Kamu diplomasisi bir uluslar arası ilişkiler aracı olarak, 11 Eylül 2001’de ABD’de yaşanan saldırılardan sonra medya ve akademilerin yoğun olarak ilgilendiği bir kavram haline geldi. Kamu diplomasisi kavramının aslında çok yeni bir fenomen olmaktan öte özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında ABD dış politikasının en önemli uluslar arası ilişkiler aracı olduğu görülmektedir. Yine aynı şekilde kamu diplomasisi uygulamalarının her ne kadar ABD’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında başladığı genel kabul görse de, kamu diplomasisi daha önceki dönemlerde de uygulanmaktadır. Fransa’nın Prusya savaşında aldığı yenilgiden sonra Fransız hükümeti bu savaşla sarsılan imajını düzeltmek için 1883 yılında Alliance Française adıyla bir kurum kurmuş ve bu kurum aracılığı ile Fransız dili ve edebiyatını Fransa dışında yaymayı amaçlamıştır. Bu süreçle beraber Fransız kültürünün yurtdışındaki gelişimi de Fransız diplomasinin uluslar arası arenada vazgeçilmez araçlarından biri haline gelmiştir.[1] I. Dünya Savaşı kamu diplomasisi uygulamalarının ivme kazandığı bir dönemdir ve Almanya, İtalya ve özellikle de ABD kendi politika ve stratejilerinin propagandası için kamu diplomasisi uygulamalarını başlatmışlardır. 1917 yılında Başkan W. Wilson “Commitee on Public Information” adlı bir kurum oluşturmuş ve bu kurumun başına George Creel adlı bir gazeteciyi getirmiştir. Bundan sonra Creel Komitesi adını alan organizasyonun amacı ABD’nin savaştaki amaçlarını uluslar arası arenada bilinir ve tanınır hale getirmektir.[2]
Soğuk Savaş döneminde ise kamu diplomasisi dikkate değer bir önem kazanır. Bu dönemde kamu diplomasisi kavramı başka halkların kalbinin ve düşüncelerinin kazanılması olarak algılanır. 1950 yılına gelindiğinde Soğuk Savaş sürecinde ABD Başkanı Truman amacı komünistlere Batı düşüncesi ve fikirlerini anlatmak olan bir kamu diplomasisi kampanyası başlatır. Kampanyanın amacı komünizmin dünyada evrensel özgürlüğü tehlikeye soktuğu ve sürdürülen anti-komünist mücadelenin insanlığın kurtuluşu için olduğunu lanse etmektir.[3]
ABD’de yaşanan 11 Eylül olayları aynı zamanda uluslararası ilişkilerde yumuşak güç kullanımı ve kamu diplomasisi uygulamalarını tekrar gündeme taşımıştır. Bu dönemde uluslar arası güvenlik kavramlarının gelişmesi ve güvenlik algılarının değişmesi sonucu terörle mücadelede çözüm sağlamayan sert güç kullanımı yerine, mücadelenin başka toplumların da bu mücadeleye inandırılması ve karşılıklı etkileşimden geçtiğinin farkına varılmış ve kamu diplomasisi uygulamaları yeniden uygulanmaya başlamıştır.
Bu süreçte uluslar arası güvenlik teorileri ve hükümetler bu gelişmeyi göz önünde tutarak güvenlik ortamının sağlanması için sert gücün yerine yumuşak gücü kullanmayı seçmiştir. Burada kamu diplomasisi aynı zamanda değişen güvenlik algılarının da bir sonucu olarak bugün en çok üzerinde durulan yumuşak güç konsepti haline gelmiştir.
Kamu Diplomasisi Nedir ve Ne İşe Yarar?
Dünyada iletişim alanında yaşanan teknolojik gelişmelere paralel olarak demokrasi, insan hakları, etnik ve dini kimliklere vurgu yapan politikaların yayılması ve serbest pazar ekonomilerinin gelişmesi devletlerin dışında farklı ulusların halklarını birbirleriyle yakından iletişime geçen bir konuma getirdi. Uluslar arası arenada kamuoyunun önemli bir konuma gelmesi, bir kavram olarak kamu diplomasisini de en çok üzerinde durulan bir kavram haline dönüştürdü.
