Ana Sayfa > Gündem > Moğolistan Notları – 2

Moğolistan Notları – 2

Asya Felsefeciler Kurumu (Asian Philosophical Association ICAPA) Milli Moğolistan Üniversitesi ile birlikte düzenlediği 6. Uluslararası sempozyumu 29 Ağustos 2012 tarihinde başladı. Konusu “Asya’da sosyal Gelişmeler de Yeni Paradigmalar: Gelenek ve Modernite’nin Uyumu” (New Paradigm of Social Development İn Asia: Harmony and Modernity) Katılımcılar. Kore, Japonya, Türkiye ve Moğolistan ağırlıklı. Hindistan ve Kazakistan’dan gelen yok bu sene.

Rektör beyin sunuşundan sonra Alparslan hocam kısa bir açış konuşması yaptı ve hediye verdi. Ardından rektör beye Aygün bey ile birlikte kitaplarımızı hediye ettik ve kısa bir teşekkür konuşması yaptık. Çorum İlahiyattan üç arkadaş olarak üniversitemizi temsil ettik. Bizim konuşmalar öğleden sonraydı, fena geçmedi desem abartmış olmayız.

 

Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun!

Hani derler ya yediğiniz içtiğiniz sizin olsun gördüklerinizi anlatın diye, ben İbn Haldun’u önemseyen ve İbn Batuta’yı örnek almaya çalışan bir kardeşiniz olarak “Çelebi” gibi katiplik yapmaya çalışıyorum ya, yediklerimizi yazayım, çünkü insan yediği içtiğinden ibarettir derler. Öğle üniversiteye yakın Blue Mon diye lüks bir yere gittik. Burada da yemek büyük problem,  çünkü Budist, Şamanist gelenek ağırlıklı ve et kesimi bizim için sorunlu, domuz eti de yoğun, bu nedenle özellikle Müslümanları düşünerek menü hazırlanıyor. Çok katlı ve her katı ayrı döşenmiş lokantalar olan büyük bir bina, yemeklere geçmeden önce, düşünce geleneklerinden bir bildiriden hareketle kısaca bahsedeyim. Marksizm ve Leninizm hala etkisini sürdürüyor. Tarihsel ve diyalektlik materyalizm ve komünist ideoloji, sunuş bildirisinden anladığım kadarıyla Mongoilian People’s Revolutinary Party aracılığıyla etkisini  sürdürüyor.  Türkiye’de ihtisas yapmış Muhtır bey, bunu CHP ile özdeşleştirdi. Hemen orada mı buldunuz diye hüküm vermeyiniz, çünkü ben DSP’liydim, Ecevit’i severdim dedi. Erbakan’ın vefat ettiğini söyledik, Demirel’in yaşadığına şaşırdı. Neyse biz tekrar düşünce yapılarına geçelim kısaca:

Sosyal düşüncenin Multi kültürel ve teolojik üç türü olarak Şaman, Budist ve nomadik (yani göçerler) simgeleri üzerinde duruldu. Mono ideolojik olarak sosyalizm ortaya çıkıyor. 1. Paradigma olarak normal bilim (Ortodoks Marksist Leninist paradigma bütün sosyal bilimlere hakim, ama radikal değişimlere de zemin hazırlamış. Resmi Marksist ideolojinin/paradigmanın çökmesiyle yaşanan kriz bir paradigma değişimi/devrimi ortaya çıkarmış. 2. Paradigma olarak sosyal bilimlerde çoklu paradigmalar dönemi üzerinde duruldu. Thomas Kuhn burada da görmek hoş, ideolojiler zihinleri kuşatan deli gömlekleri olunca, her yerde paradigma değişimleri de sancılı yaşanıyor.  Birisi (bu biz oluyoruz) pozitivist söylemden, diğeri Marksist-Leninist paradigmadan kurtulmaya çalışıyor diyeceğim ama bizdeki uygulamaları hatırlayınca, aslında biz ikisini birden yaşamışız diyesim geliyor. Neyse tekrar yediklerimize içtiklerimize gelelim:

Öğle yemeği tamamen sebze ve deniz ürünleri üzerineydi. Önce bir çorba geldi, içinde yumurta var gibi duruyor ama bir deniz ürünüymüş, yosun da var, salçalı ve lezzetli. Yanında harika bir ekmek ve bizim tahin pekmez karışımı (moloko) geliyor, banıp yiyorsunuz, Haluun mogoool shol denilen çorba ile birlikte. Hemen ardından yine bir çorba geliyor, ince açılmış hamur ve yosun ile birlikte pişmiş, onu pek beğenmedim, yani damak tadıma uygun gelmedi. Oysa yan taraftan Kazım bey takılıyor, maşallah Mevlüt hoca hiç yemek aramıyor diye, arkadaşlar hassas ya, ondan galiba! Ben de helal ve farklı tatları istesen bile bir daha nerde bulacaksın hocam, paradigma değişimleri şart, kalma tek model de dedim ama, gürültüye gitti. Ama bir hocanın muzırca gülümsediğini görünce, maksat hasıl olmuş olduğunu gördüm.

