Şöhretler serisi yazı dizisine, gizli kahramanımızdan sonra bir müddei ile devâm ediyorum.
Liseyi Bitirdiğim Yıllar İslâm hazînesinin saklı kapısını araladığım yıllardı… İlk okuduğum kitaplardan en aklımda kalanı; Meydan Larousse ansiklopedisinin yarı kalınlığındaki “Yahudilik ve Masonluk” (birinci baskı) kitabıydı… O yıllardaki algı seviyeme ve îmân heyecânıma göre kitap şahaneydi… Kitapta, yahûdîlik, masonluk, kıyâmet alâmetleri, Mehdî konusu, evrim konuları işlenmişti… Resimler, belgeler, çerçeveli işlemeli tasarım, birinci hamur kağıt sırrlı içerikle birleşince beni çok cezbetmiş kitabı 1-2 haftada birkaç kere hatmetmiş, Aile efrâdına tebliğ ve irşâd faliyetlerine başlamıştım. Kitaptan naklettiğim bilgiler karşısında benim duyduğum merakın ve heyecânın yüzde birini duymayan babamın umursamaz rûh hâlinin beden diline yansıması halâ gözlerimin önündedir… İrfân yolculuğumun başlangıcında, bu kitabın bir basamak olarak katkısını inkâr edemem.
Naylon Mehdî’yi incelerken, havalarda uçuşan mikro iğrençliklerden uzak durarak kuşbakışı bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Meselenin bam telinden başlamak gerekirse, ilk cevâbı aranacak ilk soru, ” Naylon Mehdî’nin tezgâhını çeviren değirmen suyunun” kaynağının ne olduğu sorusudur.
Bu sorunun cevâbını Tuncay Güney verdi…
Tuncay Güney,, Türkiye’nin rûhundaki değişimin en belirgin kırılma noktasında fonksiyonunu icrâ etti ve Veli Küçükle ters ilişkisi Türkiye’nin kaderinde düzlüğün başlangıcı oldu.
Konudan sapmış değilim, değirmenin çarklarını çeviren kirli suyun kaynağına gidiyoruz.
14 Ocak 2009 Trt 2 büyüteç programının, “online Kanada’dan katılan” baş konuğu Tuncay Güney,, programda öyle pislikleri açığa çıkartıyor öyle gizlilikleri deşifre ediyordu ki, bu durumdan muzdarip olan oligarklar program sonrasında yaygarayı basıyor, hırslarından Trt yi dava ediyorlardı… Programda Tuncay Güney’in açıklamalarına şâhit olan gazeteci ve siyâsetçiler şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşıyorlardı. Öyle dehşetli açıklamalar yapıyordu ki bu açıklamalar 30 sene önce yapılsaydı bu adamı kimse ciddiye almaz delinin teki der geçerlerdi… Yaşanan ve hissedilen hâdiselerin hâfızalarda bıraktığı derin iz ve idrak ile paralize olan program konukları, dikkatle ve hayretle Tuncay Güney’in ifşâatlarını dinliyorlardı… 6 bin yıllık backgraundun önündeki 300 yıllık bir çeteyi çözen bu adamın (Bu çete 300 yıldır iş üstünde olmasına rağmen,, aynı çeteden farzımuhal 30 sene önce bahsetseydi, narkoz altında oldukları halde kendilerini uyanık ve aydın zannedenler rahatlıkla bu adama deli der geçerlerdi…) çok kısa açıklamaları ve ifşaatları, yaşanan olaylarla bütünleşiyor. Monopolün eksik kısımları tamamlanıyor, resimler ayna gibi gözler önüne geliyordu. Tuncay Güney’in deşifre ettiği her mes’ele, programı adetâ bir slayt gösterisine dönüştürmüştü… Yahûdî sistemin düzenbâzlıklarının resimleri, şakır şakır gösterimdeydi…
Bu çarpıcı gösterinin farkında olan katılımcılar her slayt hakkında konuşmak istiyorlardı her slayt bir programlık bir mevzuydu… Türkiye’de siyaset konuşan bütün makale yazarlarına 1 yıllık malzeme olacak bilgileri peşi sıra sıralayan bu acayip şahsın, sözlerini kesmenin anlamsızlığını kavramış olan katılımcılar, yorum yapmaktan daha ziyâde soru sormanın daha isabetli olacağını kısa sürede anlamışlardı…
Güney,, peşi sıra gelen ifşaatların arasında, bir-iki cümle içinde, ismini zikretmeden, Naylon Mehdî’nin İsrâil tarafından finanse edildiğini açıkladı… Böylece tuzun suda erimesi gibi naylon mehdî meseleside çözülmüş, fotoğraf netleşmiş oldu… Güney, bu programda naylon mehdînin ismini zikretmeden, İsrail’in finansörlüğünü deşifre etmişiti… Adil Serdar Saçan’ın, İşkence sonrası Tuncay Güney’le yaptığı sohbetin videosu net’e düşünce, tahmîn ettiğimiz gibi İsrâil tarafından finanse edilen cemâat liderinin kimliğinin açıkça zikredildiğini işittik.
Şimdi sorulması gereken soru şu: İsrâil naylon mehdîyi neden destekler? Daha doğru sorarsak, İsrâil, naylon mehdî’yi niye külliyetli bir yatırım yaparak destekler?
