Ana Sayfa > Felsefe > Marmara İlahiyat Hocalarından Yeni İlahiyat Müfredatına Dair

Marmara İlahiyat Hocalarından Yeni İlahiyat Müfredatına Dair

mufredat

Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kelâm Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Bekir TOPALOĞLU (Emekli), Prof. Dr. M. Saim YEPREM (Emekli), Prof. Dr. Yusuf Şevki YAVUZ, Prof. Dr. Metin YURDAGÜR ve Prof. Dr. İlyas ÇELEBİ kelam.org sitesinde yeni İlahiyat müfredatına dair görüşlerini yayınladılar. Bu bildiriyi dikkatlerinize sunuyoruz:

YÜKSEK ÖĞRETİM KURULU TARAFINDAN KABUL EDİLEN YENİ İLÂHİYAT PROGRAMI ÜZERİNE

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından yapılan son düzenleme ile İlâhiyat Fakültelerinde aklî ilimlerde ders kredilerini azaltma, bazı anabilim dallarını kapatma, bazılarını ise birleştirme yoluna gidilmiştir. Şüphesiz programların genel dengeleri ile oynamamak kaydıyla ihtiyaç ve şartlara göre her program üzerinde bazı revizyonlar yapılabilir. 

İmam Hatip Okulları ve İlâhiyat Fakülteleri ile Türkiye’de uygulanan din öğretim ve eğitimi modeli, İslâm dünyasında özgün bir din eğitimi ve öğretimi programıdır. Bu programın özgünlüğü, diğer ülkelerdeki uygulamaların aksine, İmam Hatip Okullarının başta matematik olmak üzere fizik, kimya ve biyoloji gibi fen; tarih, coğrafya ve sosyal bilgiler gibi sosyal; Kur’an, Arapça, tefsir, hadis, kelâm ve fıkıh gibi dinî ilimleri içeren bir programa sahip oluşudur. İlâhiyat Fakültelerinde ise tefsir, hadis, kelâm ve fıkıh gibi anabilim dallarından oluşan Temel İslâm Bilimleri; İslâm felsefesi, mantık, din sosyolojisi, din psikolojisi ve dinler tarihi gibi anabilim dallarından oluşan Felsefe ve Din Bilimleri ile İslâm tarihi, Türk-İslâm edebiyatı, İslâm Sanatları ve Türk din musikisi gibi anabilim dallarından oluşan İslâm Tarih ve Sanatları Bölümlerinden oluşan bir program uygulanmaktadır. Ne Mısır’daki Ezher Üniversitesi’nde, ne Suud-i Arabistan’daki Câmiatü’l-İslâmiyye’de, ne İran’daki el-Mustafa Üniversitesi’nde, ne de Malezya’daki Uluslararası İslâm Üniversitesi’nde böyle bir kompozisyon sözkonusudur. Gelenekle moderni, din ile bilimi, akıl ile duyguyu bir araya getiren bu model, doğudan batıya, kuzeyden güneye dünyanın dört bir yanından araştırmacıların dikkatini çekmiş; dinî hoşgörü, demokratik kültür ve insan hak ve özgürlüklerine bağlı din görevlileri ve uzmanları yetiştirmek isteyen ülkeler tarafından örnek alınmıştır.

Ülkemiz böyle bir modele durup dururken sahip olmuş değildir. Bu modelin arkasında uzun bir Selçuklu ve Osmanlı tecrübesi yer almaktadır. Taşköprizâde, Kâtip Çelebi ve Ahmed Cevdet Paşa gibi Osmanlı aydınlarının da dile getirdikleri gibi, medrese başlangıçta ulûm-i dîniyye ile ulûm-i akliyyenin sentezini esas alan bir programa sahipti. Zamanla bu denge ulûm-i akliyyenin aleyhine değişip, medreseler sadece naklî ilimlerin tedrîs edildiği bir ku-rum haline gelince, Batı’da ortaya çıkan aklî ve pozitif ilimlerin ortaya koyduğu meseleleri ele alma hususunda sorunlar yaşanmaya başladı. Tanzimatçılar medrese bünyesinde bu sentezi yapamayacaklarını anlayınca, bu kurumları ulûm-i nakliyye ile başbaşa bırakarak, modern bilimlerin okutulduğu yeni eğitim kurumlarını (mektepler) açtılar. Bu da eğitimde 
düalist bir yapıyı doğurdu, medrese-mektep kavgasına neden oldu. Islâh-ı Medaris çabalarından da sonuç alınamayınca, 1924 yılında çıkarılan Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu bu çift başlı yapıyı tevhîd etmeyi amaçlamakla beraber, uygulamada medreseler kapatılmış ve sadece mekteplerde (din eğitimi olmayan) tek tip bir modele gidilmiştir. 1949 sonrası açılan İmam Hatip Okulları ve İlâhiyat Fakülteleri ile bu yanlışın düzeltilmesine çalışılmıştır. Bu kurumlar, yukarıda belirttiğimiz gibi fen bilimleri, sosyal bilimler ve din bilimlerini içeren müfredatı ile mektep ve medreselerin bir sentezini oluşturmuş, böylece eğitimde birliği sözde değil özde gerçekleştirmiştir. Bu programların oluşturulmasında emeği geçen başta merhûm Celâleddin Ökten olmak üzere bütün hocalarımızı rahmet, minnet ve şükranla yâdediyoruz. 

