Ana Sayfa > Köşe Yazıları > Ölüm Üzerine Notlar: Depresif Performans

Ölüm Üzerine Notlar: Depresif Performans

Deniz Dengiz’den

1– ne güzel gülümsüyorsun ölüm… / bir yaz günü ölü evinde karşılaşmıştık.

— Seferini tamamladıktan sonra yönünü kaybeden, yitmeye dünden razı gemiler kadar, ekim kadar yorgundum. Sokakların girdabında sıkışıp kalan sevinçlerin kristal ışığı, göğe çektiğim perdelerin ardını aydınlatsa bile ben, ormanda kaybolmuş bir ağaç gibi çaresiz, gökkuşağında olmayan bir renk gibi tedirgindim ölüm afetinden sonra.

2– ölüm / ve sonra ölüm çıkıp geliyor yuvasından uyuşmuş beynime saplanıyor. –ölüm hiç eskimez / kadim tarihe bak. –boşluktan başka bir şey değildir ölüm. –bu sokaklar dar geliyor ölüme.

3– intiharı geçiriyorum aklımdan. –kızgın mısın bana ölüm? / –mutlu ölüm. –akıp geçti ölü atlar /adam, kadın ve ölüm.

4– ölüm. –Ey şiir, öldür beni de kurtulayım bu boşluk duygusundan. –Demek ölüm böyle bir şeymiş. / Bırak kendini zamansızlığa.

5– Yeryüzü adını yazar ölüm. / Hiç: ölüm. / Yalnızdır: ölüm. / Tek sesli korodur.

6– Yaşamın içindeyken ölümünde içindesiniz çünkü yaşamdan çıkınca ölümden de çıkmış olursunuz. Ben dünyaya çıkmak yerine içimin dünyalarına iniyorum, belki şiiri bulurum umuduyla.

7– Geçmişi çok özlüyor, ölüm.

8– ölüm, Özgürlüğümü istiyorum sadece ondan. Hırçınlaşıyor, canımı yakmaya çalışıyor. Böyle tuzağa düşmüş, yenik sayıyorum kendimi kelimelerden uzak.

9– Şimdi alışır mı içimdeki toprağa Ölü. ( Emel güz ) –Bir gün kendime, mutluluğum pek yakın, dedim ölüm.

Bir tabut ısmarlamak için evlatlığıyla ölü teyzemi yalıda baş başa bıraktım. (Ferit Edgü)

10– Yaşanılan her şey silinir. Ölüdür. Oyun biter, perde kapanır. Artık oyuncu koltuktadır. Yalnızdır. Âdeta kendi sonunu görmüştür. Hüzünlüdür, belki ağlamıştır biraz. Kocaman şehirde, o kocaman sahnede kimse izlememiştir ölümü kendisi kadar.

11–… “ölüm ki gri bir su kocaman eski / yazdıktı geçmişlerde, şimdilerde…”(İlhan Berk)

12– “Bana bir sözcük verin size fırtınalar koparayım.” diyen ölülerden korkarım. Bu yıldızlar nereye gidiyorlar demenden ışık ve mutluluk saçan mavi bir yıldız düşünebilseydim,  işte o gün bir yağmur damlasının yüreğime düşmesi gibiydin.  -Sen bana hiç selam vermeden de geçebilirdin? Beni geçip yoluna devam da edebilirdin ey ölüm.

13– Bu sabaha karşı uyandığımda birdenbire öldüğümü gördüm. Daha önce ölmüş müydüm, hatırlamıyorum. Bu duygu öyle içime akıyordu ki tanımlayamıyordum kendimi. Üzüldüm mü sevindim mi? Sözlerimle sadece kendimi heyecanlandırdım.

 –Cenazem yıkandı. Aldılar. Götürdüler. Gömdüler. Dualar okundu. –nasılsın? –iyiyim ölüm.

14– Annem bu sabaha karşı ölmüş. –(03.16)– “Anam ölmüş bugün. Belki de dün, bilmiyorum. İhtiyarlar Yurdu’ndan bir telgraf aldım: ‘Anneniz vefat etti. Yarın cenazesi kaldırılacak. Saygılar.’ Bundan bir şey anlaşılmıyor. Belki de dündü…” (Albert Camus)

— ölüm, pazartesi günü durgundu. O kadar. Kimse bana -kusura bakma- “sen bu hayata göre değilsin” diyemez. Ulaşmaya çalıştığım öz budur. –ölüm / En sonunda geldik sona işte. Öyleyse kendimi yeniden başlatmalıyım. Ama nasıl?

Ölüm, şiir yazar mı?

15– Bir vakit olmuş, dindirilemeyen bir heyecanla: “Su: Thales,  Ateş: Heraklit’tir.” demiştin, bir Antik Çağ filozofunun gururu ile. Şimdi, işte dönüp baktığımda Su ve Ateş’in kadim düşmanlığını, bir arada olamama diyalektiğini, daha derinden anlamaya çalışıyorum (–büyük cümlelerin mağdurları. bizi o harabelerde arıyorum– belki de). Ama sonra o masmavi dünyamızı nasıl yitirdik! Ruhumuzun ilk kibirlenişinin; ölüme karşı olan duygusuna kadar götürüyorum bu sezgiyi. Bu ortak acıyı kaybedişi. –ölüm.

16– Masada saatlerce durmaktan soğumuş çay bardağının zamanına gitmek istiyorum. –ölüm. Takvimlere sığdıramayacağımız, zamansallığı yaşıyorum içimin derinliklerinde. Evet, Bach mı çalıyordu? Senfoni bitmeden suçlayarak gidiyordun. -Hâlbuki Bach’ı ne çok sevdiğini söylemiştin daha ilk dinlediğinde. – (Gidenler hep bir mavi perde mi bırakıyor geride kalmış olana.)– ölüm.

