31 Ağustos 2012… Orhon Vadisine yolculuk başlayacak ya, heyecanlıyız, tam sekizde aşağıdayız. Burada hem Moğol hem de kazaklar “Orhon” diye yazıyor ve telaffuz ediyor, bende öyle yazmayı tercih ettim. Ama otobüs 9.30 da ancak geldi, dışarısı epey soğumuş, hemen uzun kollu kalın gömlek (sweet dememek için böyle uzun tanımlama yaptık) giydim. Güya ilk Türkçe resmi yazıt hatırına yabancı dil kullanmayım dedim!
Otobüs 1980 yıllara ait, perdelikleri evdekiler gibi iki aşamalı, mikrofon yok, ama olsun. Şehirden bir saatten uzun sürede çıktık, insanların sabah işe gidişlerini, Rusya zamanında kalmış evleri, gecekonduları gördük. Benzinliği görünce sordum, Amantay kardeşe, 1700 tugruk imiş ve pahalı dedi, yahu bu ne, biz dünyanın en pahalı petrolünü kullanıyoruz, iki katından fazla, dedik. Ama ücretler de ona göre, bir yeni öğretim üyesi 500 dolar civarında imiş, profesörler 800-100 dolar arasındaymış. Geçen yıl, yüzde elli ücret artırımı olmuş. Moğolistan, bu yıl %27 büyüme göstermiş. Nüfusu çok az, ama olsun, altın, kömür ve bazı madenler açısından çok zengin olan ülke,n için böyle gariban, yollar felaket, binalar felaket, şehir toz bulutlarına bürünüyor, temizlik hak getire! Niye böyle olsun, altın üretilen yer, diye sorunca, önemli oranda büyük güçlerin elindeymiş, zengin çok zengin, fakir çok fakir, orta sınıf yokmuş.
En büyük problem burada da yolsuzluk, diğer Asya ülkelerinde olduğu gibi. Altın önemli oranda Rusya nezaretinde işletilirmiş, şimdi Kanada gibi bazı ülkelerde girmeye başlamış. Ama yolsuzluk ile ilgili ciddi çalışmalar var, bir önceki Cumhurbaşkanı yolsuzluktan tutuklu, bu çok önemli bir gelişme. 2008 seçimlerini Moğolistan Devrimci Halk Partisi’nin (MPRP) hile ile kazandığını söyleyen insanlar ayaklanmış, parti binası yakılmış, birkaç insan ölmüş. Ama son seçimleri de demokratlar kazanmış, yani 1907 kurulan kominist partinin elinden alınmış, yönetim, çok güçlüler ama neticede seçimi demokratlar kazanmış ve daha iyi günler yaşacaklarına inanıyorlar, öyle de olmalı zaten. Çünkü Asya ülkeleri içinde en demokratik yapı burada var, deyince yani Kırgizistan’ı da unutmayalım dedim. Neyse, 2010 yılında iktidar verdiği sözü tutmayınca, halk gösteriler yapmış, meydanda toplanmış, Gerler kurulmuş, ama polis falan tutuklamamış, kavga çıkmamış, bakanların istifası istenmiş o kadar. Hükümet de geri adım atmış, demek ki şiddetsiz de oluyormuş bu işler! http://sultanmarmot.blogspot.com/
Bu yolculukta rehberimiz Amantay, Moğolistanlı kazak, İngiltere de ilkçağ felsefesi üzerine doktorasını yapmış kardeşimiz, ona Moğolistan felsefecileri sordum. Bildirisi de vardı. O ve Muhtır bey, bizim hocalar ona Muhtar diye sesleniyor. Hoş benzetme oldu, o da muzip, ben seçimle geliyorum o zaman dedi, evet öyle, sen bu kafilenin muhtarısın dedik Türkiye’de Hacettepe Üniversitende sosyoloji doktorası yapmış. Onlarla epey konuştuk, buradaki Türk hocalardan aldığım bilgileri ve okudumları mukayese ederek, yeri geldiğince sizlere bahsedeceğim.
