Marshall Berman’ın kitabının da ismi olan “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” ifadesi yakın dönem Türkiye siyasetinin anlaşılması için kullanılacak en özlü ifadedir. Düne kadar tartışılmaz denilen konuların tartışıldığı, sorgulanamaz denilenlerin sorgulandığı bir dönemden geçiyoruz. Medyadan topluma ülkemizde yaşanan bu değişim, Türkiye’nin dünyayla bütünleşme süreciyle paralel gelişmektedir. Türkiye, dünyayla bütünleştikçe aşılamaz görünen iç sorunlarını aşmak için güç kazanmaktadır. İç sorunlarını aşabildiği nispette de dış politikada ciddi bir aktöre dönüşmektedir.
Türkiye, artık hem Doğu’ya hem de Batı’ya daha açık bir ülkedir. Batı ve Doğuyu aynı potada eritebilme kabiliyeti, bizim tarihsel misyonumuza uygun sosyo-politik tutumdur. Türkiye ne Batı için Doğu’dan ne de Doğu içi Batı’dan vazgeçebilecek bir ülke değildir. Ancak bugüne kadar, siyasi partiler bu iki dünyayı bir birinin karşısına koydular. Bu yaklaşım, hem entelektüel hem de ekonomik ve siyasal olarak Türkiye’yi zayıf bıraktı.
Milli Görüş geleneği dışında kalan partiler, genellikle tereddütlü Batıcı olarak tanımlayabileceğimiz cephede yer aldılar. Tereddütlü Batıcı partiler, Osmanlı’nın geçmişte hüküm sürdüğü coğrafyayla ilişki kurmadılar. O toprakları yok saydılar. Bunda, Soğuk Savaş koşullarının etkisi olduğu kadar, Cumhuriyet aydınının ve halkının Osmanlı’nın ölümünün yasını layıkıyla tutmaması da etkilidir. Batıcı olmalarına rağmen, Batıya hiç güvenmediler. Bu ikircikli algı, siyasal sistemimizin merkezinde yer alan bir paradoks olarak varlığını günümüze kadar taşıdı.
Milli Görüş ise tereddütlü Batıcılar gibi Batıya güvenmedi. Ama onlardan farklı olarak, onu aynı zamanda reddetti. Bunu Doğu için yaptığını dile getirdi. Batı’nın karşısına Doğu’yu yerleştirdi ve bunun üzerinden diğer partilerden farklı olduğunu belirtti. Milli Görüş’ü alternatif bir harekete dönüştüren bu yaklaşımın uygulanma kabiliyeti, Refah Partisi 1996 yılında iktidara geldikten sonra test edildi. D-8, Türkiye’nin öncülüğünde vücuda getirildi. Ancak, D-8’in Avrupa Birliği’nin alternatifi olma olasılığının bulunmadığı da anlaşıldı.
AK Parti, bu iki yaklaşımı harmanlayarak hem Doğu hem de Batı’yla ilişkilerimizi geliştirmektedir. AK Partinin bunu gerçekleştirebilmesinde iki ana sebep olduğu görülmektedir. Birincisi, Türkiye’de yaşanan sosyolojik dönüşümdür. İkincisi ise Soğuk Savaş döneminden kalma düşman odaklı korku siyaseti anlayışının marjinalleşmesidir. Türkiye’nin ihracata dayalı gelişme modeliyle bütün dünyayla ticaret yapması, eğitim seviyesinin yükselmesi, kentleşme, alternatif entelektüellerin yetişmiş olması gibi yapısal dönüşümler dış politikaya kolaylaştırıcı bir işlev görmüştür. Türkiye’nin bu dönüşümler sırasında ortaya çıkardığı değerler, korkulara dayalı bir dış politika geliştirme olasılığını ortadan kaldırmıştır.
