Biz onu kolundaki tesbihi, başındaki peruğu, üçlü sazı, ayağında çizmesi, dizinde mendili ve güzel Denizli yöremizin türküleriyle tanıdık. Kimden mi bahsediyorum? Tabi ki Özay Gönlümden.
Özay Gönlüm baba tarafından Denizliliydi. Babasının askeri görev aldığı Erzincan’da 1940 yılında doğdu. Küçük yaşta ağız armonikası çalarak müziğe başladı , ortaokul yıllarında keman çaldı. Bağlama çalmaya başladıktan sonra, 1965 yılında köy köy dolaşıp derlemeler yapmaya başladı. Özellikle Ege yöresinden pek çok türkü derledi. Kısa bir süre M.E.B. Film ve Radyo Televizyon Merkezi’nde çalıştıktan sonra Yurttan Sesler’de “yetişmiş saz sanatçısı” olarak çalışmaya başladı.
1973’ten sonra on yıl kadar İzmir Fuarı’nda sahne aldı. Özellikle bu yıllarda şöhreti yayıldı. Pek çok 45’lik ve uzunçalara imzasını attı. Kendi derlediği ve TRT repertuarına kazandırdığı yüzlerce türküden “Çöz de al Mustafa Ali”, “Sobalarında kuru meşe”, “Denizli’nin horozları”, “Evlerinin önü bulgur kazanı”, “Avşar Beyleri”, “Cemilemin gezdiği dağlar meşeli”, “Tepsi tepsi fındıklar”, “Şu dağlar tepe tepe”yi bu dönemde plaklara okudu. Ama asıl satış rekorlarını”Ninenin Mektubu” plaklarıyla kırdı. Onlarca mektubu plaklara okudu. Denizli şivesi ile anlattığı bu hikayeler ve fıkralar çok sevildi. Saz çalıp söylemenin yanına şovmenlik ve taklit yeteneğini de katmıştı çünkü. Ve o mektuplar aynı tebessümle okunup dinleniyor .
70’li yılların sonunda esprili kişiliği ve türkülerinin yanı sıra bağlama yapımcısı Cafer Açın’e yaptırdığı”yâren”i ile de ünlendi. Cura, bağlama ve çöğürü içeren bu sazla televizyon, radyo ve konserlerde şovlar yaptı.
TRT için pek çok alanda çalışan Gönlüm, 80’li yıllarda Maliye Bakanlığı’nın televizyon için hazırladığı KDV reklamlarında oynadı. Ayrıca bazı radyo tiyatrolarında, tarıma ve çocuklara yönelik televizyon programlarında yer aldı.
Yarenini yanına katıp uzun yıllar neşeli kimliğiyle coşturdu bizi. 42 ülkede konserler verdi. Hiç kimsenin beklemediği bir anda neşeli simasını ve türkülerini sevenlerinin anılarında bırakan Gönlüm, Türk Halk Müziği repertuarına da derlediği 1000 kadar ezgiyi bırakmıştı.
Üretkenlik bir kültürün içinde böylesi harmanlanmış ,şiveyi bilen bilmeyen ,egeli ya da Denizlili olan olmayan herkes tarafından coşkuyla dinlenmiştir. Zenginliğimizin kültürümüzde gizli olduğunu bilenlerden biriydi Özay Gönlüm.
İnsanların yüzünde tebessüm oluşur onu dinlerken. Hemen eşlik edilir şive becerilebilidince. Böylesi tanınır ve sevilir olmanın bir sırrı var mıydı? Bir müddet düşündüm. Onu farklı kılan şey sadece şivesi miydi? Evet o farklılığıyla ve sempatik kişiliğiyle sıyrılmış öne çıkmıştı. Ve bunun nedeni özgün olmasıydı.Böylesi özgünlük bir özgürlüktü kanımca. Ve o bu özgünlüğüyle bir markaydı .
