Yıllarca insanlığın kafasını karıştıran ‘Evrim teorisi’nin bugün açıklamakta aciz kaldığı noktalar nelerdir?
-Darwin, teorisini çok basit bilgiler üzerine mi temellendirmiştir, Darwinizm’in hayatın kompleksliği karşısındaki çıkmazları nelerdir?…
-”Evrim” neden çok yüzeysel bir teoridir?
-Bugün bilimsel bir teori olmaktan çıkarak ‘ideolojik bir kabul’ hâline gelen Darwinizm sahneden çekilme yolunda mı? “Akıllı dizayn” teorisinin sahibi Prof. Behe kendisiyle yapılan röportajda bunları nasıl açıklıyor?..
Mustafa Akyol, 2004 yılında Prof. Behe ile akıllı tasarım üzerine bir röportaj yapmıştı. Bu röportaj Türkiye’de epey ilgi görmüştü. Aradan geçen altı yıldan sonra bu röportajı yeniden gündeme taşıyoruz.
Charles Darwin‘in 1859’da yayımlanan Türlerin Menşei adlı kitabıyla gündeme gelen tabiî seleksiyona dayalı evrim teorisi, o zamandan bu yana tartışılıyor. Teori, dünya üzerindeki hayatın rastlantılarla doğup geliştiğini ve bütün canlıların ortak bir atadan türediğini ileri sürüyor. Aynı teoriye göre, insanların en yakın akrabası da maymunlardır.
Teoriyi savunan nispeten insaflı bilim adamları, bunun bir teori olduğunu itiraf etseler de, bu teori, kitlelere takdim edilirken ilmî bir hakikat gibi gösterilmektedir. Halbuki bunun aksini gösteren ve sayıları her geçen gün artan pek çok ilmî delil vardır. Son olarak, insanlarla maymunlar arasında büyük bir genetik benzerlik bulunduğu iddiası çürütüldü. Ünlü bilim dergisi Nature‘un son sayısında yayımlanan “Şempanze Kromozomu Şaşkınlığa Sebep Oldu” başlıklı makalede, insan ve şempanze genlerinin bugüne dek sanılandan çok daha farklı olduğu açıklandı.1
Bu konuyu, ABD’nin biyo-kimya alanındaki ünlü isimlerinden biri olan Prof. Michael J. Behe’ye sorduk. Evrim teorisini eleştiren kitap ve makaleleriyle tanınan Prof. Behe, kendisiyle görüşmemizde hayatın gerçekte nasıl var olduğu sorusuna ışık tutan önemli açıklamalarda bulundu:
– Sayın Prof. Behe, Nature dergisinde bu yıl yayımlanan ve insanlarla şempanze genlerinin gerçekte çok farklı olduğunu gösteren son ilmî bulgu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu araştırmayı Tokyo Üniversitesi’nden bir araştırmacı grubu, insan ve şempanzelerin 22 ve 21. kromozomlarının genetik alfabesindeki bütün harfleri karşılaştırarak yaptı. Buldukları sonuç ise, son derece önemli; çünkü iki canlı türü arasında daha önceden kabul edilenden çok daha büyük bir fark olduğu gösterildi. Bu sonuç, en azından insanın menşei açısından, Darwin’in teorisini büyük bir açmaza sokuyor.
Aslında genel olarak biyoloji hakkında ne kadar şey öğrenirsek, Darwinizm’in problemleri de o kadar artıyor. Darwinizm, canlılar hakkında ne kadar az bilgiye sahip olursak, o kadar ikna edici olabilen bir teoridir. Çünkü canlıları ne kadar az tanırsak, onu o kadar basit zannederiz ve Darwinizm de bu basit sandığımız sistemleri küçük tesadüfî değişimlerle açıklar. Ama son 30 yılda, hayatın daha önceden hayal bile edemeyeceğimiz kadar karmaşık olduğunu öğrendik. Meselâ; en evrimci taksonomide en basit canlı olarak görülen bakterilerde, hareket etmelerini sağlayan minik ama çok kompleks ve mükemmel biyo-kimyevî motorlar var. Bu detaylı mekanizmaların nasıl oluştuğu sorusuna verilebilecek tek cevap, tabiatüstü bir yaratmadır.
-Peki canlıların farklı organlarının, genlerinin veya proteinlerinin birbirine benzer olması ne anlama geliyor? Bunlar, bütün canlıların ortak bir atadan geldiğini savunan Darwinizm için bir delil sayılabilir mi?
