Satranç, 8×8’lik bir kare platform üzerinde oynanan bir strateji oyunudur. Oyunun gayesi, karşı tarafın şahını mat etmektir. Satrançta, şahı mat etmenin temel yolu, akıl süzgecinden geçirilmiş stratejiler uygulamaktan geçer. Şahı mat etmenin içerisinde şans faktörü yoktur. Bu yüzden galibiyet için plan yapmalı, nereden saldırıya geçeceğini belirlemeli, nerede savunmayı güçlendireceğine karar vermeli, şahı koruyan tüm güçleri istikrarsızlaştırmalı, zamanı geldiğinde ekarte etmeli ve fişi çekmelisiniz.

Tavla ise oyun pullarını tahtanın diğer tarafına getirerek toplamak amacı üzerine oynanan bir oyundur. Fakat oyun, zarlar ile oynanır ve şansınız oyunun sonucuna direkt etki eder.

Batı, dünyayı satranç tahtası gibi görür ve tüm adımlarını önceden hesaplanmış ardışık hamleler olarak atar. Stratejisine, planın sonucuna etki edecek hiçbir mefhumu karıştırmaz! Batı diyerek işaret ettiğimiz bölge, ekonomik ve siyasi organizasyon; yekpare bir dünya olmasa bile, aralarında Hristiyanlık, rasyonalizm ve emperyalizm kavramlarından oluşan bir birliktelik vardır. Batı, Hristiyandır. Lakin aklını, inançlarından ayırmıştır. Satranç tahtası üzerinde çalıştırılması gereken mantığın, bu ayrılıktan hâsıl olacak bir mantık olduğunu idrak etmiştir.

Doğu ise elinde zar ile tavla oynar/oynamaktadır. Bir sonraki hamleyi bilemezsiniz. Doğulu için Allah Kerim’dir; her şey olacağına varır. Tüm planların üzerinde, Yaratıcı’nın planı vardır. Oyun kurmaktan çok oyun bozma mantalitesini çalıştırır ve meseleyi duygusal olarak yorumlar! Duygusal yorumladığı için de akılcılıktan hareketle söylenen sözlere kulağını tıkar. Akılcı mantığı, imanına ters düştüğü gerekçesiyle reddeder. Peki neden? Doğu, neden satranç tahtası üzerine zar atmaya kalkıyor? Karşısındaki akılcı barajı; neden şansı ile alt etmeye kalkışıyor? Tüm yenilgilerinin altındaki sebebi araştırmak yerine neden gelecek zarın iyi olma ihtimali üzerine odaklanıyor?

Batı, özellikle Aristoteles ve Yunan felsefesinin ortaya koyduğu nedensellik tanımı ve prensibi ile ilgilenmiştir. Genel olarak Yunan felsefesindeki belirlenim, birtakım değişmezlikleri birbirinin sebebi olarak görmek, algılamak ve izah etmek üzerine kuruludur.
Yani:
”Ateş, pamuğu yakar. Su, ateşin üzerinde kaynar. Toprak, su ile çözülür.”
Batı nedensellik ilkesini, bilgiyi, bilginin özünü ve nedenini, Yunan felsefesinin izah ettiği şekli ile pozitivist olarak anlamış ve bu idraki benimsemiştir.
Fakat Doğu’da, Batı’da olmayan sıra dışı bir kavram vardır: MUCİZE!
Hz. İbrahim Nemrut’u ve putları ilah olarak tanımayı ve iman etmeyi kabul etmemiş üstüne putları kırmış dökmüştür. Bu eyleme karşı Nemrut, büyük bir ateş yaktırıp mancınık ile Hz. İbrahim’i içine attırmıştır. Fakat Hz. İbrahim ilahi bir gücün yardımı ile ateşte yanmamıştır.

Bu durumu Yunan nedenselliği ve pozitivizmi açısından incelediğimizde insan bedeni, ateş’e karşı dayanıklı olmayan etmenlerden oluşur. Deri, et, kemik vd.. Ateş, ateş olma özellikleri ile insan bedenini yakar. Fakat Doğu, mucize olarak adlandırdığı bu tabloyu, –Gazzâlî‘nin büyük emeği ile- başka bir nedensellik anlayışından hareket ederek anlamayı kendine daha uygun görür.
O da şudur: Tanrı’nın özgürlüğü ve kudreti, olayları birbiri ardına istediği şekilde getirme, gerçekleştirme ve tamamlama seçim özelliğine sahiptir. Dolayısı ile tabiat ve tabiatın kanunları yoktur. Yani suyun, ateşin üzerinde ısınma veya kaynama sebebi, ateşin ısıtma ve suyun ısınmaya imkân taşıyan bileşenleri değil; Tanrı’nın isteği ve tercihidir! Doğu’nun büyük ölçüde kabul ettiği, Gazzâlî’nin nedensellik ilkesi budur!

Gazzâlî’nin nedensellik anlayışı altında örtük bir gaye de vardır ki o; Oolaylar arasında hiçbir organik sebep olmaksızın, kendi istek ve iradesine göre, her olayın ardından her olaya güç getirebilen bir yaratıcıyı, onun büyüklük ve kudretine en uygun tanım olarak belirtmektir. Doğu, Tanrıyı/Allah’ı/Rabb’ı/Yaratıcıyı bu anlayış ile anlamış ve iman etmiştir.

Doğu coğrafyasının bilim ile olan problemli ilişkini değerlendirirken izah ettiğim zihin dünyasını atlamamak gerekir! Üretmek, gelişmek ve icat etmek yolunda kat edilmesi gereken mesafe olduğu gibi durmaktayken Batı dünyasındaki her türlü gelişmeyi inançlarının kaynağı olan kitaplarda arama rahatsızlığının temel ve gizli motivasyon kaynağı Gazzâlî’nin nedensellik yaklaşımıdır!

Bu bir çeşit haksızlık ve hayatî ölçüde mantıksızlıktır. Kimse İnce Memed’i okurken içinde yemek tarifi aramaz! Arandığında ise suçlu Yaşar Kemal değil, bir roman’dan tatlı tarifi çıkarmaya çalışan zihniyettir! Ne yazık ki Doğu, bu zihniyetin de beşiği hâline gelmiştir. Düşünmeyi ve aklı kuşatma gayesi duyan her türlü inanış algoritmasını sahiplenmiştir. Bu sahiplenişten kendine dair olduğuna inandığı değerler türetmiştir. Kaybettiği her şeyi, bu değerleri muhafaza etmek uğruna heba etmiştir.
Gelelim genel olarak Batı’nın anlayışına. Isaac Newton, Tanrıyı açıklarken tipik bir saatçi argümanı kullanır. Hangi saatçi daha iyi saatçidir? Hangi saat daha iyi saattir? Saati ürettikten sonra çalışması için sürekli müdahale eden, ayar veren, parça değiştiren saatçi mi?
Yoksa bir kere ürettikten sonra çalışmak için ustasının müdahalesine ihtiyaç duymayan saat mi?

Batı ile aramızdaki en temel fark bence bu anlayıştır. Bu sebeple Batı; aklı ile satranç, Doğu; şansı ile tavla oynar.
Aklımızı kullanmak ve tav olmamak dileğiyle…
HLotus