Moğol Altay Trobi
Moğolistanlı felsefeciler: Saja Paudita (17.yy) Danzan Ravja (19.yy) Zava Dandin (19yy) Kazak âlim olarak Abai söyledi. Yollar tam bir felaket, her taraf çukur, şoför bunlardan kaçayım mı yoksa şunlara ralli heyecanı yaşatayım mı diyor anlayamadım, bir o tarafa bir bu tarafa hızla geçiş yapıyor. Yağmur iyice hızlandı, iki saat sonra bir lavabo molası verildi ama nereye? Cevap Muhtır beyden geldi. . Atalarınızın yolculuğuna çıktınız, madem; özgün olsun diye nereye bulursan oraya dedi, şaka değil öyle gerçekten. Neyse buraları geçelim, Moğol Altay Trobi yapıyoruz, heyecan şart. Saat 14 15 de yemek için Elsen Tasarhai denilen mekânda mola verdik, oysa çok uzak değil ki bura, ama yollar fena. Gerçi aynı yolları başka yerlerde görmüştüm ama gene de insan alışmakta zorlanıyor. Mola yeri turistler için hazırlanmış mekânlar, bizim de kalacağımız çadır evler (Ger) var, yine bu mimaride ağaçtan büyük lokantası var, orada öğle yemeği yedik, bize vejetaryen yemek, salata ve sebze çorba ile karnımızı doyurduk. Bir çadırda namazları eda ettik ve yola koyulduk. Buranın özelliği şu, yeşiller içinde evler var, hemen kenarda çöl başlıyor, Bathan dağından Khoğno dağına kadar yaklaşık 80 km imiş, hemen sınırda resimler çektirdik. Yerli halk Begstse denilen Budist liderin bu dağda yaşadığına inanıyor.
Geçmişe Yolculuk
Yolculuğun geri kalanında Muhtır beyle tam bir beyin fırtınası yaşadık diyebiliriz. Moğolistan’daki dini hayata bakış üzerine konuştuk, Vehbi ve Bayram âli, Ebu Bekir kardeşler de katıldı, sohbete. Amantay ve Muhtır beylere göre devletin dini yapısının tarihsel temelini çok eskilere götürerek anlattılar, Nesturi (historical Christian) başlayarak, Budizm (Tibet) ve Komünist dönem ardından 1990 yıllardan itibaren ki değişim ve dönüşüm sürecinden sonra günümüze geldik. %70 oranında Budist, %10 Şaman, %5 Müslüman olmak üzere çoğulcu bir yapı var. Hıristiyanlık yaygınlaşmaya başlamış, yüzün üzerinde kilise varmış. Kore ağırlıklı bir Hıristiyanlık propagandası varmış. Fakülte 1. Sınıftan beri arkadaşlığımız devam eden Vehbi Başer kardeşim, yahu Misyonerlik eğitiminin Türkiye’de verildiğini bilmiyorsunuz deyince afalladım. Nasıl yani diye hayretle sorunca, sosyolog ağa, “Yahu dışarısı farklı bir din, dolayısıyla içerde aldıkları eğitim ile dışarıda yaşadıkları veya tebliğ de bulunacakları ortam farklı olduğu için, psikolojik hazırlık yapıyorlarmış! Dedi. Bunun üzerine Türk bir hocamız, evet, bizim eve de gelmişler, çok iyi Moğolca konuşuyorlarmış, hanım, ben bu dili bilmiyorum ki deyince, hemen Türkçe konuşmuş birisi ve Türkçe kitaplar vermiş, deyince iki bilgiyi teyit etmiş olduk.
Ama önemli olan şu, Budist ve Şamanist arasında ciddi farklar yok, yani aynı anda iki geleneğe de bağlı olduğunu deklere edebiliyor bir Moğol. Aslında Şamanistler kendilerini çok da açıklamazlarmış. Nitekim hukuk fakültesi son sınıfta okuyan rehber hanım, Budist tapınak hakkında bilgi verirken, Budist misin diye soran arkadaşa, hayır dedi. Israrla öğrenecek bizimki, o zaman Şamanistsin dedi, yok, o da değilim, aslında ben doğrudan din ile ilgilenmiyorum dedi, bizim ki ne olduğunu şaşırdı. Kominist dönemde önemli dini liderlerin (yirmi bin civarında olduğu söyleniyor) öldürülmesi unutulmuyormuş. Ama gizli gizli ritüeller devam ediyor. Okuma yazma oranı oldukça yüksek, UNESCO ödül vermiş, çünkü %97. “Peki, göçer (nomadik)lik de bu nasıl oluyor?” deyince, siyasi ve coğrafi durum söz konusu oldu.
Ülkenin 21 aymakdan oluştuğunu her ilin 21 ilçeden oluştuğunu,315 sum olduğunu, çocukların bu merkezde okutulduğunu söylüyor. 1970 yıllarından itibaren eğitim öğretim sekiz yıl mecburi olduğunu ve bu yüksek oranı buna bağlı olduğunu söyledi.
