Ana Sayfa > Gündem > Moğolistan Notları – 4: Orhun Abideleri

Moğolistan Notları – 4: Orhun Abideleri

Ança kazganmış itmiş ilimiz dörümüz erti.

Türk Oğuz begleri budun eşiding.

Üze tengri basmasar, asra yir telinmeser,

Türk budun, ilingin törüngin kim artatı (udaçı erti)? [1]

Yerel adı, Khosho Saidam, yani Türk ili demekmiş. Unesco tarafından 2004 yılında dünya kültür mirasına dahil edilmiş bir yer. Önceki gezi notunun başlığı Orhon idi, şimdi Orhun’a dönüşmüş, hocaya bak, “Tropi”yi “Trobi” gibi yine yanlış yazdı galiba,  demeyiniz. Ben her daim “p” ile “b” karıştırırım, “kitap” yerine çoğu zaman “kitab” yazarım. Ama bu bilinçli bir tercih, bana kaldığı zaman “Orhon” yazarım, çünkü buradaki Türkler öyle söylüyor ve yazıyor, Moğollar da öyle, diğer yabancılar da öyle. Ama gel gör ki, “Abidiler” denince, Türkiye’deki metinlerin tamamına yakını  “Orhun” terimini kullanıyor. Bu nedenledir, önceki ile bu yazı arasındaki farklı tercih, bilinçli bir seçimdir, bilesiniz.

Hatun kampında 1.Eylül sabahı erkenden kalktık, kahvaltıyı yaptık, koyunu geri kalanını kavurma yapmışlar, çok hoş lezzeti vardı. Adam başı 5 dolar verdik, 150 dolarmış. Şehirde seksen ile yüz dolarmış. Çıktık yola, kamp ekibi uğurlamaya geldi, bir hanım görevlinin elinde bakır tas, süt serpiyor ardımızdan, diğerinin elinde ise mavi uzun bir kumaş parçası;  güle güle gidiniz diyorlar. İyi de ben bu âdeti bir yerden hatırlıyorum ama nereden dersiniz? Orada süt değil de su serpiliyordu değil mi?  Biraz gittik, abideleri görme hevesimiz kursağımızda kaldı, çünkü dün durup mola verdiğimiz ve göle hâkim yerdeki “ovoo”ya gelirken, diğer otobüs bozuldu. Aslında bizim çok riskli gördüğümüz şoför ve arabasıydı, orada kalan ve “uy ucuz kurtardık” dedik. Hani kendisi için istemediğini başkası için isteme” ilkesi var ya,  onu unuttuk. Nerden bilecektik, o arabanın Korelileri sağ salim ulaştıracağını ve nispeten yeni olan otobüsle bizim yolda kalacağımızı? Neyse Ovoo yanında mecburen bizde durduk. Kırlarda gezmeye başladık, özellikle papatyalar çok hoşuma gitti, mor yapraklı harika görünümü var. Kısa süre sonra yola çıktık ve heyecanla beklediğimiz abidelere ulaştık.

TÜRK TARİHİNİN İLK YAZILI METİNLERİ

Tabir-i caiz değil ama yine de söyleyeyim, “Eğer Hac gibi bir ritüel olsaydı Türk düşüncesinde burası olurdu galiba, Umre ise Tonyukuk yazıtları” ikisi de farklı mekanlarda. Pazartesi günü oraya gideceğiz, Salı gününü de Müzeye tahsis etti,k vesselam. Bu benzetmeyi Pazartesi Akşam Elit Türk okulunda verilen akşam yemeğinde Sefir bey söyledi. Hakikaten öyle. Hayda ne oldu, birden 3 Eylül tarihine atladınız diye sormayınız. Gördüklerimi ve bilgi notlarını en kısa sürede, bulduğum yerde bilgisayara geçiriyorum, nitekim bunu Uçakta yazıyorum, Bişkek havalanına yarım saat kalmış, yemek ve biraz istirahat, Görevimiz Tehlike 4 seyrettikten sonra bilgisayarı açabildim. Hem Tonyukuk yazıtlarını, bir de Milli Devlet Müzesindeki “Türk Kültür Varlıkları ve tarihi Salonunu” görmeden Orhun Abidelerini yazma imkânı yok ki, diğer notlarda ufak tefek de olsa bilgi hatalarını burada hiç yapmamam lazım, diyeceğim ama neticede bunlar gözlemlerim, kusurlarımızı mazur görünüz.

