Ana Sayfa > Gündem > Japonya Notları 2: Nagasaki

Japonya Notları 2: Nagasaki

6 Aralık 2011 sabah otelde kahvaltıyı yaptık. Tabii meyve ağırlıklı, arkadaşlar yanlarında getirdikleri nevaleleri çıkardılar, yani Hilton’dasınız ve yiyeceğiniz sadece süt, yumurta ve meyveler. Oysa onlarca çeşit yiyecek var, hiç peynir olmaması çok ilginç. Uzak doğuda peynir kültürü yok, Endonezya da yoktu. Allahtan burada sadece kahvaltı yapıyoruz, diğer yerlerde balık ürünlerinin helal bir şekilde hazırlanmasını temin etmiş Dr. Ishii, sağolsun Dini değerlere saygı göstermek böyle bir olgu olsa gerek.

Havaalanından bir Türk arkadaşı alacağız, Türk Japon Kültür Dostluk Derneği başkanı Dr. İdris beyi. Ama iki saat bekledik, meğer uçağı kaçırmış, gördünüz mü, titiz, dakik Japonlara karşı yaptığımızı! Dr. Ishıı nezaketinden bir şey kaybetmiyor, ama üzgün olduğu belli, özür diliyor sürekli.

Şehir alabildiğine sakin ve dingin, yol boyunca dilim varmıyor söylemeye ama sanki terk edilmiş gibi, nasıl oluyor diye sorduk. Millet; ya işte, ya okulda, öğle vakti bir hareketlenme olur, bir de iş çıkışında dedi Dr. İshii. Yollar tertemiz, kaldırımlarda hiç araç yok, gerçekten öyle. Daha sonra yayan da gezdik şehri, hiç mi kaldırımda araç olmaz kardeşim, dünyanın en nitelikli arabalarını üretiyorlar ve çok sayıda araç gözüküyor yollarda, ama yol kenarlarında araç yok. Gelin siz Çorum’un ana caddesine bir bakın diyeysim geliyor. Çok katlı otoparkla sorunu çözmüşler. 880 ila 1200 yen arasında günlük ücreti değişiyor. Haa döviz kurlarından bahsetmedim değil m? Yüz dolar, 7100 yen. Ve Türkiye’ye göre en az 4 katı pahalı bir ülke!

Şimdi Yemen’de rahat rahat para harcamanın acısı çıkıyor galiba, nasıl ya, böbürlenir misin paranın ve ücretinin değerli olmasıyla Mevlüt efendi dedim. Yani 500 mg su, 100-120 yen, en az 1.5 dolar. Buyur iç de görelim suyu dermişim. Bir paket kurusoğan 150 yen, iki dolardan fazla. 3 iri domates kutusunun üzerinde 148 yen yazıyor. Her şey ufak paketlerde satılıyor. Dünyanın en gelişmiş ikinci ülkesi kişi  başı gayri safi milli hasıla 40 bin dolar civarında.

Bunları kültürlerini, dillerini, harflerini koruyarak yapmışlar. Yazıları hat gibi, aslında harf yokmuş, karakterler varmış, oldukça zor galiba! Gerçi aynı dil grubundayız, bizler için öğrenmek kolay olabilir, cümle yapıları benzer olduğu için ama yazmak oldukça zora benziyor. Ortalama iki bin karakter kullanılırmış, liseye kadar yıllara yayılarak öğrenilirmiş. Şimdi gelin bir düşünelim:

Uygur alfabesi yanlış hatırlamıyorsam 16 harf, Arap alfabesi 28, bizim kullandığımız 29 harf.  Bunlarda bir kitap yazabilmek için üç ya da dört bin civarında karakter kullanmak gerekiyormuş. Ve bu millet, bütün doğal olumsuzluklara rağmen dünyanın en zengin 2.ülkesi, iyi mi? Ee nerde hata yaptık diye tekrar sormamın bir anlamı var mı?

