Ana Sayfa > Gündem > Saraybosna Notları II: Bosna Direnişi

Saraybosna Notları II: Bosna Direnişi

Kur’an Sempozyum, beş masadan oluşmuş, katılımcılar serbestçe müzakerelerini yapıyorlar. Yani kuru kuruya bildiri sunup oturmak ya da gövde gösterisi yapmak, tribüne oynamak yok, oldukça nezaketli bir ortamda fikirler alabildiğini tartışılıyor. Gerilim oluyor ama “nezaket ahlakı” önceleniyor. Barika-i hakikat, müsademe-i  efkardan çıkar, derler ya atalarımız, onun gereği yapılıyor burada.  Bizim odada Alpaslan hocam, Yusuf Kaplan, Mustafa Akyol, Ramazan Taş, Metin Boşnak, Levent Bilgi, Abdullah Ekinci Enstitü’den Hakan Yılmaz ve öğretim üyesi arkadaşın biri moderatör, diğeri sekreterya  gibi işlev görüyor. Çok sakin, dingin ve oldukça verimli müzakereler yaptık.  Medeniyet ve temel unsurları, aksayan yönler ve yeniden bir medeniyet tasavvuru üzerine farklı fikirlerin ortaya çıkması ve bunların müsamaha içinde kabulü veya itirazi hususların nezaketle yapılması, doğrusunu söylemek gerekirse, beni ümit var kıldı.

 

VRELO BOSNA

Oturumları sonrası çıktığımız şehir gezisinde önce iç açı ve olukça güzel bir mekana uğradık. Tito’un önemli mekanlarından biri olan bu geniş parkı görünce insanın içi açılıyor doğrusu. Milijacka nehrinin çıkış yeri, şırıl şırıl akıyor, her tarafa serinlik veriyor. Ufak köprüler var, kazlar, şibiler geziyor, şibi ne yahu dediği arkadaş, ördek dedim!  Tito, hem ABD hem de SSCB karşıtı daha doğrusu teslimiyetçi politika izlediğinden sürekli yer değiştirirmiş, burası da Bosna’daki yeri imiş. Ev daha uzaktaymış,  bu nedenle gidemedik. Hiç tahrip olmamasının nedeni, iç savaşta Sırpların elinde olduğundan dolayı imiş!

 

AY YILDIZLI BEGOVİC MEZARI

Parkın verdiği serinlik tekrar sıkıntıya dönüştü, çünkü Aliya’nın mezarını ziyarete gidiyoruz. Verilen mücadelenin boyutunu mezarlıkta görüyoruz. 1993-1996 yılları arasında vefat eden 1600 gencin, çoğu yirmili yaşlarda, mezar taşları arasından anıt desem anıt değil, ilginç bir mimarisi olan yere yaklaşıyoruz. Bir de ne görelim? Hilal şeklinde bir havuz, yıldız şeklinde konuşlanmış mezar taşları bakınca geriden yıldız gözüküyor. Yani Aliya merhumun mezarı ay yıldız şeklinde yapılmış.  İnsan bir tuhaf oluyor, çünkü gelirken de gördük, mezar taşlarında bu var. Yeni mezarlığın karşısında eski mezarlık var, Osmanlı tarzı, mezar taşlarında sarık var.  Hıristiyanlar Makedonya da olduğu gibi burada çok büyük bir haç yaptırmışlar, her yerden görülen.

Müslümanları teskin eden Aliya, ne kadar büyük yaparlarsa yapsın, gökteki hilal ve yıldıza yetişemez dermiş, onun yeryüzüne düşmüş gölgesi işte bu mezarlıktaki ay yıldız. Zaten kaç gündür demiyor muyuz, Allah yolunda şehit olanlara ölüler demeyiniz, çünkü onlar diridirler diye. İşte burada bunun somut örneği.