Bugünün dünyasında resmi politik ilişkilerin artık ulusal hükümetlerden ziyade sivil toplum örgütleri ve aktörleriyle sıkı bağlar kurduğu görülmektedir. Devletler düzeyinde sürdürülen geleneksel diplomasinin kamuoyunu hedef alan yabancı halklar düzeyinde diplomasiye doğru bir dönüşüm geçirdiği açıkça gözlenmektedir. Resmi politikaların artık hükümetler arası görüşmeler yerine hükümetler ile diğer ülkelerin halkları arasında yaşanan siyasi bir sürece dönüştüğü görülmektedir.[4] Geleneksel diplomasi üst düzeydeki hükümet görevlileri arasında “farklı ulusların hükümetleri arasında siyasi ilişki kurmak suretiyle dış siyasetin hayata geçirilmesi” olarak tanımlanırken[5] ve geleneksel diplomasi genellikle örtülü bir biçimde cereyan ederken değişen gelişen iletişim teknolojileri ve halklar arası diyalog ortamı diplomatik paradigmaların da değişmesini sağladı. Bu gelişmeler hükümetler arası diplomasinin değişmesine ve devlet odaklı diplomasi yerine halkları hedef alan bir diplomasi şekline dönüştü. Uluslar arası arenada teknolojik gelişmeler ve güvenlik konseptlerinin değişmesine paralel olarak gelişen diplomaside kamu diplomasisi kavramı öne çıktı. Geleneksel diplomasiden farklı olarak kamu diplomasisi diğer ülkelerin kamuoyunu etkilemeye çalışır. Kamu diplomasisi, bir hükümetin kendi toplumsal ideallerini, fikirlerini, kurumlarını, kültürünü aynı zamanda ulusal hedeflerini ve hali hazırdaki politikalarını diğer ülkelerin/hedef ülkelerin kamuoyunu etkilemek veya bunları anlatmak için başlattığı iletişim sürecidir.
Kamu diplomasisi kavramı ilk olarak 1965 yılında Tuft Üniversitesine bağlı olan Edward Murrow Merkezi’nin başkanı olan Edmund Gullion tarafından kullanılmış ve tanımlanmıştır. Gullion, kamu diplomasisini; “kamuoyu tutumlarının dış ilişkiler ve politika oluşumunda ve yürütmesindeki etki” olarak tanımlar. Kamu diplomasisi, geleneksel diplomasisinin dışında diğer ülkelerdeki kamuoyunun etkilenmesi, bilginin ve düşüncelerin akışı, ülkelerdeki çıkar gruplarıyla kanaat önderlerinin etkileşimi gibi uluslararası ilişkilerin farklı yönlerini içerir.[6]
Kamu diplomasisini uluslar arası ilişkilerde en iyi kullanan ABD’ye göre kamu diplomasisi; yabancı kanaat önderleri ve aktörleri bilgilendirmek, yakınlaştırmak ve etkilemek, bazı özel ulusal politikalarla dış ilişkilere yönelik stratejiler ve toplumsal konular için karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde temelde güvene dayanan bir ilişki ağı kurmak ve etkileşime geçmektir.