Yahûdîliği tanıyanların nezdinde, İslâm inancını ve müslümânların istikâmetini özünden saptırmak amacıyla ilâhiyatçıların satın alınması,, yahûdîlerin bilinen klasik yöntemlerindendir. Bu klasik yöntemi gerekçe göstererek soruya cevap vermek, naylon mehdî meselesini îzâh etmekte kifâyet edemiyor. Çünkü bu tarz satın almalar nisbeten küçük meblağlar ile ve hayat boyu şahsa özel verilen güvence ve destekle îzah edilebilir. Fakat bu vakıada çok organize bir çalışma ve meblâğı yüksek külliyetli bir yatırım var. Bu durumun daha derinlerde bir îzâhı olmalı… Şöyle;
İngiltere ve Amerika,, uzun yıllardan sonra keskin bir U çekerek, kökten strateji değişikliği ile demokrat müslümânları destekleme kararı almışlardı. Bu karar partiler üstü bir devlet kararı idi… İslâm dînini baskılamanın boğmaya çalışmanın köklü bir netîce vermeyeceğini acı deneyimler netîcesinde algıladılar. Bu İslâm meselenin yanı başlarında patladığını gördüler. Avrupa ve Amerika’da yaşayan Asyâ ve Afrika kökenli fakat amerika ve avrupa pasaportlu kendi vatandaşlarının potansiyel bombalar olduğunu farkettiler. Meselenin er ya da geç kucaklarında patlayacağını anladılar. Zâlimler ve sömürgeci hırsızlar mecbûren U çekerek bütün müslümânları boğma ve yok etme stratejilerinden vazgeçerek, radikal müslümânlardan kurtulmak ve müslümânları kendi içlerinden yönetmek için ılımlı ve demokrat islâma destek verme kararı aldılar. İşte Bu karâr ile temeli atılan yeni dünyâ düzeninde, Türkiye’nin, kaçınılmaz olarak ılımlı ve demokrat müslümânlığın ve tüm müslümânların lideri bir ülke olması vâcib oldu… Yaptıkları hesâba ve yeni stratejilerine göre, Ilımlı ve demokrat Türkiye üzerinden Müslümânları kontrol etmeyi hedeflemektedirler. Yeni Dünyâ düzeninde Türkiye’nin gelecekteki konumunu bilen İsrâil, yatırım ve inşaat sâhalarından birisi olarak da naylon mehdî’yi seçmiş. (Bence yanlış bir seçim. yatırımlarının karşılığını alamazlarsa vay naylonun hâline, alırlarsa yine vay naylonun hâline…). Mesele işte bundan ibârettir uzatmayalım.
Resmin bütününü gördük. Şimdi monopolü parçalayalım. Cevat Babuna’nın Oğlu O. Babuna, kanser olmasını gerekçe göstererek ilik kampanyası başlatmıştı. Bu kampanya, 160 bin gönüllüden ilik örneği almayı başarmış ve ilik örnekleri Amerika’ya gönderilmişti. Ve ilik örneklerinin 120 bin adedi kaybolmuştu, O. Babuna da bir ânda iyileşivermişti… Yahûdîler, inançlarının bir gereği olarak, kendi ırklarının dışındaki bütün toplumları birer hayvân ve köle mesâbesinde görürler. Şeytânın soyundan geldiklerine inanır ve bu özellikleri ile övünürler, üstün ırk inançlarının temeli de işte bu şeytân soylu olma meselesine dayanır. Onlar şeytânı üstün bir varlık olarak telakkî ederler. Bu ön bilgiyi şunun için veriyorum. Bunlar, kendi ırklarının hâricindeki bütün insânların düşmânıdır. Her kötülüğü rahatlıkla yaparlar. Hattâ en büyük kötülükleri bir ibâdet olarak yaparlar. Çok kısaca belirttiğim bu inançlarını, tabii olarak gizlerler… Gıda sektörünün egemen gücü olan bu dindârlar (yahûdîler), gıda katkı maddesi Emülgatörler vâsıtasıyla halkların ahlâkı ve bedenleri üzerinde menfî tasarrufatta bulunmaktadırlar. Emülgatörlere ilâveten genetiği ile oynanmış gıdalar ve ebter (kısırlaştırılmış) tohumlar hep aynı inancın eserleridir… Kimyasal ve özellikle biyolojik silahlar alanındaki çalışmalarına da son sürat devam etmektedirler. Böcekleri ve çeşitli hayvânları silâh olarak kullanma istekleri bu çalışmalara dâhildir (kene belasını hatırlayınız.). En büyük hedefleri, toplumların genlerini kategorize edebilip buna uygun biyolojik silahlar üretebilmektir. Babuna vakıasınnda kaybolan 120 bin ilik örneğindeki biyolojik şifrelerimizi, bu minvalde değerlendirmek doğru bir değerlendirme olur.
Monopolde, naylon mehdî, Babuna, İlik, gen mühendisliği, biyolojik silahlar meselelerine yakın duran bir de şu parçaya bakın… O. Babuna’nın kendi ifâdesine göre Babuna ailesi Sabetâistmiş (Sabetây Sevi’ye dayanan Türk kılıklı Yahûdî tarikâti). Tesâdüfe bakın ki, naylon mehdînin,, hâli vakti yerinde gençlerden müteşekkil çevresi Sabetaist doluymuş… Bu gençlerin, ailelerinden daha ileri görüşlü olduklarını belirtmek lâzım. Yeni Dünyâ düzeninde, Türkiye’nin eksen kaymasında, Türkiye’nin rûhunun (rejimin) tekâmülünde, ılımlı islâma entegre olmayı başarmış mevzî kapma yoluna girmiş gençler bunlar… Ailelerin de alışkanlıklarından fedakarlık edip rehâvetten kurtulup entegre olmaları kaçınılmaz gözüküyor…
Naylon mehdînin,, videolarında Cübbeli Ahmet’i ergenekoncu olarak suçlaması ve ergenekona tavır alabilmesi, kendi konumu açısından tutarlı ve çok ince bir çizgiden yapılmış bir değerlendirmedir. (Önemli not: naylon mehdî’ın sırtını dayadığı yer ile Ergenekoncuların soydaş olduğunu, yeni dünya düzeninden önce sıkı kankalar olduklarını, Süper güçlerin keskin U dönüşünden sonra kankalığın zedelendiğini bildikten sonra iki kanka (ergenekon-isrâil) arasındaki çizginin çok ince olduğu muhakkaktır) Bu değerlendirmenin Cübbeli Ahmet cihetinde,, Cübbeli Ahmet’in radikal müslümânlara karşı tavizsiz tavrı ve İslâmın fiilî cihâd boyutunun farzîyetini görmezden gelen, es geçen sohbetleri,, başörtüsüne bile tahammülü olmayan kurucu rejim ile cübbeli sarıklı, şeklen mükemmel müslümânlığı sentez çabaları,, naylon mehdînın ergenekoncu tanımına biraz tutarlık kazandırıyor. Cübbeli Ahmet ile ergenekon arasında maddî bir bağ olduğunu iddia etmek zannediyorum iftirâ olur. Lâkin yahûdî rejimin silahlı kanadı olan ergenekon ile ya’nî egemen sistem ile Cübbeli Ahmet’in hiç bir problemi olmadığını ve aralarında manevi bir yakınlaşma olduğunu görebiliyorum. Bu sistem içinde,, farklı hanımlardan 10’a yakın çocuk yapabilmiş, tasavvuf ehli olmak ile çelişen bir yaşam standardını yakalamış birisi Zannediyorum, müslümânların daha ziyâde Âhiret saadetini esâs alan islâm şeriati rejiminde yaşamaktansa mevcûd sistem içinde yaşamayı tercîh eder… Cübbeli Ahmet’e yönelik bu ergenekoncu tanımının naylon mehdî cihetinden İzâhı ise,, yeni Dünyâ düzeninde kendisine verilen rol ile uyumluluk içinde… Türklerin liderliğinde müslümân birliği söylemleri, elbette eski rejimin silahlı kanadı olan ergenekonun tasfiye edileceğini bilen, geleceği gören bir söylemdir. Ilımlı ve Demokrat İslâm egemenliğinin kaçınılmaz olduğu yeni Türkiye sisteminde, Radikal müslümânlara yer olmadığı gibi başörtüsüne bile tahammül edemeyen, eski egemenlere (ergenekonculara) de yer yoktur.