 

DİRENİŞİN SİMGESİ: TÜNEL

Hala toplu mezarların çıktığı ve kemiklerden kimlik tespiti yapılıp, kayıp olanların tespitine çalışıldığını, her yıl temmuz ayında törenle bunların mezarlarına konulduğunu düşünecek olursak, durumun vahameti ortaya çıkar. Yani kesin sayı söylenilmiyor, ama1992-1995 yılları arasında havalanı ile kuşatmayı yaracak şekilde yapılan 880metrelik, 1.60. yüksekliğinde tüneli görünce, oradaki savaş esnasında çekilmiş filmi seyredince insanın kanı donuyor. Tünelden çıkan bir mücahid, Boşnakça anama selam söyleyin diyormuş. Sadece o civarda 11.000 insan şehit olmuş. Evsahibesi  Şida teyze ile tanışmak ve elini öpmek nasip oldu. Artık iyice tedirgin oluyormuş gelen gidenlerin ve konuşmak isteyenlerin çokluğundan dolayı, ama misafir Türkler olunca daha bir yakın oluyormuş, şirin mi şirin bi Osmanlı ninesi, aynen Fidan ebem gibi. Ev orijinal haliyle korunuyor, içerisi müze olmuş, resimler var, birinde üzerinde yazılar olan bir sigara ve paketi var. Bu ne diye sorunca, Boşnaklar sigaraya çok düşkün, zengin bir kütüphaneye sahip biri kitaplarını sigara kâğıdı yapımında kullanılması için vermiş. İçerideki resim levhaların çoğunun kenarında ufacık bir Türk bayrağı var desem abartmış olmam. Avlu gibi yerde şehitlerin isimlerinin yazıldığı bir bölüm var. Orijinal resimler asılı. İçeride Aliya’nın rahatsızlığında tüneli geçerken kullandığı bir sandalye var, yaralılar taşındığı sedye, bunlar rayda gidecek şekilde yapılmış. Uluslararası ilişkiler hocası Hasan Hocama ne kadar teşekkür etsek azdır, burayı görmeden gitseydik, olmayacaktı doğrusu.

 

TV dizisi olarak da izliyorduk, fakat GERÇEĞİni görünce insan bir tuhaf oluyor. Hele komşularının gizlice silahlanıp Müslüman Boşnakları öldürüp, teslim ettiklerini duyunca, ne diyeceğimi bilemiyorum. Çocuktan al haberi derler ya, Müslüman çocuklar ailelerini uyarmışlar, iç savaş öncesi, “Anne baba bak bunlar silahlanıyor!” diye. Bizimkiler “Olur mu yavrum, yıllardır beraber yaşıyoruz, komşularımız bize bir şey yapmaz” demişler. Tatbikat, hadi siz harp oyunu deyin, bu bahaneyle şehri çevreleyen dağlara toplar yerleştirmiş Sırplar ve başlamış ateşler. En az elli kişinin öldüğü Pazar yerini gezdik, özellikle kalabalık olduğu saatte basmışlar burayı. Toplu bir kıyım başlamış.

 

Şehri ikiye bölen nehrin köprülerle donanmış. Bunlardan birisi de hepimizin bildiği daha doğrusu !. dünya savaşının çıkış sebebi diye yutturulan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Ferdinand ve eşinin Gavrilo  Princip tarafından öldürüldüğü köprü. Bunu geçelim, hikaye zaten. Gerçi ha bu bize ders olsun diye müzesini de yapmışlar ama 1992-1995kıyımına engel olamamış. Öyle gözüküyor ki, Sırpların bir arada yaşamak gibi bir dertleri olmayacak gibi. Sırplar, açlık çeken Boşnakları avlamak için, tabirimi mazur görünüz, aynen bu kelimenin karşılığını kullanıyorlarmış, köprü başlarına yiyecek paketleri koyarmış, almaya gelenleri de sneper, artık bu kelimeyi herkes biliyor, avlarlarmış. Türkiye başlangıçta resmi olarak tarafsız gibi durmuş, ama halk gayri resmi olarak yardımcı olduğunu söylüyor. Özellikle silah üretim birimi kurulduktan sonra Aliya İzzetbegovic ve sağ kolu Eyüp Ganiç’in gayretleriyle halka özgüven geliyor, dışarıdan maddi ve maneviyardım da geliyor, karşı saldırılar başlıyor. Başlangıçta, Hırvatlar Müslümanlarla birlikteymiş, ama daha sonra Miloseviç’in ince ayar politikalarıyla karşı safa geçmişler. Buna rağmen Boşnaklar her yerde Sırpları püskürtmeye başlamış, Hıristiyan Boşnaklarda Müslüman Boşnakların yanında yer almışlar.