Genel hatlarıyla, kamu diplomasisinin ana fikrinin diğer halkların, dolayısıyla hükümetlerinin düşüncelerini ve bakış açılarını etkileyebilmek için doğrudan iletişime geçmek olduğu ve bir ülkenin politikaları, eylemleri, ekonomik ve politik sistemleri hakkında olumlu bir imaj oluşturma çabası olduğu söylenebilir. Kamu diplomasisi, bir hükümetin başka bir ulusun halkını, kanaat önderlerini ve aydınlarını, kendi ulusal politikaları için avantaja dönüştürmek amacıyla etkilemeye çalışmasıdır.[7] Hans Tuch’ın tanımıyla “kamu diplomasisi, hükümetlerin kendi ulusunun politikalarını, düşüncelerini ve ideallerini, kurumları ve kültürlerini, ulusal hedeflerle güncel politikalarını başka halklara anlatmayı amaçlayan bir iletişim sürecidir.”[8] Ayrıca, kamu diplomasisinin çift yönlü olduğu da unutulmamalıdır. Zira başka halklarla iletişim ve etkileşime geçebilmek için o halkların dillerini, kültür ve uygarlıklarını yakından tanımak gerekir. Gifford Malone, “eğer kendi toplumumuzu ve politikalarımızı anlatmak istiyorsak öncelikle iletişime geçmek istediğimiz halkın kültürünü, tarihini, psikolojisini ve özellikle de dilini öğrenmeliyiz”[9] diyerek kamu diplomasisinde yaşanan bu çift yönlü etkileşimin altını çizmektedir.
Bugün gelinen noktada kamu diplomasisi ülkelerin yumuşak güç kullanımı konusunda en etkin aracı olarak uluslar arası ilişkilere yön vermektedir. Kamu diplomasisi, günlük iletişim yani açık medya stratejisi, stratejik iletişim[10] ve karşılıklı uzun vadeli ilişkilerin geliştirilmesi boyutlarıyla öne çıkmaktadır. Burada kamu diplomasisinin en önemli boyutu uygulama sürecinde uzun süreli ilişkilerin geliştirilmesidir. Bu ilişkiler kilit rollerdeki kanaat önderleri ve toplumsal aktörlerle uzun bir zaman dilimi içinde çeşitli eğitim, öğretim, toplantı ve organizasyonlarla medya aracılığı ile kurulur ve geliştirilir.[11]
Geleneksel kamu diplomasisi hükümetler arası ilişkiler kurularak yürütülürken, yeni kamu diplomasisi konsepti bir yandan hükümetler arası diplomasiyi diğer taraftan yoğun bir şekilde toplumlarda resmi olmayan organlar tarafından yürütülmektedir. Toplumda öne çıkan bu organlar, sivil toplum kuruluşları, medya kuruluşları, dernekler, özel ve kamu şirketleri olabilmektedir. Yumuşak güç kullanımını öngören yeni kamu diplomasisi, çok yönlü iletişimi, bilgi yönetimiyle karşılıklı etkileşimi ve teknolojik imkanlarla e-imaj süreçlerini içermektedir.
Kamu Diplomasisi ve Türkiye
Yakın döneme kadar geleneksel Türk dış politikası, uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin jeopolitik konumunu dikkate alan, Atatürkçü ilkeleri ve özellikle de milliyetçiliği benimsemiş ve onun pragmatizminden beslenen bir perspektife sahiptir.[12] Batılılaşma sürecini önceleyen Türk dış politikası Soğuk Savaş yıllarında komünizmden korunmayı düstur edinmişken 1990’ların başında yaşanan hızlı küresel değişime de ayak uydurmaya çalışmış ve bu bağlamda Türk dış politikası, çok başarılı olmasa da “çok boyutlu” olarak adlandırılabilecek dış politika stratejisi izlemeye başlamıştır. Soğuk Savaş yıllarının sona ermesi ve uluslar arası arenada yaşanan gelişmelere paralel olarak Türkiye de demokratikleşme, çoğulculuk, sürdürülebilir kalkınma, etnik ve dini kimliklerin politik arenada varlık göstermesi, insani gelişme ve kültürler arasında karşılıklı anlayış, uyum ve hoşgörünün tesisi gibi konuları dış politika gündemine almış ve özellikle komşu ülkeleriyle bu eksenlerde ilişkilerini yeniden tesis etme yoluna girmiştir.