Güzel Ayrılık romanının yazarı Ekrem Özdemir, geçtiğimiz günlerde Ankara’da Kurtuba Kitap Kafe’de bir imza günü/söyleşi etkinliğine katıldı. Konuşmasına imza günlerine karşı olduğunu ifade ederek başlayan Ekrem Özdemir’in sohbetinden notları Oğuzhan Çal’ın kaleminden aktarıyoruz:
“İmza günlerine karşıyım. Kitap yazarı ile görüşmenin okurla yazar arasındaki bağı öldürdüğünü, öldürmese bile zayıflattığını düşünüyorum. Bu konuda Sezai Karakoç’a katılıyorum. “Şiir Geceleri şiir zevkini öldürüyor” diyor. Bu yüzden şiir dinletilerine katılmam.
Ne var ki yayıncıma saygı duyuyorum. Kitap satmalı ve bunun için de bir yazar olarak elimden geleni yapmalıyım.
Bu romanı yazarken aklım Zeki Demirkubuz ile yaptığım bir görüşmeye gitti. “Ben ahlak zabıtası değilim” demişti bir soruma karşılık, “ben gördüğümü söylüyorum.”
Bu romanı yazarken ben de bu konuyu düşündüm. Bir kaç sevişme sahnesi var romanda ve bunları nasıl olması gerekiyorsa öyle yazdım. Daha sonra düşündüm, “Sen Müslümansın ve bunun gereklilikleri var. Roman yazarı bile olsan, günah olan bir sahnenin tasvirini yapmamalısın. Bu sahneden etkilenenler olabilir ve sen bunun sorumlusu olabilirsin.” Yazarlığım ile inançlarım arasında durdum. Bunu yapmalı mıyım yapmamalıyım?
Roman sanatının ahlaki bir kaygısı yok. Cemil Meriçin tabiriyle roman yatak odalarımıza kadar giren bir şey. Aslında modern sanatların hiçbirinde ahlaki kaygı yok. Dinî kaygılarla yazdığında hidayet romanları gibi bir şey ortaya çıkıyor. O halde ne yapmalı? “Bu sahne nasıl olması gerekiyorsa öyle yazmalıyım.” dedim ve yazdım. Vebalini üstüme alıyorum. Sonuçta anlatmak istediğim bir kötü var ve bunu nasıl anlatmalıyız.
Dostoyevski roman yazıyordu ve batılı bir edebi türle batılıları eleştiriyordu. Bu çelişkiyi hep yaşadı.
Roman yazmak istiyorsan, onun doğasına uygun yazmalısın ama inançlarına uygun yazmak istiyorsan onunla örtüşür bir şey ortaya çıkarıyorsun. O zamanda roman değil vaaz oluyor. İslami bir roman yazma çabası beyhude bir çabadır.
Bir roman yazıyorsun Müslüman kimliğin ortaya çıkıyor. Yazarken iyi ve kötü kavramlarını dışarıda tutarak ve Zeki Demirkubuz’a hak vererek yazdım.
Dinî kimliğimi bir tarafa koyup o kimliğin yapmak istediği şeyleri roman tekniği ile anlatmaya çalışan biri olarak bu kitabı yazdım.
Şunu demek istemiyorum; Ahlâkî değerler çok düşük. Hayır. Konuşulması gereken şeyler var ve bunları anlatıyorum.
Malena karakteri üzerinden yarattığım bir tipoloji var. Malena bir kişi değil, bir kaderdir. Maria Magdalena’dan beri böyle. Güzel olan kişiye güzel olan şeyleri esirgeyen bir Tanrı anlayışı. Sanki hayat böyle dizayn edilmiş.
Üzerinde durduğum bir kaç şey var, bunlardan biri romanda yer alan güzellik kavramı. Sıra dışı insanların sahip olduğu özelliklerden birisi. Orhan Pamuk’un annesinin dediği gibi; “Bu ülkede insanlar aşk acılarını unutmak için evlenirler.”
Kimlik problemi üzerinden insanların yaşadığı sıkıntılar var. Bu benim gibi dindar yetişmiş insanların sürekli karşısına çıkan şeyler, sürekli yaşamak istediklerimle yaşadıklarım arasında kalma problemi. Araftayız vesselam.
Ortaya koyduğum karakterler huzurlu insanlar değil ve yaşadıkları problemler de bizden uzak değil…
Yazarken yakından şahit olduğum şeyleri de yazdım. Bunların spesifik değil, genel problemler olduğunu düşündüm. Herkes kadar hayatta ben de problemliyim ve bunları aşmak için bulduğu çözümler var. Bu problemlere parmak basmak ve bu problemleri aşmak için böyle bir çalışma yaptım. Çözüm diye bir amacım yok ve kahramanların hayatında da çözüm yok.
Güzel Ayrılık tanımı; Peygamber efendimizin yaşadığı sıkıntılı bir anda gelen bir vahiy: “Söylediklerine sabret ve onlardan güzel bir ayrılıkla ayrıl”
Ayrılan insanlarda oluşan nefret duygusu. Geriye dönüp baktığında “ben ondan çok faydalandım, iyi ki onunla birlikte oldum” diyen çok az insan var.
Ne yapmalıyız ki bir insandan ayrıldığımızda bu bize acı vermesin? Acıyı da bir kenara koyalım, öfke ve intikam hissine kapılmayalım? Bunu düşündüm ve kahramanımı da bu çizgide yazdım.
Ayrılık kötü bir şey bunun güzeli olur mu? Sezai Karakoç’un “Masal” şiirinde 7. oğulun izlediği bir yol var ve kimliğimi çalmak isteyen kişiye karşı ortaya koyduğu bir tavır var.
Müslüman kimlik açısından tasavvufla ilgilenen birisi olarak, tasavvufum en sevdiğim noktası hayata zevk katması. Yaşadığı her şeye zevk katan derviş karakterini alıp hayatımıza koyduğumuzda çok sıkıntılı durumlar ortaya çıkıyor. Reel hayatın buna koyduğu engeller var.
Hangi inanca hangi ideolojiye ait olursan ol seni hapseden bir yaşam var…
Yıllarca alafranga tuvalete karşı duran biri olarak şimdi yaşadığım bir konfor var ve insan bir soru soruyor kendine: “Ben bunca zaman buna neden karşı çıktım?” Karşı durduğumuz şeylere sonradan neden bu kadar sahip çıkıyoruz?
Bir insanıı sevmek başka insanların boşluğunu doldurmak olarak yaşanıyor. Bu sahici değil. Kendini olduğu gibi dürüstçe anlatabilen kişi sayısı çok az.
İnsan geçmişini değiştirmek için geleceğine yatırım yapar. Kendini kabullenmenin çok çor olduğu bir hayatımız var.
Bu romanı neden okumalıyım diyen insanlara bu romanda sen varsın diyebileceğim şeyler var.
Son olarak romanı okuyan kişileri üçe ayırıyorum:
Beni tanıyanlar, “Acaba biz de romanda var mıyız?” merakıyla okuyor.
Beni tanıma aşamasında olanlar, iç dünyamın dehlizlerinde gezinme isteğiyle okuyor.
Beni tanımayanlar, benden bağımsız romana odaklanıyor.
Üçünün de söylediği önemli ama en çok beni tanımayanların neler söyleyeceğini merak ediyorum…”
HLotus