Türkiye, hala ciddi iç sorunları olan bir ülkedir. Ülke içinde yaşanan sorunların temelinde ise devlet-toplum ilişkisi ve buna bağlı olarak şekillenen farklı siyasal ve toplumsal grupların ilişki biçimi yer almaktadır. Toplum-devlet ilişkisinin ve toplum içi ilişkinin sorunlu hal alması, bu ilişkilerin demokratik müzakere süreci neticesinde yapılaşmamasından kaynaklanmaktadır. Müzakere zeminin yetersizliği, Türkiye’nin demokrasi açığına sahip olan bir ülke olmasıyla ilişkilidir.
Demokrasi açığı, halk ve vatandaş ayrımını kurumsallaştıran bir siyasal kültür inşa etti. Bu siyasal kültür, bireylerin kendilerini ilgilendiren konularda söz ve sorumluluk almalarını engelledi. Bu durum, insanlarımızı belirli kalıp cümleleri tekrar eden birer eksik vatandaşlar kıldı. Üretkenlikten yoksun kalan halk, vatandaş olabilmek için muktedirlerin söylemine sarıldı. Bu şartlar altında büyüyen nesiller, her an eksik vatandaş olabileceklerini görerek, stratejiler geliştirdiler. Uygulandığında hem kendisine hem de muktedirlere fırsat sunan kayda değer strateji ise diğer eksik vatandaşları ötekileştirerek, vatandaşlarla eşit olabileceği bir zemini temin etmektir.
Ötekileştirmek, söylem düzeyinde kalmadı. Siyasal yaşamı belirleyen ana unsurlardan biri oldu. Bu siyasal sistem içinde, biz ve onlar kategorisi çerçevesinde düşünen, bunun sonucunda, kendinden olanın zulmünü yadsıyan, ama kendinden olan zulme uğradığında ona sahip çıkan bir eksikler topluluğu oluştu. Eksik vatandaşlar, öteki eksiklerle kurdukları siyasi münasebetlerde -istisnalar hariç- iktidarın diliyle onlara yaklaştılar. Bu nedenle, bütün ötekilerin bir ötekisi, bütün mazlumların birazcık iktidar olabildiği bir düzen ortaya çıktı.
Bahsedilen düzen, ötekileri ötekiye karşı kendi diliyle konuşturabildiği için var olabildi ve bütün mazlumları zalimlikte eşitleyebildiği için onları kendisinin bir parçası kılabildi. Zalimlikte bir birini aratmayan madunların birlikte yaşamaları mümkün olmadığından, üzerlerindeki ele sarılmaları -Hobbes’u haklı çıkarırcasına– bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı.
Yukarıda açıklanan eksiklerin siyasal pozisyonları, Hobbescu düzenin muktedirlerine siyasal alanda büyük bir manevra alanı sağladı ve eksik vatandaşların kendilerine ait olanları evlerinde, köylerinde, mahallerinde bırakıp, onlara benzemediği sürece, kamusal yaşama vatandaş olarak katılmalarına müsaade etmeme gücünü sağladı. Muktedirlerin yaşam biçimi ve düşünce sistemine uygun hareket etmeyenler, muktedirlerin ötekisi olarak kalmak zorundadırlar. Dolayısıyla eksikler; vatandaş olmak için değişmek, şekillenmek, belirli bir yaşam biçimini benimsemek, yani eski benlerine ait olanlardan kurtulmak zorundadır.
Zulmün anlam dünyasına müdahale etmeyen ve zulmü ortaya çıkaran koşulları değiştirmeye teşebbüs etmeyen eksikler ve vatandaşlar, kendi mazlumluklarını veya koşulları gerekçe göstererek, parçası oldukları zulmü, düzenle meşrulaştırmaktadır. Muktedirlerin ve mazlumların hem mağdur hem de zalim olduğu düzenin ortaya çıkmasının sorumluluğunu “sisteme bağlayarak geçmek” mümkün değildir. Çünkü hiçbir sistem onu var kılan insanlardan tamamen bağımsızlaştırılamaz. Bu nedenle, sistem eksiklerin ve vatandaşların kendi günahlarından arınması için yeterli bir araç değildir.
O yüzden yeni anayasayla oluşturulması ön görülen demokratik bir sistem için öncelikle bütün toplumsal grupların sorumluluğu nispetinde vicdan hesabı yapması gerekir. Bu vicdan hesabı aynı zamanda bu toprakların kaybettiği en büyük hazine olan vicdanı yeniden keşfetmemize yol açacaktır. Ancak bu sayede coğrafyamız yeniden merhamet, adalet ve özgürlüğü harmanlayan bir medeniyet geliştirebilecektir. Bu medeniyetin bütün mensupları zulümde değil, adalet karşısında eşit olabilecektir.
Selahattin Güven
– Haber Lotus –
HLotus
Siyasi güç odakları etkisinde gelişen siyasal kültürümüzün tahlili ve tasfiri ancak bu kadar berrak yapılabilirdi.
Ancak hükümetin atılacak önemli adımlarda yine aynı güç odaklarını aşamaması, yapacağı anayasa değişikliklerinin de bu konuya çözüm getirebileceği hususunda ümitlerimizi kırıyor bazen.
Meselenin özünde yapacağımız vicdan muhasebesi varsa eğer, çözüm önce 75milyonun düzelmesidir bence.
Bir sosyologdan beklenmeyecek derecede berrak, anlatımı sade, anlaşılır bir yazı. tebrik ederim.
Yaw Selahattin Bey,
Sen, Sait Mermer’i hiç okudun mu? Hiç eserlerine, kitaplarına baktın mı? Sait Mermer’i okumadan, tutmuşsun Cündioğlu’nu savunuyorsun. Olacak şey mi bu! Nasıl böyle bir karşılaştırma hatası yaparsın…Bak, Sait Mermer’i de kızdırmışsın…Sana demiş ki “git, önce beni oku”! Tabi birinin de Sait Mermer’e şunu demesi lazım: 20 tane Sait Mermer topla ve 3’le çarp….Sonuç, Cündioğlu’nun 20’de 1’i bile etmez….Ah bu taşralılık ah! Yedi bitirdi bu memleketi.
Slm kadim dostum Selatin Bey.