Yakın Gelecekte, Türkiye’de,, “Ilımlı, liberâl müslümân” maskesi altında yahûdîler, hıristiyânlar ve müslümânlar mevzi kapma savaşı vereceklerdir. Eski egemenlerden (ergenekonculardan) entegre olmaya râzı olanlar da mevzîlerini koruma savaşı verecektir (eski egemenler, demokrat islâmın egemenliğine entegre olmanın gerekliliğini baştan görselerdi, 300 yıllık bir çete olan ergenekon deşifre olmazdı. Belki gördüler fakat küfürdeki gururlarına yediremediler, Efendilikten vaz geçmek istemediler… (Bir de, alışmış kudurmuştan beterdir derler)). Kahramanımıza dönersek,, gerçek Anadolu çocuklarının ergenekon karşıtlığı ile sahte mehdînin ergenekon karşıtlığı birbirine karıştırılmasın. Yine yeni Osmanlıcılık ile sahte mehdînin türk-müslümân birliği söylemleri birbirine karıştırılmasın. sahte mehdinin Ergenekon karşıtlığı, Yeni dünyâ düzeninde sırtını dayadığı gücün emelleri ve hedefleri ile uyumluluk içindedir. Velâkin müslümân Anadolu çocuklarının ergenekon karşıtlığı ise demokratik yollardan müslümânların kuvvetlenmesini sağlamak hedefindedir. Yeni Dünyâ düzeni ile strateji değiştirenler, Müslümânların hayrına bu karârı almamışlardı, İslâm bombasının kucaklarında patlamasını önlemek için mecbûren demokrat islâm ile iyi geçinme kararı aldılar. Bütün müslümânları kendi güdümlerinde kontrol etmek ve radikal müslümânları demokrat müslümânlara boğdurmak için bu strateji değişikliği kararını aldılar… Fakat Bu kararları, kuvvetle muhtemeldir ki, kendi tasarladıkları istikâmette yürümeyecek, anadolu çocuklarının istediği istikâmette yol alacak, Müslümânların dünyevî kurtuluşuna vesîle olacaktır inşAllah.
Naylon mehdîyi yahûdîlerin finanse etmeye başlaması başlangıçtan itibaren olabileceği gibi yahûdîlik masonluk kitabını yazmasından sonra da olabilir. Bu desteğin başlangıçtan itibaren olduğunu düşündüğümüzde, “yahûdîlik masonluk aleyhtârlığı” problemini şöyle bir îzâh ile izâle edebiliriz. Ya’nî soru şu: Yahûdîlik masonluk aleyhtarı birisini yahûdîler niçin destekler? (Not: Masonluk, Yahûdîliğin yan teşkilâtıdır. Yalnız ırklarına mahsûs bir dînin sâhibi olan yahûdîler, nüfuslarının dünyâ hakimiyeti için yeterli olmadığını gördüklerinde, bir çıkış yolu olarak, masonluk kurumunu kurdular. Başka milletlerden, ideallerine hizmet ettirmek için bireyler istihdâm ettiler). Bütün dünyâda Yahûdî karşıtlığı yapanların önemli bir kısmı ya yahûdîdir ya da yahûdîlerin adamıdır. Ve bunlar kontrollü Yahûdî düşmanlığı yaparlar. Aleyhte gözüken bu faliyetleri ile, Yahûdîleri olduğundan daha güçlü göstererek etkilerini artırmalarına yardımcı olurlar. (Not: Amerika’nın prestijini artırmak için hiç bir fedâkarlıktan kaçınılmaması gibi… Eğer Amerika balonu bir sönmeye başlarsa, Dünyâ piyasasında gezen doların lahana yaprağı kadar değeri kalmaz. Amerika, maddî ve manevî varlıklarını 2 defa satışa çıkarsa şû ânda dinyâ piyasasındaki dolarların karşılığını ödeyemez. Aya ayak basma hikâyesini de bu minvâlde değerlendirmek doğru olur.). Evet, yahûdî’nin kontrolünde yapılan kontrollü yahûdî ve masonluk aleyhtârlığı, yahûdîyi olduğundan daha güçlü gösterme hedefindedir. Bu hedefe ilâve olarak dezenformasyon yaparlar. Yahûdîliğin mâhiyetine dâir gerçeklerin deşifre edilmesinde saptırıcı, gerçekleri perdeleyici bir fonksiyon ifâ ederler. Yahûdîyi gerçekten deşifre eden, inançlarının mâhiyetini açıklayıcı bir “yahûdî aleyhtarlığı” yapmazlar. Meseleleri karıştırıır bulamaç yaparlar… Ya’nî naylon mehdî’nin Yahûdîler ve onun yan teşkilâtı masonluk hakkında yayınlar yapması,, Yahûdînin güdümünde ve hizmetinde olmadığına bir delîl olmaz…
Sahte mehdinin hareketinin temelinde ve başlangıcında yahûdî güdümünden ziyâde mehdîlik iddiası gibi klinik bir problem var ise Ya’nî sahte mehdi ile Yahûdî ideâlleri arasında, Yahûdîlik masonluk kitabını yazdıktan sonra yakın bir ilişki başladı ise, Ya’nî sahte mehdî, Mehdîlik iddiası gibi klinik bir vâkıanın doğal bir süreci olarak peyda olmuş ise ve yuvasını bulmuş ise bu durumda,, tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş diyebiliriz.