Türkiye’nin yaptığı elli km yolun sonlarına doğru Abidelere ulaştık. Burası Karakurum, bir zamanların Harhurun dedikleri başkenti ve Moğolistan hükümeti, başarabilirse yeniden oraya taşınmak istiyor. 2040 yılında bunu bütün dünyaya deklere etmeyi hedefliyor. Çünkü Ulanbatur yaşanması zor bir şehir, yolları felaket, toz çok, hijyen pek yok.  Trajik berbat, araç çıkışına plakaya göre kısıtlama getirilmiş. Araba sayısı oldukça çok, direksiyonu sağdan olan araçlarda var, bunlar biraz daha ucuz oluyormuş. Ama bir sorun yaşamadıklarını söylüyorlar. Kenar mahalleler gecekondu ve oldukça riskli bölgelermiş, aman ha, geceleri bile merkezde yalnız sokağa çıkmayın, dedi iki Moğol akademisyen. Hadi bayan olanı anladık, erkek olanı da aynısı söyledi. Alkol, bütün Rus işgali altına kalmış ülkeler gibi burada büyük sorun, özellikle geceleri sarhoşlardan çekinilmesi gerek deyince, valla otelde bir akemisyenin ne duruma düştüğünü gördük, diyemedim tabiî ki!

Tekrar konumuza dönelim, lütfen.  Karakurum yeniden başkent kılmak hem tarihsel açıdan hem de coğrafi açıdan daha iyi olur gerçekten, Orhon vadisi (burayı yazarken Orhun diyeceğim!) 1220 m2 alanda 1500 m yükseklikte yemyeşil bir alan. Yüz binlerce evet yanlış yazmadım yüz binlerce yıl bir çok imparatorluklara (Hun, Göktürk, Uygur, Moğol) merkezlik yapmış bir mekan. Orhun ve Selenge nehirleri okyanusa dökülen iki  ana nehir zaten, diğer ırmaklar ülke içinde kayıp olup gidiyor. Neyse belki Orhon vadisi yeniden eski  günlerine döner, TİKA, abideleri koruma altına alarak ilk adımı attı, Moğol ve Japon arkeologlarda Karakurum başkent olunca devlet başkanlığı binası hakkında çalışmalar yapıyor, benzeri yeniden kurulacakmış, başkent olma projesinde.

Tekrar Abidelere dönelik, lafı uzatmadan.  Yolda Mehmet hoca, abideler hakkında teknik bilgi verdi ve öneminden bahsetti. Müzenin girişinde Türkiye, Moğolistan ve Tika’nın bayrakları var. Güzel zarif bir kapıdan avluya giriliyor, genişçe bir yer. Müzenin sol tarafında ufak bir sekilenme yeri var, tahtadan yapılmış kamelya. arka tarafında yerde uzun bir yazılı taş daha var, ama buna dair bir bilgi yok.  Ya da o heyecanda ben bulamadım. Avludan jeolog kardeşim Suat’ın özellikle istediği taş örnekleri aldım, avlunun dışarısına çıkıp birkaç taş örneği daha aldım.

Bunu gören Moğol arkadaş, “ Sen Şaman mısın, ovooya mı atacaksın iyi, güzel dilekler için?” diye kafa bulmasın mı? Çünkü Moğolistan’da yaşayan yaklaşık 6 bin Tuva Türkü’nün büyük çoğunluğu şamanmış. Yahu Suat, her iki kesimden de eleştiri aldım, önce ovooya dair ilgim ve azıcık bilgimden dolayı memnun olan arkadaş, şimdi kafa buluyor. Bizimkilerin bu ne ya, putpereslik hurafelik demesi üzerine yahu şöyle ya da böyle bizim kültürümüzün bir parçası, burada Budistlerde gerekli hürmeti gösteriyor, bir inanç biçimi bu demem üzerine, şimdi taş topluyorum iyi mi? Gerçi fark ettirmeden Muhtır bey herkesi gaza getirip Şamanist bir eylem yaptırdı Orhun abidelerinin bahçesinde, o hurafe diyenlerin çoğu gayet keyifliydi. Nasıl mı oldu? Müze çıkışında lütfen bir araya gelelim, diyerek bizleri topladı sosyolog arkadaş, burası sizler için çok önemli biliyoruz, bizler de buna saygı duyuyoruz, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz dedi. Hani hiç biriniz toprağı öpmedi? Oysa buralar madem önemli ona saygı göstermek  gerekmez mi? Biz burada eğiliriz, toprağa dokunuruz, onun enerjisiyle dolarız ve şöyle sağdan sola yuvarlanırız, deyip bir de gösterdi. Ardından bizim Türk ve diğer Türkiyeli hocalar, ben de dahil. Neyse, kültürel kodlar yüzyıllarca sürüyor, çarşıda hediyelik alırkan dört beş renkli ufak muska türünde ipe dizilmiş, bazılarının ucunda zili görünce, bu muska şekillerinin Sungurlu’nun bazı köylerinde hala olduğunu ve yapıldığını hatırladım. Hadi ya, demeyeniz, lise son sınıfta olaylardan dolayı okula gidemeyince, amcam Nüfus Müdürlüğü sorumsulusu merhum Saddettin Uyanık ağam, beni köylere cüzdan doldurmaya götürmüştü, birden oradan hatırladım.