 

BAŞÇARŞI

Hüzünlü bir şekilde başçarşı, yani Osmanlı mekanına yürüyoruz. 1463 yılında fethetmiş Osmanlı burayı. Bosna Sancağı olarak Rumeli Eyâleti’ne bağlanmış, 1483’te fethedilen Hersek bölgesi Bosna’ya  bağlanmış. Hemen imar programı başlatmışlar her yerde görüyorsunuz bu kadim kültürün nezaketini. Kadim Bosnalıların oturduğu mekanlar buralar, onun içinde kıyım burada çok büyük olmuş.  Hızlı bir şekilde yaptığımız otobüs turuyla Avusturya-Macaristan, Almanya mimarisinin etkilerini de görüyoruz. Çoğu tarihi bina okul olarak kullanılıyor olması çok hoş, gençlere doğal bir özgüven yüklüyor olsa gerek.

Sebil dediğimiz meydan ve çarşıya girince insanın içi rahatlıyor. Sanki Bursa’dasınız, öyle hissediyorsunuz. Mroçe han da Bosna kahvesi içtik, bakır tepsi de bakır cezve ile, küçük bakır cezve içinde lokum ve şeker ile fincan geliyor. Bunun da bir ay yıldız simgesi varmış, anlattılar ama pek anlamadım doğrusu. Sonrasında Ahmet Hüsrev camine geçtik, burasının Sultan Ahmedi diyebiliriz, orada akşam namazlarını kıldıktan sonra meydanda bir çarsıdan Aliya ile özdeşleşmiş olan Boşnak kalpağı alıyorum iki tane. Çünkü bu sene aynı zamanda felsefe tahsiline başlayan Enes’e alabileceğim en manidar hediye olacak, Aliya İzzetbegoviç ve Doğu ve Batı Arasında İslam adlı kitabıyla tanıştırmak için. Pazar sabahki oturumda ana hatlarıyla bir özet çıkarıp, bunu maddeler haline getirdik. Öğleden sonra kamuya açı panel yapılacağı için Ali Çaksu kardeşimle tekrar Başcarşı’ya ecdad mekanına gittik. Yavaş yavaş, sindire sindire gezdik. Bursa belediyesinin yaptırdığı şirin mescide, biraz ilerisinde müftülüğün de bulundu tarihi camiyi gezdik. I. Dünya savaşının gerçekleşme sebebi diye sunulan suikastın gerçekleştiği köprüden geçtik ve Kafe Sevdah’a gittik. Burası daha sakin ve kahvesi daha güzelmiş, sevda etnik/yerel müzik anlamındaymış. Gençler de çok seviyormuş, hoş bir tarihi bina, küçük avlunun üstünü camla örtmüşler. Oradan Gazi Hüsrev karşısında aynı isimli medreseye geçtik. Eğitim hala çok ciddi bir şekilde devam ediyormuş. Bahçesinde ömürleri yirmili yaşlarda sona ermiş talebeler var, bazılarının sıfatı imam, bazılarının ise softa yazıyor. Gel de Çanakkale’yi anma yeniden. Bu gençler ile birlikte belirli bir yaş grubu yok, dolayısıyla nüfus dengesi de bozulmuş, kadın oranı daha fazlaymış.

DİLEK ÇEŞMESİ: Hemen medresenin kapısından çıkınca sizi karşılıyor, Caminin duvarına bitişiş, iki çeşme. Birinden içince yeniden geliniyormuş, diğerinden içince buradan evleniliyormuş, Ali’ye sordum teknik bir hata yapmayalım, hangisinden içince yeniden geliniyormuş diye? Valla karıştırıyorum ben her seferinde dedi, numaradan mıydı bilemiyorum. Bende ne olur ne olmaz diye ikisinden içtim, çünkü buralara yeniden gelmek istiyorum. Zaten caminin diğer kapısının karşısında ufacık bir çayhane var, oraya konuşlandık, harika çayı var.

