasına ulaştığımızda bile, yine de düşüncelerden rahatsız oluruz. Sadece bir düşüncenin titreşimi, nöronların ateşlenmesine ve enerjimizin harcanmasına yol açar.
Zihin mümkün olduğunca sessiz kalmalıdır. Duygusal merkezimiz üzerinde herhangi bir özgün kontrol biçimini kurmadan zihni kontrol etmek imkansız hale gelir. Olumsuz duygular hissetmeyi beklememeliyiz, bunun yerine kendimizi; onlar gelmeden tetikte olma ve irademizi kullanma konusunda eğitmeyi bilmeliyiz.
Kalıcı olan ruhsal bilinç ”sonsuzluğa”, fiziksellik ise; ”zamana” aittir. Düalizmin oyun yeri olan zihindeki olumsuz bir dürtü veya düşünceyi dengelemek için, olumlu bir düşünceye ihtiyaç duyarız.
Zihin; karşıtlar, tez ve antitez arasında sürekli bir savaşın alanıdır. Oysa zihin, bilincin kendisini ifade etmesi için bir araç olmalıdır.
Düşüncelerimiz bilinçli ya da bilinçsiz duygularımızın ürünüdür. Bir gün boyunca bize çarpan düşüncelere dikkat etmeye çalıştığımızda, çoğunun; endişe, korku veya isteklerin yansıması olduğunu, dolayısı ile, duygusal merkezle ilişkili olduğunu fark ederiz.
Kendini gözlemlemeyi ve hatırlamayı geliştirmek gerekir. Kendinizi dayanamayacağınız bir durumda bulursanız, ustalığınızı hatırlamaya çalışın; nefes alın, gücünüzle duygulara ve bedene hükmedin, sonra duygusal merkezinizi sabitleyerek, iradenizi harekete geçirin.
Ruhsal bilinci ve ruhsal disiplinleri, zihne ait olan Ego’nun yerine ve onu yönetebilmek için seçin. Üstatlığa ulaşmak için öncelikle kendinize karşı savaşmaya çalışın.
Bu bağlamda, içinde bulunduğumuz Ramazan ayının, tutulan oruçlarla; bedenimize irademizle hükmedebileceğimizin en güzel örneğini verdiğini ve iç gerçeklerimizden birini yeniden gösterdiğini söyleyebiliriz.
Gücün kaynağı içimizde yatıyor!
Sevgilerle esen kalın.
Ferda Ercan Uyulan
HLotus