Bakalım, Suat Bey, bu taşlar hakkında ne diyecek? Çünkü müzeden çıktıktan sonra bütün Orhun vadisini tepeden gören yere gittik.  Aslında çok güzel bir mekân, bütün Orhun vadisi ayaklarınınız altında, iki yönden de bakılabiliyor. Ama yol yok, evet yok, toprak cılgalar yol olmuş, bir yer iyice eğri büğrü olunca otobüs durdu, yürüyerek çıktık tepeye. Bir tarafta gayet küçük, bir dönümlük araziye konulmuş ufak evler, bazılarının bahçesinde ger/üy de var. Tepe de manzara harika, güzel de bir anıt yapmışlar. Ortada büyük bir ovoo var, taşlar üçgen tepe olmuş ama bunun üzerinde uzun ağaçlar var, çadır gibi çatılmış. Üç parça oval duvarların birinde Cengiz Han dönemi, Birinde Türkler Dönemi, birinde mevcut Moğol dönemi anlatan haritalar var. Oradan da taş topladım, çok farklı araştırma yapsın kardeşim diye. İyi, tamam kardeşim, bilinç altı okumaları yapmada Orhun Abidelerinden bahset mi dediniz?

“Orhun”  bizlere ne ifade eder?

Malumunuz olduğu üzere Türk adının, “Türk” teriminin geçtiği ilk yazılı Türkçe metin. Taşlar üzerine yazılmış ilk Türk tarihi olan bu kitabelerde, devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması anlatılıyor. Şimdi kim millete hesap veriyor, geleneğimizin ilk dönemlerine bir bakın bir de şimdiki duruma bakalım Türk askerlik dehası, kültürü, feragat ve faziletinin örneği, kısacası Türk toplumsal hayatını anlattığı için bunlar Türk düşünce tarihi açısından son derece önemli metinler. Bunun için bunlara yazıt ya da kitabe demek yerine abide demek gerek. Çin hakkındaki 1250 kusur sene önce söyledikleri ile şimdiki arasında bir fark olmaması, devlet adamlığı dehasını göstermesi açısından önemli. Millet hızla resimler çekmeye başladı, bir de baktım Özer bey, elinde Tanbur iki taşın arasına bir sıra çekildi oturdu oraya, “Ey Gaziler” parçasını icra etti. Millet çoştu, ardından Kamptaki gibi Çırpınırdı Karadeniz’i söylediler. Yani bu marş, ey gaziler parçasından sonra olmadı gibi, ya da bana öyle geldi.

Abidelerden ilki, salona girdikten sonra sağa dönüyorsunuz, karşınızda sol tarafta Kültigin, sağ tarafta ise Bilge Kaan Yazıtını görüyoruz. Ukalalık demeyiniz, çünkü mecburen söylemem gerekiyor şunları: Bumin Kaan 552 tarihinde Avar idaresine son verip Göktürk devletini kurdu. Kendisi merkezde, doğuda, kardeşi İstemi Kağan da Batı bölümünün yönetimindeydi. Fakat 630 yılından itibaren ülkenin doğu kısmı Çin hâkimiyetine geçti, İlteriş Kaan (kutlu) bu hâkimiyeti sona erdirdi. 691 ölünce oğulları Bilge ve Kültigin Kaanlar küçük oldukları için amcaları yönetimi devraldı. Kophan Han ülkeyi Doğu’da Çin; Batıda Kafkaslara, Güneyde Tibet’e, Kuzeyde Sibirya’ya kadar genişletti. Orhun ve Selenge nehirleri civarındaki Türkleri bir bayrak altında topladı.