Makbule hanım sahibesi, içerisinde Türk bayrağı ve Türkiye’ye dair resimler var, çat pat Türkçede konuşuyor. Kolay benim için diyor ve dillerindeki Türkçe kelimeleri sayıyor. Aha burada kahve içiliyor, çay yok aslında, yani meyve çayları var, otantik ve lezzetli ama onu da hastalar içermiş. Şimdi bizim gençler çayı öğretmişler ve ha bire içiyorlar. Ali anlattı, iki ihtiyar esnaf çay içiyordu, biri demli dedi harika bir aksanla ve açıklamaya başladı demli ne demek diye. İkinci bardakları demlenirken, üç Türk genci geldi hazırlık okuyorlarmış, farklı cemaatlerden ve oldukça barışıklar birbirleriyle. Onlarla epey sohbet ettik, diğer yerlerden edindiğimiz bilgileri bir de bunlarla kontrol ettim. Sonrada akademisyenlerden birine sordum, benzer şeyler söylediler. İzzetbegovic ile olan kısmını hala hazmedebilmiş değilim, o benim, bizim bilge kralımız çünkü. Ama gençlerden biri, Türkiye’den silah fabrikasına para yardımı geldiğini söyledi ve bunuErbakan hocanın kayıp trilyonu olduğunu söyledi. O para zaten Bosna için toplanmış imiş.

Gençlerin Boşnak arkadaşları var ya, o döneme ait babalarından hatıralarını dinlediklerini söylediler. Türkiye’den her türlü yardım gelmiş, bazı siviller, mücahitleri eğitmiş. Doğan Güreş paşa burayla özel olarak ilgilenmiş. Yani yansız kalması siyaseten olabilir ama Balkan kökenli askerlerin çokluğunu biliyoruz, nasıl duyarsız kalabilirler ki, atayurtlarına zaten. Baksana buraları sanki Bursa’dasın dedim gençlere. Siz bir de İstiklal caddesini gezin öyleyse demezler mi, bir de uyanık geçinirim, ne öylemi diye sordum, oysa gelmeden bakmıştım genel olarak. Ferhadiye caddesi dedi Ali, hadi bir dolaşalım o zaman diye çıktık.

Almanya-Avusturya-Macaristan mimarileriyle dolu nezih bir cadde gerçekten. Bir küçük çocuk arya söylüyor, ne bu yahu, böyle mi dileniyor deyince, sarışın bir çocuk ilk yaptı bunu, çok para topladı, bu taklidi diye cevap verdi. İyi de bu meczup aga ne yapıyor öyle, müziği eşliğinde diye sordum, adam bir tuhaf hareketler yapıyor. Yok yahu o dans ediyor ve dilenmiyor üstelik deyince, eee ne o zaman meczup işte dedim. Yok önündeki kağıtta evlenmek istiyorum demesin mi, şaka değil öyleymiş. Anlamadım gitti. Hem savaş sonrasında erkek sayısı azalmış, hem de evlenme zorluğu var, galiba gene gelip ekonomiye dayanıyor işler, zor ve üzücü.

Biraz ileride koltuk değneği ile tek bacaklı oldukça güzel giyinmiş, makyajlı bir genç kız dileniyor, yani ne diyeyim ki.  Ferhadi caddesinin bitiminde köşede Bişkek de gördüğüm özgürlük ateşinin daha ufağı var, burada Ebedi Alev diyormuşlar. 6.Nisan 1945 Nazilere karşı Hırvat, Sırp ve Müslümanların direniş göstermesinin simgesiymiş. Buradaki sözcüklere dikkat lütfen, Boşnaklar denmiyor, Müslümanlar deniliyor. Yani ırk merkezli ise niye böyle yazılmış deyince, Hırvat ve Sırplar aynı kökten, ama biri Katolik diğeri Ortodoks, yani onlarda dinsel isimlendirmeymiş. Daha ötesi, Boşnakların da aynı ırktanolduklarını, Müslüman olduklarını söylüyorlar, yani özünde burada levhada dinsel bir tanımlama varmış. Bu da ilginç değil mi? Değil, unsuriyet veya menfimilliyet denilenin panzeri İslam Milliyeti ve hamiyeti gereği, dili ırkı ne olursa olsun kardeşlik ve takva üzerine olmak değil midir? İlginç olan nokta, mezhebin burada din gibi kabul görmesi ve aynı ırkın mezhep/din merkezli farklı isimlendirmeler alması! Yani o kadar abartmış ki Rusya, Protestanlığı din hanesine yazmıyormuş, Katolikliği kerhen tanıyormuş.