17– Ölümün ömrü yok, / Ölümün yüreği yok, / Ölüm, çocuk büyütmeyi bilmez, /  Ölümün evi, ekmeği yok, / Sevgisi yok. (Şükrü Erbaş)

18– ölüm, bembeyaz bir elbisesiyle karşılamıştı beni, kapkaranlık bir yüzle. Ayaklarının ucuna basarak yatağımda yakalamış, –uzun ince kollarıyla beni kucaklayarak götürmüştü.

19– ölüm… Her gün aramızda dolaşıyor. Issız gece ve yağmur, soğuğu içeri alıyor ve ben, yaşamaktan gurur duyan taraflarımı yitirdim. –Ha üç gün önce ha beş gün sonra / geldiğin gibi gidişin / nereye gittiyse anan, baban / peşinden kardeşin / bir yaprak dökümüdür dört bir yandan / bir dostun, seninle ağlamış gülmüş / bir sabah gazeteyi açarsın ki: ölmüş! (Ziya Osman Saba)

20– ölüm, Yalnızlığıma, karanlıkta uzanan cüsseme güldüm biraz önce. Bir fırtına vardı… Durmuş, elimin ağrımasına kustum. Aslında ben yoktum, bir gemi enkazıydı ruhum. Başımın üstünde bir korku bulutu vardı, dağıtmak isterken yere yapıştığımda elim korku bulutunda kaldı…

21– ölüm: Koşarak vardığım yer.

Ölüsü defnedilmiş bir evin verdiği toprak ıssızlığı, kelimelerime sarıldığı günlerde sahte avuntularımın ördüğü maskeleri yonttu zaman. Şair, bir zaman, “ölüm, kapanması bir evin…” demişti. Kapanması ve artık hiç açılmaması… İliklerime değin bürünen yalanın sesi beni tekdüzeliğin dışına sürdü. Şiirlerinde anlatamayan şairin sesini, gerçeksiz ve yorgun hayatın en mutlak evresinde işitmiştim. “Herhangi bir hayale kucak açamayacak…” göğe bakamayacak, geleceği bekleyemeyecek kadar yorgun…

–ölüm –kaybediş. –nereye gidiyorsun ey ölüm?

Ölüm bile yazdıklarımı açıklayamaz. Kafka, Pessoa, bunu başaramadıysa ya S. Hidayet’e ne demeli S. Plath ile koyun koyuna yatarken. Ya benim W. Woolf’um nerede şimdi? Hiçbiri açıklayamıyor ölümü.

Ölüm, şimdi ezik ruhlarımızda dolaşıyor. 

22– ölülerin elleri çıplak ve boştur. / O rüya görmez. / -ölüm.

23– Var olmak neydi? Bu cehennemde yanmamayı başarmak… Ne yazmışsam bana hiç benzemiyor. Evet, o kıyıda boğmuştum kendimi. –ölüm.

24–Bir bulut geldi çok uzaklardan rüzgârla aklımın köşesine birden yerleşti, ölüm.

Hiçbir şeyim, ölüm.

25– Kolay mı katlanmak o düşünceye? Biliyorum, ölüm. / Bu dünyadan başka bir dünya yoktur, yüreğim durduğu gün artık bir şey duymayacağım. ‘öldüm’ diyemeyeceğim için ölmüş olmak acısı nedir, bilmeyeceğim. Mezarda üstüme çıyanlar, akrepler üşüşecek, bütün çürüyüp parça parça çözülecek ama ben duymayacak, acısını çekmeyecek olduktan sonra bana ne? (Nurullah Ataç) –iki kez “evet” dedi ölüm.

26 — Bir nesneyim belki de –ölüm. / –Kara bulutlar, sessiz ovalar, dingin sular akar zihnimden. Yıkıcı kalabalıklar, bir gürültüdür aklım. İçime kapandım iyice. Bütün umutlarım bir gün içinde yıkılıp gitti. Evde, okulda, sokakta çektiğim acılar… Kalabalıkların arasına sıkışıp kaldım. Gözlerim bu dünyaya bakamıyor. Bilincim, başka bir eylemin arkasından her gün sürükleniyor.

27– İşte, bu sürüklenişte her yere çarparak başka bir uzama düşüyorum, yaşadığım dünyaya yabancı kalmış, iç içe geçmiş iki yabancıyım ey ölüm… Bu iki yabancı eylemin, hareketin, rüyanın özü…

28– Aslında her iki uzamda sonsuz hiçliğe doğru sürüklenmiş ölüm…

29– Arada kalmış bir şeyim işte. Ne sonbaharda ne de ilkbaharda gelen bir uyku hâliyim. Uykunun uykusuzluğu, kıvranışı, kirlenmiş bir gök.

–Bir bilmecedir ölüm. Bir bilinmezlidir.

30– Nasıl tanıyacağım seni kendimden ölüm?

31– Dışarıda bir mavilik, içimde bir hüzün…

32– Çoğu zaman kendimi hep bir şeylere ikna ederek yaşadım, tutunayım istedim İstedim ama olmadı. Ne fark eder ki dedim. –sonra sinemaya, şiire, insana, dedim… Tutunmaktan niye kaçtım? Korktum elbette… Bir korkak oldum. Korka korka dünyayı oydum. Böyle böyle yaşadım. Hatta en sevilene ve sevgimize en iyi karşılık verene tutunayım, dedim. Yine olmadı.

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.