Naylon mehdî hakkında basit bir meseleyi Google’da arattırdığınızda istediğiniz bilgilere ulaşmanız çok güç. Naylon mehdînin lehinde hazırlanmış sayısız içerik, aradığınız bilgiyi bulmanıza engel olmaktadır. Hakkındaki temel bilgilere en kolay Wikipediadan ulaşabilirsiniz. Burada sahte mehdi’nin mahkûmiyet kararı aldığını göreceksiniz. Kızıl imamcılar maddesine de dikkat çekiyorum çok ilginç.
Naylon mehdî değirmenini çeviren kirli suyun menşeini tesbît ettikten sonra, naylon mehdînin fikirlerinin analizine geçebiliriz diyemiyorum çünkü Bu zât’ın Rasputin cihetini sansürledikten sonra, geriye konuşulabilecek kaydadeğer bir mesele kalmıyor. Naylon mehdînin, ciddiye alınacak, tartışılabilecek bir fikri düzeyi olmadığı aşikârdır… Peki niye ciddiye aldın yazı yazıyorsun diye sorulursa. Elbette sosyolojik bir vakıa olarak naylon mehdîyı ciddiye alıyoruz. Mehdîlik ve Evrim çerçevesindeki bilimum fikirleri noktasında ciddiye alınacak bir veri yok diyoruz. Keşke olsa… Şöhretler yazı dizisine başlamaya karar verdikten sonra, makale çalışması için videoları takip etmek zorunda kaldığımda meselâ Ahmet Hulûsî’nin videolarından çok naylon mehdînn videolarını izlemek daha kolayıma geliyor. Ahmet Hulûsî’deki bâtıl cihetleri tesbit etmek daha çok düşünmeye ve efor kaybına sebeb oluyor, halbuki kahramanımızın videoları, çok eğlendirici ve çok komik. Tiyatro izler gibi hiç sıkılmıyorum. Akvaryumlu dekor da güzel…
Naylon mehdînin, Lastik Kıvamlı İslâm algısındaki esneklik ve sayısız tutarsızlıklardan bahsetmek zannediyorum vakit ısrâfı olur… Tutarsızlık ve lastiklik noktasında tek bir misâl ile iktifâ edelim. naylon mehdî, hem Mustafa Kemâli hem de Said Nûrsî’yi,, göklere çıkartma derecesindeki övgü ile cem’ etmektedir. Halbuki bu ikili arasında büyük bir farklılık ve münâferet vardır.
Eğer naylon mehdînin teker teker fikirlerini ciddiye alıp cevap verecek olsak rahatlıkla bir kitap hacmine ulaşırız. Onun şirâzeyi dağıtmış, ölçüyü kaybetmiş bir fikir düzeyi var. Fakat Cübbeli Ahmet’i incelerken görebildiğim her yanlışı değerlendireceğimden şüpheniz olmasın. Tabi ki olumlu yönlerini de zikredeceğim.
Fikrî planda acz içinde gördüğüm naylon mehdînin Mehdîlik ve evrim ile ilgili görüşlerine teker teker cevap vermeyi düşünmüyorum. Lâkin Naylon mehdî ile özdeşleşen ve naylon mehdî deyince akla gelen Mehdîlik ve evrim meselelerine değinmemek de olmaz…
İnanılması güç Mehdîlik iddiasının varlığı hakkında mütereddit olanların tereddütlerini izâle noktasında kısa bilgilere vermek faydalı olacaktır.
Takma isim ile sayısız çalıntı tercüme kitapları olan sahte mehdînin, sâhibi olduğu Hz.Mehdî.com sitesinde şu komik bilgiler veriliyor:
-Hz. Mehdî (a.s.)’ın tebliği, birçok şehirdeki insânlar tarafından eş zamanlı olarak dinlenebilecekmiş.
-Hz. Mehdî insânlara kendi evinden tebliğ yapacakmış.
-Tüm dünyâ hz. Mehdî’yi tv ve internetten izleyecekmiş.
-1956 yılının âhir zamân açısından çok önemliymiş (Çok Önemli olan bu yıl, naylon mehdî’ın doğum yılı)…
-“Korkma dedik, üstün gelecek olan kesinlilke sensin.” (Taha, 68) “kesinlikle sensin” ibâresinin ebced değeri 1956 imiş ve bu târih çok önemliymiş.
-Hz. Mehdî 1979’daki gemi infilakında (Independenta) İstanbul’a gelecekmiş.
-Hz. Mehdî insânlara yaradılış gerçeğini fosillerle isbât edecekmiş.
-Bekarlıkta mehdînin bir alâmetiymiş.
-Hadislerde belirtilen “Gökten bir elin uzanıp şu hazreti mehdîdir ona uyun demesi, tv ve internette görünecek olan mehdinin eli olacakmış.
Kliniklik boyutundan korktuğum için derinlemesine anlatmayı düşünmediğim Mehdîlik meselesi hakkında, nasîhat boyutunda bu kliniğe hemen girip bi ziyâret edip çıkacağım. Mehdîlik iddiası hastalığına eğer kâr ederse, her hastânede bulunmayan bi kaç serum hediye etmeliyim diye düşünüyorum. Mes’elenin klinik boyutundan korkuyoruz çünkü, bu mes’ele hakkında bildiklerimi derinlemesine anlatsam, işâret ettiğimiz hakikatlere değil, parmağımızın ucuna bakılmasından korkarım.