[13] Türk Dış Politikasında bu süreç 1980 yılında yaşan askeri darbe süreci sonrası gerçekleşen ilk genel seçimlerde hükümeti kuran Turgut Özal döneminde gelişmeye başlamış ve 2002 yılından sonra AK Parti döneminde büyük bir ivme kazanmıştır. Özelikle 2002 yılından sonra Türkiye’nin dış politika üretmesinde dışişleri bakanlığı bürokratları ve diplomatlarının dışında akademisyenlerin yer almaya başlaması yeni Türk dış politikasının olgunlaşarak kuramsal bir çerçeveye oturmasını sağlamıştır. Bu bağlamda yeni Türk dış politikası bölgesinde ve uluslar arası arenada yaşanan gelişmelere proaktif tavır sergileyen ve özellikle de barışçıl söylemler geliştirerek çözüm üretici inisiyatifler ortaya koyan bir konuma gelmiştir.[14]
Türk Dış Politikasının kazandığı bu ivmenin ihtiyaç duyduğu en önemli unsur da hiç şüphesiz yumuşak güç kullanımını öngören kamu diplomasisine aynı oranda ivme kazandırmasıdır. Özellikle de uzun yıllar Soğuk Savaş yıllarında NATO devlet yapısından kaynaklanan Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya ülkeleriyle olan zayıf ilişkilerin geliştirilmesi için kamu diplomasisi uygulamalarını bildik askeri ve istihbarat odaklı psikolojik harekât tarzından öte yöntemlerle yeniden canlandırması gerekmektedir.
Son dönemde Türkiye’nin dış politikada eski dönemlere göre çok boyutlu ilişkiler kuran, dış kamuoyunu önemseyen, daha aktif ve daha dinamik bir dış politika izlendiği de görülmektedir. AK Parti döneminde Ahmet Davutoğlu’nun da açık etkisi ile doruk noktasına ulaşan bu süreçte Türkiye, medeniyet ortağı ve ortak kültürü barındıran doğulu komşularıyla etkileşime geçmek için uygun zeminler yakalamıştır. Davutoğlu’na göre, Türkiye’nin uluslararası arenada daha etkin ve başarılı olabilmesi için Cumhuriyet öncesi tarihini, özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı kültür ve dinlere saygı duyarak çok çeşitli halkları içine alma becerisini daha iyi anlaması gerekmektedir.[15] Bu bağlamda oluşturulacak bir dış politika vizyonu ise tarihe, kültüre ve felsefeye bakılarak geliştirilebilir.
Türkiye’nin dış politikasının Davutoğlu’nun ortaya koyduğu konseptlere uygun kamu diplomasisi uygulamaları geliştirme aşamasına geldiği görülmektedir. Bu süreçte elde edilecek vizyonla kültürel kodları önceleyen yumuşak gücün ön plana çıkarılması, kültürel diplomasiyi öne çıkaran bir profil izlenmesi, Türkiye’ye yakın komşularıyla uluslar arası arenada saygınlık kazandıracağı gibi olumlu bir imaj ve kamuoyu oluşmasına da katkı sağlayacaktır. Diğer taraftan dış politikada böyle bir politika izleyen Türkiye, kendi içinde Kürt Sorunu gibi iç sorunlarını da çözebilecek imkanları yakalayabilecek ve bu yönde oluşan olumsuz imajları da ortadan kaldırarak dış politikada daha da etkin bir hale gelebilecektir.
Türkiye, yeni iç ve dış politika vizyonu karşısında eski kamu diplomasisi yöntemlerinin kullanılamayacağı da derinden anlayarak, yeni dış politika vizyonuna uygun kamu diplomasisi tesis etmeye çalışmaktadır. Bu yeni dönemde Türkiye’nin hedef bölgelerinin başında Ortadoğu gelmektedir. Kültürel kodları ortak medeniyet mirasıyla çok yakın olduğu bu bölge aynı zamanda yakın tarihinde hafızasından silmeye çalıştığı kimlikleri barındırması açısından da bir o kadar uzak kaldığı bir coğrafyadır. Türkiye yeni dış politika algısında Ortadoğu’ya büyük önem atfetmesine rağmen kadim kültür ve medeniyet havzasına yakınlaşmak için bir o kadar da zorluklarla karşılaşmaktadır.