Gelecek nesillere eserleriyle aktarılacak ve değerini hiç kaybetmeyecek bir sanatçıdan bahsediyoruz. Onca beste ,şarkı sözü gelip geçerken dilimizden , hiç eskimeyecek olanlardan birini andık .
Özay Gönlüm 1 Mart 2000 de aramızdan ayrıldı . Anmadan geçmek olmazdı. Emek ve eser saygıyı her zaman hak ediyor. Saygıyla anıyoruz.
İşte o eserlerden en sevdiğim ‘Ninenin mektupları’serisinden birini paylaşmak istiyorum onun anısına.
Keyifli okumalar.
NİNENİN MEKTUBU
Amanın yavrım,
Ben öyle duyuyom, o gocuman memleketlerde cicili bicili, boyalı moyalı, şıngırdak fıngırdak, kirpikleri takma, saçları sokma, onlan bunlan düşüp kalkma, gözleri elde, etekleri belde, artanı da yerde, sıska mıska, şıbıldak gibi bazı, çirkin mirkin hanımlar, gızlar oluveriyormuş… Amanın onlara tutuluveren de, yanıveren de deme yavrım. Alceen gızın soyu sopu belli, saçı sırma telli, eline el değmemiş, kötü süt emmemiş, sevisi derinde, eti butu yerinde olmalı. Dizine otutturuverdin mi kucağın dolmalı, domuz hem evlenince pazara kadar değil, mezara kadar varmalı. Ee hanım dediğini de alaya kattın mı,koluna taktın mı yakışmalı, duvara attın mı yapışmalı. Bu sözlerimi eyi dinle bakem, bi kulağından sok da öte kulağını tıka, çıkıvermesin len. Senin nazlıEminen ne güne duruyo?
Geçenlerde ekmek ediyodum. Açcık hamurum kaldıydı.Emine gelivedi. “Koley gelsin ninem” deye artanını da o edivedi sağolsun. Maşallah bi olmuş hopur hopur. Dilim dağı taşı gırkbin kere maşallah…Amanın, artanını da o ediverdikten sonra iki süpürgü çalıvedi avluya, malların altlarını kürüyüvedi. Ben de ah benim ak topanım, gövercinim, kalem kaşlım, nazlı gülüm, mor zümbülüm, al bürgülüm, bol görgülüm, naha Alah seni allı başlıgelinler edivesin, muradına er, gonca güller der, naha evlerine sarı sarıbuğdeyler yağıvesin deye dualar edivedim. Giderken de senin hesabiyetine şööle “e gelinim olmecen mi len?”… Sarmeştim de iki yaneceğinden şappuduşuppudu öpüvediydim. Amanin misler gibi kokuyo len. Ee öpmek filan deyince o gül yüzün gülüyo de mi? Seni gavurun piçi seni! Emi güzel yavrım, yokluğun köz oluyo yüreğimde.
Dün akşamüstü kırmızı fistanımı geydim de şööle cami duvarına doğru yukarı çıkıyodum. Elimi ardıma kodum. Bizim Zartlak Osman pencereyi açmış, bende şööle oturdum. Bi de iradyoyu sonuna kadar açtıttırmışda havaları dinliyon deyyodum. Beni görüvedi, “ninee!” dedi. “Eeey!” dedim. “Gel de bi açcık oynayıvee” dedi. “Beni mi deyyon ay oğlum” dedim. “Heee” dedi. “Uleen” dedim, “benden geçti gari a yavrim. Sen o karını, Gıygıdı İbram’ın gızını bi cıscıbıldak soy, köyün delikanlılarını ünle, onların garşısında böyle şakkıdı şukkudu bi oynatıve!”. İyi dememiş miyim len? Sen olmayınca yokluğun köz oluyo yüreciğimde. Gel gari yavrım. Yollara bakıttırma, gözümüzden yaşakıttırma. Gel gari yavrım, gel gari! He hey…
Gülşen Kazgın
– Haber Lotus –
HLotus