Malum şahsın, fizikî görüntüsünü bile Mehdî âleyhisselâm ile özdeşleştirmesi gerçekten komik. Gerçek Mehdînin görüntüsünü, hattâ bütünüyle cismini naylon mehdîye giydirsek, içte naylon mehdînin rûhu durdukça, bu durumun, askıda asılı güzel bir elbiseden farkı olmaz. Rûhu ve cismi ile birlikte naylon mehdîyı ele aldığımızda, ve Mehdî âleyhisselâma benzerlik noktasında değerlendirdiğimizde, naylon mehdînin Mehdî âleyhisselâm’a sırf insân olmak cihetiyle benzediğini,, Mehdî âleyhisselâma benzerlikten çok daha fazla Rasputin ile özdeşleştiğini görebiliyoruz.
Muvazeneyi ve ölçüyü kaybetmiş bu kişinin kendisini Mehdi zannetme meselesini organik olarak analiz edersek, meselenin iki vechesi olduğunu görürüz. Birinci veche herkesin bildiği kliniklik boyutudur. Bu arızanın kökenlerine inmek doktorların işi… İkincisi ise, bu tür iddiaların doğallığıdır. Hatta tanrılık iddiası dahî doğaldır. Bu doğallık,, Kâinâtın kardeşi ve kopyası olan insânda her şeyin, dikkat edin her şeyin, meknûz olmasından kaynaklanır. Kâinâtın kardeşi ve nüshâsı olan “El insân”da,, ve her insânda Elbette Mehdî âleyhisselâm ve hazret-i Îsâ mevcûd ve Hakk Teâlâ dahî meknûzdur… Kişide hidâyetin, kudsî rûhun ve dahî Hakk’ın nûrunun açığa çıkması, hazret-i Muhammed’in yoluna teslimiyete ve teslîmiyetin şartlarına uyulmasına ya’nî doğru yolda çalışıp çabalamaya ve haramlardan kaçmaya bağlanmıştır. iddiâ edilen bu büyüklüklere (Mehdî, Îsâ, Hakk) ulaşmanın ve gerçekten büyük bir insân olmanın yolu, Muhammedî şerîate tâbi olmaya bağlanmıştır. Sünnetullah’ın irâdesi bu yöndedir. Bu şartlar yerine getirildiğinde, ya’nî Allah yoluna teslîmiyyet çerçevesinde fakat iddiasız olarak,, Mehdîyetin, Rûhâniyetin ve Hakk’ın nûrunun hükümleri kulda açığa çıkar. Dikkat edin Allah’ın kendi kemâlâtlarını vasıtalıkları ile açığa çıkarttığı bu mübârekler için iddiâ mümtenîdir (imkânsızdır). Çünkü bu yolda ilerlemenin vâsıtası yokluktur. Yokluk hâli ise iddiâ hâliyle çelişir. Allah yoluna Teslîmiyetin şartlarına uyulmadan, çalışıp çabalamadan, sabretmeden, enâniyetini zelîl etmeden Mehdîlik, İsâ’lık, peygamberlik ve tanrılık iddiasında bulunmak,, yok olmadan vâr olmak daha birinci level deyken en son levele zıplamaya çalışmak meselenin karışık olan klinik vechesinin özünü oluşturur.
Cübbeli Ahmet, bir mescîd sohbetinde, Mehdî’nin hadîslerde haber verilen özelliklerinden biri hâriç hiçbirinin naylon mehdîye uymadığını,, nasıl başardıysa parayı bulmuş olduğunu, tatlı bir dille ve gıpta ederek anlatıyordu… Sahte mehdînin parayı nasıl bulduğunu Güney’in ifşâatıyla anlamış olduk… Mehdî âleyhisselâm’ın maddî zenginliği ise kıyâs kabul etmeyecek bir seviyede olacak… Sahte mehdîyi günümüzdeki Arap emirleriyle kıyâsladığımızda bile, maddî zenginlik yönüyle Arap şeyhlerinin, Mehdî’nin zenginliğine daha yakın oldukları görülür. Mehdî’nin ulaşılması zor zengînliğinin, “tahmîn edilmesi çok zor” kaynakları olabilir… Kâbe’nin temellerinde büyük bir hazînenin saklı olduğunu duyan hz. Ömer bu hazîneyi müslümânların hizmetine sunmak için çıkarmaya karâr vermişti. Kâbe’nin temellerinin altındaki O hazîneyi Mehdî âleyhisselâm’ın çıkaracağını bildiren peygamber sözü kendisine nakledilince bu fikrinden vazgeçmişti… Mehdî âleyhisselâm’ın zenginliğinin kaynağı simyâ da olabilir. Bakır ve kurşun gibi nisbeten değersiz iki madeni,, bileşimi büyük bir sırr olan iksîr ile altına dönüştürme bilgisinin sâhibi olabilir… Asıl olarak Mehdî’yi Mehdî yapan,, Kâbe’nin temellerinin altındaki hazîne’nin hakikî boyutta ne anlama geldiğine ve bakırı altına dönüştürmenin hakikî boyutunun anlamının ne olduğu konusuna girmiyorum… Mehdî Âleyhisselâm’ın zenginliğinin kaynağı her ne olursa olsun, naylon mehdînin zenginlik âlâmeti noktasında hz. Mehdî’ye benzerlik iddiası son derece komiktir.
