
İsmet Özel, “Namaz İnsanı Kılar” başlıklı yazısında “Âdemoğlunun ne türden bir yaratık olduğuna dair bilgi kendi bedenine yapışık değildir. Onun akledebilme özelliği onda “ben insanım” deme eğilimi uyandırıyor. İstediği şeyin “kendini insan sayma” oluşu âdemoğlunu sırattan geçiriyor. Uğradığı sırat sırat-ı müstakim midir? Bunu nereden bilecek? Eğer saymayı biliyorsa âdemoğlu kendini insan sayabilir” demişti. Bu yazıda insanın kendi hakkında bilgiyi edinmek bakımından diğer varlıklardan farkı vurgulanmıştı.
İsmet Özel’in “Namaz İnsanı Kılar” yazısında devam eden vurgusu beşer-insan ayrımında insana “üstünlük” vermek dolayımında yürür. Zaten İsmet Özel “Amentü” şiirinde insanı eşref-i mahlûkat olarak zikreder:
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.
“Namaz İnsanı Kılar” yazısında “İnsana insanlık kıvamını günde beş vakit namaz verir” der ve ekler: “İstek şudur: İnsan kılınayım. İnsan kılınmak isteyen kim? Bu soru sorulduğunda insan kılınma bilincinin doğduğu, doğmasına elverişli olan bir mekânın bulunması gerektiğini anlıyoruz. İnsan kılınma bilinci hangi mekânda doğar? Bu sorunun cevabı aptes almakla verilir. Aptes su ile alınır diyorsak teyemmümün aptesi ne kadar açıkladığını ayrıca fikretmek, ayrıca düşünmek gerektiğini de kabul ediyoruz demektir. Su ile alınan aptes beşeriyete mensubiyet dolayısıyla bedene ilişen iftiharın reddi ve bedenin insaniyete kavuşma talebinin beyanıdır. Daha doğrusu beşeriyetin canlılar âlemine bir tür kör-kütük mensubiyeti dolayısıyla hâsıl olan biçimsizlikten kurtulma eylemidir. Aptes alınmak suretiyle varlığa ilişkin algılanabilir sınırların belirlenmesi çabası gösterilir.”
Yazıdaki vurgu: “Su ile alınan aptes beşeriyete mensubiyet dolayısıyla bedene ilişen iftiharın reddi ve bedenin insaniyete kavuşma talebinin beyanıdır” cümlesinde zahir olmaktadır.
İnsan kavramını tanımlamak toplumun da tanımlanmasına sebebiyet veriyor. Günümüzde “insan” üstün bir varlık olarak kavranıyor. Bu kanaatimce doğru değildir.
“(Şeytan) Dedi ki: Rabb’im, beni azdırdığın o şey sebebiyle, ben de onlara Arz’ı süsleyeceğim ve onları toptan azdıracağım. Ancak senin muhlis (halis) kölelerin müstesna. Dedi ki (Allah): İşte Ben’im için doğru yol budur” (15 Hicr 39-41).
“Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn / Şeytan gibi, hani insana, kâfir ol der de insan kâfir oldu muydu, şüphe yok ki der, ben senden tamâmıyla uzağım, şüphe yok ki ben, âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım” (59 Haşr 16).
Şeytan Allah’a inanan bir varlıktır. İnsandan daha üstün bir inanca sahiptir. Çünkü insanı kandırmak ama mü’mini ayartamamakla ilgili bir sahada kıstırılmıştır.
Allah “ya eyyühellezine âmenû âminû / ey iman edenler iman edin” (4 Nisa 136) ayetinde iman edenlere seslendi; insana değil. Aksi halde “Yâ eyyuhen nâsu âminû” diyecekti.
İnsan varlığındaki kan dökücülüğü, inkârı, cahilliği, cürmü, aceleceliği ancak Allah’a teslim olarak yani insanlığından sıyrılarak ve “emin”liğe doğru sıçrayarak aşabilir. Dikkat edilirse şeytan kan dökücü değildir.
İnsan ise kan dökebilir. Bozgunculuğa sapabilir.
İnsan düşmüş bir varlıktır. Buraya yabancıdır. Ancak yeryüzünde adalet tesis etmek için yaratılmıştır.
Beşer, şaşar ve insan ise kalır. İnsan, “olmak” değildir; kalmaktır.
Beşer, emin (eline diline beline sahip) bir varlık olmaya azmeder ve Allah’tan kurtuluş bekleyebilir.
Kur’an “Biz seni ancak bütün insanlara bir beşir (muştulayan) ve nezir (uyarıp- korkutan) olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar” (34: 28) ayetinde beşeri övdü insanı cahil saydı.
Kur’an “insan” hakkında menfi sıfatlar kullanmıştır (zalim, kafir, bozguncu, kan dökücü). İnsan nefs-i emmaredir. Emmare nefs, kötülüğe sevkeder.
İnsan nefs-i emmareden başlayan bir varlıktır. Ve orada bitmesi mümkün bir varlıktır.
Şems suresinde insan yerine “nefs” kelimesi geçiyor: “91: 7- Ve nefsin ve mâ sevvâhâ; 91: 8- Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ; 91: 9:- Kad efleha men zekkâhâ: Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene, ona kötülük duygusunu ve takvasını ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.”
Tin suresinde insanın güzel bir suretle, nefsini tezkiye edebilecek kudretle yaratıldığı halde onun aşağıların aşağısına indirildiği beyan edilir: “95: 4- Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm; 95: 5- Summe redednâhu esfele sâfilîn: Andolsun, insanı en güzel biçimde yaratırız. Sonra onu aşağıların aşağısına indiririz.”
İnsan kalmak sıkıntılı, emin olmak ve ahlâkî eylem koymak gerekir. İnsan bir umut değildir. Bir hüsrandır.
İnsan, nefs-i emmaresi nedeniyle tabiata-zayıflara-Tanrıya meydan okumanın meşrulaştırılmasıyla ilgilenmektedir.
“Melekler, Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? dedi” (2 Bakara 30).
İnsan söz dinlemez bir varlıktır. Onun hakkı değil gasbı, nefs-i emmaresi vardır.
Lütfi Bergen
– Haber Lotus –
HLotus