Hayır. Farklı canlılardaki benzerlikler, öncelikle biyolojinin temel sorusunu cevaplamıyor. Bu soru, farklı canlıların kendilerine has ve son derece kompleks olan organ ve sistemlerin nasıl ortaya çıktığıdır. Darwinizm’in buna verebildiği bir cevap yok.
Öte yandan birbirine en uzak olarak kabul edilen organizmalar arasında bile şaşırtıcı benzerlikler var. Meselâ, insanla bakteriler arasında… Soru şu: Bu benzerlikler, Darwin’in teorisine uygun bir tablo oluşturuyor mu? Aslında oluşturmuyor; çünkü evrim teorisine göre birbirine çok yakın akraba olması gereken canlılar, kimi zaman genetik olarak daha farklı çıkıyor. Veya birbiriyle tamamen ilgisiz olması gereken canlılarda çok benzer organ veya genler var. Meselâ insan gözü ile ahtapot gözü neredeyse birbirinin aynısı. Ama bu elbette ahtapotlarla akraba olduğumuz anlamına gelmiyor. Bu iki göz yapısının ‘ortak ata’dan değil, ‘tek bir Yaratıcı’nın ilminden’ kaynaklanan bir dizayn olduğunu kabul etmek, daha mantıklı.
-Bu dizayn kavramı, sizin de savunucuları arasında bulunduğunuz ‘akıllı dizayn’ (intelligent design) teorisinden geliyor sanırım. Sizce bu teori, canlılar arasındaki benzerlikleri daha mı iyi açıklıyor?
Evet, bu benzerlikleri dizaynla da açıklayabilirsiniz. Biliyoruz ki pek çok dizayncı veya mucit, farklı sistemlerde pek çok benzer parça kullanır. Meselâ somunlar, vidalar veya kablolar, pek çok farklı cihazda yer alır. Çünkü bunlar, söz konusu mekanik sistemleri yaparken kullanılabilecek en ideal parçalardır. Elbette her ikisi de kablo bulunduran iki makineden biri, diğerinden evrimleşerek ortaya çıkmamıştır. Ayrı ayrı tasarlanmışlardır. Biyolojideki benzerlikleri açıklamak için ortak dizayn kavramını kullanmak da son derece tutarlıdır.
-Söz konusu dizayn teorisi Darwinizm’i savunanlar tarafından kimi zaman şiddetli bir biçimde eleştiriliyor ve tartışma dışı bırakılmak isteniyor. Darwinizm’i biyolojinin reddedilemez bir parçası gibi göstermeye yönelik bir eğilim var. Bunun sebebi sizce nedir?
Bu sebep ilmî değil, felsefî ve ideolojik bir mahiyete sahiptir. Bazı bilim adamları, kâinatı ve hayatı, sadece tabiî faktörlere dayanarak açıklamak gerektiğe inanıyorlar. Bu inancın temelinde ise, kâinatın ve hayatın zaten sadece fizikî güçlerin ürünü olduğu ön kabulü yatıyor. Peki ama böyle değilse? Bir gözlük gördüğümüzde bile, bunun sadece fizikî güçlerin ürünü olmadığına, akıllı ve sanatkâr bir gözlükçü tarafından yapıldığına hükmedebiliyoruz. Hayat ise, bundan binlerce kere daha kompleks. Dolayısıyla hayatın da yaratılmış olması gerektiği neticesine varıyoruz. Burada önemli olan, ilmî delilleri mümkün olduğunca önyargı olmaksızın değerlendirebilmek.
Darwinistler, bilimin, madde ötesi bir gücü kabul edemeyeceği iddiasındalar. Oysa 19. yüzyılın ortalarına kadar bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu bir yaratıcı gücü, yani Allah’ı kabul ediyordu. Bilimin materyalist olması gerektiği iddiası, Darwin sonrasında yaygınlaşmış bir görüştür; ancak bu iddia ilmî delillerle giderek daha fazla çelişmektedir. Bilim, hayatın materyalist bir açıklamasını yapmak için değil, doğru açıklamasını yapmak için çalışmalı. Bazı insanların felsefî kabulleri rahatsız edilse de, verilerin peşinden gidilmeli.