 

SİYASETEN PARÇALANMIŞLIK

Şu anda Aliya merhumun oğlu Bekir İzzetbegoviç, Müslüman Boşnakların lideri, ama fazla tutulmuyor galiba! Durum burada siyaseten pek iyi değil, yani yönetim yok aslında. Ekonomik durum da pek iyi değil gibi, işsizlik oranı çok yüksekmiş, özellikle gençlerde. Yatırım da zor, çünkü üçlü yönetim var ve prosedür çok, rüşvet de varmış. Ekonomik durumun göstergesi grev yapan askerler: Çadırlarında oturuyorlar. Asker grev yapar mı demeyin, zorunlu değilmiş burada ve maaşlarını alamıyorlarmış son aylarda. Meşhur Dayton anlaşması ile meydanda kazanılan savaşın masada nasıl kaybedileceğinin örneği Bosna aslında. Bu sebepten dolayı biraz da bütün başarılarına, halkı örgütlemesine rağmen, Dayton  sonrasında mevcut siyasal parçalanmışlığın sebebi olarak da Aliya’yı görüyorlar anladığım kadarıyla. Yahu ne gevezeleniyorsun söylesene demeyiniz lütfen, ne bileyim aklıma Lozan geliyor, Dayton anlaşmasını anlattıkları zaman. Her yerde ilerleyen Boşnakların aniden ABD tarafından durdurulması, bunun için birkaç ölümün olduğu bir Sırp bombalanmasını gerekçe gösterilmesi, yoksa BM’nin müdahale edeceğinin söylenmesi de Kıbrıs Harekatını hatırlattı bana.

Dayton anlaşmasında Aliya’ya bastırıyorlar ve mevcut on parçalı Kanton bölgeler çıkıyor, üç siyasal parçalı yapının her birinin kendi lideri var, ayrıca ülke içinde Kantonlar var, yani daha özerk birimler, her birinin de lideri var. Bunu imzaladığı için buruklar İzzetbegoviç’e, üstelik bir kısmı Demirel’in yani Türkiye’nin de etkisi olduğunu düşünüyor! Öyleyse durum vahim gerçekten! Ama şu satırları yazdığım gün (25Mart) günü Hakk’a yürüyen Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun Kosova’ya katkılarını hatırladığım zaman niçin Türk-İslam çoğrafyasından bir çok güzel insanın cenaze törenine katıldığını şimdi daha iyi anlıyorum. Buraları görmeden verilen mücadeleyi gazetelerden ya da filmlerden seyretmekle anlamak mümkün değil. Çorumlu dostlar eminim bugün Taceddin Sultan Dergahındaydı, çünkü geçen sene ben de oradaydım. Enes, yüreğini ferah tut, ben ararım ağabeylerimi, hürmette kusur etmem demişti, bu teselli yeter. İzzetbegoviç’in meşhur kepini ve kitabını da hediye edeceğim, fiili ve fikri özgürlük mücadelesinin üç güzel insanını aynı anda yad etmenin,, miraslarına sahip çıkmaya gayret etmenin simgesi olarak. Tesellimiz, karınca misali su taşımak, yanan İslam coğrafyasına, alim, abid ve arif insanların fikirlerini güncelleyerek, gençlere taşımak. Ümitvar olmak zorundayız ve ümitliyiz.

