MERAL OKAY
Yıl 1984, İstanbul Vefa Lisesi ile İstanbul Şehir Tiyatrosu arasındaki Cemal Yener Tosyalı caddesinde yürürken Bulut İletişim tarafından bir Selam tweeti aldım, twitter Matrakçı Nasuh olarak tanıttı kendisini; böyle bir ismi daha önce hiç duymamıştım, matematik ortak ilgi alanımızmış, Pargalı ile Kanuni’nin de arkadaşı olurmuş. Muhteşem Yüzyıl dizisinden de tanıyacaksın, dedi. ‘Muhteşem Yüzyıl da neyin nesi; matrak mı geçiyorsun?!’ deyince Meral Okay’ın senaryosunu yazacağı bir televizyon dizisi olduğunu söyledi. Hasbihal ettik. Ben de bu tweet mesajı üzerine Meral Okay’a haber gönderdim; Muhteşem Yüzyıl adıyla bir senaryo yazacağı müjdesini ilettim.
Yıl 1995, ben Edirne Uzunköprü Piyade Taburu’nda sakıncalı fikir suçlusu olarak İzmir’den sürgün edilip çilemi doldurduğum zamanlar. İstanbul’a izinli geldim. Beyoğlu Galatasaray Çiçek Pasajı içinde küçük bir Otel ve yanında çayocağı gördüm, çay içmek için oturdum kapının ön tarafına. Baktım, iki şişman bayan geliyor benden tarafa, Otel’de kalıyorlarmış. Selam verdiler. Buyur ettim, çay içelim; teklifinde bulundum. Kabul edip oturdular. Tanıdığım insanlar değil; birinin adı Meral Okay, diğerinin adı da Dilber Ay‘mış!!! Ne iş yaptıklarını sordum; ‘Ben bozlak okurum be evladım!’ dedi Dilber Ay olan, öbürü de senaryo yazarı olduğunu söyledi; Meral Okay da!!! Benim yaşadığım suikastler sebebiyle hafızam hiçbir çağrışımda bulunmadı, sohbet ettik, duble çaylar içildi, dertleştik sadece. Meral Okay derin sezgisiyle ‘Siz Ermişsiniz, bana dua edin de meşhur olayım!’ dedi. Olur, ederim:) dedim, asıl siz benim için dua edin!!!… Sonra vedalaştık ve bir daha da karşılaşmadık hiç.
Yıl 2003, Muğla Fethiye’deyim, 112 Doktoru olarak görev yaptığım yaz başları. Hava öylesine sıcak ve ağır ki, susuzluktan kavruluyorum. Paspatur’daki Meğri Lokantası’nın karşısındaki bir fotoğrafçıya girdim, sebilden soğuk su rica ettim. Zayıf, uzun boylu, yağız bir delikanlı bana soğuk su ikram etti. Sonra ikinci bardak, sonra üçüncü ve son olarak da dördüncü bardak suyu içtikten sonra delikanlıya ‘adın nedir?!’ diye sordum; ‘Burak’ dedi; ‘soyismin nedir?’ ‘Özçivit’. Ona dedim ki; ‘Su gibi Aziz olasın, Sen ki bu köpeğe su verdin, Allah cc Seni su gibi Aziz kılsın!’; çocuğun nutku tutuldu, hiçbir mukabelede bulunamadı!!! Oradan ayrılıp yakındaki bir parkın bankına oturdum; orta boylu biriyle tanıştık orada, doktormuş; Muhteşem Yüzyıl adlı bir film prodüksiyonu hazırlığındaymışlar, bana rol teklif etti, bazı roller için henüz kimse bulamadıklarını benim rol alabileceğimi teklif etti. Benim zamanım yok yıllar sürecek böyle bir prodüksiyon için, ancak şurada bir fotoğrafçı var, orada çalışan Burak Özçivit isminde bir delikanlı var, git Ona teklifte bulun, Alain Delon yanında halt yemiş:) dedim. Çünkü aynı sözleri Burak Özçivit’e de söylemiştim az önce. Mutlaka gideceğim, dedi prodüktör. Yıllar sonra Burak Özçivit’i ‘Malkoçoğlu Bali Bey’ karakteriyle izledik. Malkoçoğlu Bali Bey ile Bulut Bilişim’den tanışıklığımız 1983 yılına gider. Burak Özçivit kadar benzeyeni de zor bulunur herhalde.