Temizlik, nezaket, nezahet ve çalışkanlık burada. Kız üniversiteleri olmasına şaşırdım ama bir de sabah akşam yoğunluklarda kadınlara has vagon tashihini duyunca, “ilerici kim?”,” gerici kim?” diye sorasım geldi. Sahi nedir bu ileri ve gericiliğin kriteri? Geç saatlere kadar gençler dışarıda, geziyorlar, bisiklete biniyorlar. Asayiş nasıl diye soruyorum, “buyur!” der gibi bakıyorlar yüzümüze. Meğer tacizin bile cezası üç yılla başlıyormuş, ondan dolayı rahat geziyor gençler sokaklarda.

Fatih Üniversitesi Rusça öğretim görevlisi Kerami beyin korkusu ne olacak şimdi? Yahu İstanbul da oldukça sakin bir yerde ev tuttum ama aklım hep çocuklarda, bir tinerciyle, bir serseriyle karşılaştılar mı acaba diye gayleleniyorum sürekli ne oluyor şimdi? Sahi merhum Akif nere için söylemişti, işleri dinimiz gibi, dinleri işlerimiz gibi diye? Burası için miydi?

Şehirden çıkıyoruz Nagasaki’ye doğru. Trafik burada soldan, ne alaka anlamadım gitti! İngilizler sistemlerini burada da yerleştirmişler, otobüsümüzü sollayan araçlar sürücüsüz gibi gözüküyor, alışmak biraz zor. Bir iki yerde yol çalışması var, ışıklı levhaları yeterli görmeyip, ayrıca fosforlu elbiseler giymiş işçilerden bazıları araç geçini düzenliyor.

Fukuoka da gece yarısı şehri dolaşmaya çıktığımızda kaldırım ve diğer yol çalışmalarının gece yapıldığını, ışıklı levhaların yanı sıra yol göstericilerin büyük bir nezaketle rehberlik yaptıklarını görünce, kaç aydır Çorumluların çektiği işkence aklıma geldi. Sahi Çorum Gazi Caddesi kaç aydır bakımdaydı, hatırlayanız var mı? Mesai bitimiyle yol ve kaldırım çalışması da bitiyor. Yahu bazı büyük şehirlerde 24 vardiyalı çalışıp bir an önce bitiriyorlar işi. Haa bir de özürlüler için kaldırımın her yanında sarı oluklu döşenmiş taşlar var. Kaldırım taşları yüksek değil, dolayısıyla çoluk çocuk, bisiklet ve özürlüler için yürümede hiçbir sorun yok yani. Metroları meşhur malum, hızlı tren, uçaktan daha çok kullanıyor. Bakıyorsunuz bilet alımından metroya gideceğe kadar da döşemişler aynı oluklu taşlardan.

NAGASAKİ: İNSANLIĞIN YOK OLDUĞU YER

Nagasaki bizim tarihimiz açısından da önemli, çünkü Ertuğrul firkateyni buraya demirlemiş ilk olarak. Buna dair de bir metin var zaten sempozyumda.

Modern bir şehir, klasik yapılar hiç yok desek yeri. Ee ne olacak, burası yerle bir edildi ya, insanlığın iflas ettiği mekan ya!. Ortasından nehir geçiyor, bir hüzün kaplıyor herkesi. Dar sokaklardan otele geçiyoruz, yemek için. Avludan bir mezarlık gözüküyor.  İlginç bir husus bu, çünkü Budizm ve onun yerli versiyonu Şintoizm hakim buralarda ve insanlar ölünce yakılıyorlar.

Hemen yemek salonuna geçiyoruz, kapalı dikdörtgen oldukça kibar kutular masaların üzerinde. Bir açıyoruz altı parça yemek var, küçük kibar kâselerin içinde. Tütsülenmiş somon, mantar çorbası, pilav, meyve tatlısı ve türlü gibi balık ağırlıklı yemek. Haşi, yani iki çubukla burada tanışıyoruz, tabiî ki beceremiyorum onunla yemeyi. Çatal ve kaşık getiriyorlar bizlere. Sonrasında hasır la döşenmiş bir salonda namazları kılıyoruz, şükrediyoruz bugünleri gösterdiğine Rabbimize. Otel personeli kapıya uğurlamaya çıkıyorlar, gülümseyerek.