ORHON VADİSİ
Ulan batura 360 km, ama yol çok bozuk olduğu için saatler sonra ancak ulaşabildik. Orhun nehri, uçsuz bucaksız vadiyi besleyen, yemyeşil kılan ana damar. Yüzyıllarca ekonomik, sosyal ve kültürel siyasetlerin biricik bölgesi olmuş. Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden birisiymiş. Tarihinin 58-62 bin yıl önce ye dayandığı yazılı. Tarih öncesi ve bronz çağlar boyunca sürekli buralarda yaşanmış. İlk önce proto historic dönemlerde Hunlar ve diğer Türk halkları, (Göktürk, Uygurlar ve Karakutay/Kidanslar tarafından ele geçirilmiş. 1205 yılında Cengiz Han, Moğol kabilelerini birleştirip devletini kurduğundan bu yana Moğolların yönetiminde. Bu dönemlerin hepsi müzede ayrı ayrı salonlarda ayrıntılı olarak anlatılmış. Ama benim orada gördüğüm haritalarda Angara nehri ve tokuz oğuzlar ve tatar terimleri ilgimi çekti, niyeyse!
ÖTÜKEN NEREDE?
Buralar, ama ormanlık bir yer olarak biliniyordu. Şimdi Ötüken ormanları yok olmuş. O dönemlerde her yıl Türk devletlerinin başkanlarının toplandığı kutsal bir mekanmış. Bunu duyunca, bir hafta önce Kırgızistan başkentinde yapılan ve her yıl başka yerde toplanan Türkçe konuşan ülkeler başkanlarının toplantıları aklıma geldi. Yeniden ümitlendim gelecekten.
KARAKURUM: CENGİZ HAN DÖNEMİN BAŞKENTİ
Buranın ifadesiyle Harhurum, aslında Cengiz han tarafından planlanmış, ama oğlu Ödügey tarafından yapılmış, ama elli yıl başkentlik yapabilmiş bir şehir imiş. Müzede, şehrin maketi var, büyük surlar içinde, üç ayrı bölge görülüyor, Müslümanların yaşadığı, Budistlere ait mekanlar ve ortada Avrupa şehirleri ve Bağdat örnek alınarak, oradan ustalar getirdilerek yapılan şehir. Tabii tarihi olarak da şimdi hiçbir şey kalmamış. Kısa süre içinde Kubilay han, başkenti Pekine taşımış. Bugün hiçbir şey kalmamış, müzeden öğrenebiliyorsunuz bunları. Moğolistan’ın en büyük Budist Tapınağı burada, ilk önce oraya geçtik. Zaten bir o kalmış, onunda başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiş desek yeridir.
Moğolistan’ın en büyük Budist tapınağına 16 sularında geldik. Burası Dünya Kültür mirası olarak kabul edilen yerlerdenmiş. Budizm, buralarda üç kez etkili bir şekilde gelmiş. Bu manastır 1585 yılında Abatisain Han tarafından inşa edilmiş. İkinci dalgaya tekabül ediyor. 1680 tahrip olmuş, 18 yy daye niden inşa edilmiş, 1872 yılında bugünkü hale gelmiş. İçerisinde 62 tapınak var. Kominist dönemde tahrip edilmiş. 1930 yılanda sadece 3 evet üç ufak tapınak ve dış duvarlar sağlam bırakılmış.
Moğolistan da tek parti dönemin bittiği tarih olan 1990 itibaren tekrar Budist monk (imam)ların ibadet ve ziyaret yerleri olmuş. Nitekim biz ibadetten gelene Budist monklarına rastladık, bazıları resim çektirmedi, ama bir iki tanesi itiraz etmedi.
Müzenin önünde geniş bir meydanda kartallar var, hemen Aygün hocamla biz denedik, iki bin tuğrek verdik, kolluğu taktı, aldım kuşu koluma, kendimi çok iyi hissettim. Hemen Budist tapınağı gezmeye başladık, orada en çok ilgimi çeken Dalay lama’nın at sesi çıkartan kavalvari “Ganlin” denilen müzik aleti. Yani ucu sanki at burnu gibi, iki delikli ve harika bir şeye benziyor. Klasik çağlılarının da at sesi üzerine kurulduğunu hatırlayınca, buradaki temel ve esas canlının at olduğu doğal. Çünkü her yer uçsuz bucaksız ova, düzlük, en uygun ulaşım aracının atmış bir zamanlar. Tapınaktan çıktık, hemen biraz ilerisinde düzgün bir asfalt yola döndük, nasıl yani demeyiniz, yol üzerinde levhada Türk ve Moğol bayrakları var, burası işte Orhon Abidelerinin yolu. TİKA yapmış. İşte yol bu dedi arkadaşlar. Abidelerin yanında yüreğimiz cız ederek geçtik, çünkü akşam olmuştu, göl yakınındaki evlere gideceğiz.