Yukarıda, Her insânın varlığında Mehdî’nin, (ıslâh hidâyeti), Îsâ’nın (mukaddes rûhun) hattâ Hakk’ın (Mutlak varlık nûrunun) meknûz olduğundan bahsettik. Kendisini Hakk’ın yoluna teslîm ve fedâ edip, meknûz ve mahfî olan bu hakikatleri varlığında açığa çıkaranlarda da’va gütmek ve iddiâ hâlinin imkânsız olduğunu belirtmiştik. Kıyâmet ve ölüm ve şahsî benlikleri i’tibâriyle yokluk ehli olan bu veliyyler ve yokluğun kahrâmânı nebîler,, her türlü iddiâ, da’va, otorite ve üstünlük duygularından külliyen öldürülmüş olanlardır… Peygâmberlerin veyâ kibâr-ı evliyânın veyâ mehdi âleyhisselâmın mahiyetinden ve tahakkuk ettikleri kıyâmet ahvâlinden çok azını idrak edebilenler ve bizim gibi hayâl edebilenler,, yangından veya delilikten kaçar gibi Mehdi olma ihtimâl ve arzûsundan kaçarlar, Dikkat edin o büyüklerin hakikat ve ahvâlleri; bütün yanmışları, delileri, zelillikleri câmi ve kuşatıcı bir hakikat ve ahvâldir (Böyle bir ahvâl ile tahakkuk etmeyen meselâ bir nebî, kendi ümmetindeki bütün insânları kuşatamaz, nebînin ahvâli ümmetindeki îmânlı veyâ îmânsız her ferdin ahvâlini muhîttir)… Halk,, Meselenin iç yüzünden habersiz olarak bu büyüklerin sâdece dış yüzündeki üstünlük, otorite ve izzeti görmektedir… İddiâ edilen büyüklerin girdiği böyle bir vahdet meydanına,, ancak ölmeyi veya yanmayı veya delirmeyi göze alabilenlerden Hakk’ın irâde ettikleri girebilir… Elbette Mehdî, mehdilik iddia etmez, daha da önemlisi Mehdî olmayı arzû etmez… Allah (c.c.) emaneti göklere yere ve dağlara arzetti onlar çekindiler,, ancak zâlim ve câhil olan bir insân Mehdî olmayı arzû eder… Mehdîlik arzûsunun daha da ötesinde mehdîlik iddia edenin olumsuz sıfatlarını varın siz düşünün. Serumun musluğunu biraz kısalım…
Mehdilik iddia eden bu adam bir video sohbetinde peygamberi rüyasında görmediğini itiraf ediyor. Şaşırdığımı itirâf edeyim, çünkü yalan söylemiyor. Fakat rü’yâsında Said Nûrsî’yi gördüğünü konuşmasında hemen ilâve ediyor. Ankara’da Kayaş dolmuşlarının kalktığı yerde Said Nûsi’yi gördüğünü söylüyor. Rü’yâlar herkese anlatılmaz, Çünkü rü’yâlar kişi hakkındaki sırrları muhtevîdir, problemlerini açık eder ele verir. Rü’yâyı anlatan rü’yâdaki sembol ve şifrelerin anlamını göremese de rü’yâyı dinleyen ârif şifreleri çözebilir ve kişi hakkında özel bilgileri öğrenebilir. Tek cümleyle yazıyorum dikkat edin,, Ben bu rü’yâyı mehdilik iddiasındaki, gören ve görülen kişi arasındaki ortak paydaya yoruyorum. Kayaş dolmuşlarının kalktığı yerin sağ tarafı yanı başı komple hastâne doludur. 4 Büyük hastâne vardır. Dolmuşlar da Kâbe’ye gitmiyor Kayaş’a gidiyor. Ve Hastâneden (tedâvîden) uzaklaşıyor. Hem de o cihet Kâbe’nin tâmm zıddı istikamette… Dolmuşların kalktığı yer bit pazarı… Bit pazarından uzaklaşmak da sözkonusu…
Biraz da,, naylon mehdî ile özdeşleşen ikinci mevzûya değinelim… Evrim mes’elesi….
Sayın mehdî, 55 yaşına geldin mehdîlik adına ne gibi icrâatlar yaptın sorusuna,, Dünyâ da materyalizmi çökerttim Evrim teorisini mat ettim diye cevap veriyor. Hadi buyrun yerseniz afiyet olsun…
Naylon mehdî, evrimi inkâr ile alâkalı hazırlattığı kitablarında yüzlerce kez, ihtimâl hesapları ile evrimin imkânsızlığını iddiâ ediyor. Tirilyon, trilyon, trilyonda bir ihtimâl, Dünya’adaki toz zerreciklerinin sayısının toplamda birinden az ihtimâl, on üssü bilmem kaçta bir ihtimâl… Hemen bu ihtimâl hesâbını çökerterek mevzûya giriş yapayım. Sonsuz Kâinâtta, sonsuz çeşitlilik, sonsuz mekânın sunduğu sonsuz ortam ve labratuvar vardır. Ya’nî Kâinâtta deney ortamı sıkıntısı yoktur… Kâinât’ın sonsuz olduğunu nerden biliyorsun sorusuna kısaca cevâp verelim. Allah (c.c.) Zâhirdir değil mi?. Allah nerde zâhirdir? Âlemlerde (Kâinatta)… Peki, Allah sonlu değil sonsuz ise ki elbette sonsuzdur. Zâhir olduğu Kâinâtın da sonsuz olması gerekir mi? Evet gerekir. Şimdi sen Kâinâtın bir mahlûk ve hadîs olmadığını mı iddiâ ediyorsun? Hayır hayır böyle bir şey iddiâ etmiyorum. Bu mesele uzar, burda noktalayalım.
Evet, ihtimâl hesaplarını ve bu temele dayanarak yazılmış kitapları tek bir paragraf ile kaldırıp attıktan sonra, bu noktada şöyle bir inceliğe dikkat çekeceğim. İhtimâl hesâbının çürütülmesi yönünde yaptığımız bu tesbîti, bir ateist ve materyâlist te kullanabilir. Onlar, nisbeten şuursuz inorganik maddelerin Kâinâttaki sonsuz deney ortamında basit organik maddelere dönüştüğünü iddiâ edebilirler… Aynı iddiâda bulunurken bizim onlardan farkımız şudur: Biz vârlığı ve “eşyâyı kâinâtın” Hakk’ın varlığına nisbetle gölge mesâbesindeki varlığını,, şuursuz görmüyoruz. Cânsız da görmüyoruz… Ya’nî ateist ve materyalistler gibi görmüyoruz. Ya’nî her varlığı Hakk Teâlâ ile yakın alâkalı görüyoruz. Biz mutlak varlığı, Hakk’ın Zât’ının aynı olarak gördüğümüzden, aslında ihtimâl diye bir şey de tasavvur etmiyoruz. Tesâdüf kabûl etmiyoruz çünkü, şekilsiz, mekânsız, zıdlardan münezzeh olan Varlığı (Varlığın özünü, mutlak varlığı) Hakk’ın kendisi olarak görüyor ve Meseleyi, sebebler zinciri, sınırsız bir tekâmül evresi, sonsuz bir süreç olmaktan bağımsız olarak da değerlendirmiyoruz. Allah’ın (c.c.) Sünnetullahını keşfetmek olarak değerlendiriyoruz. Ya’nî Evrimi Allah’ın (c.c.) genel yaratma biçimlerinden birisi olarak değerlendiriyoruz. özel yaratma biçimlerini de gözardı etmiyoruz.