Siyasi parçalanmışlığın yanı sıra 1300 gün sürdüğü söylenen ve resmi olarak öldürülenlerin kayıp olanların tamsayısının bilinmediği Bosna kıyımı, aslında insanlığın bittiğini, bir arada yaşama kültürünün yok edildiğini göstermesi açısından önemli. Tersten okursak, tekrar ümitvar olabiliriz, çünkü yüzyıllarca Müslüman, Katolik, Ortodoks ve Musevi inançlar burada yaşadı, bizim dönemimizde. Nitekim  Sarayova’sında, bir çok kilise, sinagog ve camii yan yana duruyor.  Bu nedenle olsa gerek, ‘Avrupa’nın Kudüs’ü’, veya ‘Küçük Kudüs’ gibi denirdi. Sırplar bunu yok ettiler ama Aliya’nın başlattığı fikri diriliş bunu yeniden gerçekleştirecek inşallah. Ama kominist Boşnaklar ve bir kısım mutedil Boşnaklar, bu problemi Aliya’nın açtığı ve önlemlerin alınmasını geciktirdiğini düşünüyormuş. İslamcı olanlar da parçalanmışlık var.

Ekonomik durum iyi değil demiştim, bir öğretmen 1100 tl civarında alıyormuş. Epey yardım almışlar Müslüman ülkelerden, bu camilerde görülüyor. Kuveyt tarzı, Endenozya tarzı camileri görünce anlıyorsunuz bunu. Ama İran doğrudan silah yardımı da yapmış, Malezya da her türlü yardım göndermiş. Şimdide öyle, İslam bankacılığın getirmiş, üstelik Ali kardeşimin Malezya’dan arkadaşı imiş, geldiğinde onun evinde kalmış kısa bir süre. Bir diğer Malaygenç, el-Cezire Balkan’ı kurmuş.

Hala da Körfez ülkelerinin yoğun ilgisi var bölgeye.  Otelde tanıştığım Suudlu akademisyen gezmeye geldik dese de bölgeye ilgi fazla. Gerçi benim felsefeci olmamdan fazla hoşlanmadı, üstelik Kur’an sempozyumuna geldik deyince iyice şaşırdı ama ne yapalım, yalan mı söyleyeydim. Arkadaşlar dedi, niye usuliddin demedin diye, yahu ne yani niye yalan söyleyim, oturumda söyledim, bir yerde gariplik var diye. Nasıl mı? Risale-i Nur gibi zihni keskinleştiren, mevcut medeniyeti Akif’in deyişi ile tek dişli canavara dönüştüren felsefi dayanakları eleştiren, pozitivist ve materyalist yapıyı önemli oranda çökerten metni okuyan gençler, felsefenin geneline kendilerini kapattıklarını; bu paradoksu aşmanın gerektiğini söyledim. Anlamadım gitti, sistemdeki aksamalarının giderilmesi felsefi yöntemle, birikimle oluyor, ama düze çıkılıyor tabiri caizse, sonra vay bu felsefe var ya deniliyor. Felsefecideyince garip mahlûklar, ne dediği anlaşılmayan fildişi kulelerde yaşayan insanlar anlaşılıyor! Aliya gibi izzetli bir felsefecinin verdiği fikri ve siyasal mücadelenin başkentinde bari felsefenin işlevi düzgün anlatalım ve dahi anlayalım diyorum. İzzetbegoviç hürmetine!