716 yılında Bilge Kaan, babaları ve amcalarının danışmanı bilge vezir Tonyukuk yardımıyla devleti daha güçlendirdi. Barış ve huzuru yaşattı, kendisi merkezde Doğu’da ağebeyi Kültiğin ise Batı’da yönetimde oldu. İşte ilk abideyi ölen abisi adına Bilge Kaan yaptırdı, ikincisini de kendisinin ölümünden sonra oğlu tarafından onun adına dikildi.(734-735)

Abideler kaplumbağa şeklindeki kaidelere konulmuş, Mehmet hocam, kaplumbağanın Türk tarihi açısından çok önemli olduğunu söyleyince, evde yıllardır su kaplumbağası beslememin, onunla her gün konuşmamın bilinçaltı ile bir ilişkisi olup olmadığını sorguladım. Kaplumbağa edebiliği simgelermiş.

Çorumda yapılan Hititoloji kongresine katılınca, orada kaplumbağa görünce, Felsefe ve Tarih Topluluğunun simgesi bu olsun demiştim, ama doğrusunu söylemek gerekirse, buraya gelene kadar bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum. Ortaokul döneminde Atsız’ın kitaplarını okudum. O dönemin siyasi şartlarını düşününce çoğu arkadaşımın el kitabı gibi olmasının nedenlerini malum. Bozkurtların ölümü, dirilişi gibi eserlerde buraları anlatıyordu, daha sonra Orhun yazıtlarıyla ilgili bilgiler de okumuştum ama unuttum. Belki de bu bilgilerden dolayı kaplumbağa sevgisi vardı bilinçaltında bilemem, ama Süheyla’ya yani evdeki yoldaşıma epey anlatacağım var, bu kesin. Belki bu nedenle şaman ve ovoo kültürü ile ilgili birinci elden bilgi almak istedim. Ama Moğollar da hayret etti, ayrıntılı olarak sormama, niye biz buralardaydık ve önemli oranda bu kültürün etkisi altındaydık, dolayısıyla benim tarihimin bir parçası, onu öğrenmem, bilgi almam şart, hem ülkemizde Şamanist olduğunu söyleyen bir çok insan var.

KUL TİGİN ABİDESİ

Yazıt, 3.75 m; yukarı doğru biraz daralıyor, dört cepheli ve her yerinde yazı var. Üstü kemer şeklinde. Doğu cephesinde kaan işareti var. Batı cephesi Çinceymiş. Miş, diyorum çünkü silinmiş. Çin Tang kralı Ming Hua ile ilişkiler anlatılırmış. Diğerleri Türkçe.  Burada pek anlayamadım, ilk anda, ama Devlet müzesindeki resimde görünce, tekrar yakın çekimlerde bakınca gördüm, çocuk emziren bir kurt figürü var. Müzede bunu gösteren bir tablo altında Türk boylarının seçeresi yazıyormuş. Kültigin anıtının taklidi de var Müzede.

Kültiğin Han 47 yaşında 27 Şubat 731 vefat etmiş, 1 Kasım’da yakılmış. Şimdiye oranla çok genç, ama yaptıklarına bakınca adını ebedileştirmiş, küçük kardeşi de anıt haline getirmiş. Yirmi günde taşa kazılan 68 satır ve on bin harften oluşuyor bu kültür ve düşünce tarihimizin ilk yazılı abidesi. Çok düzgün bir şekilde yazılmış. Etrafında çıkan kadın ve erkek balbaları var.

Bilge Kaan abidesi de aynen ilkine benziyor. Birkaç santim daha yüksek o kadar. Çince kitabı maalesef tamamen silinmiş. Bunda Kül Tigin’in ölümünden sonraki olayların da anlatılması açısından bir süreklilik de vardır. Bilge Kaan’nın başı ve hanımın başından bir parça Devlet Müzesinde bulunuyor. Ayrıca altın taç’ı ve gümüş geyik, altın süslemeler de Müze’de sergileniyor.

