Ana Sayfa > Felsefe > Medeniyetin Modernleşmesi

Medeniyetin Modernleşmesi

Müslümanların Batı karşısında yenildiği Osmanlı’nın tüm aydınları tarafından teslim edilmiş bir fikr-i sabitti. Said Halim Paşa (1864- 1921) da bu düşünceden hareket etti ama modernistlerden ayrı olarak medeniyet yükselişi yapabilmeyi İslam esaslarını anlama ve tatbik etmeye matuf kıldı. Paşa şöyle diyordu: “Müslüman milletler, İslam dinini kabul etmekle çok büyük ve parlak bir medeniyet kurmaya muvaffak olmuşlardı. Bugün de, İslam esaslarını daha güzel anlayıp, daha derin bir bilgi ve faziletle tatbik ve icra eder, onlara daha samimi bir bağ ile bağlanırlarsa, bugünkü gerilik çukurundan yükselerek, şimdiki medeniyetin de üstünde yeni bir medeniyet kuracaklardır” (Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve Son Eserleri, İz, 1991: 180). Paşa’nın o dönemde böyle düşünmesini mazur gösterecek bir ortam olduğunu teslim edebiliriz. Neticede Batı toplumları, gerek kent oluşumlarında, gerek üretimde ve gerekse savaş meydanlarında öteki kültür gruplarını alt etmişler, Osmanlı’yı da Anadolu’ya sürmüşlerdi.

Ancak günümüz açısından Müslümanların Batı karşısında geri kaldıkları ya da yenildikleri söylemi temellendirilmemiş bir iddia olmuştur. Osmanlı aydınları tarihin ilerlemeci bir perspektifle okunması gerektiğine inanmış oldukları için emperyalizmle ortaya çıkmış servetin Avrupa’da temerküz etmesini “medeniyet” kavramı ile açıkladılar. Teze göre Müslümanlar tarihin ilk çağlarından beri gelen ilmi ve teknik gelişimin öncüsü oldular ama zaman içinde geriye düştüler. Aydınlar şöyle düşünüyorlardı: İslam medeniyeti dediğimiz şey Müslümanların sıfırdan başlayarak kurdukları bir medeniyet değildir. Müslümanlar, özellikle dünya işleri alanında başka milletlerden bir şeyler alma konusunda aşılmaz bir komplekse girmemişlerdir geçmişte. Gerek savaş ve savunma teknolojilerinde, gerek yerleştikleri yerlerde uyguladıkları yönetim tarzında, toprak ve tarımsal üretim ve dağıtım sisteminde, vergi gelirlerinin paylaşımı hususunda İran’da, Mısır’da, Bizans’ta, Endülüs’te görüp duyduklarını içselleştirme yoluna girmişlerdir. Bu tarz belki de İslam medeniyetinin en önemli özeliklerinden birisi olmuştur” (Yasin Aktay). Dolayısıyla Cumhuriyet kurulmadan önce gelişen aydın zihniyetinin “medeniyet” kavramına zenginlik, teknoloji, sanayileşme, kentleşme, dünya bilgisi nazarıyla baktığı açıktı. Hatta bu bakış öyle kesin bir anlamlandırmaya haizdi ki Mehmet Akif dahi “Batı’nın ilmini alıp, Kur’an’ın ilhamını çağın idrakine sunmaktan” bahis açıyordu. Bu yaklaşım artık günümüz aydını için savunulabilir bir düşünme tarzı değil.