-’Darwin’in Kara Kutusu’ adlı kitabınız, National Review dergisi tarafından 20. yüzyılın en önemli 100 kitabından biri olarak gösterildi. Bu kitabı bu kadar önemli kılan husus sizce neydi?
Bunun sebebi kitapta yer alan yeni ve orijinal bilgiler değil aslında. Sadece okuyucuya, hayatın moleküler seviyesinde çok hassas ve kompleks sistemler bulunduğunu ve bunun da şuurlu bir plânlama ve organizasyona delil oluşturduğunu gösterdim. Çoğu insan hayata sathî bir nazarla baktığında, bitkileri, hayvanları, kuşları veya balıkları müşahede ettiğinde, bunlarda bir plân ve program olduğunu hissedebiliyor. Ama okullarda öğretilen Darwin’in evrim teorisi, tabiattaki bu nizâm ve sistemin, bir Sanatkâr olmadan açıklanabileceğini söylüyor. Kitabımın sanırım en büyük tesiri; Darwinist açıklamanın çok sathî ve yanıltıcı olduğunu göstermek oldu.
– Sizce Darwinizm’in karşılaştığı en büyük mesele nedir?
Darwinizm’in en büyük problemi, yeni biyolojik yapıların, yeni canlıların nasıl ortaya çıktığını açıklamaktır. Darwinizm, zaten var olan biyolojik yapıların küçük değişmelere nasıl uğrayabileceği konusuna ışık tutabilir. Meselâ Galapagos adalarındaki ispinozların gagalarında küçük farklar doğmasına dair bir açıklama sunabilir. Ama kuşlar ilk başta nasıl ortaya çıktı? Kuş tüyü veya kanadı gibi kompleks organlar nasıl oluştu? Beyin, göz, akan kandaki pıhtılaşma gibi çok fazla parçanın uyum içinde işlemesiyle çalışan hassas organ ve sistemler nasıl var oldu? Darwinizm’in bunları açıklaması imkânsız; çünkü bunların her biri, ancak eksiksiz olduklarında vazife görebilen son derece karmaşık yapılar. Bunların menşeini açıklamanın en tutarlı yolu, şuurlu ve sonsuz kudret sahibi, tabiatüstü bir Yaratıcı’nın müdahalesini kabul etmektir.
– Darwinizm’in geleceğine dair bir beklentiniz var mı? Darwinizm yaşayacak mı?
İnanıyorum ki, Darwinizm sahneden çekilme yolunda. Hayatın açıklamasının bu teoriyle mümkün olmadığı görülecek ve teori terk edilecek. Bu sonuca giden süreç başlamış durumda zaten. Bunun sebebi de benim tarafımdan veya başka bilim adamları tarafından yapılanlar değil. Hayat hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, onun ne kadar kompleks olduğunu o kadar iyi anlıyoruz. Bilim adamları, bu kadar kompleks yapıların Darwin’in öngördüğü gibi gâyesiz, tesadüfî mekanizmaların ürünü olamayacağını görmeye başlıyorlar.
– Bilindiği gibi Darwinizm’i savunanlar genellikle kendilerinin ilmî bir zeminde düşündüklerini, kendilerine karşı çıkanların ise sadece dinî inançlara dayandıklarını söylerler. Sizin tarif ettiğiniz tablo ise bunun doğru olmadığını gösteriyor gibi. Ne dersiniz?
Evet, tam da o şekilde. Darwinizm’e karşı geçmişte pek çok insan sadece dinî kaynaklara dayanan itirazlar öne sürerdi. Teorinin savunucuları ise, bugüne kadar bilimin kendi taraflarında olduğunu iddia ettiler. Oysa 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren elde edilen şaşırtıcı ilmî bulgular, tabloyu tersine çeviriyor. Bugün Darwin’e karşı itirazımız, bilmediklerimizden değil, bildiklerimizden kaynaklanıyor. Dogmatik düşünce yolunu seçenler ise artık Darwinistler. Biz onlara, canlılığın plânlı ve programlı yaratıldığını gösteren ilmî deliller sunuyoruz, onlar ise bunları, sadece felsefî ve ideolojik dünya görüşleri sebebiyle reddediyorlar.
Zaten ilmî devrimlerin öncesinde, eski teorileri bu şekilde ısrarla savunan bağnazlar olur. Ama sonra bilim, yanlış teoriye karşı galip gelir. Darwinizm’in de yakında başına bu gelecek.