Aslında bu anıtlarda mezar yok, olduğuna dair delil de yok, zaten maksat da mezarlıkları anıtlaştırmak değil, onun hatırasını yad etmek, ruhunu ziyaret etmek. Güneşin doğduğu yöne doğru kuruluyor. Bütün Türk boylarının gelip geçtiği bir yere konulmuş olması, o zaman vadinin ne kadar işlevsel olduğunu gösteriyor.

Burası günümüz Argahan Aymağı Kaçko Tseydam bölgesinde. Aslında bu bölgede yaklaşık 500 daha bu tür kitabe varmış, 400 farklı dillerde, farklı milletlerin tarihleriyle ilintili olarak Türklerden bahsediyormuş.

BİLGELİK TİMSALİ: TONYUKUK

Bumin ve İlteriş Kaan ile Bilge ve Kültiğin Kaanlara danışmanlık yapan bilge kişi, kendisi adına bir yazıt hazırlamış. Ama maalesef, diğerlerine 316 km uzaklıkta. Tonyukuk abidesi Ulanbator’a yaklaşık 40 km ötede, Türk okulu pansiyonunda kalan bazı arkadaşlar ilk gün gitmişler. Çorum ekibi, Alparslan hocam ve Yıldız Teknik Üniversitesinde üç dekan hocam (Mustafa, Ulvi beyler ve asistanı olmaktan gurur duyduğum İlhan hocam),Balıkesir üniversitesinden fakülte 1. Sınıfından beri kadim dostum Vehbi Başer, Orhan beyler, yani otelde kalan Pazartesi günü gittik, ama ne gitme, yirmi km tamamen toprak yol. Daha doğrusu yol da değil, araçlar kafasına göre yer belirlemiş gidiliyor, aynı anda 3-4 yol var. Safari yolunda izlenimi yaşıyorsunuz, çünkü her yer yemyeşil ve mis gibi kekik kokuyor. Ufak bir gölet etrafında atlar var, uzakta koyun sürüleri. Ama özellikle toprak yol çok bozuk, bir o yana bir bu yana içiniz bir tuhaf oluyor, ama Tonyukuk görülmeden de gidilmez ki!

Abidenin ilki 243 cm yükseklikte, 217 cm eninde, 37 satır; ikincisi ise 38 satırdan oluşmuş. Bilge Tonyukuk, hayatı, çalışmaları, savaşları ve görüşlerini anlatıyor, ama az biraz da övüyormuş kendisini. Yani ben olmasaydım siz bunları, bu başarıları biraz zor elde ederdiniz gibi. Bunda bir serzeniş mi var, bundan dolayı mı diğer iki abidenin yanında değil bilemiyorum, ama buradaki iki yazıt, ilk iki yazıtın sürekliliği sağlaması açısından önemli.

TİKA, Orhon vadisindeki Bilge ve Kültiğin Kaan abidelerini kapalı mekân içine alarak koruma altına almış, müze olmuş. Buralarda bulunanların bir kısmını da Milli Devlet Müzesinde ayrı bir bölüm halinde sunulmasını sağlamış. Ama Tonkuyuk sadece etrafı çevrilmiş. Zaten önündeki taş anıtta Moğol devleti burayı koruma altına almıştır yazıyormuş. Müzede önceki halini gösteren fotoğrafı gördüm, bizimkiler çerçeve demiri yenileşmişler, biraz bakım yapılmış, kapının yanına Moğolca, Türkçe tanıtım yazısı hazırlanmış. Ama İngilizce olan sökülmüş, Moğolca olandan bir paragraf silinmiş. Dolayısıyla Tika’nın buradaki levha ve Türk-Moğol Dostluk Parkındaki Türk bayrağı figürünü yenilemesi iyi olur. Gerçi ying-yang benzettiğim iki balığın Moğol bayrağındaki yerini ve kültüründeki önemini öğrenince, onun üstüne ay yıldız koydururlar mı, bilemiyorum.

