Şahin Uçar’ın naklettiğine göre, Felsefe Ansiklopedisi’nin ‘Demokrasi’ maddesinde şöyle yazıyor: “Herkese göre değişen bir paradigma olduğu için bu kavramı tarif etmek güçtür.” Türkiye, hâlâ, Batı dünyasının ‘Bekledim de gelmedin’ cennetini arayadursun, Luther’in çocukları “Geç geldin erken gittin” demokrasinin, “İktidar, para ve seks” teslisindeki cennetinden sıkılmış görünüyor ki, Hristiyanlıkla Budizm’i sentezleyip, aklı ikna, ruhu tatmin eden yeni bir din teşekkülüne çalışıyor. Zavallı Aristo. Hayat siyah-beyaz değilmiş meğer.
Kim istedi bu demokrasiyi? Voltaire mi? Rousseau mu? “İnsanlara kötülük edenleri öldürmek merhamet; affetmek ise suçtur” diyerek insan öldürmeyi hak sayan Robespierre mi? ‘Fransa İnkılabının Siyasî Tarihi’ni yazan A. Aulard diyor ki; “Voltaire ıslahatçı bir despot yönetimi istiyordu. Rousseau ise, Cumhuriyeti yalnız küçük bir memlekette istiyor ve Fransız Cumhuriyeti kendisine pek mânâsız görünüyor idi.”
Herkesin gücü nispetinde tanımladığı Demokrasi, üçüncü bin yıla girmiş insanlığa, henüz yaşanabilirliğini ispat edememiş olmalı ki, hiç olmazsa ‘Temsilî Demokrasi’ ile idare etmeye çalışıyor dünya. Bilindiği gibi Fransa, ihtilalden 100 yıl sonra ilân ediyor Demokrasiyi. İngiliz Edmund Burke’ye göre, 1873’te ortaya çıkan Fransız Anayasası, sadece bir ‘Anarşi Fezlekesi’dir.
Voltaire, “Devletin haksız olduğu yerde haklı olmak tehlikelidir” diye uyarıyor. Bu mu halkın iktidarını istemek? Üç büyük locayla idare edilen Amerika, Arnold Toynbee’nin ifadesiyle, ‘en dinsizi bile dindar’ olan Avrupa, yani, Türk insanına Cemil Meriç’in ifadesiyle, “Sen bir az gelişmişsin” diyen Batı, artık kendi insanını bile avutamaz hale gelmiş görünüyor ki, Aristo’nun cinnet, anarşi ve buhran doğuran mantığından sıkılınca, arayıp da bulamadığı huzur için, bu sefer Buda’ya saldırmaya başladı.
Ne demokrasiler sevdim zaten yoktular. Demek ki, avutulmuş çocuklar çoktan gitti. Avutulmamış çocuklar ise ruhunu geri istiyor.
Ekrem Özdemir
– Haber Lotus –
HLotus