Ee buraya gelip de Boşnak böreği yemeden gitmek olur mu, el cevap: Olmaz. Hele öğle yemeğinde THY Saraybosna müdürü Salih Kansu kardeşim getirmiş ki, eğer götürmezsek hatırı kalır can yoldaşlarımızın. Ali’nin dar bir aralıkta börekçisine gidiyoruz, paketleri alıp, yavaş yavaş hediyeliklere bakıyoruz. İlginç olan mesela, her gittiğim yerden orayı hatırlatan anahtarlık alırım yok, burada. Ali’nin de garibine gitti, gerçekten yok. O zaman buzdolaplarına falan yapıştırılan saraybosna olan levhalardan alıyoruz. Gusle nereden bulabiliriz deyince Makbule hanım kızdı ne işiniz var onunla diye Şaşırdık o kilise müziği içindir ve Sırplar kullanır, çentik dedi. Zaten bugün Pazar bulamazsınız buralarda, 20 km ötede ir yer var oradan bulabilirsiniz, iyisini de anlayan birisini bulmanız lazım, yoksa kazıklanabilirsiniz dedi. Bu açıklamaları biraz sertçe ne işiniz var o aletle, demesinden sonra nezaketen yaptı gibime geliyor amma velakin… Üzmek de istemiyor çünkü Turizm sezonuna Türk sezonu diyor, bizimkiler çok geliyormuş, bazıları neredeyse her yaz geliyormuş. Haziran sonunda Ayva dede şenliği varmış ki, hal diliyle tebliğ yapan bir alperen, beş yüzyıla yakın Boşnaklar onun adına şenlik yaparmış. Tito zamanında bir süreliğine kesinti olmuş ama şimdi yeniden yapılıyormuş. Türkiye’den de gelen çok oluyormuş. Selefi ve diğer arap-iran kökenli eğitim alan Boşnaklar bu durumdan rahatsız oluyorlarmış.

 

İLAHİYAT FAKÜLTESİ

Bu kadar din temelli olup da bunun eğitimini veren kurum olmaz mı? Hele Ankara İlahiyatta okuyup da Türkiye’deki ilahiyatta büyük hizmetler verip, burada yatan….. hocamızın yetiştiği kurumları ziyaret edilmez mi? Öğleden sonra Osmanlı kökenli medreseyi ziyaret etmiştik.  Akşam yemekten sonraMetin hocam, bizleri alıp tekrar Türklerin toplanma mekanı olan kahvehaneye götürdü. Orada Ahmet Alibasiçu kardeşle tanıştık. Malezya’dan tanışıyorlar, hocamdan bir iki ders de o almış. Arapçası ve İngilizcesi çok iyi, hemen kaynaştık. Yazın Bursa’da Tömer’e gelecekmiş, Türkçe öğrenmek için. Çocukları şimdiden öğreniyormuş. Epey sohbet ettikten sonra  görev yaptığı fakülteyi ziyarete gittik. Gece onu geçiyor ama olabilir dedik.

SERİJATSKA SUDACKA SKOLA SAREJEVO yazıyor kapısında. Tarihi harika bir bina. Çek Musevi bir mimarmış burayı yapan. İçerisini geziyor, çok nezih bir avlu var, üzeri kapalı, yan tarafta genişçe bir odayı mescit yapmışlar. Hocanın odasına girince, birden çok heyecanlandım. Çünkü duvardı Osmanlı padişahlarının resimlerini taşıyan bir levha, Mostar köprüsünün mimarisi Osmanlıca bir levha ve en önemlisi de Fatih Sultan Memed’in Fransiskenler’in dini özgürlüklerini tahaattüt eden bir ferman var. Haa bir de Ahmed Kardeşin aldığı bir ödül var: Lamia Faruki Award yazıyor. Ee ne diyeyim ben şimdi, Recep Şentürk kardeşle, Mostar köprüsünün yazısını okuduk, oraya gidemedik ya, hasreti kaldı içimizde. Farukilerle olan ilgimi de söyledim. Sonra mı ne oldu, “Tükan” orası yahu, çekmeyi açtı Ahmed kardeş, tuzlu ve sade badem içi, ceviz ici, erik ve incir kurusu çıkarttı ikram için. Epey sohbet ettik, herkese kitaplar hediye etti, ayrıldığımızda gece yarısını geçiyordu. Ecdadın ruhuna layık bir sempozyum sürecinin sonu da Ahmed  kardeş vesilesiyle harika oldu.  Ama daha çok çalışmamız gerektiği de ortada. El birliğiyle, tıpkı haceru’l-esved örneğinde olduğu gibi her birimiz bir tarafından tutmalı ve kaldırmalıyız, Peygamber efendimizin getirdiği hakikatin yerine ulaşması için. Vesselammeni’t-teba’l-Huda

Saraybosna. 25-26/3/2012.

Prof. Dr. Mevlüt Uyanık

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.