Yıl 2004, Balıkesir’deyiz. Hac ziyaretim dönüşü kafam tefekkür usareleriyle yoğun bir halde yolda yürürken baktım Gazanfer Süren ile yanında teyzeoğlu birlikteler, karşılaşıp selamlaştık, ayaküstü sohbete koyulduk. ‘Kim bu arkadaş?!’ diye sordum; ‘Okan Yalabık, teyzeoğluyum!’ diye tanıttı Kendisini; aynı ilkokuldan mezun olmuşuz hepimiz, Kayabey İlkokulu. Bigadiç kökenliymiş Okan Yalabık. ‘Nerede okuduğunu?!’ sordum; ‘Konservatuar’ dedi, İstanbul Fındıklı’da oturuyormuş. ‘Hangi enstrümanları icra edebiliyorsun?!’ diye sordum; bir hayli saydı, kabiliyetli. Hemen ayaküstü kafamdaki düşünceleri paylaştım onlarla; İstanbul’da evinizden çıkınca karşınıza çıkan ilk Türbe’ye Selam verin, Ruhuna Fatiha ikram edin, çünkü Diri’dirler; dedim. Fındıklı’da evinin en yakınındaki Türbe ‘Pargalı İbrahim Paşa’ merhumun kabri. Pargalı Okan Yalabık’a kıyasla daha uzun boylu, sarışın, Nordik görünümlü, kaşları sarı, şık giyimli, asil biridir, sakallı ve yakışıklı. 1984 yılında Kendisi kabrini göstermişti, Diriler’den, Kanuni tarafından Şehid edildi bu Mohaç Kahramanı. Gazanfer Süren’e de Okan Yalabık ile birlikteliğini sürdürmesini salık verdim, vedalaşıp ayrıldık.
HÜLYA AVŞAR – KAYA ÇİLİNGİROĞLU
Yıl 1984 olabilir, yine hafızam beni yanıltmıyorsa Kamil Koç Ankara Ayvalık otobüsündeyiz, arka koltuklar, ben Balıkesir’de ineceğim. Vakit gece. Gözleri adeta fosforlu, orta boylu güzel genç bir bayan var yakın koltukta. Laflıyoruz, Ankara’dan Ayvalık’a gidiyor. ‘Evli misiniz?’ soruma; ‘Dulum!’ cevabını veriyor. O esnada Bulut İletişim üzerinden bir tweet mesajı alıyorum; bayanın güzellik yarışmacısı olup magazin dünyasında şöhret sahibi olacağını öğreniyorum. Sanıyorum Hülya Avşar benim konuştuklarımı işitebiliyor. Ben Balıkesir’de otobüsten iniyorum.