Evrim Teorisi bir gerçek de olsa ispatlanması imkansız gibi gözüken bir teoridir. Evrim Teorisi, çoğunluk müslümânların zannettiği gibi İlâhî haberlere aykırı bir teori değildir. Sudan ve topraktan (balçıktan) yaratıldığımızı bidiren ilâhî haber, dikkat edilirse evrimin gerçekliğinin doğrulanmasıdır. Ateist ve materyalistlerin, bâtıl inançlarına dayanak olarak evrim teorisini kullanması bu teorinin bâtıl olduğunu göstermez. Gerçek şudur ki, bu teori, Allah’ı inkâr noktasında zerre miktâr delîl teşkîl etmez. Mahlûkâtın tekâmül yoluyla çesitlenmesi ve kemâle doğru ilerlemesi, Allah’ı inkâr yolunda bir delîl olarak kullanılamaz. İnsânın sudan yaratıldığını ve topraktan yaratıldığını bildiren ilâhî haberler,, evrimin aslında kat’î delîlleridir. Tek bir nefisten dünyâya gelmemize râğmen hiç birimizin birbirine benzememesi ve âlemde hiç bir şeyin birbirinin aynı olmaması, âlemde sürekli bir hareket ve değişimin olması, durağanlığın olmaması,, zarûrî tekâmülün ve evrimin açık delîlidir. Lâkin, Hz. Âdem’in babasız olarak yaratılmasının nasıl gerçekleştiği tâmm olarak çözülmeden veyâ böyle bir yaratılışın Allah’ın istisnâi yaratışlarından biri olduğu kaydı koyulmadan evrimi kabul etmeye de hiçbir mü’min zorlanamaz. Ya’nî bu mes’ele itikâdî (inanılması gereken) bir konu olarak değil, irfânî bir mesele olarak kalacaktır.
Evrim derken, yeryüzünde ilk insânın ve insânlığın varlık sahnesine çıkış süreci incelenir. Evrim teorisinin mevzûsunu oluşturan bu süreç, çözülmesi zor çok kapalı bir mevzûdur. Muhyiddîn Arabî hazretlerinin Fütûhât-ı Mekkiye adlı eserinde başından geçen bir hâdise olarak anlattığı keşfinde (ki veliyyler, günlük hayâtlarında, vefât etmiş diğer insânların rûhları veyâ bir kısım cinnler veyâ temessül etmiş melekleri müşâhede edebilir hattâ sohbet edebilirler), Kabe’yi tavâf ettiği bir esnâda, fiziksel görünüşü günümüz insânından biraz farklı birisini görüyor. Dikkatli bakınca Bu kişinin gölgesinin olmadığını da farkediyor. (Bu kişinin yine de bir rûhânî olup, o ânda tavâf yapan diğer mü‘minlerin göremedikleri bir varlık olma ihtimâli de vardır) Uzun boylu adam tavaf ederken;
-“Bizler de sizler gibi bu beyti tavaf ediyoruz” demiş.
Hazret adamın yanına yaklaşıp, kim olduğunu sorduğunda:
– Ben senin büyük atalarındanım, demiş.
Hazret sormuş:
– Hangi asırda yaşadınız?
– Kırk bin sene evvel vefat etmiştim.
– Nasıl olur? İnsanın atası olan Adem’in (A.S) altı bin sene evvel halkolunduğunu söylerler.
– Sen hangi Âdem’den bahsediyorsun? Bil ki; insanın ilk atası olan Adem’den evvel yüzbin Âdem gelip geçmiştir.” der.
Hadi bakalım buyur Naylon Bey, Muhyiddîn Arabî hazretlerinden işine gelen bütün alıntıları yapıyorsun. Bir de bunu dene…
Hz. Âdem, Doğal yollardan bir anne ve babanın ilişkisi netîcesinde dünyâya gelmediğinden, Hz. Âdem’i tahmîn edilen süreçler ile evrim teorisine bağlayabilmek mümkün gözükmüyor. Tekâmül süreci yoluyla canlıların ileriye doğru gitmesi ve çesitlenmesi doğru olsa da, Hz. Âdem’in yaratılışı meselesini istisnâ bir yaratılış olarak görmek gerekiyor. İstisnâ olarak ifâde ettiğimiz bu yaratılışta veyâ istisnâ kapsamında değerlendirilmesi zarûrî olan, Peygamber ve veliyylerin mucize ve kerâmetlerrinde,, ben sebeblerin ve sünnetullahın devreden kaldırıldığını düşünmüyorum. İstisnâi vakıalarda kesîf ve bilinen ve alışıldık sebeblerin devreden çıkarılıp, daha lâtif, alışılmadık ve gizli sebeblerin devreye girdiğini düşünüyorum. Ya’nî sebeblerin külliyen ibtâl edildiğini düşünmüyorum.
