Çoğu insan ömür boyu arar, durur beyaz atlı prensini ya da gönlünün sultanını… Bulursa eğer, samanlığı seyran olmak üzere dingin bir hayat yaşayacağını düşünür. Mantıken doğru görünmekle birlikte eksik kalan bir şeyi hatırlatmak isterim. Ruh eşinizi buldunuz; peki ya ruh işiniz? Onu ne yaptınız?
Üniversiteyi bitirdim, iş bekliyorum
Ülkemizde maalesef meslek seçimi, istenilen düzey ve kalitede olmadığından, insanlar “sadece bir diploma” uğruna en harika yıllarını bilinçsizce seçtiği bölümlerde okuyorlar. Ondan sonra da boynunun büküp: ”Üniversiteyi bitirdim, iş bekliyorum.” diyorlar. Üzgünüm ama daha çok beklersiniz! Alınmayın, gerçekler acıdır ve dost acı söyler.
Birçok genç, ebeveyn baskısıyla, çevre baskısıyla ya da körü körüne, altyapısını araştırmadan, “ileride elbet bir şeyler olur, halledilir” düşüncesiyle, mizacına, karakterine, kişiliğine, duygularına, düşüncelerine, ideallerine, yaşam tarzına, kısaca ruhuna uygun olmayan meslekleri seçmek durumunda kalıyor. Şu unutulmamalıdır ki, hiçbir üniversite size iş garantisi vaat etmiyor. Artık devlet memuru da olmak zor; devlet de size: “Şu okulu bitirirsen sana iş vaat ediyorum.” demiyor. O halde bilinçsizce seçilen bir bölümde okumak ve mezun olduktan sonra boynunun büküp “iş bekliyorum” demek, safdillikten başka bir şey olmasa gerek. Ne yapalım, gerçekler böyle.
İş beklenmez, alınır…
Ancak ve ancak kendi ruhunuza uygun bir meslek seçimiyle, ömür boyu mutlu bir iş birlikteliği yaşarsınız. İş, eş gibidir… Mutsuz iş birlikteliği, mutsuz evliliklerden daha beterdir. Çünkü siz istediğiniz kadar eşinizle mutlu olun, mutsuz olduğunuz bir işte çalışıyorsanız, bu ister istemez ilişkinize yansıyacaktır. Hayır demeyin. Bugün görüyoruz, birçok genç, samanlık seyran olur diye evleniyor. Ancak çağımızın albenisi büyük o kadar fazla tüketim nesneleri var ki ortada… İnsan istiyor, ister istemez hevesleniyor. Gelirden çok gider yapılmaya başlanıyor bu kez, kredi kartı borçları birikiyor, temettü faizleri adamın canına okuyor ve işte mutsuz evliliklerin de temeli böylece atılmış oluyor.
Araştırmalara bakmak lazım, bugün maddi nedenlerden dolayı boşanan çiftlerin sayısına, ayrıca bakmak lazım, işinde mutsuz olan bir erkeğin karısına olan ilgisizliğine, işyerinde birikmiş öfkesini eşinden nasıl çıkardığına… Aynı şekilde, çalışan bir kadının eşine olan ilgisinin yetersizliğine…
Çalışıyoruz ama niye? Daha çok köleleşmek için mi? Çalışmamızın amacı ne olsa gerek sizce? Her gün yaptığımız koşuşturmalar, dünyayı kurtarma çabaları ve akşam kanepeye yığılmış, tükenmişlik sendromu yaşayan bir kişilik? Bunun için mi çalışıyoruz? Hayata bunun için mi geldik?
Toplum olarak zaten acı çekmeyi başlıca görev bilmişiz. Acı çektiğimizde, başarılı olacağımıza, bol bol sevap kazanacağımıza inanıyoruz. Mustafa Çay’ın “Mutsuz Olmak Günahtır” sözüne aynen katılıyorum. Yaratan bizi, mutsuz, depresif, içine kapanmış biri olalım diye göndermedi yeryüzüne. Hayatın asıl amacı mutluluk! Mutlu olan insan, üretir, işinde başarılı olur, bol bol hayreder, inancına göre sevap kazanmak için çalışır. Mutsuz insan bunları yapamaz, çekilir bir köşede ağlar. Kendi mutsuz olduğu için çevresindekilere de yansıtır bu olumsuz enerjiyi…
Dünya çapındaki araştırmalar
Gallup Management Journal’da yayınlanan bir araştırmaya göre, çalışanların beşte biri, çalıştığı işle manevi bağlarını tamamen koparmış, yani bedenen orada ama ruhen başka yerde durumunda… Bu insanların önemli bir kısmının, işe olan ilgileri son derece düşük olduğu gibi özel yaşamlarında da mutluluktan epey uzak kaldıkları görülmüş. Gallup’a göre bu tip çalışanların sebep olduğu verim kaybı, yılda 300 milyar doları buluyor. Bu rakam, ABD’nin yıllık savunma harcamasına neredeyse denk. Daha da kötüsü, bu tip insanlar çevrelerindeki diğer insanların morallerini ve işe bağlılıklarını aşağı çekiyor, verimlik azaltmada katmerli bir rol oynuyorlar.
