Ak Parti, 3 Kasım 2002 seçimini kazanarak hükümeti kurduğunda; “hükümet oldu, ama iktidar olamadı/olamaz” şeklinde değerlendirmeler yapılmıştı. Günün koşulları çerçevesinde yapılan bu değerlendirmeler, özelde AK Parti hükümetinin genelde ise siyaset kurumumuzun en zayıf noktasına işaret etmekteydi. AK Parti hükümetleri 12 Eylül referanduma kadar, sürekli olarak Türkiye siyasetinin bu çetin meselesiyle uğraşmak ve siyasal mücadelesi de buna göre şekillendirmek zorunda kalmışlardır. AK Parti’nin statükoya karşı verdiği mücadele, Parti’nin halkın gönlünde yer edinmesine ve seçimlerde başarı kazanmasında önemli bir unsur olmuştur. Bu mücadeleyi, AK Parti, diğer partilere karşı değil, müesses nizama karşı yaptı. Bunun sonucunda mesele, AK Parti’nin hükümetten iktidara terfi etme sorunu haline geldi.
Mücadelesinin zirve noktası, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçim süreci öncesinde yaşanan 367 krizidir. Krizin bir parçası olan 27 Nisan e-muhtırasına, AK Parti hükümetinin 28 Nisan’da verdiği tarihi cevap ile başlayan ve 12 Eylül 2010 Referandumu ile biten ara dönemde, müesses nizam güç ve mevzi kaybetmiş, AK Parti ise hükümetten iktidara dönüşme yolunda geri dönülmez bir aşama kaydetmiştir. AK Partinin dört yıl süren ara dönemden başarıyla çıkmasında; “dikleşmeden, dik durma” yaklaşımı hayati önemde bir strateji olmuştur. Ara dönemde, AK Parti hükümeti, bürokrasi tarafından işgal edilmiş olan siyasal alanı sivilleştirdikçe, halkın desteğini kazanmış, lisanı hal ile başarısız olduğu konuları müesses nizamla ilişkilendirilmiştir.
12 Eylül 2010 Referandumu, AK Parti ve Türkiye siyaseti için yeni bir dönemi ifade etmektedir. AK Parti’nin “dikleşmeden, dik durma” yaklaşımıyla artık iktidarını sürdürmesi mümkün değildir. Bundan böyle, AK Parti hükümeti, bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de var olan bütün sorunların çözümün beklendiği adres ve ülkedeki adaletsizliklerin giderilmesinin talep edildiği merci olacaktır. Bu durum, AK Parti ve Türkiye siyaseti için yeni bir süreçtir.
AK Parti güçlü olduğunda da adaletin hâkim olduğu, demokratik bir Türkiye’nin inşa edilmesi meselesini gündeminde tutmaya devam edip etmeyeceği, bu doğrultuda hareket edip, etmeyeceği; demokrasi ve adaleti herkes için isteyip, istemediğinin test edileceği yeni bir dönem başlamıştır. AK Partinin siyasi geleceğini bu test belirleyecektir.
12 Eylül Referandumu, yalnızca AK Parti için değil, aynı zamanda muhalefet için de yeni bir döneme işaret etmemektedir. AK Parti, “iktidardaki muhalefet” döneminde, toplumsal muhalefeti, kendisi ile müesses nizam arasında tercihe zorlamaktaydı. Bu nedenle, değişim talebinde bulunan toplumsal muhalefet, AK Partinin yedeğine yer almak zorunda kalmıştır. Bu durum, müesses nizamın değişmesini isteyen ve aynı zamanda AK Partiye muhalif olan siyasal aktörler ve hareketlerin siyaset yapma imkânını ve zeminini sınırlamaktaydı. 12 Eylül referandumu AK Parti’den bu olanağı almış ve AK Parti’nin eski stratejiyi uygulama zeminini yok etmiştir. Bakalım, muhalefet kendisi için uygun olan bu şartları kullanarak, farklılaşan toplumsal talepleri siyasal dile tercüme etme ve toplumsal dönüşüme uygun politikalar geliştirerek, halkı ikna edip etmeyeceği muhalefetin siyasal geleceğini belirleyecektir.
Selahattin Güven
– Haber Lotus –
HLotus
Arkadaşım,
Sen önce git ‘oksimoron’ kelimesinin anlamına bak arkadaşım. İktidardaki muhalefet tabiri, kelimenin tam anlamıyla bir oksimorondur. Böyle bir tanımı klavye mahiretiyle yapmak mümkün olsa bile, semantik anlamda ve dahi zihinsel bağlamda bu iki sözcüğü bu şekilde kullanmak mümkün değildir. Biraz öğrenin. Yazmadan önce düşünün, tefekkür edin ve tefekküre olanak sağlayan Güc’e itaat edin. AKP tarafgirliği sizi adalet taraftarı yapmaz. Adil olmak yalnızca adaletli olmakla mümkündür…