1990’lar bütün Türk tarihinin en karanlık dönemlerinden biridir. Türkiye’nin kayıp yıllarının en önemli aşaması ise Özal’ın tasfiyesidir. Kendisinin eceliyle ölmesi ya da öldürülmüş olması da fazla bir şeyi değiştirmez. Zira etkisi neredeyse sıfırlanmıştı. Vefat etmese bile istifa ile sıcak siyasete girecekti. Bunun için hazırlıklarını da tamamlamıştı.
Zaten son ifşaatlar da gösteriyor ki, Özal köşkte yapayalnızdır. En ağır istiskallere uğramaktadır. Ülkenin cumhurbaşkanı “Çankaya noteri” olmanın da ötesinde ‘tutsak’ muamelesine tabi tutulmaktadır. Özal için kullanılan dil, bırakalım devlet başkanına, sokaktaki vatandaşa bile reva görülemeyecek cinstendi.
Özal’ın zehirlenme ile bir suikaste kurban gidip gitmediğini –henüz- bilmiyoruz. Belki zamanla o da aydınlığa kavuşur. Ancak bugün şunu söylemek mümkündür: Cumhurbaşkanı Özal, konumuna rağmen kişilik suikastine uğramıştır.
Düşünün, riyaset makamına bir çim biçme makinesi bile çok görülmektedir. Böylesi mütevazı bir talep bile zamanın iktidarınca “Köşkte çiftlik mi kuracakmış” istihzası ile geri çevriliyor. Bu çekince ile köşkün ihtiyacı olan ambulans da talep edilemiyor. Nitekim hastaneye alalede bir araçla, sıradan bir vatandaştan farksız naklediliyor.
Koca ülkenin devlet başkanı, birçok gideri bizatihi kendi cebinden karşılıyor. Çalışanların masrafları, gezilerinde çoğu kalem harcamayı kendisi yapıyor.
Yaşına, geçirdiği ameliyatlara, yorucu programlarına rağmen doktoru, hemşiresi, ambulansı bulunmayan başkanlık köşkünde kalıyor.
Bu haliyle köşkün Özal için tecrit yeri olduğu, kendisinin canlı canlı ölüme terk edilmek istendiği anlaşılıyor. Ki bunun adı 90’ların Yassıada’sıdır…
Mehmet N. Yavuz
– Haber Lotus –
HLotus