Masanın ortasında yemekleri sıcak tutmak için fırın gibi bir yer var, bizim güveç ya da türlü diyebileceğimiz, patlıcan, patates, biber, haşlanmış kızartılmış salçalı tava geliyor. Bu bize yabancı değil, dedi Fatih üniversitenden Ebu Bekir bey, yanında pilav ile iyi gidiyor. Hemen ardından bir mantar tava geldi, muhtelif mantarlar, biber ile birlikte haşlanmış kızartılmış, sevdim onu da.

Üçlü bir salata var, biri yosun, diğerinde domates, üçüncüsünde anlamadığım bir sebze var. Haa bir de lahana sarması var ama acılı, gayet acılı, onu da hazettim, iyi de miden ne diyor mu dediniz, önlem alıyorum diyeceğim ama önlem alsanız ne olacak? Yok, gurme programlarını seyrediyorum ya, nasılsa bir daha gelme imkanım yok, bir de temiz ve helal şekilde pişmiş, her birinden az birer tadımlık almak gerek diye düşünüyorum. Bir de bizim küçük kasnak gibi bir şey içinde ince açılmış ve neredeyse çiğ denecek şekilde pişirilmiş yufkalar geldi. Ardından bildiğiniz lahana, havuç, brokoli haşlanmış kızartılmış olarak sunuldu. Harika bir görünümde meyve ile sona erdi yemek. Ben hemen menü listesini isteyip, yediklerimin isimlerini yazdım. Dalain baissanii shol, bu ikinci çorbanın adı. Bean curt roll, spcy cabbage, dufo botsa, curd rool dufu, Dazanbette shol,  şahsımanto, yani yazarken bile zorlanıyorum, bunu geçeyim en iyisi.

Öğleden sonra sunumları yapacağımız için bir yere kımıldayamadık, akşam yine yakın bir yerde Hindu helal yemekleri ağırlıklı bir otele geçtik. Burası bana daha yakın, çünkü Ürdün de Malezyalı dostlar, Yemen’deki Hindli hocalarım vasıtasıyla biliyorum bu tadı. Birkaç yıl önce de Hindistan da bulundum, geçen yıl da Japonya’da Hindu Müslüman lokantasına gitmiştik zaten. Ggüzel bir şekilde baharatla kızartılmış tavuk parçaları küçük bir saç tava içinde, bizim çoban salatası diyebileceğim bir ek ile geldi. Ardından öğle yediğimiz güveç bakır küçük kazanlarda geldi. Pilav zaten var, ikisi fena gitmedi. Ardından yeşil mercimek yahnisi geldi, tadı da güzel. Hadi ya demeyin, çünkü bizim masada üç hanım felsefeci hocamız var, onların kanaati de aynı. Ispanaklı peyniri sevmedik mesela, ama ben peyniri ayrı yedik, lezzetliydi. Burası öğleye göre daha hafifti ve iyi de oldu.

Otele geçtik yürüyerek, hocamın odası geniş, orada bir çay molası verdik. En çok bu sohbetleri önemsiyorum, sivil ve entelektüel katkılar böyle anlarda verimli oluyor.

Alpaslan hocamın nezaketi de ilave olunca, bu anlar kaçırılmaz. Hoca yorgun, çıkalım diyoruz, odaya geçince bir telefon, Aygun hocam aşağıya iniyor, biraz sonra Nurpolat ve kardeşi Haknur ile geliyor odaya. Mete hocamı da alıp dolaşmaya çıkıyoruz. Dün bir sorun yaşamadık ama gündüz Moğol akademisyenler yine de dikkatli olmamız gerektiğini söyledikleri için biraz tedirgin olmuştuk.

 

Türk-Moğol Dostluk Parkı

Dün iki kez gezdiğimiz ve parlamento binasının bulunduğu meydanın yanında Türk-Moğol Dostluk parkına gidiyoruz. Çünkü İstanbul kafe kapanmış bu saatte. Parkın önceden resimlerini görmüştüm, güzel bir amblem var, ying ve yang, gece ve gündüz, erkek veya dişillik ya da en iyisi denge diye tarif edebileceğim meşhur simge üzerinde Türk bayrağı vardı ve çok hoşuma gitmişti, ama öyle değil, Türk bayrağının olduğu yer kırılmış. Moralimiz bozuldu. İnce uzun bir park, çok güzel dizayn edilmiş, havuzlu bir fıskiyesi var. Önündeki meydanda güzel oturaklar var, gençler gitar çalıyor, resimler çektiriyor. Hemen arkada ulanbatur otel ve kapanış bölümünün yapılacağı büyük bir kültür salonu var. Özgürlük Binası diyorlar galiba. Parkın bir ucunda Lenin, diğer ucunda Marco Polo heykeli var.

