Mehmet Niyazi Yavuz’un 2010 YAŞ kararlarını tarihin ışığında değerlendiren yazı dizisinin birinci bölümü…
Türkiye’nin Glastnost ve Perestroikası
Türkiye, son yıllarda köklü değişim ve dönüşümler yaşıyor. Henüz adı konmamış süreci Sovyet Rusya’nın Glastnost ve Perestroika’sı ile benzeştirebiliriz. Keyfiyeti 20. asır statükosunun yerine 21. asır statükosunun konması olarak alabiliriz. Yeni dönemin bir de milada ihtiyacı vardır ki bunu da yine yeni asırla başlatabiliriz.
Fark etsek de etmesek de Türkiye dünün Türkiye’si değildir. Nötr bir bakışla 10 yıl öncesi ile yapılacak mukayese gelinen noktayı ortaya koymaya yeterlidir. Statüko sarsılıyor, yeni statüko ihdas ediliyor. Esasen eski statüko bir anlamda uzatmaları oynuyor, 20. asırda şekillenen eski düzen, çağdaş dünyanın parametreleri içinde arkaik kalıyor/du. Dikkatli bakıldığında bunun sürdürülebilir olmadığı da fark ediliyor/du. Bu nedenle, 2010 YAŞ’ına da geniş çerçevede ve ihata ile yaklaşılması zorunluluktur. Aksi takdirde zamanı ve olayları anlamakta yetersiz kalırız. Ne yazık ki ekser entelijansiyanın durumu da budur. Türk münevver/aydını, kimi kahrından, kimi kavlinden ama çoğu da düpedüz yetmezlikten meseleleri izahta açmazlar yaşıyor, acze düşüyor.
İkinci Vaka-i Hayriye
Hükmümüzü en baştan ortaya koymak gerekirse: Halihazır değerlendirmeler, günü ve olayları açıklamaktan uzaktır. Meseleler sığ bir bakışla ele alınmakta, şahsi ya da zümre çıkarları ile hareket edilmektedir. Halbuki mevcut durum, dar bakışlara, malayani yorumlara sıkıştırılamayacak kadar boyutludur, sofistikedir. Dünya konjonktürü, zamanın getirdikleri, Türkiye’nin imkan ve kabiliyetleri çok değişmiştir. Eski ezberlerle kabili telif olmayacak noktalara varılmıştır. Mamafih, kamuoyunu ve devletin organlarını meşgul eden vakıayı ‘normalleşme’ olarak görmek mümkündür. ‘Normal’, Türkiye için olması gereken, dünya için ise gerçekçi olan demektir. Son tahlilde keyfiyet, Türkiye’nin hukuk devleti olmasıdır. Büyük resmi gözetirsek, yaşananlara, kanun devleti olarak tavsif edilebilecek mevcut statükonun, hukuk devleti parametreleriyle yeni statükoya evrilmesi olarak bakılabilir. Askerin sistem içindeki yerini tayin eden gelişmeler, Türkiye için zamana yayılan İkinci Vaka-i Hayriye hükmündedir. Tarihe de muhtemelen böylece geçecektir.
2010 Yüksek Askeri Şurasının alışılmışın dışında geçeceği belli idi; öyle de oldu. Bir kere, mutad çalışmalar öngörülen sürede tamamlanamadı; gecikmeli açıklanan terfi listesi de boşluklar içeriyordu. Kara Kuvvetleri Komutanlığına kimin geleceğinde mutabakat sağlanamadığı, bu nedenle ilk listede yerinin boş bırakıldığı görüldü. KKK’ya atama yapılmayınca Genelkurmay Başkanlığına gelmesine kesin gözüyle bakılan mevcut KKK’nın terfisi de yapılamadı.
İlk bakışta görüntü, Şurada askeri kanat ile sivil kanat arasında ihtilaf bulunduğu, her iki tarafın kendi iradesini hakim kılmak istediği yönündedir. Hal böyle ise mesele konjonktürel bir sıkıntıdan ibarettir. Nitekim benzer durumlara geçmişte de rastlanmıştır.
Özal’dan Sonra Erdoğan mı?
Sözgelimi 1987 Şurası arifesinde yaşanan böylesi bir durumdu; komuta kademesinin en üstündeki iki askerin muvazaalı terfi planı, başbakan Turgut Özal’ın müdahalesi ile akim bırakılmıştı. Zamanın genelkurmay başkanı Org. Necdet Üruğ ile devre arkadaşı Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Necdet Öztorun’un beraber emekli olmaları gerekirken, Üruğ’un 30 Ağustos’u beklemeden istifası, yerine de Öztorun’un getirilmesinde mutabık kaldıkları ortaya çıktı. Buna karşı, Özal, Cumhurbaşkanı Evren ile de görüşerek planı bozdu ve her ikisini de emekli ederek, beklendiği gibi Org. Necip Torumtay’ın genelkurmay başkanı olmasını sağladı.
Peki bu defa mesele bu kadar basite irca edilebilir mi? Edilemez. Zira ilkinde ordu içinde bir kanadın hiyerarşiyi kendi istediği istikamette şekillendirme planı ve buna müsaade edilmemesi vardı. Yani ordu içinde normalin dışına çıkılarak 2000 yılına kadar komuta kademesinin belirlenmek istenmesine sivil kanat müdahale ederek terfilerin teamüllere uygun işlemesini sağlamıştı. Bu defa yaşanan ise çok daha boyutlu ve derindir. Türkiye’nin yönelişlerinin, zamanın ruhunun icbar ettiği, mevcut aktörlerin de etki ve katkısıyla konsept değişikliği söz konusudur.
Doğrusu, bu defa teamüle göre, KKK’na 1. Ordu komutanının atanması gerekiyordu; ancak reel durum 1. Ordu komutanının atanmasını değil atanmamasını gerektiriyordu. Zira 1. Ordu Komutanı Hasan Iğsız, bazı şaibelerle malûldü. Hükümeti hedef alan tertiplerde adı geçen Iğsız’a, hükümetin geçit vermesi beklenmiyordu; verilmedi de… Keza “İrtica ile mücadele eylem planı” adı altında “demokrasiye ve millete komplo” kuran cunta ile adı geçen 3. Ordu komutanı Org. Saldıray Berk’e de rezerv kondu… Onlarla birlikte “Balyoz darbe eylem planı”nda adı geçen subaylar da yine terfi ettirilmedi.
Devamı var…
Çarşamba günü
– Demirel Yağmurdan Kaçtı Doluya Tutuldu.
– “Yargı Darbesi”
– “AK Parti Devleti Ele Geçiriyor.”
Mehmet Niyazi Yavuz
– Haber Lotus –
HLotus