Atom bombasının düştüğü yeri barış parkı gibi yapmışlar, oraya gidiyoruz. O gün okulların o meşum günü anma toplantısı varmış, denk gelmemiz büyük bir lütuf. Onlarla beraber bizde saygı duruşunda bulunuyoruz ve insanların nasıl insanlıktan çıktığının somut simgesini görüyoruz. Büyük bir heykel var, bir eliyle yukarıyı gösteriyor, diğer eliyle ise zarif bir hareketle sabrı sükuneti tavsiye ediyor gibi. Buna benzer bir eseri tapınakta gördüm. Bir nevi aziz, yani Buda’nın farklı zaman ve mekanlarda tecessüm ettiği figürlerden birinden ilham alınmış gibi. Heykelin hemen sağında dileklerin simgesi renkli kumaş parçaları var. Her yıl her dinin ileri gelenleri buraya gelip, barış için dua ederlermiş, bu sene Müslümanlarda çağrılmış.

 

The Joy of Life

Parkın her yanında atom bombası felaketini temsil eden ve çeşitli ülkeler tarafında yapılmış heykeller var. Ama bir tanesi var ki, nasıl anlatsam, bir anne, yavrusunu kaldırmış, onu seviyor, eğlendiriyor, döndürüyor başında. İşte hayatın eğlencesi, keyfi bu, ama bomba bunları mahvetti Çekoslavokya hükümeti tarafından yapılmış heykel. Bir diğer heykelde gene bir anne ve kucağında yavrusu tasvir edilmiş.

Bir başka yerde, buradaki en eski kilise tahrip edilmiş, onu simgeleyen bir can var, etrafında dilekleri simgeleyen renkli kumaşlarla dolu. Bu kilisenin parçaları müzede sergileniyor. İlk defa Fransızlar 1860 yıllarda özel okullarını açmışlar, sonra diğer Hıristiyan birimler gelmiş. Bizim 2. Gün gideceğimiz üniversite 2016 yılında 100.yılını kutlayacak, Evangelist öğretiye göre eğitim veriyor.

Peki bunca sene yapılan çalışmalar neticesinde ehli kitap sayısı ne kadar diye sordum, yüzde bir olabilir dediler. Nüfus cüzdanlarında din hanesi olmadığı için ne kadar hangi dine inanıldığını anlamak zor. Gerçi onlar din demiyorlar, gelenek bizimkisi diyorlar ve hayat tarzı bu aslında diye cevap veriyorlar. Bu hususa temple ziyaretimize gelince bahsedeceğim.

Parkın her tarafında atom bombasının patlamasının ardından oluşan durumu anlatan resimler ve açıklamalar konulmuş. Biraz ileride müze var. Girişinde atom bombasının yapımına katkıda bulunmuş insanlar ve resimleri var. Atom üzerine çalışma yapan akademisyenlerin bazıları bombaya dönüştürülmesine karşı çıkmışlar ama diğer siyasal liderler, gözünü hırs bürümüş insanlar . İşte böyle anılacaklar dünya durdukça, yaptıkların laneti hiç peşlerini bırakmayacak. Bir resim var, çok etkili, yerle bir olmuş bir mekândan başını çıkarmış, gülümsemeye çalışan bir hanımın resmi, bu resimde her zaman umudun, barışın simgesi olacak.

Müzeyi gençlerle birlikte geziyoruz, insanlığın ibret alması için yapılmış ama pek de ibret almışa benzemiyoruz gibime geliyor. Niye mi? Ee son gelişmelere bakınız, önce Irak, atom enerjisi, nükleer silah var iddiasıyla yerle bir edildi, Pakistan’ın durumu malum. İran da şimdi sıra, ardından Çin hedef olacak gibi. Bildiride tartışmaya açtığım ipek yolu hattı öyle pek durulacak gibi gözükmüyor. Japonya, bir daha böyle bir felaket yaşamamak için savunmasına en fazla yatırım yapan ülkelerden biri, ama durum pek iç acıcı gözükmüyor. Çünkü ABD’de Beijing’in 3000 nükleer savaş başlığına sahip olduğuna dair yazılar ve raporlar hazırlamaya başladılar bile.