Otururken bir genç daha geldi, o da kazakmış Aybolat, o da okuyor. Fakülte açılacak ya Bayülke’den gelmiş, buraya uçakla 2saatten fazlaymış, otobüsle 2.5veya 3 günde geliniyormuş. Uçak 290. Tl, otobüs ise 80 binmiş. İki hafta çalışan Nurpolat bir bilet alabiliyor. Yani hayat biraz zor gibi.

 

Nurbolat babası doktormuş, on iki yıl görev yapmış ama şimdi kamyon şoförlüğü  yapıyor, daha iyi geliri olduğu için. Kız kardeşi Konya’da okuyormuş, bir kardeşi de lisedeymiş. Bilge Tigin lisesini bitirmiş ikisi de. 2006 açılmış yeni bir lise, din dersleri de varmış. Şehirde üç evet sadece üç mescit varmış, cami değil ha! Ezan sesi duymak hak getire! Meydanda temiz bir yere gidelim bir şeyler içelim dedik, Broadway isimli güzel bir mekan var, oturduk sohbet ettik. 6 yeşil çay ve bir dondurma 21. Tugruk yani Türk lirası da  diyebilirsiniz. Bu para ile bir kişi üç öğün yemek yiyebilirmiş dediğim zaman ortalama durumu izah etmiş olurum sanırım.

Türkiye’deki izlenimlerin ne diye sorunca beni Moğol sanıyorlardı yahu ben Moğolistanlı kazağım diyordum. Çünkü önemli bir ayrım, burada bize kızarlar, ne işiniz var derler, yani siz de buradan gittiniz oralara, ama bir zamanlar burada yaşadığımızı unutuyorlar. Cengiz handan öncede buradaydık demek bir şey çözmüyor yani. Ben Moğol değilim, Moğolistanlı kazağım, deyince, gündüz konuştuğumuz Üç Tarz-ı siyaseti biraz daha test etmiş oldum. Aygün hocam biraz daha sohbet edince, Sakarya bir hocasından bahsetti, o da ben Türk değilim Kürdüm ama ısrarla bana Türksün diyorlar, oysa ben Türkiyeli bir Kürdüm dediğini, burada benzer durumu yaşadığını söyledi. Yani benzer sorunları yaşıyoruz ve fıtratı zorluyoruz, Rabbimizin iyilik ve güzellikte yarışın, kim iyi amel, güzel iş yapıyor kim kötülük yapıyor, önemli olan bu, önemli olan ittika, yani sakınmak, dikkatli olmak, kul hakkına girmemek, öbür tarafa hesap verilebilir bir şekilde gitmek olduğunu unutuyoruz. Hesap soruyoruz sürekli, oysa yaptıklarımızdan eylediklerimizden hesap vereceğiz rabbimize, ama biz nefislerimizi ilah edinip, hesap soruyoruz, niçin söyle dedin, niçin böyle dedin, aslında sen şusun, sen busun diye dayatmalarda bulunuyoruz.

Neyse bu konular geriyor, konuyu değiştirip, evlilik ve nasıl olduğu üzerine konuşuyoruz. Durum zor, epey çalışmaları gerekiyor,  Moğollarda başlık türü bir şey varmış, para ya da gayr-i menkul talebinde bulunuyormuş, ama kazaklarda olmaz diyor. Biz de olduğu gibi taşrada düğünler üç gün yapılırmış, ama büyük şehirlerde salonda yapılırmış. On bin dolara ortalama bir düğün yapılırmış, oo biz de imkansız dedik, zaten biliyor, yaşadığı için. Karışık evlenme var mı deyince, pek olmaz diyor, ama son zamanlarda Moğol ile evlenen kazak kızları varmış, kazak erkekler ise pek evlenmezlermiş Moğol kızlarla.

Askerlik zorunlu değilmiş, onun için burada önemli bir sorun değilmiş. Çin etkisini soruyorum, daha çok Kore etkili, çünkü Erkeklerin çoğu oraya çalışmaya gidiyor deyince, yollardaki kaliteli arabaların sebebini de öğrenmiş olduk. Kızların da giyinmesindeki benzerliği, mini etek veya şort etek tercih ediyorlar, Kore ve japonya’da olduğu gibi. Geç vakit olup kapanma zamanı yürüyerek otele geliyoruz ve ayrılıyoruz.