Kamu Diplomasisi ve Ortadoğu
AK Parti döneminde dış politikanın en önemli söylemi olarak öne çıkan komşularla sıfır sorun politikasının Ortadoğu’da devletler bazında ciddi etkileri olduğu görülmektedir. AK Parti’den önceki dönemlerde de önemi anlaşılan ve Ortadoğu ülkelerine açılımı gerekli gören dış politika anlayışının bu süreçte en önemli sorunu, bu politikaları uygulayabilecek dış politika bürokrat ve diplomatlarının kültürel kodlarının yetersizliğiydi. Dış politikada etkin şahısların dünya algıları, bakış açıları ve kurum kültürü, özellikle Ortadoğu’yu derinden kavramaya yetmiyordu. Din-Politika ilişkilerinin yani dini politiğin egemen olduğu bir coğrafyada seküler tavır sergilemeyi bir misyon olarak gören bürokrat ve diplomatlar, bu dünyadan çok uzak kalmaktaydı. Oysa bugünkü AK Parti hükümetinin, dış politika ideologu ve pratisyeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dil ve içerik kazandırdığı bir eksende[16], bürokrasi dışı, siyasal, iktisadi ve kültürel ilişki ağların derinlikli bir biçimde dış politikaya katkı yapar konumda devreye sokulduğu görülmektedir. Davutoğlu, dış politika algısında özellikle Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya ile Afrika ülkelerinde Türkiye Dışişleri’nin kültürel kodlardan yoksun kurumsal yetersizliği yerinde görerek Türkiye’nin yeni dış politikasına idari makamların dışında da alan tanıdığı görülmektedir. Bu süreçle Türkiye’nin, bölgesel etkinliğini çok kısa sürede artırdığı ve bölgesinde olduğu kadar uluslar arası arenada da yakından izlenen bir ülke konumuna geldiği açıkça görülmektedir. Bu süreç Türkiye’nin kamu diplomasisi alanında attığı en önemli ilk adımlar olarak da görülmelidir.
Davutoğlu, Türkiye Dışişleri Bakanlığının tekelinde olan dış politika ve dış ilişkiler süreçlerini bakanlık dışına da taşıyarak, özellikle çıkar odaklı, pragmatik ve rasyoneliteyi önceleyen yeni dış politika uygulayıcılarının ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Davutoğlu’nun bu girişimleri öncelikle Ortadoğu coğrafyasında hemen olumlu geri dönüşleri aldı ve Türkiye’nin kadim kültür ve medeniyet havzasına geri dönüşünde etkin rol oynadı.
Bu dönemde Türk dış politikasında yaşanan gelişmelere paralel olarak medya alanında da önemli değişimler yaşandı ve Türkiye’de çok dilli ve çok kültürlü yayıncılık ivme kazandı. Türkiye’nin önemli bir kamu diplomasisi aracı haline gelen TRT çok dilli yayınları, Ortadoğu halklarına ulaşmaya başlayarak, Türkiye’nin yeni imajına katkı yaptı. Aynı şekilde son yıllarda THY’nin Ortadoğu ülkelerine yoğun olarak başlattığı uçuşlar ve bu uçuşlar sırasında Türkiye’nin tanıtımına yönelik girişimleri de ülke tanıtımını destekledi.
Tüm olumlu gelişmeler yanında Türkiye’de bu süreçlerin önünde duran ciddi sorunların da bulunduğunu göz ardı etmemek gerekmektedir. Özellikle, Türkiye’nin bölgesel ilişkilerinde daha önceki dönemlerde “sorun çıkar” mantığıyla sınırlı tutulan Ortadoğu ilişkilerinden ne gibi çıkarımlar ve hedeflere sahip olduğu netlik kazanması gerekir. Hükümet kamu diplomasisi alanında Ortadoğu’ya yönelik girişimlerde bulunurken öncelikle Türkiye’nin nasıl bir devlet olacağına ve bölgesinde neyi temsil ettiğine ve neyi talep ettiğine karar vermesi öncelikli adımların başında gelmektedir. Zira Türkiye’de yaşanan iç gelişmeler bazı çevrelerce devrim olarak nitelenirken bazı çevrelerce yozlaşma olarak görülmektedir. Türkiye bu noktada yeni vizyonunu hem iç kamuoyunda şekillendirme ihtiyacı duyarken bu süreçleri bölgesel kamu diplomasisine de yansıtmaktan kaçınamamaktadır.
