Türkiye devlet olarak kurulurken laiklik devletin siyasi görüşü olarak halkın önüne çıkarılmadan kuruldu. Devletin ilk yıllarında İslamcılar, artık saltanatın bir işe yaramayacağı konusunda görüş birliği içinde idiler. Cumhuri yönetim İslam’a da uygun bir idare biçimiydi onlar için. Geçilebilir, saltanata son verilebilirdi. Onun için saltanatın kaldırılması onları hiç rahatsız etmedi. Hilafet, seçimle tevarüs ettirilecekti; bunun için Hz. Ebubekir’in seçimini misal gösteriyorlardı. Halbuki fark edemedikleri bir şey vardı ki, saltanat, hilafeti Ankara’ya taşımak, İstanbul’u ve hilafeti işlevsizleştirmek ve modern devlete geçmek için kaldırılmıştı. Saltanatı kaldırmak eylemi, zaten olmayan saltanata saltanat süsü verilerek yapılan bir şeydi.
Türk milleti, siyasi merkezi Ankara’ya taşıyan kadroyu destekledi, çünkü bu kadro İstanbul’un icazetiyle ve halka kanaat önderliği yapan İslamcı hocaların desteğiyle güç bulmuşlardı. Batıcıydılar ama hilafetin hamisiydiler aynı zamanda.
Müslüman halk, bu kadronun itikadından hiç şüphe etmedi ve bu şüphesizlik, Batılılar görsün diye hazırlanmış devlet vitrinine Müslüman olarak çıkmamak için İslam’ın sembollerine yönelik reformcu saldırılara dur deme fırsatı vermedi çünkü bu yönde her yapılan şey, fark edildiği anda geri dönüşü imkansız, yapılmış bitmiş bir halde tahkim edilmişti. Eller kollar bağlı bir manzara ortaya çıkmıştı. Halk bu tür şeylerin yapılabileceğini hiç aklının ucundan geçirmediği için bu reformlar yapıldığı anda halkta ancak şaşkınlık hakim olmuştu. Adeta “Brütüs” vaziyeti yaşadı halk.
Neden sembollere vurdular. Çünkü, Türkler, Melamilik ile Hanefiliği mezcetmiş bir hayat tarzını hep tarih sahnesinde canlı tuttular. Bu, hemen görülüverince Müslümanlığı ya da Müslümanlık derinliği anlaşılamayan fakat yaşadığı toprağın İslam toprağı olduğu çok açık birtakım sembollerden anlaşılan bir toplumu ifade etmektedir. Böyle bir toplum, iman ve itikadını işlediği amellerle korumaktan ziyade kafirlere karşı kale olarak tahkim ettiği şiarları/sembolleri vesilesiyle korumayı seçmiş bir toplumdur. Amelsiz bir toplumdan bahsetmiyoruz fakat itikat meselesini ameli kılmış bir toplumdan bahsediyoruz. Onun için gavurlar, sembollere vururlarsa bir sonuç alabileceklerini varsaydılar. Bu millet, bu varsayımları boşa çıkarmayı bildi yeri geldiğinde. İslam harflerine darbe vuruldu; millet, Kur’an kursları ve Elif-Ba cüzleri ile bu harflere olan hassasiyetini korudu. Ezana dokunuldu; millet, 1950 de CHP’nin tek parti yönetimine son vererek, ezanın bir itikat meselesi olduğuna vurgu yapmış oldu. Ramazan bayramının şeker bayramına dönüştürülmesi numarasını yutmadı. Günde beş vakit namazını kılmayanların bile teravih namazını hiç ihmal etmemeleri bunun bir göstergesidir. Kur’an’ı anlamak kılıfı altında yapılan “Türkçe Kur’an” çalışmaları karşısında, Kur’an’a abdestsiz dokunmadı, O’nu aslından okudu ve hep belinden üstte tuttu.
Kurban bayramında kurbanını kapısının önünde kesti, mübarek hayvanın kanını Allah için akıtmaktan çekinmedi ve o kandan hiç iğrenmedi. Hayvan katliamı yapılıyor diye yaygara koparan gavur kafalılara hiç aldırmadı, kurbanını kesmeye devam etti.
Şimdi ne oluyor? Et fiyatları neden yükseliyor? Herkes bir şey söylüyor. Bu fiyat yükselişini el altından kurban düşmanları mı ayarlıyor ? Cepheden saldırarak kurban şiarına darbe indiremeyenler, Müslümanları kullanarak İbrahimi (a.s) kurban geleneğini mi ortadan kaldırmak istiyorlar? Kurban fiyatlarının yüksekliğini bahane ederek birtakım yardım derneklerinin daha düşük fiyata kurban bağışı kabul etmeleri, Kurban bayramını kurbansız bir bayrama dönüştürmeye hizmet etmiyor mu? Vicdan rahatlatma ve kolaycılık psikolojisi, kim tarafından körükleniyor? Yardım derneklerine karşı olduğum zannedilmesin; bir tehlikeden bahsediyorum. Mesele, Türkiye’deki Kurban fiyatlarıyla toplanan kurban bağış fiyatları arasındaki fark mı? Türkiye işte şimdi laikleştiriliyor; peki, daha önce laik değil miydi? Laikti ama millet devlete her zaman şunu söyledi: İstediğin kadar laik olabilirsin, böylece Batıyla problemini hallet, fakat benim dinime karışma, sembollerime bulaşma! Laik devlet, hiç durmadı milletin dinine karıştı. Millet ilk fırsatta hep geri püskürttü. Millet, laikliği uzun zaman devletin inhisarında tutmayı başardı. Sonunda başolmadı; millet “dinime karışan bari müselman olsa” mantığıyla muhafazakarım diyen siyasetçileri iktidara taşıdı. Milletin bu siyasetçilerden talebi de yıllardır kendi yaptığı şeyi onların yapmasıydı. Yani, laikliği devletin inhisarına iyice sıkıştırmaktı ve milletten uzak tutmaktı. Öyle oldu mu? Şu kurban fiyatları meselesi, öyle olmadığı hususunda şüpheler içeriyor. Devletin inhisarında tutulması gereken laiklik, millet katına mı indirgenmeye çalışılıyor, hem de muhafazakarların eliyle? Yani Türkiye topyekun laikleştiriliyor mu?
Sait Mermer
– Haber Lotus –
HLotus