Pentagon’a ve ABD Kongresi’ne sunulan rapor, Çin’in sahip olduğu nükleer silah sayısının, daha önce yapılan tahminlerin çok daha üzerinde olduğunu iddia ediyormuş. Demem o ki, Nagasaki ve Hiroşima örneğine rağmen liderler, ders almışa benzemiyorlar.

BUDİST TAPINAK

Müzeden sonra Budist, Şintoist tapınaklar ve bir kilisenin yan yana olduğu bölgeye gidiyoruz. Budist tapınağın girişinde bir rahip, elinde tesbihi (onlar “cüz” diyor)  ile bizleri bekliyor. Ardından baş sorumlu geliyor, bizleri içeri davet ediyor. Merhaba diyerek. Meğer son iki yılda sekiz kere Türkiye’ye gelmiş. Bu seneki Şeb-i Arus törenlerine de davetlilermiş. Tapınağı ziyarete başlıyoruz. Bizleri içeri salona davet ediyorlar, çay, şekerleme ve kek hazırlamışlar. Hasırlar üzerine kurulmuş ufak masalar etrafına konulmuş minderlere oturuyoruz. Ee ben böyle bir ortamda yetişmiştim, hala da evde yer sinisinde bağdaş kurarak yemek yeriz biz.

Bize hoş geldiniz konuşması yapıyor. Değişik dinler, öğretiler mağduriyetin en büyüğünü ortaklaşa yaşadığı için barış sağlanması için sürekli çalışmak gerektiğini, dua ettiklerini söyleyerek söze başlıyor. Geçen yıl ülkenizden on kişinin barış duasına geldiğini, hediye edilen Kur’an-ı Kerim’i özenle sakladıklarını ve de sergilediklerini belirtti.

Bir hususu özellikle vurgulamak istediğini, kendilerinin puta tapmadığını, aslında bir dinden ziyade, bir hayat tarzı olan Budist geleneği yaşadıklarını söyledi.Gerçeğin simgesidir. Buda’nın vefatından beş yüz yıl sonra bu heykellerin ortaya çıktığını özellikle belirtmek istediğini söyledi.siz Müslümanlar gibi şekle sığmayan bir Tanrı tasavvurumuz var diye sözlerine devam etti.

 

NAMU ABUDE BUTZU

Tıpkı sizlerin inşallahı gibi, yani Allah dilerse diye söze başlıyorsunuz ya biz de bunu söyleriz. Biz heykellere ibadet etmeyiz, çünkü yüce hakikatin şekli yoktur.  Heykeller sonradan çıkmıştır ve farklı zaman mekânlarda yüce gerçeğin simgeleri olarak kabul edilmiştir. Bu söz, bizim Buda’ya gerçeğe teslim olduğumuzun ifadesidir. Elimizdeki 24 cuz dediğimiz ise, şehevi isteklerin çokluğunun simgesidir,  gem vurmak gerek, huzurlu, dingin ve barış içinde bir hayat yaşamak için bunu elimizden düşürmeyiz diyor. Barışın temini için, dünyanın bir daha Nagasaki gibi bir acı yaşamaması için ortak hareket etmeliyiz. Çatışmalar, din veya geleneklerden değil, egoların tatmini, siyasi ve ekonomik hırslar için yapılıyor. Din ve gelenekler de kullanılıyor demesi çok hoşuma gitti, çünkü medeniyetler çatışmasına dair Endenozya da sunduğum bildiri ve buradaki İpek yolunun yeniden canlanmasına dair proje bildiride temel tez bu aslında.

