“Kimse dinlemiyorsa beni –ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- gönlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar, sonunda bana bunu da yaptınız.”
Günlüğünün ilk parağrafı böyle bitiyor Oğuz Atay’ın. 1934-1977 yılları arasındaki 43 yıllık hayatında, hep aceleci, hep sabırsız, biraz kırgın, biraz da münzevî bir adamdır “Tutunamayanlar”ın sahibi. “Söylenen sözler yaşanan olaylardan önemlidir” diyen yazar, üç roman, bir hikâye, bir oyun, bir tiyatro eseri ve bir de günlük bıraktı geriye.
“Yaşamadığım bir hayatın içine nasıl atıldım?” diye soran Selim Işık’tan, “Ben mutlak yalnızlığı ancak hayal edebiliyorum” diyen Hikmet Benol’a, beyaz mantolu adamdan, demiryolu hikâyecilerine, Atay’ın okuruna yaptığı çağrı aynıdır: “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?”
Her ne kadar Tanpınar’ın kopyası ithamına maruz kalsa da, Atay’ın üslubu ve samimiyeti kayda değer. Cumhuriyet sonrası Türk toplumunun kritiğinde (kimi kusurlarına rağmen), romanıyla, hikâyesiyle ve de tiyatrosuyla baktığı yerden iyi gören bir adam.
1970 yılında yayınlanan “Tutunamayanlar”la Türk edebiyatına yeni bir soluk kazandıran Atay, hesaplaşmayı dışarıda değil, içeride isteyen üslubuyla farkını koyuyor ortaya: “Bu ülkede meseleler sorular yanlış sorulduğu için çözülemiyor.”
Fransa’dan avize getirtmekle burjuva olunamayacağını bilenler için, kulak verilmesi gereken bir ses Oğuz Atay.
Ekrem Özdemir
– Haber Lotus –
HLotus