Bu günlerde yeniden “Dindar Nesil” tartışmaları bağlamında ortaya çıkan sorunlar ve gençlerin Deizme kaydığı konuşuluyor. İkdam eğitim Derneği ve Uluslararası Öncü Eğitimciler Derneğinin Konya İl Milli Eğitim müdürlüğü işbirliğiyle düzenlenen Gençlik ve İnanç konulu çalıştay (4.3.2018) sonrası bir sonuç bildirisi yayımlandı. Burada özellikle Allah’ın hayata müdalehesini reddetmek olarak tanımlanan deizm ile ilgili kaygılar paylaşılmış. Elif Çakır da Karar gazetesinde (4.4.2018) yazısıyla konuyu ulusal basına taşıdı.
Bu hususları müzakere etmeye niyetli değilim, demem o ki İslamcılık ile olmadı ve olmayacak, Osmanlı Türkiye Cumhuriyeti kültürel sürekliliği analiz ederken, üç Tarz-ı siyaset olarak Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük söylemlerini müzakere ettiğimden bu yana İslamcılık ile olmadı ve olmayacak diyorum. Zihinlere giydirilen deli gömlekleri olan ideojiye dönüşmüş bütün söylemlerin de aynı akibete uğrayacağı da malumdur. İslamcılığa gelince, Kindi’den itibaren dini değerleri riyaset ve din tacirliği olarak kullanmanın riskleri bin yıldır bu coğrafyada söylenir, ama en fazla kullanılan da odur. Çünkü sıfır sermeya ile sürekli kazandıran bir olguya dönüşmüştür dini değerlerin ticaretini yapmak.
İslamcılık ile olmadı ve olmayacak” önermemi 1986 yılından itibaren kısmen katkıda bulunduğum dergilerde bilgi ve bilim tasavvurlarını araştırken bir kez daha teyit ettim. “1980’den Günümüze İslamcılık Düşüncesi ve Dergiler Sempozyumu, İlem ve Üsküdar Belediyesi, 20-22 Nisan 2018 İstanbul” sempozyumuna davet edildim.
1980 Sonrası (İslâmcı) Dergilerde Bilgi-Bilim Tasavvurları
Başlıklı bir bildiri hazırladım. İslamcı ibaresini parantez içine aldım, çünkü bu terimin kullanılmasının tutarlılığını, bunu uygun görmeyen dergilerin islami kaygılarının neler olduğunu dönemin dergilerinden göstermeye çalıştım. Bildirinin özeti şu: 1979-1980 yılı Türkiye İslâmcı Düşüncesinde önemli bir dönüşümün de tarihidir. 1979 yılında Berlin Duvarının yıkılmasıyla birlikte Doğu ve Batı Almanya birleşti, SSCB dağıldı ve yeni birçok devlet kuruldu. Çift Kutuplu Dünya yerini yenidünya düzeni adı altında ABD merkezli dayatmayla karşılaştı. İran İslâm Devrimi ve 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte benim neslim sağ-sol, alevi-sünni çatışmalarıyla tükettiği enerjisini yeni dönemde tamamen okumaya ve öz eleştiriye verdi. Özellike İslâm dünyasının çeşitli yerlerinden tercüme edilen eserlerle birlikte İslâmcılık siyasal bir ideoloji olarak yeniden gündeme geldi. Ama bir de dünyadaki değişim ve dönüşümün epistemik temellerini araştıran, tıpkı beytu’l-hikme işlevini gören batılı bilgi ve bilim tasavvurlarını anlamaya çalışan bir dönem de başlamış oldu.
Yeni Dünya Düzeninin kendisini S. Huntington’un Medeniyetler Savaşı ve F. Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezleriyle meşruiyet sağlamasının tutarsızlığını sosyo-politik alanda etkisini kırmaya yönelik okumalar yapıldı. (Türkdoğan, 1993-1994:1321) Hanefi, 1993-1994:83-88) Thomas Kuhn’un paradigma, Karl Popper’in Açık Toplum ve Düşmanları ve yanlışlama; M Foucault’un episteme tasavvurları Türkiyeli Müslüman gençliğin ilgisini çekmeye başladı.
Batılı pozitivist bilgi ve bilim tasavvurunun ülkemizdeki etkisinin yoğunluğunun salt bu batılı paradigmalarla olamacağı da açık olduğu için S.Nakip al-Attas ve İ.Raci Faruki’nin bilginin İslâmileştirilmesi projesi Türkiyeli okuru cezbetti. Buna yönelik karşı eleştirileri de S.H.Nasr’ın gelenekselci ekolü bağlamıda İslâm Bilim tartışmalarıyla gündeme taşındı.
Çorum İlahiyat Fakültesinde Muhammed İkbal, Fazlurrahman; S.H.Nasr, S.N.al-Attas, İ. R. Faruki, R. Garaudy, Aliya İzzetbegoviç ve Türkiye’den de Erol Güngör gibi İslâm dünyasının içinde yaşadığı sorunların epistemik temellerini araştırarak çözüm önerileri üretmeye çalışan âlimleri okutarak, 1980’li yıllardaki bilgi bilimsel bilinci diri tutmaya çalışıyoruz.