Alparslan hocamda kısa bir konuşma yaparak, Eğer Allah dileseydi, bizleri tek bir ümmet yapardı, ama farklı dil, ırk ve din, geleneklerde yarattı. Değişik din, kültür ve geleneklerin barışçıl ortama katkı sağlamasının Asya Felsefeciler Derneğinin temel amaçlarında biri olduğunu belirtti.

Hava iyice kararmıştı, Şintoist tapınağa gidemedik, ama 10 Aralık tarihinde Kumamoto şehrindeki tapınakları ve heykellerin bulunduğu müzeyi gezdiğimizde, Çinli ve Japon misafirlerden şifahi bilgi alabildim. Bizler gibi ayakkabıları çıkarıp, isterseniz terlik giyebilirsiniz, öyle giriyorsunuz. Burada bir din olmadığını, herhangi bir öğreti,  uygulama olmadığını, ama Şintoizmlin Japon halkının bir hayat sitili ve düşünme tarzına tekabül ettiğini özellikle vurguladılar.  Bütün kalbimizle ve düşünce yoğunluğuyla ibadet/dua etmek gerekirmiş. Şinto öğreti siyasi görüşlerle doğrudan ilgilenmeyi gerektirirmiş. Çünkü politik kararlar ilahi irade dikkate alınarak doğru bir şekilde verilebilinirmiş. Meşhur Sumo sporunun bunun bir yansıması olduğunu belirtmek gerek.

Doğa ile birey arasında bir kardeşlik ilişkisi kurulduğunu söylediğinde, niçin etrafın bu kadar temiz olduğunu, insanların asla ve asla yere bir şey niçin atmadıklarını anladım en sonunda! Doğayla barışık olan insanla nasıl barışık olmaz, burada bir utanma kültürü varmış, insanların yüzüne bakmıyorlar. Biz Batılıların! Yüzüne bakmaları da ayıp olduğunu düşündüğümüzden ve bizleri üzmek istemediklerinden dolayı imiş. Ama son zamanlarda modernleşme ile birlikte bu ilahi sürecin manevi ışığını kaybetmeye başladık ve materyalist bir yapı egemen olmaya başladı demesi de öz eleştiri bilincini gösteriyordu. Yüzyıllardır sahip olduğumuz manevi duyarlılık zayıflamaya başladı, hedonizm etkisini artırdı diyerek müzedeki heykeller hakkında bilgi vermeye başladı.

Girişte flaşlı resim çekmeme uyarısına rağmen bizimkiler hemen başladılar resim çekmeye, hele bir hoca gidip heykellerden birine, neden yapıldığını anlamak için olsa gerek, vurmaya başlayınca, o hanımefendi ve sürekli tebessüm eden bayan Ishida kıpkırmızı oldu ve dokunmayın ona diye uyardı. Oysa elimizdeki broşürde neden ve kaçıncı yüzyılda yapıldığını yazıyordu.

Hemen yola koyulduk, Fukuoka bir Hind lokantasında helal yiyecekler hazır bekliyormuş bizi. Baharatlı yemeklere alışık olduğumdan bir zorluk çekmedim ben, ama arkadaşların bazıları, sıcacık pidenin bile yeterli olduğunu söylediler. Menü genişti, çorba, tavuk etleri, baharatlı ve baharatsız iki çeşit, Kırgızistan’dan bu yana alışık olduğum samsa, yani patates vb karışım doldurulmuş kızartma şekilleri. Velhasıl iyi doyduk, üzerine yeşil ve siyah çay. Onlarda tam kadro dışarı çıkarak bizleri uğurladılar. Otele geçtik, ertesi gün sempozyum başlayacaktı. Gerçi “ihtisas üniversitelerini müzakere açmak” konulu yazıyla bahsetmiştim biraz ama Japonya notlarının üçüncüsünü ve iki üniversite hakkında teknik bilgileri, Kumamoto kalesine dair birkaç ayrıntıyı yazayım nasipse.

Prof. Dr. Mevlüt Uyanık

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.