Türkiye, diğer uluslar arası güçler gibi bölgesinde hegemonik bir güç mü olmak istiyor? Ya da en azından bölgesinde belli alanlarda muhatap alınan ve görüşlerine önem verilen yarı-hegemonik bir güç mü olmak istiyor? Tüm bu sorulara verilecek yanıtlar Ortadoğu’ya yönelik kamu diplomasisinin yönünü belirleyecektir.
Türkiye’de kamu diplomasisinin Ortadoğu ayağı için en önemli sorun alanlarından biri de şüphesiz, Ortadoğu ülkeleriyle yakın ilişkilere sahip ama devletle arası pek de iyi olmayan yine tam tersi devletle arası iyi olan ama Ortadoğulu aydınları, kanaat önderlerini küçümseyen ve bu bölgeye has düşüncelere soğuk bakan Türkiyeli aydınlar arasındaki çelişkidir. Türkiye’de aydınlar, kanaat önderleri arasında var olan bu çelişki toplumun bazı kesimlerinde de bulunmaktadır. Yani Türkiye kendi toplumsal gruplarını da Ortadoğu politikaları ve stratejileri konusunda kazanmak için öncelikle iç kamu diplomasisine ihtiyaç duymaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu’da izleyeceği kamu diplomasisi önünde duran belki de en önemli sorun Türkiye’deki çok az aydın, yazar, sanatçı, akademisyen ve araştırmacının Ortadoğu dillerini bilmeleridir. Kamu diplomasisinin en önemli araçları olan sivil toplum örgütlerinin hedeflerinde Ortadoğu olmaması da bu alanda önemli bir açık olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine Türkiye’nin Ortadoğu’da izleyeceği kamu diplomasisinin en önemli handikaplarından birisi de bu bölgeyle yakın ilişkileri olan kimlik olarak dini eğilimleri nispeten güçlü muhafazakâr grupların, sivil toplum örgütleri ve aydınların başka dinler ve mezhepler konusunda (özellikle bölgedeki etkin güç Şiilik) yeterli bilgi ve müsamahaya sahip olmamalarıdır. AK Parti hükümetinin Ortadoğu açılımında ve kamu diplomasisi stratejilerinde iç politikaya dönük olarak önüne çıkabilecek bir diğer sorun alanı da “Türkiye’deki geçerli Laiklik anlayışı” olması muhtemeldir. Zira Ortadoğu’da dini politiğin öne çıktığı ve teopolitik yaklaşımlardan uzak siyasetlerin kısa vadede tutunmasının zor olduğu görülmektedir. Ortadoğu’da teopolitik yaklaşımlar sergilemek durumunda kalacak bir Türkiye’nin iç politikada da özellikle cumhuriyetçi ulusal grupların uygulayacağı baskılara maruz kalabileceği düşünülebilir. Bu grupların iç politikada hükümetin elini zayıflatma çabalarının bölgesel politikalarla dış politika açılımlarına da uzanması durumunda Ortadoğu’ya yönelik kamu diplomasisinin de sert bir muhalefetle karşılaşması mümkün gibi görünmektedir.