Yukarıda ki diyalogda, Muhyiddîn Arabî hazretleriyle konuşan kişinin: “Ben senin büyük atalarındanım” şeklinde bir ifâde kullanması meseleyi biraz daha problematik bir hâle dönüştürmektedir. Bu ifâde, şimdiki insânlar ile geçmiş Âdemler arasında bir bağ olduğunu belirtiyor. Eğer bu zâtın dediği gibi, şimdiki insânlık ve “Âdem âleyhisselâm” ve geçmiş “yüzbin âdem çeşidi” arasında, yyukarıda belirttiğim gibi gizli de olsa bir biyolojik bağ vâr ise Babasız olarak bildiğimiz hazret-i Âdem’in babasızlığının mâhiyeti,, çözmemiz gereken bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Hazret-i İsâ’nın da babasız olarak yaratıldığını biliyoruz. Dikkat ederseniz hazret-i Îsâ hâdisesindeki babasızlık, mutlak babasızlık değildir. Buradaki Babasızlıktan murâd, bir beşerin Hazret-i Îsâ’nın babası olmamasıdır. Hâdisede Mutlak babasızlıktan bahsedebilmek için en azından, “yakışıklı bir delikanlı sûretinin” mevcûd olmaması gerekir.
Topyekûn insânlığın ve günümüz insânlarının atası olan hazret-i Âdem’in zuhur süreci değil de, Bir de Ferd olarak insânın ya’nî özel olarak Ahmet’in veyâ Mehmet’in doğum târihine gelinceye kadar geçirdiği evrelerin ne olduğu meselesi çözümü daha basit bir meseledir. Bu süreç, Evliyânın muazzam ilim ve keşfiyle bilinen çözülmüş bir meseledir. Birinci mesele kadar muğlâk değildir. Evliyâullah, ferd olarak insânın Hakk’tan (Allah‘ın ilminden) Halka (annesinin rahmine) geliş sürecine; Mebde ve iniş derler. Allah’ın ilminden melekut âlemine, ordan ervâh âlemine ordan misâl âlemine, ordan cisimler âlemine, cisimler âleminde madenden bitkiye, bitkiden hayvâna, hayvândan insâna diye süreci îzâh ederler. İnsân olarak yaratıldıktan sonra, insân-ı kâmil olabilmek için de geldiğimiz her vatandaki ağırlıkları bırakıp, maddeden ve mâ’nâdan geçip tekrar geldiğimiz yere dönmemiz gerekir. Çoğu insân bu çıkışı veyâ dönüşü gerçekleştiremez. Ancak İnsân-ı Kâmiller bu dönüş ve çıkış ile Allah’a yoklukları ile vâsıl olurlar.
Mehdî’lik ve dolayısıyla insân-ı kâmillik gibi komik ve iğrenç bir iddiâ ile ortaya çıkan naylon mehdî,, ferd olarak insânın evrelerinden (Mebde’ ve Meâd) hiç bahsetmiyor. Üstâdımız, Büyük Evrim hadîsesiyle uğraşmaktan, böyle küçük evrimlerle uğraşmıyor.
Şöhretler yazı dizisinde, mercek altına aldığım meşhûrların olumsuz yönlerini zikretmekten hazz almıyorum. Hakikatleri görünür hâle getirmek için zarûrî olarak olumsuzlukları zikrediyorum. İncelediğim Meşhurların olumlu özelliklerini de gerçekten belirtmek istiyorum. Şeytân taşlamak nihâyetinde geçilmesi gereken bir duraktır…naylon mehdî hakkında da objektif olayım iyi özelliklerini yazayım diye düşündüm, düşündüm, düşündüm… Sadece yazının başında belirttiğim husûstan başka bir fayda göremedim. Göremediğim müsbet özellikleri belki gösterir diye naylon mehdîyi sempatik gören arkadaşlara danıştım. Güzel Giyiniyor dendi. Güzel Giyinmenin Allah indinde müsbet bir nitelik olmadığını söyledim. Hem giyim ve kuşamı, müşriklere benzememek noktasındaki açık hükme belki muhalefet ediyor… Basılmış kitapları genel olarak sapık fikirler ihtivâ etmiyor, ehl-i sünnete aykırı değil dendi. Tamam dedim bu doğru… İslâm ile yeni tanışanlar için renkli ve faydalı bir kapı..
Cübbeli Ahmet Hoca hakkında haddi ve nezâket sınırlarını aşan eleştiri videolarını izlemiş olmam, nazîk gözüken üslûbu hakkında olumlu bir görüş ileri sürmemi engellemektedir. Üslûbu hakkında olumlu bir görüş ihtimâlinden bahsediyorum sakın yanlış anlaşılmasın. Gıybet, dedikodu ve istihza meclislerinin mimarını tebrîk etmiyoruz. (Not: Bu makaleyi bitirdiğim esnâda, siyâset irfânı noktasında şuurlanmamda kendisine minnettâr olduğum bir münevver hakkında, bu mahlûğun istihzâ ve açık hakaret ile nasıl çirkinleştiğini gördüm. Çok sinirlenmeme rağmen makalenin üslûbunu değiştirmiyorum. Bu ilâve ile iktifa ediyorum. Bu ekle birlikte aynen yayınlıyorum. Bu Adama haketmediği nezâketi göstermem dolayısıyla, makaleyi okuyan hakşinâs okuyuculardan özür dilerim. Bu adama hakettiği cevapları vermek ve Gerçekleri söylemek bütün dünyâda küfür ve hakâret anlamına gelir. Bilmem anlatabildim mi? O yüzden söylemek istediğim pek çok sözden sarf-ı nazar ediyorum)
Nihayetinde naylon mehdîyi Allah bilmiş ve yaratmış. Ne kadar eleştirsek de bu bilginin (Allah’ın ilminde, naylon mehdînin özüne ve hakikatine dâir bilginin) kadrini kıymetini perdeleyemeyiz. Ya’nî her varlık, sıfatları cihetinden olmasa da Zât’ı cihetinden azîzdir.
Naylon mehdînin değirmeninin suyunun İsrâil kaynaklı olmamasını, Fikri düzeyde bir seviyeyi temsîl etmesini, şahsına münhasır renkli kişiliği, mahdut bilim algısı, sapık islâm sentezi ve komiklikte sınır tanımayan kronik mehdîlik iddiası ile toplumumuzda bağımsız bir yer işgâl etmesini çok isterdim…
Ali Aytaç Şenol (aliaytac_senol@hotmail.com)
– Haber Lotus –
HLotus