Ana Sayfa > Gündem > Marx ve İslam

Marx ve İslam

Türkiye’de ve dünyada solun anlam yitirmesine uğradığı, ideolojik içeriğini kaybettiği bir döneme girmiştik. Sol tüm dünyada kaybetmişti. Aslında sol, ideolojisini değil sınıfsal temelini kaybetmişti. Varolmak için “ezilen bir sınıf” aramakta. Ancak nasıl yapmalı, nasıl bir sınıfa yaslanmalı? Buna bir cevap bulamıyor.

Marx- Engels, proleterlere güvenmekteydi: “Burjuvazinin feodalizmi yerle bir ettiği silahlar, şimdi burjuvazinin kendisine karşı çevrilmiştir. Ama burjuvazi kendisine ölüm getiren silahları yaratmakla kalmamış; bu silahları kullanacak insanları da var etmiştir, – modern işçi sınıfını- proleterleri”[1]. Makinalaşmanın yürüyüşünün proleteryanın “devrimci” yönünü yok edeceği öngörülmemişti. Böylece sol çürümüş devasa bir ağaç gibi kendi gövdesi üzerinde çöktü. Ne demişti Drucker? “İmalat, tarım, madencilik ve ulaştırma dallarındaki beden işçilerinin verimini arttırmak, artık kendi başına servet yaratamaz. Prodüktivite devrimi kendi başarısının kurbanı olmuştur. Bundan böyle önemli olan, beden işçisi olmayanların verimidir. Bu da bilginin bilgiye uygulanmasını gerektirecektir” [2]. Drucker’e göre “Kapitalizmden ve Sanayi Devriminden esas yararlanan kesim Marx’ın proleterleriydi”.

Sol, özeleştirisini yapmadı. Vaadettiği proleter toplumu ortaya çıkmadığına göre, sol, tarih perspektifinde yanıldı. Demek ki tarihi ilkel- köleci- feodal- burjuva- proleter toplum şeklinde bir determinizme (tarihsel diyalektiğe) oturtmak mümkün değil. O zaman marxizmin “bilim” olduğu fikri de tutulması riskli bir çürük dal değerindedir. İkincisi, toplumsal değişimlerin nitel, yani nicel birikimlerin “devrimci” patlamalarla zuhur edeceği fikri de kof çıkmış oluyor. Bir değişimin varlık bulmasını “devrim”de aramamak da bir yol oluyor. Feodalizm burjuvalar tarafından “devrim”le yıkılırken, tarım toplumu olan nice ülkede daha sanayiye geçilmeden sanayi ötesi toplum dönüşümleri vuku buldu. Marxistler, bu değişimi açıklayamadılar. Son olarak da sol özeleştirisinde şu noktaya gelmedi hiç: Marx’ın İngiliz sömürgeciliğini desteklemesini kınamadılar. Marx’a göre, İngilizler sömürgeleştirdikleri halklara uygarlık getiren “ilerici” sömürgecilerdendi. “İngilizler, yerli toplulukları parçalayarak, yerli sanayiin kökünü kazıyarak ve yerli toplumda büyük ve yüce olan ne varsa yerle bir ederek bu uygarlığı yıktılar. Bunların Hindistan’daki egemenliklerinin tarih sayfaları, bu yıkımın ötesinde pek başka bir şey kaydetmiyor. Yenileme işi bu yıkıntı yığını arasından zar zor seçilebiliyor. Ama gene de başlamıştır (…) İngilizlerin Hindistan’ı fethetmeye hakları olup olmadığı değil, Türkler, Persler, Ruslar tarafından fethedilmiş Hindistan’ı, İngilizler tarafından fethedilmiş Hindistan’a yeğleyip yeğlemeyeceğimizdir” [3]. Hangi halk uygarlık gelecek diye sömürgeleştirilmesine mazoşist bir zevkle razı olabilir? Sol, özeleştirisini yapmada başarısız kaldı.

 Şimdi İslam ile sol arasında ciddi yakınlaşma arayışları gündeme gelmekte. Süreç, İslam toplumunda burjuvalara benzeyen yeni bir zenginler tabakasının üretilmesiyle başladı.  Müslüman zengin olur mu? diye soruldu. Eh olur! Müslümanlar kendi burjuvalarını, Ali Şeriati’nin kavramlarıyla “zor” ve “zer”i ya da Kur’an’ın kavramlarıyla “mele” ve “mütrefin”i tepetaklak etmek için sol’un kavram ve yöntemlerine sığınıyorlar ama özeleştirisini yapmamış bir sol’dan ancak anarşizm çıkabiliyor. Marx çürüdü, Bakunin ve Neçayev verelim.

 Yoksullar ve ezilenler için yeni stratejilerin geliştirilmesi meselesinde sol, özeleştiri yapmaktansa Ali Şeriati’nin metinlerine başvurarak iki meseleyi halletmiş görünüyor: 1) Marxizmin “tarih dışılığını” itiraf etmemiş olarak, Ali Şeriati üzerinden yeniden üretiyor, 2) İslam’ın temel toplumsal kavramlarını ideolojik okumaya tabi tutarak tahrif ediyor. Mesela “İslam devrimci bir teolojidir”: “Allah’ın ve insanlığın dini sürekli olarak tarihte bir devrim’i temsil etmiş ve savaşmıştır” [4] diyerek ümmet’i “sınıfsız toplum”, tevhid’i “insanlar arasında eşitliği doğuran dayanışma”, cihad’ı “sınıf mücadelesi”, şirk’i de “kapitalist toplum” ya da “mülk sahipliği” ile açıklıyorlar.

 Konuyu uzatmadan şunu söylemek isterim: İslam’ın devrimci bir toplum inşa ettiği fikri tamamen kurgudur. Gerçek dışıdır. Bu konuda delil getirilen “O haksızlık edenler hangi inkılaba münkalib olacaklarını (hangi akibete yuvarlanacaklarını) yarın bilecekler” (26 Şûara 227) ayetinde özne “toplum” değil Allah’tır. Yani mülk Allah’tan başkasına geçtiğinde “şirk” diyen solcuların devrimi Allah’tan başkasının yapabileceğine işaret etmeleri bir çelişki değil midir?


[1] Marx- Engels, Komünist Manifesto, Sol, 1991:116

[2] Peter F. Drucker, Kapitalist Ötesi Toplum, İnkılâp, 1993: 62- 3

[3] Marx, Marx, “Hindistan’da İngiliz Egemenliğinin Gelecekteki Sonuçları”, Seçme Yapıtlar içinde, Sol, c.1, s: 598

[4] Ali Şeriati, Dine Karşı Din, İşaret, 2002: 54

Lütfi Bergen

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.