ŞAMANİST RİTÜEL MEKANI: OVOO
Göle varmadan hâkim bir yerde durduk, orada bir “ovoo” bulduk, rehbere söylemiştim rast gelince söyleyin diye, burası basitce ama önemli, göl manzaralı. Ortada irili ufaklı taşlardan oluşmuş küçücük bir tepecik, ortasında bir direk ve ona sarılmış mavi bezler, bez parçaları. Bunlara khadağ diyorlar. Üç defa saat civarında dönülüyor, en az üç ufak taş atılıyor. Bazı Koreli hocalar hemen yaptı, dedim ya, Budist ve Şamanistler de aynı ritüeli yapabilirmiş. Sonra iyilik ve güzellikler istenilirmiş, göl, dağ ve gök kutsal sayılırmış. Bizim ovoonun yanında votka şisesi vardı, ne iş diye sordum. Yahu ister süt, ister su serper insan, bu da bulamamış votka bırakmış işte dedi, arkadaşım.
Bir antropolog hocanın anlattığına göre bu göl, dişilmiş, her yıl bir yakışıklı erkek boğulurmuş, yani göl sevdiği bir erkeği her yıl alırmış, dikkat edin dedi. Dağ erilmiş, göl üzerindeki sisler her gün belirli saatte gölden dağa gidermiş, kavuşurlarmış, böyle inanıyorlarmış. Bizim hocalar hemen hurafe bunlar dedi, bir başkası putperest dedi. İyi de burada önemli bir inanç ve eğer onlara ulaşmak istiyorsak, bu üslupla böyle biraz zor dedim. Birisi iyi de bu ulusalcılar Şamanist değil mi, gök tanrıya inanmıyorlar mı deyince, yahu yapmayın, şamaniz bu coğrafyadaki yerini, Türk tarihinde Gök ve Tek Tanrı inanışlarına dair fikirler hakkında böyle rast gele konuşursak, iki arkadaş, buralı ve buranın fikirleriyle yetişmiş baskın olarak Türkiye Türkçesini de biliyorlar, ayıp olmaz mı? Onlarda bizim inanışlarımıza bir şeyler söyleseler şimdi ne yapacağız? Allahtan nezaketli ve ev sahipleri bir şey demiyorlar, yapmayın böyle vulgarize etmesek dedim.
Konu değişti, Muhtır bey bana dikkatlice bakıyor. Çünkü onun müzip ve muzır bir yaklaşımı var, bu ne diye soran birine ayrıntılı açıklamak yerine, yerdeki taşları temizliyorlar, belediye hizmeti yapıyorlar insanlar, deyiverdi. Sonra kaldığımız mekândan dönerken, ben ve bir iki kişi vardı, ovoo etrafında dolandı ve ufak taşlardan o da attı. Sen hakikaten çok zeki bir arkadaşsın dedim.
Çok merak ettiğim bir konuyu müzakere ettik: “Moğollar şaman iken dünyaya hâkim oldular, Budist öğreti acaba bu savaşcılığı yumuşatmış ve/ya baştırmış mı?” diye sordum. Benzer bir yaklaşım Japonya da var gibi; direnişçi ve savaşçı Şintoist gelenek yerini Budist geleneğe bırakıyor, görünüşte ikisi arasında önemli bir ayrım yok deniliyorsa da ikisi ayrı din gibi işlev görüyor. İyi bir sosyolog olarak bunun komplo teorisi olma ihtimali olduğunu, çünkü Budizm tarihinin çok eskilere dayandığını, üstelik Tibet Budizminin etkisinin yoğun olduğunu söyledi.