________________
Kaynak
– The International Chimpanzee Chromosome 22 Consortium, Nature, Sayı:429, Sayfa:382-388 (2004).
İnsan ve şempanze genlerinin çok farklı olduğu ortaya çıktı
İnsanlarla şempanzelerin genetik yapısını karşılaştırmak için yapılan son ilmî araştırma, iki canlı arasında bugüne kadar sanılandan çok daha büyük bir fark olduğunu ortaya çıkardı. Japonya’nın Yokohoma şehrindeki Riken Genom Bilimi Enstitüsü’nde görevli Dr. Todd Taylor başkanlığında bir ekip tarafından yürütülen çalışmada, insan ve şempanze genleri ilk defa birebir karşılaştırma metoduyla incelendi. Varılan netice, yüksek bir benzerlik bulmayı ümit eden bilim adamlarını şaşırttı.
Dr. Taylor ve ekibi, elde ettikleri neticeyi ünlü bilim dergisi Nature’un Mayıs 2004 sayısında yayımlanan makalelerinde duyurdular. ‘Şempanze Kromozomu Şaşırttı’ başlıklı makalede, yapılan ilk detaylı karşılaştırma, ‘Şempanze ve insan genlerini beklenmedik şekilde farklı çıkardı.’ yorumuna sebep oldu.
Daha önceden yapılan bazı sınırlı karşılaştırmalar sonucunda, insan ve şempanze genlerinin % 98 oranında benzer olduğu iddia edilmiş ve bu rakam sürekli tekrarlanan bir ‘evrim delili’ haline gelmişti. Dr. Fujiyama ve ekibi ise, konu hakkında ilk defa detaylı bir inceleme yaptı. Şempanzenin 22. kromozomunu, onun insandaki karşılığı olarak kabul edilen 21. kromozom ile birebir karşılaştıran ekip, toplam 68.000 DNA biriminin tamamen farklı olduğunu buldu. Araştırmacılar, Nature’daki makalelerinde, inceledikleri 231 gen içinde, % 83 gibi son derece büyük bir farklılık nispeti belirlediklerini, inceledikleri genlerin % 20′sinin ise tamamen farklı olduğunu belirttiler.
Avustralya’da yayımlanan Sydney Morning Herald gazetesi, bu neticeye “Şempanzeler bize sanıldığı kadar yakın değil.” diyerek yorum getirdi. Fransa’daki Genoscope adlı genetik araştırma kuruluşunun başkanı Dr. Jean Weissenbach da bu belirlemeyi doğrulayarak, şempanzelerin bizden son derece farklı olan binlerce geni bulunduğuna işaret etti.
Darwin’e karşı yeni bir delil
İnsan ile şempanze arasında büyük bir genetik benzerlik olduğu iddiası, 19. yüzyılda İngiliz tabiat bilimci Charles Darwin tarafından ortaya atılan evrim teorisine dayanıyor. Darwin, bütün canlıların ortak bir atadan rastlantılarla evrimleştiğini iddia ederken, insanın en yakın akrabasının da maymunlar olduğunu ileri sürmüştü. Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında elde edilen çeşitli ilmî deliller, Darwin’in iddiaları ile çelişiyor. Bu yüzden evrim teorisi, başta ABD’de olmak üzere Batılı ülkelerde pek çok bilim adamı ve ilmî kurum tarafından sorgulanıyor. Bu ilmî kurumların çalışmaları sonucunda, ABD’nin Georgia, Ohio ve New Mexico gibi eyatlerinde ders kitaplarındaki Darwinizm yanlısı açıklamalar geçtiğimiz yıllarda düzeltilmişti. Diğer eyaletlerde de aynı konuda tartışmalar devam ediyor.
Michael Behe Kimdir?ABD’nin Lehigh Üniversitesi’nde biyo-kimya profesörü olan Michael J. Behe, 1997 yılında yayımlanan “Darwin’in Kara Kutusu: Evrime Biyo-Kimyasal Meydan Okuyuş” adlı kitabıyla bilim dünyasını sarstı. Ünlü National Review dergisi, Behe’nin eserini “20. yüzyılın en etkili yüz kitabından biri” olarak tanımladı. Prof. Behe, Türkçeye de çevrilen kitabında hayatın kaynağını açıklamak için “akıllı dizayn” (intelligent design) adlı yeni bir teori öne sürdü.
HLotus