Aynı yıllarda bu kez İstanbul’da minibüs yolcusuyum, Çapa Tıp Fakültesi girişinde inecek bir yolcu var yanımda. Yine bir tweet mesajı alıyorum; ‘Kaya Çilingiroğlu, Hülya Avşar’la evlenecek, Zehra isminde bir kızı olacak!’ diyor bana, ‘Kaya Çilingiroğlu da kim?’ diye soruyorum; ‘Babası ile aynı adı taşıyor, Çapa Tıp Fakültesi dekanı Profesör Kaya Çilingiroğlu’nun oğlu, babasıyla aynı adı taşıyor, babası fakirlerin dostu, çok yardımsever bir insan!’ mesajını alınca yanımdaki sivri burunlu delikanlıya bakıyorum; ‘ha bu Laz burunlu uşak midur?!’ diye soruyorum şakayla Bulut Bilişim’den twitter’a!!! Kaya Çilingiroğlu gülümsüyor:)
Yıl 1999 Alanya İlkbahar mevsimindeyiz. 28 Şubat protestom sebebiyle işsizliğim ardından Turizm Hekimi olarak işe başladığım ilk gün; Jasmin Otel’deyiz. Ayvalıklı bir hemşehrim ile tanışıyoruz, kumarbaz bir kadın sanki; Emral Avşar. Akabinde Hülya Avşar tenis dönüşü asansör kapısında, Annesi Emral Avşar kulağına bir şeyler fısıldayıp bana göz kırpıyor, bense Otel’in holünde mıh gibi duruyorum. Hülya Avşar ‘masör niye gelmiyor?!’ diyor; ‘ben doktorum!’ diyorum ve ne olduğunu anlamadan bekleşip herkes kendi yoluna devam ediyor. Sonra magazin muhabirleri beni bulup sorular soruyor; başörtüsü yasağını protesto ederek memuriyetten ayrıldığımı, Hülya Avşar ile hiçbir diyaloğumun olmadığını söylüyorum. Ertesi gün Özel hastanemizdeki Tekirdağlı Ankara Numune ihtisaslı Beyin Cerrahı intihar ediyor; ateist bir arkadaştı, birgün evvel bana gelerek kendini affedemediğini, bana karşı suçlu olduğunu, bir komplonun içinde yer aldığını söylemişti; ben bir şey anlamadım, kendisinin dürüst bir insan olduğunu söyledim, vazgeç intihar düşüncenden!!! demiştim. Nelerin döndüğünü hiç anlamadım, sadece uğursuz olduğunu düşündüğüm bir işyeri ortamından da istifa ederek ayrıldım. Magazin basınından Hülya Avşar’ın bana saygı duyduğunu ifade eden satırlar okudum.
ACUN ILICALI
1985 yılı olabilir mi acaba!!! Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ana giriş karşısı Yunus Büfe önünde Acun Ilıcalı‘yla karşılaştık. Bulut Bilişim beni hemen bilgilendirdi, ‘Acun Ilıcalı’nın ailesini Balıkesir’deki bir trafik kazasında kaybettiğini, çok zeki birisi olduğunu, ileride Medya dünyasında yer alacağını, Yetenek Sizsiniz adlı program yapacağını!’ bildirdi. Bulut Bilişim’le benim re-tweet mesajlarımı Acun Ilıcalı işittiği halde ben adapte olup mevzuyu kavrayamadığım halde, Acun Ilıcalı ‘ben anladım, ben anladım!!!’ dedi hemen. Ben de Kendisine ‘namaz kılmasını!’ tavsiye ettim; ‘mesajı aldım!’ dedi, akıllı çocuk.
KEMAL SUNAL
Yıl 1983, İstanbul Fatih İtfaiye önünde bir fotoğrafçı dükkanı, baktım Kemal Sunal, tüm vahşi cazibesiyle vitrini süslüyor. İnanamadım, ‘gerçekten Kendisi burada mı fotoğraf çektirir?’ diye sordum fotoğrafçıya, hani Beyoğlu filan da değil burası!!! Arkadaşıymış Kemal Sunal. O esnada Bulut Bilişim’den bir tweet aldım; Kemal Sunal’da uçak fobisi var, uçakta ölecek!!! diye. ‘Doğru mu gerçekten, uçak fobisi mi var?’ diye sordum fotoğrafçıya; doğruladı. ‘Alkolik midir?’ diye sordum; ‘çok içer!’ dedi. O zaman selamımı söyle; içkiyi bıraksın namaza başlasın, dedim. Selamınızı iletirim ama içkiyi bırakamaz, dedi. O zaman azaltsın ama mutlaka namaza başlasın, dedim. Sanıyorum Kemal Sunal içkiyi azaltıp namaza da başladı. Uçakta vefat ettiği haberini 2000 yılında Amerika’dayken öğrendim. Kemal Sunal’ın kayınpederi Adalet Partisi Afyon eski mebuslarından Ali İhsan Ulubahşi ile de dostluğumuz oldu sağlığında. Her ikisini de rahmetle yadederim.