Günümüze gelince, yeni programla yapılmak istenen ne Nizâmiyye’nin, ne İznik Medreselerinin ne de Fatih Medreselerinin rûhuna uygundur. Kelâm ilmine İslâmî ilimler içinde üvey evlât muâmelesi yaparak ne gelenek, ne de Ehl-i Beyt ve Ehl-i sünnet yaşatılabilir. Kelâm ilminin dinî ilimler içindeki yerini öğrenmek isteyenlere İmâm Gazzâlî’nin el-Mustasfâ adlı eserini, İznik Medreselerini kuran Dâvûd-i Kayserî’nin Nihâyetü’l-beyân fî dirâyeti’z-zamân adlı eserini, Teftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî gibi mütekellimlerin eserlerini, Hocazâde, Ali Kuşçu ve Hatibzâde gibi âlimlerin Fatih devrinde yaptıkları tartışmaları; Fetih’ten sonra Fâtih Medreselerini kurmakla görevlendirilen, dolayısıyla bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin ilk rektörü sayılabilecek olan Hızır Bey’in eserlerini incelemelerini öneririz. Uzağa gitmeye ne hâcet! Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden ve Cumhuriyet dönemi din eğitiminin de mimarları kabul edilen Babanzâde Ahmed Naîm, İzmirli İsmail Hakkı, Arapgirli Hüseyin Avni, Elmalılı Muhammed Hamdi, Aksekili Ahmed Hamdi, M. Şemseddin Günaltay ve Şerefeddin Yaltkaya gibi zevâtın eser ve ihtisas alanlarına baktığımızda da bu yapıyı kolaylıkla görebilmekteyiz. 

Uzun sözün kısası, YÖK bu son icraatı ile Türkiyemizdeki ilâhiyat eğitiminin dengeleri ile oynanmıştır. Bizce bu tutum isabetli değildir. Bu uygulama ne ihtiyaçlar açısından, ne üniversitenin misyon ve işlevi açısından, ne de hükûmetimizin ekonomi, dış politika, eğitim, kültür ve sanat vizyonu açısından uygundur. Öğrencilerinin yüzde yetmişi kızlardan oluşan bir kurumun programını tüm mezunları imam veya din görevlisi olacakmış gibi düzenlemek realite ile uyuşmadığı gibi; öğrencilerine eleştirel bakış açısını kazandırmayan bir kurumun ne günümüzü doğru bir şekilde değerlendirecek, ne de araştırmacı olacak insanlar yetiştirmesi mümkün değildir. 

Bugün İslâm dünyasındaki yüksek din eğitiminde iki farklı model uygulanmakta olup biri aklî ilimlerin dışlandığı veya çok gerilere itildiği Selefî model, diğeri ise Hanefî-Mâtüridî  ve Şâfiî-Eş’arî mezheplerinin buluştuğu, aklî ilimlerle naklî ilimlerin dengesini kuran Geleneksel modeldir. Kelâm ilmine İslâmî ilimler arasında üvey evlât muâmelesi yapılarak ne Hanefilik-Mâtüridîlik, ne de Şâfiîlik-Eş’arilik yaşatılır. Kanaatimizce Selefîlik ile Gelenek birbirinin zayıflığından güç alır. Bir bölgede biri gerilediğinde diğeri yükselir. Kelâmsız veya ihtiyacı karşılamayacak düzeyde bir Kelam’la gerçekleştirilecek olan tefsir ve hadis öğretimi, Suudi Arabistan’da olduğu gibi Selefîliği canlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bugün ülkemiz başta olmak üzere bütün Türk dünyasında Selefîlik kendine yer bulamıyorsa bu, Mâtürîdîliğin akla verdiği önem, Hanefîliğin dirâyeti ve Kelâm ilminin bütün İslâmî anlayış ve yaklaşımları kucaklayıcılığı sayesindedir. 

Sonuç olarak bize göre İlâhiyat Fakülteleri’ndeki eğitimde denge tefsir, hadis, kelâm ve fıkha eşit kredi ve itibar göstermekten geçer. YÖK tarafından uygulamaya konulması istenen yeni programda bu kadîm ve sağlam denge bozulmuştur. Temeli (usûl) sağlam olmayan bir binanın, gövdesinin (fürû) görkemli gözükmesinin milletimize hiçbir faydası yoktur.

Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi
Kelâm Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri
Prof. Dr. Bekir TOPALOĞLU (Emekli)
Prof. Dr. M. Saim YEPREM (Emekli)
Prof. Dr. Yusuf Şevki YAVUZ
Prof. Dr. Metin YURDAGÜR
Prof. Dr. İlyas ÇELEBİ

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.