Tüm sorun alanları ve zorluklara rağmen Türkiye’nin değişen küresel dengeler ve uluslar arası konjonktürel hesaplar karşısında Ortadoğu ülkeleriyle ve toplumlarıyla yakın ilişkiler geliştirmesi gerektiği ortadadır. Bunun mantıklı bir tutum olduğu konusunda Türkiye’deki tüm grupların aynı düşündüğünü ama yöntemler ve açılımların biçimiyle ilgili tarz farkları olduğunu görüyoruz. Ortadoğu ülkeleriyle dengeli ilişkiler geliştirmeyi, çıkarlarını koruyabilen ve aynı zamanda Batılı güçlerle de entegre politikalar izlemeyi amaçlayan Türkiye’nin dış politikada uygulayacağı kamu diplomasisinin en önemli ayağını kendisinin kadim kültür ve medeniyet havzası Ortadoğu’nun oluşturduğu tartışmasız kabul edilmektedir. Burada Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik kamu diplomasisi için bazı önerilere yer verilecektir. Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik kamu diplomasisi uygulamaları için şu önerileri sıralayabiliriz:
– Öncelikle Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik kamu diplomasisi uygulamaları için bölge dillerini bilen uzman, akademisyen, araştırmacı ve gönüllülerin sayısının artması için bölge dillerinin öğrenilmesinin teşvik edilmesi, bu dillerin öğrenilmesi için üniversiteler dışında kurumların kurulmasına destek verilmesi.
– Ortadoğu’da ortak kültürel kodlardan yararlanarak toplumlar arası diyalogu canlandırmak ve Ortadoğulu gençlerin Türkiye’yi keşfetmesi için Arapça, Farsça, Urduca gibi çeşitli dillerde yayın yapan aktüel internet sitelerinin oluşturulmasına destek verilmesi.
– Ortadoğulu gençlerin Türkiye’de eğitim-öğretim hayatlarını devam ettirmeleri için teşvik programlarının hazırlanması, çeşitli burslarla birlikte ülkeler arası eğitim-öğretim kurumları arasında değişim programlarının ivedilikle hayata geçirilmesi.
– Türkiye’de Kamu Diplomasisinden sorumlu devlet yetkililerine doğrudan ulaşımı, soru ya da mesaj iletilmesini sağlayacak sanal ortamların oluşturulması.
– Radyo, televizyon, gazete gibi geleneksel medya organlarının Ortadoğu ülkelerine yönelik faaliyetlerine katkı yapılması ve bölge dillerinde yayın yapan kamu medya organlarının dışında özel sektörde bu alanda çalışacak medya organlarının oluşturulması
– Ortadoğu’ya yönelik çalışmalar yürütecek sivil toplum örgütlerinin desteklenmesi
– Ortadoğu ülkelerinde resmi ve gayrı resmi iletişim kanallarıyla kanaat önderleri, aydınlar, gazeteciler, yazarlar ve sanatçıların tespit edilmesi ve bu grupların çeşitli organizasyonlarla Türkiye’ye getirilmesi ve bu gruplarla sivil inisiyatifin önceleneceği iletişimi toplantıları, mülakatlar, seminerler ve münazaralar gibi organizasyonların teşvik edilmesi ve var olan organizasyonların desteklenmesi
– Kriz durumlarında Kamu Diplomasisi yetkililerinin Ortadoğu’ya yönelik çalışmalar yürüten tüm sivil toplum örgütlerini, araştırmacı, akademisyen ve aydınlarını en doğru biçimde bilgilendirilmesi ve yaşanan gelişmelerle ilgili gerekli enformasyonun sağlanması
– Türkiye’nin kamu diplomasisi uygulamalarını ölçecek ve geliştirecek mekanizmaların oluşturulması
– Dışişleri Bakanlığının tüm diplomatları ve elçiliklerde görevli olan temsilcilerinin kamu diplomasisi eğitiminden geçirilmesi.