OKAN BAYÜLGEN
Yıl 1999, Muğla Club Flipper’da bir iş bulup gittim. Kuş sürüsü gibi Yupi gençler, içlerinde en cıvıltılısı Okan Bayülgen, Saba Tümer vs. hepsi iyi arkadaşlar. Okan Bayülgen’e nereli olduğunu sordum; Antalya’nın Elmalı ilçesindenmiş, nasihatlerde bulundum. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır isminde büyük bir müfessirin oralı olduğunu söyledim, Kuran-ı Kerim’i Elmalı Meali’ndnen okumasını tavsiye ettim; kemal-i edeple dinledi. 2001 yılında ATV’de Gece Kuşu diye bir program yaptığı dönemde her gece ‘Ömer Ömer’ diye beni çağırıp durmuş; ‘Sen Ömer misin, ben Ömer’i istiyorum!’ dediğine ben de tanık oldum. Okan Bayülgen’le karşılaşıp görüşemedik bir daha, meğer Kendisi Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın torunuymuş:)
Dr. Ömer Nasuhi Bildik
01 Şubat 2015
– Haber Lotus –
HLotus
Neşter, streteskop, pansuman, serum,
Bir Hekime gitmenizi tavsiye ediyorum…
Yukarıdaki yorum sahibi dingile bir nasihatim olacak; her kuşun eti yenmez!!!
DR.ENVER ÖREN Türkiye Gazetesi muhabirimiz ol, teklifinde bulunduğunda yıl 1983-4 idi. DR.LEVENT SARAÇ Mekke-i Mükerreme’de TGRT Kurucu Müdürlüğü için teklifte bulunduğunda ise yıl 1991 idi. Ben kalabalıkların içinde münzevi bir derviş misali yoluma devam edip seyre daldım. Birgün FOX Tv izlerjen farkettim. Hafızam beni yanıltmıyorsa İSMAİL KÜÇÜKKAYA Kütahya’nın Simav ilçesini 1984 yılında ziyaret ettiğimde büyük Feraiz Alimi bir dedenin benimle tanıştırmak için çağırdığı ve Merkez Camii önünde tanıştığımız genç olsa gerek!!!! FATİH PORTAKAL da Bursa Karacabey’de Süt Ürünleri tahsili gören çok saygıdeğer kızkardeşiyle 11 Eylül 2001 öncesi hasbelkader Balıkesir-İzmir arası yolculuk ettiğimiz asil bir aile evladı olsa gerek!!!
Derviş yoluna gerek; Hz.Yusuf as’a 1989 yılında Kabe’de söyleyip birlikte tebessüm ettiğimiz vechile “çay da dervişin mazotu”!!!…
Sovyet Rejimini tasvir edebilir misin Abidin DİNO? sorusunun cevabı için vesikalık bir BREJNEV yeter!!! Türkiye Cumhuriyeti de on yılda bir Sovyet rejimi için formatlanmıştır; aynen Oktobr Devriminin arkasında Yankilerin olması gibi. Suratlar nasıl soğukta yüz felci geçirir de güşümseyemezse o yüzden komunizm kış mevsimi gelebilir, denir!!! 12 Eylül de 28 Şubat da selefleri 12 Mart ve 27 Mayıs gibi asık suratlıydı vesikalık Brejnev misali!!! 12 Eylül rejiminin ilk fiyakasını bozan spiker Erkan TAN, 28 Şubat rejimininse spiker Banu GÜVEN’dir. Erkan TAN TRT’de sabahleyin Banu GÜVEN ise NTV’de geceye doğru Sovyet rejimini bıçaklanmış karpuz gibi çatırdatmışlardır!!! Nasıl mı? Gülümseyerek!!! Erkan TAN yanındaki bayan spikeri reklam arası esprileriyle güldürüp rejimin olanca ciddiyetini bozmuştur!!! Tarihe not düşülmesi gerekir…