Biraz gerildi, bende konuyu açmak için bu coğrafyalardan esinlenen Maturidi geleneğe sahip olmamıza, yani özgür iradeyi özgün bir şekilde Tanrı ve insanın alanlarına müdahale etmeden açıklayan öğretiyi öğretmek yerine Eşari baskın şekilde okutulduğunu, benzer bir durumun biz de olma ihtimalini söyledim. Böylece yönetici bir şekilde kendisini Tanrı’nın temsilcisi gibi gördüğünü, insanları Tanrı kul ilişkisi gibi, yönetici-tebaa ilişkisine döndürdüğünü belirttim. Padişah da istediğini yapma yetisine sahip gibi gözüyor, düz duvara tırmandırabilir insanı diye söyleyince, “haa ben de savaşçıyı yanlış anladım, siz özgürlük bağlamında soruyorsunuz” diyerek, rahatladı. O zaman daha zeki olduğunu anladım. Evet, özgürlük, diyorum, “haksızlığa direnen, emperyalizme karşı duran, küresel güçlere karşı yerli değerlerini yeniden yorumlayan bir yapıyı gerçekleştiren Moğollar ve Japonlar, bir şekilde teslim oldular mı?” diye soruyu yeniledim. O zaman bu durum farklı, diyerek gerçek Moğol kültürünü yaşayan insanlar ve bunlar üzerinden kimlik mücadelesinin devam ettiğini söyledi.
UGİ GÖLÜ
Akşam kalacağımız mekana geldik, Moğolistan’ın en saf ve temiz sularından biri olan Ugii gölünün hemen yanında. Burası şehirdeki sudan daha temiz, içebilirsiniz diyorlar. Moğolistan’ın tam ortası burasıymış, yahu Ulan batorda öyle bir yer var, Suhbatur özgürlük meydanında, deyince güldüler. Bu coğrafi olarak, çünkü ülkemiz doğudan batıya 2367, kuzeyden güneye 1258 km, Ugii gölü de tam ortası.
Kamp yerinin ismi Hatun. İyi kötü diğer kril yazılarını okudum bunu sökemedim, Muhtır bey, kafa buldu benimle, her yerde ben mi buluyorum, yoksa onlar mı beni buluyor böyle kısa süre içinde kafa bulanlar benimle anlayamadım, yahu bildiğin hatun hatun, dedi, keyifli bir şekilde gülerek. 20 civarında çadırlara yerleştik. Ben, Aygün kardeşim ve Orhan hocamla aynı yere düştük. Orhan bey, Isparta üniversitesinden. Kıymetli bir kardeşim, geçen yıl tanışmıştım. Ger (üy, ev) girdik, sıcacık, soba yanıyor. Ama yataklardan birisi ıslak, değiştirmelerini istedik ama çoğunda öyle olduğu için yedek battaniye kalmamış, ateşi harladık, ben bu satırları yazarken. (23.30) Akşam olanlardan bahsediyim.
Akşam yemeği iyiydi, bize helal yiyecek hazırlamışlar, salata, pilav, yanına küçük ama lezzetli turşu, ve soyadan yapılmış et gibi lezzetli bir menü hazırlamışlar. Alpaslan hocam, bir koyun kesmek istediklerini söyleyince, Ebu Bekir bey ben yapabilirim dedi. Biz yemek yerken koyun kesildi. Millet çadırlara çekildi, biraz istirahat edildi, sonra ateş etrafına toplandık. Bir taraftan Mahfuz Bey şiş yapıyor, diğer taraftan başka bir yerde genişçe nevruz ateşi gibi bir şey yanıyor, çünkü hava soğuk. Koreli ve Japon akademisyenlerde geldi ateşin etrafına. Şarkılar söyleniyor, bunun üzerine Yıldız Teknik üniversitesinden Süleyman bey, hemen kontrolü eline aldı. Ateşten atlayalım hocam dedi, olur mu olur, peki ilk önce ben, ardından Süleyman ve Aygün beyler atladı. Oralma hocam, sempozyumun koordinatörü, bu nevruz ateşi klasik Türk geleneğidir, ateşin her türlü kötülüğü giderdiğine inanılır dedi. Herkes yerel şarkıları söylüyor, bizimkiler ardından Karadeniz marşını söylemezler mi, yahu burada Türkçe bilen birkaç kişi var, onlar halk türküleri söylüyor, biz marş deyince, Orhun ruhuna uygun bu diye düşünüyoruz. Arından şişler yenildi, biz Amanbay ve hukuk fakültesinde okuyan ve çok iyi İngilizce konuşan rehberimizle sohbet ederken, arkadaşlar tekbir ve salavat getiriyordu.
Ugii Gölü, Moğolistan.
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
– Haber Lotus –
HLotus