– Türkiye’deki üniversitelerde kamu diplomasisinin çalışılabileceği programlar açarak, bu alanda akademisyen yetiştirilmesinin sağlanması
– Kamu diplomasisinin, sadece kriz ortamlarında kullanılacak bir yöntem olmadığı aksine sürekli devam eden uzun süreli bir dış politika aracı olduğu yönünde farkındalık oluşturulması
– Tüm bu süreçlerin sivil topluma bırakılması ve stratejik yönetim için Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünde etkin proje birimi kurulması, ayrılacak fonların sivil toplum örgütlerince kullanılabileceği mekanizmaların hayata geçirilmesi
– Türkiye’nin tüm komşu ülkelerle birlikte Ortadoğu halklarına yönelik ABD’de uygulanan “Green Card” benzeri uygulamaları başlatması
– Türkiye’de bugün gelinen politik yeni vizyon çerçevesinde karşı muhalefet edilen iç dinamiklerin ve bunun yansımaları olan medya ürünleriyle kültürlerin Ortadoğu’ya ihraç edilmesinden kaçınılması
Tüm uluslar arası güçlerin hedefinde olan bir bölge olarak Ortadoğu’da Türkiye’nin kamu diplomasisi alanında zorluklarla karşılaşacağı ortadadır. Özellikle Batılı ülkelerle ilişkilerini Ortadoğu ülkeleriyle geliştireceği ilişkiler ekseninde dengeli yürütmesi hayati öneme sahip Türkiye için jeopolitik avantajları, aynı zamanda farklı boyutlarıyla tehditler de içermektedir. Ama Türkiye’nin Kamu Diplomasisinin, bu tehditleri önceden algılayan bir yapıyla tehditleri fırsata dönüştürecek potansiyel güce sahip olduğunu cesaretle anlamak gerekir.
[1] Joseph S.Nye Jr, “Public Diplomacy and Soft Power”, The Annals of American Academy of Political and Social Science, Vol. 616, No. 94, 2008, s.96
[2] Anna Tiedeman, “U.S. Public Diplomacy in Middle East”, Seminar on Geography, Foreign Policy and the World Order, Mayıs 2004, s.84
[3] age, s. 9
[4] Carl Botan, Vincent Hazleton (haz.), Public Relations Theory, London, LEA, 2006, s. 436
[5] Tiedeman, s.4
[6] The Neaman Document, A Study on Israeli Public Diplomacy, Mart 2009, s. 26; What is Public Diplomacy? The Edward R. Morrow Center of Public Diplomacy, Bkz: fletcher.tufts.edu/murrow/public-diplomacy.html (erişim 16 Nisan 2010)
[7] Evan POTTER, Canada and the New Public Diplomacy, Discussion Papers in Diplomacy, Netherlands Institute of International Relations, 2002, s.3
[8] Hans N. TUCH, Communicating With the World: U.S. Public Diplomacy Overseas, New York, St.Martin’s Press, 1990, s.3
[9] Gifford MALONE, Political Advocacy and Cultural Communications: Organising the Nation’s Public Diplomacy, Lanheim University of America, 1988, s. 12
[10] Tiedeman, s.7: “Stratejik iletişimde önemli olan tutarlılığı sağlamaktır. Bunun içinse, stratejik mesajın ya da iletilmesi amaçlanan temanın, medyanın tüm unsurları tarafından yayılması gerekmektedir. Stratejik mesajlar genelde seri halinde devam eden olaylar ve mesajlar aracılığı ile güçlendirilir ve yayılır. Dolayısıyla, mesajın sürekli ve tutarlı olması en kritik noktalardan birisidir.”
[11] Nye Jr. s.102
[12] Birol Akgün, “Türk Dış Politikası ve Uluslar arası Örgütler”, Akademik Ortadoğu, Cilt 3, Sayı 2, Mart 2009, s.4
[13] Tayyar Arı, “Uluslar arası İlişkiler ve Dış Politika”, Alfa Yayınları, İstanbul, 2006, s.82
[14] Akgün, s.3
[15] Richard Falk: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=891660&title=yorum-richard-falk-turkiyenin-sansi-ahmet-davutoglu (Erişim tarihi 16.04.2010)
[16] Bkz. Ahmet Davutoğlu, “Türk Dış Politikasında Stratejik Teori Yetersizliği ve Sonuçları” Yeni Türkiye, Yıl 1, Sayı 3, Mart-Nisan 1995, s.497-501.
Kaan Dilek
– Haber Lotus –
HLotus