Çünkü klasik İslam filozoflarının metinlerinde “medeniyet” gelişmeci tarih felsefesiyle tanımlanmış bir bilgi- teknik süreci değildi. Örneğin Farabi, medeniyeti ya da medine oluşumunu maddi meselelere bağlamadan izah eder: “Sakinlerinin ancak saadete erişmek maksadıyla yardımlaştıkları şehir, fazıl bir medine olur. Zaten saadete erişmek maksadıyla elele vererek çalışan bir millet de fazıl bir millettir; bütün milletleri, saadete ulaşmak maksadıyla elbirliği ile çalışan bir dünya da fazıl bir dünya olur” (Farabi, el Medinetü’l Fazıla, MEB, 1990: 80). Ayrıca Farabi’ye göre fazıl şehirlerin eşya modernliğine uğrama zorunluluğu da yoktu: “Farabi için “Mesken” nasıl olursa olsun, neden yapılırsa yapılsın ve nerede olursa olsun, önemi yoktur. Mesela; yerin altında ya da üstünde, ahşaptan, çamurdan, yünden kıldan ve diğer maddelerden yapılmış olabilir. Mühim olan meskenin yapıldığı maddenin cinsi değil, onun içindeki insandır” (Bayraktar Bayraklı, Farabi’de Devlet Felsefesi, Doğuş, 1983: 69, Fusul’ ul Medeni, s: 116’ dan naklen). Nitekim İbn Haldun da “Tamamıyla terakki (ilerleme) aleyhtarıdır. Herşey hareket ettiği noktada nihayet bulur ve yeniden başlar” demekte doğrusal (linear) bir tarih görüşüne dayanan modernizme muhalif durmaktadır (Hilmi Ziya Ülken, İçtimai Doktrinler Tarihi, s: 39). Ancak bu düşünceler Osmanlı ve Cumhuriyet aydını tarafından yeterince değerlendirilmemiştir. Medeniyet kavramı bizce yanlış bir kullanıma muhatap olmuştur. “Medeniyet” Türkçe’de 1835’ten sonra Sadık Rifat Paşa tarafından “civilization” kavramına karşılık olarak kullanılmaya başlanmıştır (Tuncer Baykara, Osmanlılarda Medeniyet Kavramı, Akademi, 1992: 27- 32). Oysa Farabi’nin “medeniyet” kavramına “civilization” anlamını yüklemediği muhakkaktır. Bu çerçevede Batı toplumlarının madde eksenli “civilization” yani uygarlık biçimleri ile Müslüman toplumların Medeniyet yani umran inşaları birbirinden tefrik edilmeye şiddetle muhtaçtır.

Eğer bu tefrik kabul görülürse Müslümanların “geri kalmışlık” fikri ile bağlantıları kalmayacaktır. Zira Müslümanlar ya da Müslüman dünya kurgusunda yaşayan topluluklar bir medeniyet telakkisi ile Batı karşısına çıkmamış oldular. Avrupa ve Balkanlarda Osmanlı’nın geri çekilmesi fikri bir bunalımın sonucu idi. Müslümanlar Batı sömürgeciliğinin kazanımları olan zenginliği Batı kentlerinde görerek şehirlerini ve mukavemetlerini bozdular. Tarihten beri getirdikleri dirlik- şehir- mahalle- din- üretim biçimlerini terk ettiler. Medine’de (şehirde) oturmak ve geçimlik bir cemaat ekonomisine tabi olmak yerine, efendi – köle diyalektiğine maruz kalmış kentlerde oturmayı daha önemli saydılar. Kent, uygarlık ve  civilitazition demekti. Şehir ise cemaat, geçimlik üretim, paylaşma, adalet, ahilik anlamına gelmekteydi. Bu nedenle Osmanlı geri kalmadı, uygarlaşarak geri çekildi.

Günümüz dünyasında özellikle elektronik bir dünya kurgusu ile ortaya çıkmış illüzyonla Müslümanlar modernlikle çatışmalarını tükettiler. Modernlik dünyanın yapısal bir özelliği haline getirildi. Modernleşme Batı temelli ideolojiye dayanıyordu. Cumhuriyet modernleşmesinin muhalif tavrı olarak kurulan İslami gurup ve bilinçler, bugün kendine has ve devlete dayanmayan sermaye kesimiyle, muhafazakar tabanıyla, Türk modernleşmesinin dinamiği haline gelmiştir. Türk modernleşmesi, Müslümanları da kendine katılmaya ikna ederek hem Türkiye’nin değişimini mümkün kılıyor ve hem de İslam’ın kapitalizmi durdurabilme imkanını yok ediyor. Kentlere talip olarak Anadolu’da şehirlerini yıkmaya, mahallesini ifsada kadar varan bir İslamlaşmanın Batı karşısında mukavemet şansı yok. Ayartılmış adamlar ülkesi olmaya doğru yürüyoruz. 

 Lütfi Bergen

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.