O halde, herhangi bir işimiz varsa ve çalışıyorsak, koşuşturuyorsak, oturup düşünmeliyiz… Biz niye çalışıyoruz? Henüz öğrenciyseniz, aman ha, dikkat edin ve kendinize sorun: “Ben niçin çalışacağım, çalışmamın bana getirisi ne olacak?” diye… Getiriyi sadece maddi olarak düşünmeyin. Bugün çok ciddi paralar kazanan bir doktorun, hastaları görünce panik atağının tuttuğunu biliyorum. Getiri sadece parada değil…
Sevdiğin işi yaparken kendinden geçersin
Bakın bir heykeltıraşa, elindeki aletlerle heykelini yontarken kendinden geçer, o anda çevresinde kim var, kim yok unutur. Ufak tefek ağrılarını hissetmez, açlığını, susuzluğunu unutur. Zaman durmuştur onun için… Sadece elleri, aletler ve bir de heykel vardır dünyasında… Sonra saatler geçer ve hatta bazen günler… Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştır heykeltıraş… Çünkü sevdiği işi yapıyordur, hayır, sevdiğinden öte… Bu şey olsa olsa ancak ruh işidir. Evet, bir piyanist, bir bilim adamı, bir terzi, bir yazar, fark etmez; hangi işi yaparsanız yapın, o işi yaparken saatler, hatta günler bir çırpıda geçiveriyorsa, 24 saat bana az geliyor diyorsanız, işi bitirdiğinizde tatmin olmuş, mutlu olmuş bir vaziyette yorgunluğunuzu kahve tadında giderebiliyorsanız, siz ruh işinizi bulmuşsunuz demektir.
Aslında dünya tarihinde o kadar çok örnek kişilikler var ki ruh işini bulmuş olan… Ampulü bulmak için binlerce deney yapan Edison’u, ömrünün her gününe sayfalarca yazı düşecek kadar çok kitap yazan Gazali’yi, ömrü boyunca yüze yakın roman yazan Balzac’ı, beş yüze yakın şaheser yapan büyük usta Mimar Sinan’ı ve daha nicesini sayabiliriz…
Aslında bu anlattıklarımızı Konfüçyüs ne güzel özetlemiş:
Sevdiğiniz işi yapın; böylece hayatınızda bir gün bile çalışmamış olursunuz.
Halil Cibran’dan Severek Çalışmak Üzerine
Sizlere hayatın kapkara olduğu da söylenmiştir. Ve sizler de gerçekte zayıf kimselerce söylenmiş olan bu sözleri, kendi zayıflığınız içinde dilinize dolayıp, yinelemektesiniz. Ben de size diyorum ki, hayat, ancak hızlı gelişiminden yavaşlatılmaya kalkışıldığında kapkara olur. Ve bu hızlı gelişim, bilgiden yoksunsa kör olur. Her bilgi, içinde eylem yoksa boşunadır. Ve her eylem içinde sevgi yoksa boştur. Sevgiyle dolu olarak çalışırsanız, ilkin kendinize, sonra birbirinize, sonra da Tanrı’ya bağlanmış olursunuz.
Selçuk Alkan
– Haber Lotus –
HLotus
selcuk abi ben bu yaziya bayildim okurken gecmisteki bilincsizce yapilan ve gelecegine mal olan hatalarida hatirlayarak feci bir sekilde üzüldüm.keske gencleri etrafinda daha cok bilincli ebeveynler olsa,onlari uyandiracak silkeleyecek etkili kisilikler olsa ve cocuklar bu farkindalikla büyüse.Benim icimdeki bu hüzünde ondan bilincsiz ve öylesine bir cevrede yetisip durmadan ekrarlanmis hatalar.Ayrica eskiden kendimi suclardim basarisizliklarim ve egitimimdeki hatalarim icin simdi cok kisiyi suclayabiliyorum.daha cok bilinclendikce daha cok kiziyorum.Bunun icin ögretmenler ve aileler cok önemli diyorum.Bide bilinclendirilmek icin böyle yazilar.YOLUN ACIK OLSUN SELCUK ABI SENI TAKDIR EDIYORUM BASARILARINDAN DOLAYI KUTLUYORUM:Yazilarinida takip ediyorum sevgiler selamlar.