İkinci gün öğle yemeğini tekrar Blu Moon da benzer menu ile yaptıktan sonra Kazak asıllı İngiltere de felsefe doktorası yapan kardeşimiz öncülüğünde büyük bir markete gittik, alış veriş yapmak için. Yani ufak tefek hediyeler aldık, ama en çok tantana yapılanı benim aldığım kamçı üzerine oldu. Önce İngilizce anlatamadım, moğol akademisyene, sonra anlattım meramı; ama o da bilmiyor İngilizcesini, Moğolcası taşor imiş. Niye onu arayırsonuz deyince hanım moğol, birden afalladım, arkadaşlarda epey güldüler, bizim bir numara istedi, onun öyle otantik nesnelere karşı ilgisi vardır dedim ama epey kafa buldular. Oysa sonra öğrendim ki, kırbaç burada şan şöhret ve yüceliğin simgesiymiş. Kazak arkadaş sordum bunun adı ne, Kamçı dedi, iyi de niye bu kadar tantana ettiniz o zaman dedim. Kapanışa yetişmek için hızlı hareket ettik. Ama Üniversite gelen yok, biz de Türk Moğol Dostluk parkında oturduk, millet gelene kadar.

Müzik Şöleni:

Önümüzdeki yıl sempozyumun Hindistan’da yapılmasına karar verildi, ardından İlhan Keçeci ve Özer Özgül hocamlar Türk müsikisinden sekiz parça sundular, harikaydı, hele haydar parçasının yorumunu pek bir beğendim, bunu yayımlayalım mı diye yemekte izin istedik, tabii olur dediler. Moğol klasik çalgısı Morin huur ellerinde 4 kişi ve bir hanım geldi, onlarda rahvan ve tırıs giden atları hatırlatan parçalar çaldı  diye düşünüyorum. En çok beğendiğim bölümlerden birisi de bu müsiki faslı zaten.

Akşam yemeği belki en sade ve lezzetliydi, çünkü peynirli salata, mantar çorbası ki harikaydı. Ardından pilav ve ızgara et. Çay ve  dondurma. Yemekten sonra hocamlarla birlikte yürüyerek otele geldik, biraz dinlendikten sonra tekrar hocamın odasına çay içmeye gittik, İlhan ve Ulvi hocamlarda eşlik ettiler. Ardından otel ödemesini  yapmak için aşağıya  indik merdivenlerden. Ama hocamlar asansör ile inemedi, ne oluyor diye bakmaya çıkarken geldiler. Koreli siyaset bilimi öğretim üyesi hoca körkütük sarhoş ve hocaya sarılıyor bırakmıyor. Oysa sabah kahvaltıda aynı masadaydık ve ne de efendi adamdı, peynir ikram ettik, hem sürülen hem de kaşar, iyiydi, ne oldu bu adam gitmiş, yerine tuhaf hareketler yapan biri gelmiş. Ardından ileri geri konuşmaya başladı, hocam sakın tepki verme dedi, ama söylediklerinin hepsini kendisine iade ettirdim, baktım hocam tebessüm ediyor. Hocam yoksa uyuyamazdım ha dedim. Neyse tam o sıra Nurpolat geldi, durumumuzu sormak için, oğlanı gözüne kestirdi galiba, yakasına sarılınca iyice sinirlendim, o bizim kardeşimiz, bunu yapma dedim, hepsini anladı diyeceğim, yok sinirli ve ani anlarda niyeyse İngilizce daha iyi konuşuyorum galiba! Bildiri okurken sıkıldım, sonlara doğru özetleyim dedim, ondan da sıkılınca ve biraz telaşlanınca hocama bir özetleseniz deyince Türk arkadaşlar çok hoşuna gitti, gülmeye başlamışlardı. Rektör beye kitap hediye edip kürsüden ineceğiz sanmıştım, mikrofonu uzatınca da bülbül gibi şakıdım diyeceğim ama öyle olmadığını biliyorsunuz, yok ama meramımızı anlattık vesselam, iyi olana da, sarhoş olana da. Son olay olmasaydı, daha iyi olacaktı ama ne yapalım, hayat böyle, süprizlerle dolu. Yarın iki günlük tur başlıyor, inşallah sizinle birlikte gezeceğim. Bu vesile ile 30 Ağustos zafer bayramımızı da kutluyorum, çünkü insanın yaşanabilir ve güvenli bir ülkemiz olması ne kadar önemli ve zor bedeller istiyor, gurbette insan daha iyi anlıyor, vesselam.

30/08/2012. Ulan Bator

Prof. Dr. Mevlüt Uyanık

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.