Yukarıda bahsedilen bu yapısal dönüşümlerin Türkiye’ye daha fazla katkı sağlaması için paralel yeni politikaların geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun için yeni döneme uygun bir eğitim politikası, kültür politikası geliştirilmesi, kamu yönetiminin küresel düşünme kapasitesinin artırılması ve sivil toplum örgütlerinin yeni dünyanın koşullarına uygun olarak dış politikada aktif rol almasının sağlanması gerekir. Bu çerçevede, Türkiye’nin Doğu’yla artan ekonomik entegrasyonu, siyasal ve kültürel boyuta da taşıması ve buna bağlı olarak, Türkiye’nin eğitim politikasının yeniden ele alınması ve gelecek kuşakların aynı anda farklı topluluklarla iletişim kurabilecek bir dil ve kültür eğitimine tabi tutması gerekmektedir.
Selahattin Güven
– Haber Lotus –
HLotus
saayın güvenin muhalefeti soğuk savaş dönemine yaslanmasının hiçbir entellektüel alt yapısı yoktur tam tersi ak parti demokrasi getirdiğini dile getirerek “aslında buna yönelik basit adımlar atmaktan bile çekinceli olduğu halde”herkesi medya yoluyla vb güçlerle marjinallaştirmektedir bugün basın yayındaki dünya sıralamasında yerimize baktığımızda akp hiçde demokratik bir konsept geliştirmediğini görmekteyiz. batı yanlısı olmak ya da doğu aynlıs olmak tek başına bi şey ifade etmemektedir.önemli olan akp içersinde bulunduğu kültür medeniyet diline uygun bir söylem ve icraat yaratmasıdır.sayın güven bir hizibin parçası olarak entelektüel olunmuyor mürtecimden mütefekir olmaz
sayın Güven’in dile getirdiği konular osmanlının son döneminden başlamak üzere sancılı sürecin ayak sesleri olarak dünya ölçeğinde güç ve paylaşım savaşlarına kadar kutupsuz fakat menfaat ölçekli şekillenirken 2. cihan harbinden sonra kutuplaşma baş gösterince yine ağırlık merkezini menfaatler oluştururken edigen konumda olan ülkeler gibi Türkiye cumhuriyeti resmi politikası ve bu paralelde hükümetleri de dünyanın gidişatına ve güç dengelerine göre hareket derken Milli görüş hareketi ve onun ardılı olan fakat dünyadaki sosyal, siyasal ve ekonomik gelişmeleri iyi okuyup Mevlananın pergel misali bir ayağını yaslandığı medeniyet değerlerinde sabitleyerek diyar ayağı ile İran’ın nükleer proğramı, Filistin sorunu, ermeni meselesine eğilerek ciddi ciddiriskler alarak doğru ata oynamış olmanın vermiş olduğu rahatlıkla öz güven kazanmıştır. mevcut durum statikonun işine gelmediğinden vaveyla koparmayı meslek edinmiştir. Tabi ki ak parinin kürt sorununun çözümünde başladığı noktada durmadığından korkularına mahkum olmuş durumda yine de her şeye rağmen ak parti uzun vadede mutlak başarısından mütevellit değil muhalefetin yokluğundan alternatifsiz görünmekte
Vizyoner Diplomasi ve Kültür İhracatı
Seyirci olmaktan müdahil olma noktasına gelinen dış politikada tabiki her şey istendiği gibi olmayacaktır. Uzun zamandan beri dinlendirdiğimiz kaslarımızı kullandığımız için bazı ağrılar duyduğumuz doğru ancak kaslı ve çevik bir yapıya sahip olmak istiyorsak göbeğimizden kurtulup hareket kabiliyetimizi geliştirmeliyiz. Bu noktada önemli olan maratona başlamadan önce yeterince antrenman yaparak ısınarak spora başlamaktır. Özal’dan başlayan ve şimdilerde doruğa çıkan müdahaleci iç ve dış politika için yeterince egzersiz yapıldı şimdi yarış zamanı.