Bu bağlamda bildirinin hedefi; İlim ve Sanat, Tezkire dergilerine dolaylı, İslâmi Araştırmalar ve İslâmiyat dergilerine de doğrudan katkı veren biri olarak, o dönemdeki bilgi ve bilim tartışmalarının maalesef günümüzde yapılmadığını, dolayısıyla zihinlerinin ideolojilerle tekrar tıkanmaya başladığını, akıl tutulmasının yoğunlaştığını vurgulamak olacaktır.
İlmi Etütler Derneği Sempozyum Heyeti Başkanlığı
Bildiri sempozyum adresine gönderildiği zaman Lütfi Sunar imzasıyla, Sempozyum programına başvurunun yoğunluğu nedeniyle bazı tartışma konularına ve dergilere bu sempozyumda yer veremiyoruz. Bu bağlamda “İslamcı Dergilerde Bilginin İslamileştirilmesi Meselesi” konulu tebliğiniz danışma kurulumuzun aldığı karar neticesinde sempozyum programına dâhil edilememiştir” diye bir cevap aldım.
Sunar Bey, sempozyuma gösterdiğim ilgi için teşekkür ediyormuş. Ben sempozyuma ilgi göstermedim ki, siz arayıp müracaat etmemi istediğiniz; sonra metnin içeriğin ve incelenen dergilerin hangisinin uygun olup olmadığına baştan karar vermis olmuşsunuz ki bildiriye vermemişsiniz, bu nasıl akademik bir zihniyet diye yazdım. O da, reddin gerekçesinin içerikten ziyade biçimsel olabilir, çok dağınık ve konuşma uslubu ile yazılmış bir metindi diye cevap verdi.
Benim kanaatim ise İslamcılık ibaresinin tutarsızlığı ve o dönemden itibaren İslamcı geçinenlerin yazdıklarını ve bunların tutarsızlığının belirtilmesiydi. Metni yakında aynen yayımlacağım ki, bildiride tutarsızlıklara ve konuşma uslubuyla yazılıp yazılmadığına okur karar versin. Belirtmek istediğim bir diğer husus da, ilk paragrafta Deizm tartışmasıyla da ilintilendirilebilir. Şöyle ki; bana göre bilfiil yakından takip ettiğim kadarıyla 1980 yılından itibaren İslamcı geçinenlerde fazla bir zihniyet değişimi olmadı. Bu o dönemlerdeki yazılardan hareketle yazdım. Bu çıkarımın da tutarlı olup olmadığına okur karar versin ve kayıt olarak tarihe geçsin diye metinde hiç bir değişiklik yapmadan yayımlayacağım. Bu nedenle bu yazıyı da ilgili makalenin serancamı diye girişe koyacağım nasipse.
Merak ettiğim nokta şu: Bir STK olduğunu söyleyen İlmi Etütler Derneği “ karşı karşıya kaldığımız meselelere Müslümanca bakmak ve bu doğrultuda çözüm arayışı içinde yeryüzünde varoluş gayesinni şuurunda olan, vakti kuşanan (ibnü’l-vakt) her ilim yolcusu için bir gereklilik olan eğitim programları hazırlıyor.” diye tanıtım yapıyor.
Burada “İsmail Faruki ve Bilginin İslamileştirilmesi” hakkında bir seminer verdiğimi de hatırlıyorum. Tahmin ediyorum bundan dolayı davet aldım. İlginç olan nokta İHH’nın da gerek Bilginin İslamileştirilmesi ve Kur’an’ın Tarihsel ve Evrensel Okunuşu kitabını okuma listesine almış olmaları. Herhalde kitapları okumadan, içeriğine bakmadan İslamcı bir sunum gelebilir diye düşünmüş olsa gerekler ki, metni görünce “bazı tartışma konularına ve dergilere bu sempozyumda yer veremiyoruz.” Diye cevap yazmışlar.
Peki İlem’in Eğitim programlarının ve seminerlerin amacı neymiş diye soracak olursak: “Nitelikli ilim adamı yetiştirmek, ilmî anlayışı İslam medeniyetinin köklerinden hareketle yeniden yorumlamak ve sahih bir hayat nizamı için gerekli bilgi-birikimi oluşturmak gayesiyle” bu proğramları düzenliyorlarmış.
Demek ki, “Barika-i hakikat müsademe-i efkardan çıkar” yerine, kendi öncüllerine göre uygun sonuçlar çıkarmamış metinleri, davet edip, bildiri istemelerine rağmen programa almadıklarını belirtmekte hiç bir sakınca görmüyorlar. Ve böylece bilgi birikimini oluşturmuş oluyorlar. Ondan sonra da, yahu bu kadar İHL ve ilahiyat fakültesi açıldı, bu kadar Dernek var, devletin/belediyelerin imkanlarıyla projeler geliştiriyorlar, İslamcılık üzerine araştırmalar yapıyorlar; ama Deizm niçin yayılıyor gençler arasında diye de hayıflanıyorlar, tekrar tekrar toplantı yapıp sonuç bildirileri yayımlıyorlar.
Şimdi merakla bekliyorum; “İslamcı Dergiler Sempozyumu”nun Sonuç Bildirgesini.
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
– Haber Lotus –
HLotus