Altın Soyombo

Adı bu; bayraklarında yer alan figür, özgürlüğünü anlatan birga harfini temsil ediyor, bizim bayrak bunun yerine konulduğu için kırılmış olsa gerek.  Simgenin tepesindeki alev, aile ve ulusun (ulus Moğolcaymış) genişlemesini, devamlılığını simgelermiş. Onun altındaki güneş ve hilal ile ateş gibi hareketli, güneş gibi parlak ve ay gibi temizlik içinde yaşasın denilirmiş. Parkta sağlam kalan gözleri açık, daima UYANIK olan iki balık ise, ying ve yanga benzetmiştik ya, meğer bu, barış ve huzuru ifade edermiş. Aynı zamanda çoğalmayı simgelermiş. Ama oldukça büyük olan ülkede üç milyona yakın insan yaşadığını görünce, bunu pek başardıkları söylenemez. Nüfusa dair bu rakamlar hep değişiyor, müzede 2005 seçimlerine göre, 2.6 diyor, şimdi 2.9 diyorlar. Neyse ne, diyeceğim o, dostluk parkına mevcut simgelerine hale getirmeyecek bir anıt konulsa iyi olur, değil mi? Çünkü amlebi kırmak, bayrağı indirmek gibi bir şey, üstelik de atayurtta!

Sayın başbakanımız Orhun abidelerine helikopter ile gelmiş. Zaten karayolu ile gelme imkanı yok, başlangıçta söylediğim gibi dönüş yolunda Otobüsümüz bozuldu. İki saatten fazla bekledik. Ben bu satırların taslağını yazarken (01/10/2102:16) dışarıda bizim rehber ile bir çoban güreşiyor, ama ne fotoğraf makinesinde ne de telefonda şarj kalmadığı için resimleri çekemedim. Ardından İp Men filmini Özer Bey televizyona koydurdu onu seyrediyor millet. İyi de hani otobüs felaketti yazmıştın, evet dünkü öyleydi.  Şoför de hızlı kullandığı için bugün değiştirdiler, meğer Korelilerin bindiği araba daha yeni ve güzelmiş, ama yolda kalan bu oldu. Şimdi diğerleri çoktan öğle yemeğini yiyeceğimiz yere gitmiş, misafirlerini bırakmış, bizi almaya geliyormuş, kadere bak! Demek ki, soluğun her daim doğruya olacakmış, Çorumlunun dediği gibi, yoksa böyle ders verirler. Koreliler de vesile olur.

Velhasıl, Orhun Abidelerini, Bilge, Kültiğin ve Tonyukuk yazıtlarını ve buralardan toplanan parçaların sergilendiği Milli Devlet Müzesini gezdikten sonra, Atayurt’tan Anayurt’a dönüş yolunda son şeklini verdim. Müzede adiler ve yazısı üzerine çalışan akademisyenlerin isimleri var, ama sadece Moğolca da. Onu da bana Amantay kardeşim okudu. Zaten biliyorsunuzdur ama emeklerine hürmeten bu akademisyenleri hayırla yad edelim ve yaşayanların başarılarının devamını dileleyelim: Necip Asım, Şemsettin Sami, Rağıp Hulusi, Özden Hüseyin,  Talat Tekin, Osman Fikri Sert kaya (yani bunu nasıl okudu Kazak kardeş diye mi sordunuz, o okudu, İlhan hocam, hemen tam ismi söyledi. Onunla ve diğer müzeler ile ilgili hususları, son gezi notunda yazacağım nasipse!) Cengiz Ali Yılmaz ve benim Dil Tarih Coğrafya fakültesinden tanıdığım kardeşim Sadettin Gömeç.

İyice zihnim yoruldu, ama aldığım notları taslak metne ilave ettim. Saat kaç diye sorunca, nereye göre dediler, çünkü Hazar denizi üzerindeymişiz. Ulanbator, Bişkek ve İstanbul’da farklı saatler. Sabah 11 çıktık yola, Ulanbatur saati ile 22 de İstanbul’da olmamız gerekiyor. Bişkek’te bir saatlik mola ile birlikte 11 saatlik yolculuk bitmek üzere, çünkü dönüş biraz uzun sürüyor, cevabını da siz bulun teknik ve dünyanın dönmesiyle ilgili bu uzamanın!   Nasipse, kaptanın demesine göre saat on yedi de  Anayurt’ta olacağız. Uçaktan inerken saate baktığımda 17.17 idi, bu tevafukları seviyorum. (04.09.2010) Şükürler olsun Atayurt’un ilk yeşerdiği vadiyi, Orhon abidelerini görme imkanı veren Rabbime.

Prof. Dr. Mevlüt Uyanık

– Haber Lotus –

 


[1] “Öyle kazanılmış, düzene sokulmuş ilimiz töremiz vardı. Türk, oğuz beyleri, milleti işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti töreni kim bozabilecekti?” Bkz. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi yay. İstanbul1999, s.17

 

.

 

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.